2022-12-24 17:56:25

Devrim tekrar gündemin ilk sıralarında görülmeye başlamıştır

Asım Öz

24 Aralık 2022, 17:56

Tüm parçaları diyalektik olarak birleştiren bu noktada muhteva anlamında ortak sorun ve taleplerin olduğu kapitalizm bir dünya sistemi olarak varlığını devam ettirmektedir. Küresel kapitalizmin kriz ve çöküş hali tüm ülkeleri kapsadığı için, kapitalizmin otantik krizi dışında, çöküş durumunu da kapsadığından artık kriz nihai kriz aşamasındadır. Bu anlamda “karşı devrim ve devrim karşılıklı ilerler” mottosu ve “devrim için savaşmayana komünist denmez” mottosu adeta ete-kemiğine bürünmüş bir şekliyle diyalektik saiklerle her geçen zaman kesitinde daha görünür hale gelmektedir.

Bu mottoların görünür hale gelmesi küresel kapitalizmin modern barbarlık hali, çürüyen, geberen halinden kaynaklıdır. Bu durumun başat olarak somut hali ise yalnız alt-yapısal değil, kültürel kodlar dahil insanı ilgilendiren hemen her şeyin meta olması ile daha da aleni yaşanmaktadır. Yani küresel kapitalizmin ortak sorun ve talepleri olan enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, ücret-gelir düşüklüğü çoklu kriz, çöküş hali bütünsel olarak aynı zaman kesitinde görülmektedir. Bir de buna kapitalizmin kendi tarihinde en yoğun yaşanan dönem olarak üretim ve tüketimden kaynaklı zenginlik, servet sahipliği yanına yolsuzluk, rüşvet,vb. kaynaklı zenginlik, servet sahipliği eklenmiştir.

Küresel kapitalizmin dönemsel ve güncel gelişmeleri ve bağlantılı olarak Türkiye kapitalizminin dönemsel ve güncel gelişmelerine genel çerçevede baktığımızda kapitalizmin bu kirliliği, adeta musilaj hali artık reformlarla düzelmeyecek hale gelmiştir. Artık görünen o ki devrim kavramı geçmişteki gibi çok yoğun ele alındığı şekliyle tartışılacaktır. Güncelliği de kapsayacak çerçevede bütünsel saiklerle ele alınacak devrim konusunda değerlendirme, geçmişten ders alınarak nasıl olursa olsun şeklinde değil, nasıl bir devrim olmalı şeklinde bir netliğe kavuşmalıdır. Bu durum diyalektik inşa süreci olarak nasıl bir sosyalizm-komünizm olmalıdır şekillenmesine de önemli katkı sağlayacaktır.

Gelinen noktada kapitalizmin krizini yalnız az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler değil, gelişmiş ülkeler olan kolektif kapitalist- emperyalist ülkelerde biçimsel farklılıkla yaşamaktadırlar. Ekonomik yıkım şeklindeki bu durum aynı zamanda yönetme ve sürdürülebilirlik de de açmazlarla, kırılganlıkla, kaoslarla karşı karşıyadır. ABD kapitalist emperyalizmi dolar sahipliğine ve doların başat olarak küresel piyasalarda da dolaşımda olmasına rağmen dünyanın en borçlu ülkelerindendir. Bu durum ABD işçi sınıfı ve emekçilerinin daha da yoksullaşması demektir. Bu yoksullaşma somutta , sağlık, barınma, sigorta vb alanlarda emekçilere ekstra yıkım getirmektedir.

