HDP'li Gülüm: 'İstanbul salgının merkezi konumuna gelmiştir'

Gündem

HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, koronavirüs salgınından en çok etkilenen şehirlerden olan İstanbul'daki durumu Yurttan Sesler'e değerlendirdi. HDP'li Gülüm'ün

HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, koronavirüs salgınından en çok etkilenen şehirlerden olan İstanbul'daki durumu Yurttan Sesler'e değerlendirdi.


HDP'li Gülüm'ün koronavirüs dosyası kapsamındaki sorularımıza yanıtları şöyle:


İstanbul'da bu kadar çok sayıda koronavirüs vakası görülmesini neye bağlıyorsunuz? Neler eksik bırakıldı?


Öncelikle salgın sürecin şeffaf yürütülmemesi nedeniyle açıklanan resmi rakamlara dair şüphelerimiz olduğunu belirtmek isterim. Hatırlanacağı üzere, Sağlık Bakanı 28 Mart gününde Türkiye genelinde hayatını kaybeden yurttaşlarımızın sayısını 16 olarak açıklamıştı. Ancak E-Devlet sisteminde koronavirüs nedeniyle İstanbul’da 20 yurttaşımızın yaşamını yitirdiği kaydedilmişti. Ertesi gün İBB Mezarlıklar Daire Başkanı verilerin “sehven” girildiğini açıklamış olsa da maalesef şeffaf ve güvenilir bilgi edinemiyoruz.

İstanbul’da farklı hastanelerde görev yapan doktorlar, hastalara test yapılmadan yaşanan bazı ölümlerin kayıtlara girilmediğini, eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın ölümünde olduğu gibi bazı olaylarda test sonucunun ölümden sonra geldiğini ve sonradan rakamlara eklendiğini belirtiyor. Dolayısıyla İstanbul'da daha yoğun test yapılması durumunda vaka sayısının maalesef çok yüksek bir oranda artacağı tahmin ediliyor. Nitekim İstanbul Tabip Odası tarafından yapılan açıklamalarda testi pozitif çıkan “vaka”ların esas alındığını; hastanelerde yatan ya da ayaktan takip edilen “şüpheli/olası vaka” sayıları yer almadığı için gerçek tabloyu göstermekte çok eksik kaldığı ifade edilmektedir.

İstanbul, salgının merkezi konumuna gelmiştir. Aslında bunu bölgeler arası eşitsizliğin kaçınılmaz bir sonucu olarak görebiliriz. Bölgeler arasındaki sosyo-ekonomik dağılım ve daha pek çok sosyolojik dinamikle izah edebileceğimiz nedenlerden dolayı İstanbul’da artık bir nüfus patlaması yaşıyor.

Yine yurtdışı bağlantı noktasının  merkezi durumunda. Bu durumda salgının merkezi durumuna gelecek olması kaçınılmazdı ancak merkezi/hükümet düzeydeki eksiklikler bu oranları artırdı. Salgına ilişkin tedbir  havaalanlarına konulan ve vücut ısısı ölçen termal kameralarla sınırlı kaldı. Maalesef bu vahim tabloyu göreceğimiz  en başından beri iktidarca takınılan  ‘bize bişey olmaz’ lakaytlığından belliydi. Dünyada yaşananlar apaçık ortada iken hükümet ciddiyetle hazırlık yapmadı. Zira Covid-19 virüsünün ilk ortaya çıkışından hastaların görülmeye başlamasına kadar geçen iki buçuk aylık süreçte İstanbul’daki kamu hastanelerinde ciddi bir tedbir alınmadığı anlaşılmakta. Bu nedenle hastaneler Covid-19 pandemi sürecine büyük ölçüde hazırlıksız yakalandılar. Ayrıca İstanbul işçilerin yoğun olduğu bir şehir ve ücretli izin hakkı ile evde kalmaları yerine çalışmaya zorlanmaları salgını yaygınlaştırıyor.

Sayıların yüksek olması yurttaşın üzerinde nasıl bir etki bıraktı?


