Son yıllarda ülkece bir konuda birleşmeyi başardık: "Yaza fit girmeliyim!" paniği. Hemen ardından gelen adım ise: “Instagram’da hangi fenomenin zayıflama çayı mucize yaratıyor acaba?” İşte tam bu noktada sahneye çıkıyor yeni meslek: Diyetisyencilik.
Diyetisyencilik öyle bir şey ki, dört yıl üniversite okumana, staj yapmana, bilimsel makale okumana hiç gerek yok. Tek gereken şey: Estetik tabak fotoğrafı çekmek, yeşil bir şeyler içmek ve altına “detoks bu candır, yağ yakar, selüliti söker” yazmak.
Peki gerçek diyetisyenler ne yapıyor bu sırada? Onlar hâlâ bir hastanın insülin direncini, troid hormon değerlerini, böbrek fonksiyonlarını değerlendirip kişiye özel beslenme programı çıkarıyor, kafa yoruyor! Ama sosyal medyada "bu zayıflama kahvesiyle 5 günde 7 kilo verdim" diyen biri, algoritmayı patlatıyor. Çünkü bilim sıkıcı ama mucize hep ilgi çekici, değil mi?
Bir de “beslenme koçu” diye bir şey çıktı. Eğitim var mı? Yok. Sertifika? 3 saatte alınmış. Yetki? Sıfır. Ama cümleler şahane:
“Gluten seni aldatıyor, hayatından çıkar.”
“Ayşe bu listeyle 3 günde 2 kilo verdi, sen de verirsin.”
Bilimsel bir kaynak? Hayır. Ama bolca emoji, bolca ilüstrasyonlu "önce-sonra" fotoğrafı mevcut.
Bu “uzman olmayan uzmanlar” sadece insanların metabolizmasıyla değil, diyetisyenlerin emeğiyle de oynuyor. Çünkü sen yıllarını bu işe veriyorsun, karşıdaki kişi brokoliyi süsleyip “zayıflatan mucize” etiketiyle binlerce beğeni alıyor.
Ama umudumuzu kaybetmeyelim. Gerçekler geç de olsa su yüzüne çıkar. Belki de bir gün “diyetisyencilik” değil, “diyetisyenlik” trend olur. O zamana kadar da lütfen, sosyal medyada gördüğünüz her tabağa, her içeceğe inanmayın. Vücudunuz laboratuvar değil, moda evi hiç değil.