Yine ABD’nin bu ekonomik sorunlarından kaynaklı artık rejim ihraç etmekte zorlanması eklenmektedir. Ayrıca Çin gibi devasa bir ülkenin özellikle dijital alanda ABD ‘yi yakalaması ve yer yer de geçmesi ABD’yi ciddi olarak zorlamaktadır. Artık ABD’nin başta Çin olmak üzere kendi sanayini aktarması da geçmişte ki şartlarda olmamaktadır. Ayrıca savaş sanayinden kaynaklı savaş bütçesi kapitalizmin kaos ve kırılganlığını giderek yükselmektedir. Bu durum bir yandan uzlaşmaz karşıtlık anlamında işçi ve emekçilerin direniş ve isyanına yol açmıştır. Bu direniş ve isyan hali yükseliş ve sönümlenme anlamında devam edecektir. Diğer taraftan ABD oligarşisinin bir eğilimi olan faşizm, yeni-faşizm olarak özellikle Trump sivil eğilimi olarak adeta pusuda beklemektedir.

Avrupa’da ise kapitalizm-emperyalizmin kendi krizinden kaynaklı enflasyon yüksekliği, gelir düşüklüğü daha görünür hale gelmiştir. Yine Avrupa ülkeleri arasındaki ekonomik rekabet, sermaye ihracı ve sermaye toplayıcılığı çerçevesinde kırılganlık olarak yaşanmaktadır. Ayrıca savaş bütçeleri ( Bu durum Rusya, Ukrayna savaşıyla daha net görülmüştür ) enflasyon yüksekliği ve ücret-gelir düşüklüğü ekstra yıkım olarak dönmektedir. Kapitalizmin ( Özel ve devlet mülkiyeti olarak kapitalist mülkiyet ) öyle bir tıkanma içindeki Avrupa kapitalizminin en gelişmiş ülkesi olan Almanya’da darbe teşebbüsü özellikle neo-faşist eğilim olarak son anda engellenmiştir. Bu durum da gösteriyor ki koşullar oluştuğunda askeri darbe ve faşizm eğilimi gelişmiş ülkelerde de görülmesi sürpriz olmayacaktır.

Bu kapitalizmin yıkım politikalarına karşı işçi ve emekçilerin direnişi, yer yer sönümlense de özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya’da meydanlarda devam etmektedir. Kapitalizmin açmaz ve kırılganlığının en somut göstergesi ABD ve İngiltere tarihinin en büyük akademik greviyle sarsılmasıyla yaşanmıştır. İngiltere’deki greve 70 bin akademisyeninin katıldığı belirtiliyor.

Özgün bir durumu olan Güney Amerika’daki gelişmelere de kısaca önemli noktalarıyla değinmek gerekiyor. Güney Amerika tarihi bir yanıyla kapitalizmden kaynaklı egemenlik ilişkileri olarak askeri ve sivil diktatörlükler olarak şekillenmiştir. Özellikle Şili, Arjantin’de en ağır işkence ve uçaklardan insan atmada dahil katliamların da yaşandığı bir tarih olarak anılmaktadır. Diğer yandan yine kendi otantiğinden kaynaklı işçi ve emekçilerinin direniş ve isyanının ders ve örnek olarak anılması gereken bir bölge olmuştur. Son günlerdeki biri olumlu diğeri olumsuz iki olay ile bu durumu somutlayıp devam ediyoruz.

Olumlu bir gelişme olarak son dönemde Brezilya diktatörünün zulmünden son seçimde İşçi Partisinin Lula’nın kazanmasıyla Brezilya’da yeni bir dönem başlamıştır. ( Konu hakkında önceki yazımızda yeterli değerlendirme olduğu için burada tekrarlamıyoruz ) Kapitalizm içinde işçi ve emekçilere dönük kalıcı ve radikal değişim ve gelişimler yaşanması mümkün olmasa da, asgari iyileştirmeler, yani nefes almak bile önemli olacaktır.

Son günlerde ise olumsuz gelişme Peru’da yaşanmıştır. Temmuz 2021’de göreve gelen solcu devlet başkanı Castillo, tıpkı Brezilya’da, Paraguay’da, Honduras’ta olduğu gibi benzer,” yolsuzluk, usulsüzlük, kötü yönetim” gibi suçlamalarla görevden azledildi. Gerekçe, hükümeti devirmeye çalışmakla suçladığı Kongre’nin feshedildiği ve acil durum hükümeti kurulduğunu duyurması. Hemen akabinde Kongre karşı hamlede bulunarak Castillo’yu görevden alarak cezaevine gönderdi. Castillo’nun başkanlık sarayından cezaevine gönderilmesi, Güney Amerika’da yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Amerika emperyalizmin, sağ muhalefetin, oligarşik güçlerin sola karşı saldırıları devam edecektir. Ama yaşanan sınıflar arası bir çatışma ve bu kavganın da burada bitmeyeceği de açıktır.