İnsanlar, çaresiz, tedirgin ve öfkeli çünkü devletin kendilerini yeterince koruduğuna inanmıyorlar. Sosyal devlet anlayışı bütünüyle terk edilmiş vaziyette.  İnsanların çoğu ücretsiz izinle, hak ettikleri ücret ödenmeyerek, hatta işten çıkarmalarla evlerindeler. Salgının ortaya çıkışıyla birlikte çalışan sayısını azaltan iş yeri sahipleri öncelikle kadınları, işçileri, emekçileri yani bin bir güçlükle geçinen insanları işten çıkardı veya ücretsiz izne çıkarmayı tercih etti. Zaten yüksek olan işsizlik ve güvencesiz koşullarda çalışma oranı arttı.

Öte yandan iş yeri kapanmayan ve çalışmaya devam eden insanlar için ise virüsün bulaşma riski oldukça fazla. Salgınla birlikte işyerinde çalışma koşullarının ağırlaştığını bildiren birçok işçi var. Bazı fabrikalarda zorunlu mesai uygulaması başlamış mesela. Çalışma alanında sosyal mesafe, maske, eldiven, dezenfektan kullanımı gibi temel salgın tedbirleri ise ya çok geç alınmış ya hiç alınmamış.

Ayrıca cezaevleri, yapısı itibariyle virüsün hızla yayılabileceği ve yayılması durumunda ölümle sonuçlanacak vakaların en fazla görülme ihtimali olan alanlardır. Cezaevlerindeki mahpusların aileleri, yakınları tedirgin. Marmara bölgesinde yer alan cezaevlerinde ciddi eksiklikler söz konusu. Havalandırılamayan, suyu kesilen, hijyenden ve tıbbi yardımdan yoksun mahpuslar için sosyal mesafe diye bir kavram yok çünkü zaten doluluk oranı koğuşların kapasitesinin çok üstünde. Silivri, Metis, Bakırköy Kadın gibi pek çok cezaevini örnek verebiliriz. Hepsinde durum aynı. Bu nedenle, cezaevlerinde başta hasta mahpuslar, yaşı ilerlemiş olanlar, hamile ve çocuklu kadınlar ile siyasi mahpuslar olmak üzere bir an önce tahliyeler başlamalıdır.

Bununla birlikte kadınlar evlerde erkek şiddetiyle karşı karşıyadır. Kadın yoksulluğunun artması şiddete karşı çözümsüzlüğü zorlaştırıyor. Artan ev işleri ile çocuk ve yaşlı bakımı kadınların omzundaki yükü artırıyor. 

Hastanelerde şu anki durum nasıl? Yoğun bakım ve yatak doluluk durumuna dair bir bilginiz var mı?


Hastanelerdeki doluluk oranı basına yansıtılandan çok daha  fazla olduğu bir gerçek. Özel Hastanelerin de  bu süreçte ücretsiz  bir hale getirilmesi gerekiyor. İnsanlar enfekte olduğu şüphesini duyar duymaz, daha çok insana temas etmemek için kendisine en yakın hastaneye ulaşabilmeli.

Bakan Koca geçen hafta yaptığı açıklamalarda Türkiye’de yoğun bakımlarda yüzde altmış iki civarında bir doluluktan söz etmişti. Son açıklamaya göre İstanbul’da 1 Nisan’da hasta sayısı  8.852 iken 3 Nisan’da 12,231’e yükselmiş durumda. Bu verilerden doluluğun günbegün arttığını anlıyoruz maalesef.

Ayrıca yirmi beş bin  yetişkin yoğun bakım yatak sayısı ve on yedi bin solunum cihazı olduğu belirtilmişti. Ancak daha fazla solunum cihazına ihtiyaç duyulmaktadır. 

Sağlık çalışanlarının yeterli ekipmanı bulunuyor mu?


Bu süreçte sağlık çalışanları hastalarla temas halinde olmaları ve aynı ortamı paylaşmak zorunda kalmalarından kaynaklı olarak açık tehlikedeler ve maalesef birçok sağlık çalışanının enfekte olduğunu biliyoruz. Çünkü sağlık çalışanları salgına karşı yeterli ekipman ve donanımdan yoksunlar. Salgının bulaşmasını önleyen maske ve gözlük ve koruyucu kıyafetlerin tedarik edilmesi konusunda büyük eksiklikler var. 