Türkiye’yi de yakından ilgilendirmesi anlamında Ortadoğu’da ki gelişmelerle bu bölümü sonlandırmak istiyoruz. İran’la başlarsak, Mehsa Amini adlı genç kadının ahlak polisi tarafından fiziki saldırı sonucu hayatını kaybetmesi ile İran’da gösteriler alevlendi. Hep gösteri vardı ancak ağırlıklı olarak ekonomik şartlar, işsizlik, yolsuzluk, sebebiyle gösteriler yapılıyordu. İlk kez kadınların öne çıktığı, orta okul çocuklarından, 50 yaşlara kadar toplumun her kesiminden katılımların olduğu gösteriler yapılmaya başlandı. Bu gösteriler tekil çözümleri de kapsayan ama mevcut rejimin topyekun düşürülmesi taleplerini kapsamaya dönüştü. Bu gösterilere karşı son günlerde adeta emsal ve “ibret-i alem” maksadıyla jet hızıyla gençlerin idamları kararları uygulandı. Ama tepki daha da gelişip, yaygınlaşarak, özelikle işçilerin ( Başat olarak da petrol işçilerinin ) grevleriyle İran oligarşi ve mollalarına kabus yaşatmaya devam ediyor.

Irak’ta da yine ekonomik kriz başat durumdadır. Milyonlarca göçmen, yardıma muhtaç yaşayan milyonlarca aile, iklim krizi ile gelen kuraklık ve bölgenin olmazsa olmazı olan koltuk kavgaları da kapitalizmin olası istikrarını sarsmaktadır. Ayrıca Irak petrol zengini olmasına rağmen kötü ekonomi yönetimi ve ülkenin her yerine sirayet etmiş yolsuzluk beraberinde işsizliği, kötü kamu hizmetlerini gündeme getirmektedir. Eğitim ve ilerleme bir tarafa sadece karnını doyurmaya çalışan milyonlar, sefalet şartlarında yaşamaktadırlar. Elbette ki bu yıkıma karşı işçi ve emekçilerin de direnişi giderek yükselecektir.

Suriye’de ise 10 yıldan fazla süren savaşın üstüne ağır ambargolar geldi, kovid salgını atlatılmadan, kolera ve hepatit gibi salgınlar başladı. Ayrıca Türkiye’nin operasyonu, ABD ve Rusya cenahında havada-karada çekişme, İran’ın nüfus savaşı hiç bitmedi. Yine Suriye’de haftalardır insanların yemek pişireceği mutfak tüpü, evlerini aydınlatacak elektrikleri yok. Yakıt krizi öyle bir noktaya geldi ki , şehir içi ve dışı otobüsler, minibüsler bile benzin-mazot olmadığı için kepenk kapattı. Yine mazotla çalışan fırınlar bile kepenk kapatmıştır. Suriye’de de iç ve dış egemenlere karşı işçi ve emekçilerin direnişi de süreçte yükselecektir.

Elbette Ortadoğu da benzeri ( özellikle ekonomik sorunlar) sorunlar, yıkım politikaları Lübnan, İsrail, Suudi Arabistan, BAE, Yemen, Libya gibi ülkelerde de bugün veya süreçte ülke kapitalizmin açmaz ve kaos durumu sistemi sarsmaya devam edecektir. Bu duruma karşı sınıfa karşı sınıf mücadelesi de hız kesmeden devam edecektir.

Bu şekildeki küresel kapitalizmin değerlendirilmesi girizgahının diyalektik bağlantısı ile birlikte Türkiye kapitalizminin ve güvenlikçi devlet ve faşizmin iktidarının uygulamalarının güncel gelişmelerinin genel değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

Türkiye kapitalizmin kriz-çöküş durumu bütünsel yıkımı ile hız kesmeden devam ediyor. Özellikle bu yıkımın görünür, aleni yaşandığı alan olarak burjuva temsili sisteminin çürümüşlüğü, açmazları, kırılganlıkları, tıkanmışlığı güncel olaylarla daha net görülmeye başlamıştır. Önceki yazımızda da daha ayrıntılı üzerinde durduğumuz gibi İmamoğlu’na ceza ve siyasi yasak konusu bugün de önemini koruyarak devam etmektedir. Bu İmamoğlu ceza davası süreç içinde iktidar cenahında ve özellikle ve daha başat olarak burjuva muhalefet kanadında yani altılı masada önemli sorunların çıkmasına da yol açacak potansiyel taşımaktadır.

Bunun somut işaretleri muhalefet cephesinde şimdiden başlamış olup süreçte sarsıntı daha olumsuz olursa sürpriz olmayacaktır. Saraçhane’de yakalanan büyük fotoğraf olarak faşizme karşı yoğun katılımlı mitingler daha da yükseltilerek devam etmesi gerekirken, tersi yaşanmaya başlamıştır. Yani böylesi dönemlerde dışa karşı mücadele temel olup iç çelişkilerden kaynaklı sorunlar kesinlikle öne çıkarılmadan, en azından ertelenmesi gerekir. Ama olmadı Saraçhaneye gelen kitle de dahil, ülke çapında geniş kitlelerin önderliğini yapanlar adeta birbirleriyle yarış şeklinde gizli, açık kavgaya başlamışlardır.

Mitinge çağrının bile birbirlerinden gizlendiği, abla- kardeş, baba - oğul güzellemelerinin ne kadar olumlu saiklerle söylendiği belirtilse de, burjuva siyasetiyle kıyısından bile ilgili her insan bunun Lenin’in söylemiyle “ Yetki için rekabet, üstünlük için yarış” saikiyle yapıldığını rahatlıkla görür. Saraçhane’deki kitle ve diğer işçi ve emekçilere bu çelişki ve kavgaların en küçük katkısı olmadığı gibi, onların Saraçhane’de yakalanan birlik ve aktifliğe zarar verdiği, bir dahaki mitinglerde katılımı düşüreceği açıktır. Dolayısıyla bizler komünistlerin kitle ilişkilerinde ilke ve anlayışları olarak, bu eğilimde olanların kişisel veya partisel çıkar ve kariyer ve başka çıkarlarını teşhir ederek, bu kirliklerden temiz olan işçi ve emekçileri mümkün olduğunca uzak tutmalıyız. Onların kafasını karıştıracak, birlik ve aktifliğini, moral-motivasyonunu düşürecek bu olumsuzluklardan azade olarak ısrarla kapitalizmin kirliliği ve güvenlikçi devletin, faşizmin karanlığını her boyutuyla teşhir etmeliyiz. Alternatif ve çözüm olarak da proletarya devrimi, sosyalizm-komünizmi de ısrarla gündeme almalı, savunmalıyız.

Gelinen noktada İmamoğlu davasının henüz yargı süreci yaşanmadan sonuçlanmaya çalışılması bir yanıyla da olsa muhalefet kanadındaki iç çelişkilerin aleni yaşanması, Saraçoğlu mitinginin şimdiden sönümlenmesi, devlet-iktidar ortaklığının deneme yanılma metodu olarak bu durumu dikkate alması noktasında, bugünlerde İBB’ye dönük terör suçlamasıyla, İç İşleri Bakanlığının raporu savcılığa vermesi her durumun olabileceğinin işaretidir. Yani İmamoğlu’nu görevden alma, kayyum, siyasi yasak durumu bugünlerde de gündeme gelebilir. Devlet- iktidar ortaklığının burjuva yasalarını bile dikkate almadan uygulamaları, tasarrufları aleni olmuştur. ( Örneğin tahliye edilenler bile adeta anlık cezaevine gönderme ile sonuçlanmıştır ). Ayrıca bu işaretler yargılama sürecinin de ceza ile sonuçlanmasını getirebilecektir.