M95 ve M99 diye adlandırılan maskelerin sağlık çalışanlarına dağıtımı yapılmamış.
Daha da kötüsü halktan saklananlar, her türlü hastaya müdahale eden sağlık emekçilerinden de saklandı. Sağlık emekçileri daha güvenli bir hizmet sunmak için idarecilerinden koruyucu maskeler talep ettiklerinde hastaları tedirgin edecekleri gerekçe gösterilerek basit maskeler bile dağıtılmadı. Böylelikle sağlık emekçileri salgına karşı korumasız hale getirildiler. Bununla birlikte sağlık emekçilerin ulaşım, barınma ihtiyaçları karşılanmıyor. Her gün toplu ulaşımla ve evlerine gitmeleri hem kendi yaşamlarını hem de ailelerin yaşamlarını riske atıyor. Özellikle sağlık emekçisi kadınlar tüm bunların yanında dinlenmeye dahi zaman bulamadan ev işlerini de yapmak zorunda kalıyor.

İstanbul'da yerel yönetimler sürecin neresinde duruyor? İşini kaybedenler veya yaşı nedeniyle evden çıkamayanlar için gerekli destek sağlanıyor mu? Belediye hesaplarına el konması işi zorlaştırdı mı?


Maalesef bu zor zamanlarda bile iktidar halk yerine kendi bekası için çalışıyor. Tüm partilerle, belediyelerle ve demokratik kitle örgütleriyle ortaklaşarak bu süreci halkın en az zararla atlatması yerine fırsatçılık yapıp HDP’li belediyelere kayyım atıyor. Halkın güvenerek seçtiklerinin bu kriz anında halka hizmet etmesine hukuk dışı yöntemlerle engel oluyor.
İstanbul Belediyesi konusu da böyle, muhalif belediyelerin halka hizmet etmesini engelleyecek, bağışta bulunanların katkısıyla hazırladıkları yardım paketlerini, ayni yardımları yoksullara ulaştırılmasını 'devlet içinde devlet kurmak’ gibi suçlamalarla sekteye uğratmaya çalışan bir iktidar var. Önceliği halkın güvenliği, sağlığı değil; seçim yatırımlarıdır. 

Çok sayıda fabrikada ve inşaatta çalışmak zorunda kalan ve sosyal mesafelenmeyi uygulayamayan yurttaşlar için ne söylemek istersiniz?


İnsanlara  bir yandan evde kalın, ’gönüllü karantina uygulayın’ çağrıları yapılıyor bir yandan da bu insanların evde kaldıklarında neyle geçineceklerine, eve ekmeği nasıl götüreceklerine dair bir çözüm üretilmiyor. Fabrikada, inşaatta, pazarda çalışan insanların çoğu bir gününü dahi çalışmadan idame ettiremeyecek yoksulluktalar. 

Kimse hayatını riske atmak istemez. Ancak devletin her bir yurttaşın canını ve sağlığı koruma zorunluluğu var. Bu süreçte insanlara geçimlerini sağlayacakları ödenekler verilmeli, zorunlu üretim alanlarının dışındaki bütün çalışanlar ücretli izne çıkarılmalı, elektrik, su, doğalgaz faturaları ve bankalara olan tüm kredi ödemeleri ertelenmeli. O zaman sosyal mesafeyi uygulamak herkes için kolaylaşacaktır. Ama görüyoruz ki bizim tüm ısrarımıza ve önerilerimize rağmen bu çözümlere  ilişkin bir adım yok, tam aksine devletin kasasında para bırakmamış olacaklar ki halktan yardım istiyorlar. Önceden topladıkları envai çeşit vergiden böyle zamanlar için ayrılan bir fon yok ortada. Deprem fonu, işsizlik fonunun akıbeti ne oldu, belirsiz. Halk kendisinden alınacak paranın doğru yere gideceğinden emin değil ki yardım etsin. Kaldı ki yardım edebilecek gücü zaten yok. Milyar dolarlarca devlet ihalesi alanlardan, rant ile büyüyenlerden, yandaşlığın ödülü olarak vergi borcu silinenlerden, bu süreçte bile korumayı önceledikleri sermaye sahiplerinden istesinler bu kez.

İstanbul’da esnafımızın sorunları ve çözüm önerileriniz nelerdir?


Şehir insansızlaştıktan ve yayımlanan genelgelerden sonra  haliyle esnaf da iş yapamıyor. Esnafın işleri durmuş vaziyette ancak masraflar, ödemeler devam ediyor. Salgından önce de ekonomik krizle boğuşuyordu insanlar fakat şu an her şey çok daha kötü. Esnafın kira ödemeleri karşılanmalı, faturalar ötelenmeli ve gerekli mali destek sunulmalı.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.