Dolayısıyla Saraçhane’deki kitle, ülke çapında emekçiler, CHP tabanı yönetime basınç yaparak, onların bu küçük çekişmelerine son vermelerini istemeli ve İmamoğlu ile başlayan bu sürecin, saldırıların başka insanları da kapsamasının mümkün olduğu bilinmelidir. Çünkü daha önce ve hala devam eden HDP’ye dönük saldırılara ses çıkarmayanların bu akıbete uğraması sürpriz olmamıştır. ( Almanya’daki faşizmde papaz olayı unutulmasın ) Elbette muhalefet içindeki bu küçük çekişmelerin önlenmesi kadar, daha da önemli olarak faşizme karşı Saraçhane’de yakalanan birlik ve mücadele kararlılığı, yaratıcı sivil itaatsizlik eylemleri ile sürekli hale getirilmelidir.

Bu bölüme ekonominin güncel olarak öne çıkan ve önemli gördüğümüz konuların genel değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

Kapitalizmin kriz-çöküş durumundan kaynaklı yıkım, tıkanma durumu her güncel gelişmeye adeta bire bir yansıyor. Bu durum somuta enflasyon-hayat pahalılığı, yüksek işsizlik, ücret, gelir düşüklüğü olarak geri dönüyor. Bunun son günlerdeki temel olarak yaşananı asgari ücretin belirlenmesi ve sonrası gelişmeleri olmuştur. Asgari ücret açıklandı. 8 bin 506 olarak netleşti. Bu rakam beklenendi. ( küçük artı-eksilerle ) Bu anlamda sürpriz olmadı. Nominal olarak yüzde 50 yi aşan bu asgari ücret oranını başarı olarak göstermek mümkün değildir. Ayrıca algı ve görsel olarak yapıldığı da açıktır.

Genel kitle eğilimi, tüketici eğilimi psikolojik saiklerle var olanla yetinmeye, belki onu da bulamayacağı endişesiyle yaklaşır. Geçmişle kıyaslandığında verilenin önceleri yüzde 10 larla tespit edilirken, bugün yüzde 50 nin üstünde olmasına bakarak yüksek olduğu bu anlamda başarılı, yeterli bulur. Bu durum güçlüye, iktidara, lidere dönük bağımlılık ilişkisi olarak özdeşleşme olarak da görülmelidir. Aynı zamanda bu anlayış asal olarak özne olamama durumudur.

Oysa konuya gerçek boyutları ile yani ( nominal ücret değil de gerçek ücret olarak ) alım gücü olarak baktığımızda son açıklanan asgari ücretin düşük ve azlığı rahatlıkla görülür. Kıyaslamayı şöyle yaparsak bu durum daha anlaşılır olacaktır. Geçmişte asgari ücret artışları yüzde 10 olduğunda 7 çeyrek altın alınırken ( İktisatta bilimsel saiklerle kıyaslama altın ile yapılmaktadır) bugün yüzde 50 yi aşan artışa rağmen 3 çeyrek altın alınabileceği belirtiliyor. Bu kıyaslama diğer tüm temel ürünlerde de benzer sonuçlar verecektir.

Dolayısıyla resmi enflasyon ( TÜİK tarafından yapılan ) yüzde 85 olarak açıklanırken, gerçek enflasyon yani pahalılık ( Özellikle gıda ürünlerinde ) yüzde 200 lere yaklaştığı bilindiği için asgari ücretin bu son artışının çok düşük olduğu bilimsel verilerle açıktır. Ayrıca bu aylarda baz etkisiyle enflasyonun küçük oranlarda düşmesi geçici olup, önümüzdeki aylarda enflasyonunda- pahalılığının da yükselişe geçeceği söyleniyor. Bu durumda bu son artışın bir kaç ay içinde eriyeceği de açıktır.

Bu noktada işçi temsilcisi olarak Türk-İş’in 9 bin lira olmasını isteği asgari ücretin kabul edilmeyeceği bilindiği için Türk-İş masadan kalktı ve açıklanan 8 bin 506 lira olan asgari ücrete muhalefet şerhi koyduğunu açıkladı. Bu anlamda asgari ücretin burjuva yasalarında bile olmayan Cumhurbaşkanı tarafından açıklanması, Türk- İşin masada olmaması sistemin niteliğini göstermektedir. Yani güvenlikçi devletin, faşizmin burjuva anlamda bile kuralsızlık olduğunu göstermektedir.

Yine Türk-İşin tavrına baktığımızda ( Geçmişte açık mikrofonlarda söylediklerini unutmadan ) asgari ücrette 9 binde ısrarı sanki başat olarak danışıklı olarak gözükmektedir. Açıklanan asgari ücretle, Türk-işin açıkladığı rakamın küçük fark olması da bunun teyidi gibi durmaktadır. Ayrıca Türk-İş tabanının basıncının bürokrat yöneticilerini böyle bir tavra başvurmasını getirmesi de bir başka neden olacaktır. Türk-İşin açlık sınırı ile asgari ücret artışına başlaması, daha sonra bundan vazgeçip 9 bin de sabitlenmesi de tabanın basıncı olsa gerek. Oysa asgari sınırlarda bile olsa işçi sınıfının yanında olsa bakacağı artış yoksulluk sınırına ( Yoksulluk sınırının 26 bini aştığı söyleniyor ) veya nominal değil de, gerçek ücrete göre oran vermek olacaktır

Bu noktada yine genel kitle psikolojisinin özne olmama durumundan kaynaklanan bir illüzyon ve manipülasyon durumu ile bu bölümü sonlandırmak istiyoruz. Örneğin asgari ücretin 20 veya 25 bin olsun talebinde bulunmak uçuk gelecektir. Asgari ücret için en yüksek öneri DİSK’’in talebi 13 bin 200 TL. Görüldüğü gibi bu yüksek teklif bile 20-25 bine çok uzak talep. Bu 20-25 bin teklifini uçuk bulanların cevapları hazır. O zaman enflasyonu kimse tutamaz, hiper enflasyonu görürüz, ekmek 50 liraya yükselir, işsizlik artar, ülke gerçeğine uygun değil, işten çıkarmalar başlar vb.

Bu uçuk talep, Ford ve Aksa gibi çalışan başına aylık 50 bin TL kâr eden şirketler var. Bunlara da mı uygun değil ? Sanayi şirketleri, bankalar ve borsada halka açık şirketler 2000 li yılların en kârlı dönemini yaşıyor. Bunlar için bu talep rahatlıkla ödenebilir. Emeğin durumuna baktığımızda ise ücretlilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 39’lardan yüzde 26’lara geriledi. Maaşlı, ücretli, sabit gelirlinin durumu iyice kötüleşti.

Bu somut ve gerçek duruma göre bazı klişeleri sürekli tekrarlamanın anlamı yok. Örneğin “ücret artışı enflasyonu artırır” klişesi mutlak değildir. 2016 yılında asgari ücret yüzde 30 artırıldı. Buna rağmen o yılın enflasyonu sadece yüzde 8,3 oldu. Diğer bir klişe “ Ücretler enflasyonu, enflasyon gelir eşitsizliğini büyütür”. Tersi durumda da eşitsizlik büyür, dünyada 30 yıldır enflasyon yüzde 5 i geçmedi ama gelir uçurumu adeta tavan yaptı. Bir başka klişe “Refah ancak ekonomik büyüme ile gerçekleşir” Öyleyse Türkiye ekonomisi yüzde 7 gibi yüksek bir büyüme performansı gösterirken emekçilerin refahı neden azaldı?

Dolayısıyla ücretler yüksek olduğu için enflasyon rekor kırmıyor. Tersine emekçiler enflasyon yüksek olduğu için ücret artışı talep ediyor. Yine Türkiye’de rekor kıran enflasyonun sebebi döviz kurundaki ve dünya fiyatlarındaki artıştır. Ücretler değil.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin ve faşizmin modern barbarlık hali, çürümüşlüğü ve kirliliği, koyu karanlığı güncel gelişmeler ile devam ediyor. Bir yanda 6 yaşında çocuğa tecavüz, tacizde bulunan şeriatçı, yobaz, yine 6 yaşındaki çocuğun açlıktan ve bakımsızlıktan ölümü, çocuk açlığının görünür hale gelmesi, okul terklerinin giderek yükselmesi kapitalizmin son günlerdeki modern barbarlığını göstermektedir.

Diğer yanda HDP’ye karşı ırkçı saldırılar devam ediyor. HDP milletvekili ve eş il başkanı Encü’ye polisin tokat atması, ırkçılığın boyutlarını göstermektedir. Bu durum güvenlikçi devletin, faşizmin kuralsızlığını, cezasızlığının da hızını göstermektedir. Tokatçı polisin Encü’yü daha önce de tehdit ettiği belirtiliyor. Encü’nün Roboski’de bombalama ile katledilen 34 kişiden çoğunun akrabası olduğu bu tokatın hedeflerini de açıkça göstermektedir.

Bu saldırganlığa karşı bugün adı konsun veya konmasın tescillenen ırkçı-faşist Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın tokatı savunur şeklinde açıklaması ve hakaret içeren sözleri bir kez daha insanlıktan nasibini almadığını göstermektedir. Geçmişte de aynı yolda olan ve ırkçılıkta taviz vermeyen Yılmaz Özdil , Ahmet Türk’e dönük fiziki saldırı olduğunda benzeri hakaretlerde bulunduğu unutulmadı.

Yine HDP’ye dönük ırkçı saldırılar başka boyutlarda da son günlerde yaşanmıştır. HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan Kadıköy ilçe binasında polis onun dışarıya çıkmasına izin vermiyor. Diğer Eş Başkan Mithat Sancar’ın ise ilçe binasına girmesine izin vermiyor. Elbette bu durum tesadüf değil rutin, bilinçli bir ırkçı tavırdır. Birde bunlara HDP’nin hazine yardımının “bloke edilmesi “ eklenmektedir. Bu da sonuçta HDP’nin seçimde faaliyetlerinin engellenmesi ve başarısız olması içindir.

Tüm bu ve benzeri yıkım, çürümüşlük, kirlilik, karanlığa karşı çözüm ve alternatifler de yoğun şekilde tartışılmaya başlanmıştır. Adeta adı bile unutulmaya başlayan Devrim tekrar gündemin ilk sıralarında görülmeye başlamıştır. Dolayısıyla bugün başat olarak gündemde olan eko-sosyalizm, 21. Yüzyıl sosyalizm gibi çözüm ve alternatiflerin önemine dikkat çekerek, Devrimci Marksizm’in bu konulardaki programı ısrarla ve sürekli gündeme getirmeli ve savunmalıdır. Bu konulara bütünsel olarak değindiğimiz için adeta başlık şeklinde kısa bir değerlendirme ile yazıyı sonlandırıyoruz.

Bu kirlilik ve karanlık için proletarya devriminden başka çözüm mümkün gözükmemektedir. Bu devrim tüm yıkımı ortadan kaldıracak ezilenlerin bayramı olarak, üretimde bulunmasına rağmen yönetmeyenlerin iktidar olmasıyla “yeni insanın” oluşmasının da başlangıcı olacaktır. Yine bu proletarya devrimi süreci komünizmin inşanın başlamasına katkı sağlayacaktır. Bu komünizm zorunluluk alanları ve özgürlük alanlarının diyalektik toplamı olarak kültür egemen olacaktır.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.