2022-08-13 21:08:54

Faşizm bugün ve geleceğinin kavranmasını engelleyecektir

Asım Öz

13 Ağustos 2022, 21:08

Küresel kapitalizmin kriz, çöküş hali ve yapısal, otantik durumundan kaynaklı yıkımı yalnız altyapısal değil, üstyapısal saiklerle barbarlık ve çürüyen bir zombi olarak devam ediyor. Altyapısal –ekonomik yıkım, üst yapıya kapitalizmin serbest rekabetçi döneminin devlet biçimi olan burjuva demokrasilerinin özelliklerinden farklı yansıyor. Yani tedrici, yavaş değil, aynıya yakın ve hızlı yansıyor. Siyasi, sosyal, ahlak, etik, kültürel vb. tahribat, yıkım, kırım daha şiddetli yaşanıyor.

Artık bütün burjuvazinin olan devlet-demokrasi, giderek emperyalizm, tekelci kapitalizmin varlığı ile ,oligarşilere kadar daralmış olup, gelinen noktada oligarşiler içinde de daha dar bir seçkinin egemenliğindedir devlet - demokrasi. Siyasi gericiliğe tekabül eden oligarşilerde, demokratik hak ve özgürlükler giderek budanmıştır. Kapitalizmin varlığı ve sürekliliği için önemli olan rıza üretimi de artık baskı ve şiddet ile sağlanmaktadır. Elbette ki böylesi bir kapitalizm barbarlık üreten, çürüyen, geberen olmak zorundadır.

Kapitalizm sosyal alanları kurumsal ve kişisel olarak tüm muhaliflere, işçi ve emekçilere kapatmış olup adeta nefes alamaz noktaya getirmiştir. Örneğin yasal olarak izin almadan yapılacak gösteri veya yürüyüşler, hatta çoğu durumda izin alınanlarda saldırıya uğramaktadır. Adeta muhalifler , işçi ve emekçiler için oksijen olan gösteri yürüyüşler, egemenler için kabus olmuştur.

Marks’ın ifadesi ile “ Egemen fikirler egemen sınıfların fikirleridir” mottosu çok daha açık ve net olarak görülmektedir. Ahlak, etik ve tüm kültürel kodlar artık meta olmuş durumdadır. Paylaşma, dayanışma, çıkara dayanmayan ilişkiler, açıklık vb. düşen değer olmuş, yükselen değer yalan, bencillik, bireycilik olmuştur. İnsanı kendine, topluma ve doğaya yabancılaştıran kapitalizm, sevgi, adalet, hak gibi insani değerleri de meta haline getirmiştir. Bunlar geçmişte barbarlık iken bugün onun güncel hali olan modern barbarlıktır.

Dolayısıyla böylesi kirliliğin, karanlığın, modern barbarlığın adı olan kapitalizme karşı ancak Devrimci Marksizm bağlantılı sosyalizm-komünizm ile kişisel veya örgütsel donanım olduğu sürece reform ve radikal reformlar için tutarlı, sürekli mücadele verilir. Böylesi Devrimci Marksizm donanım ile reformlar kazanılmasa veya kaybedilse de kapitalizmin olağan süreci olarak yola devam edilir, düşülse de kalkılır yine devam edilir. Tersine Devrimci Marksizm donanım olmaz ise çabuk yorulma yaşanır ve düşülse de kalkılamaz.

Bu noktada radikal ve kalıcı çözüm için Devrimci Marksizm çerçevesinde sosyalizm-komünizm olmazsa olmaz ilkelerini sürekli hatırlamak, bilince çıkarmak her zamankinden daha önemli ve zorunlu hale gelmiştir. Ancak bu sosyalizmi-komünizmi reçete olarak değil ,canlı organizma gibi diyalektik bir süreç olarak anlamalı, kavramalıyız.

Öncelikle sosyalizm-komünizm kapitalist devletin ele geçirilmesi değil proleter devrim ile ( Herhangi bir devrim ile değil ) parçalanması ile inşa süreci başlar. Bu hem kapitalist devletin şiddetinin engellenmesi hem de burjuvazinin ekonomik ve siyasi olarak mülksüzleşmesi demektir. Bu durum şiddetin kutsanması değil, devlet şiddeti ve burjuvazinin ekonomik ve siyasi mülkiyetinin varlığı koşullarında sosyalizm-komünizmin inşa sürecinin zemini yok demektir.

Kapitalist devletin parçalanma koşullarının gerçekleşmesi sağlandıktan sonra ancak sosyalizm-komünizmin önemli ve olmazsa olmaz ilkesi olan üretim ve tüketim araçları üzerindeki toplumsal-sosyal mülkiyet inşası başlayacaktır. Bu durum üstyapıya da hızlı yansıyacak ve devletin sönümlenme süreci hemen başlayacaktır. Bu durum yalnız işgücünün meta olmasını ortadan kaldırmayacak, siyasi, sosyal, ahlaki, etik, kültürel kodların meta halini de ortadan kaldıracaktır.

Üretim ve tüketim araçları üzerindeki toplumsal-sosyal mülkiyet fiili olarak işçi ve emekçilerin olduğu ölçüde bunların yasallığı anlamlı olacaktır. Altyapıda-ekonomide bu fili egemenlik, yaratılan değerin sahipleri olan işçi ve emekçilerin olacaktır. Bu durum artı-değerin ortadan kalkması ile kullanın değerinin egemenliği demektir. Üst-yapıda ise temsili değil doğrudan demokrasinin adı olan yönetici organlar Sovyet, Konsey, Meclis, Şura bizzat katılım ile egemenlik demektir. Dolayısıyla işçi ve emekçiler fiiliyatta ve doğrudan ürettikleri gibi yöneteceklerdir.

Dolayısıyla zorunluluk alanları ile özgürlük alanlarının diyalektik birliğinin adı olan sosyalizm-komünizmde, komünizmin ilk ve son aşamaları çok fazla farkla ifade edilemeyecek ve iç içe geçmiş ve birbirini tamamlayan süreçler olacaktır. Bu anlamda sadece işçi ve emekçilerin değil, insanlığın da kurtuluşunun adı olan komünizm , komünizmin komünü ve kültür egemen olarak en yüksek özgürlüğün ve birey olmanın adı olacaktır.

Bu girizgahtan sonra küresel kapitalizmin kriz ve çöküş durumundan kaynaklı yıkımı da devam etmektedir. Bir tarafta Rusya-Ukrayna savaşı bitmemiş olarak yeni pazarlıklar ile devam etmektedir. Bu aşamada özellikle tarım, gıda tedarik zinciri pazarlıkların temelini oluşturmaktadır. Çünkü bu durum küresel ısınma- iklim krizi koşullarında kıtlık ve arz küçülmesini getirecektir. Bu da ülkelere enflasyon-pahalılık, işsizlik, ücret düşüklüğü olarak geri dönecektir.

Ama Rusya-Ukrayna savaşı ile başlayan süreç, Çin’in , Pekin’in “Tek Çin” doktrini ile başlayan Tayvan hamlesi ile devam etmektedir. Ayrıca Kosava, Sırbistan sınır gerginliğine, birde buna Irak’ta ki mezhepsel ( Şii, Sunni gerginliği ) gerginlik eklenmiştir. Bu durum kapitalizmnin yarattığı yalnız savaş koşullarının potansiyel varlığı dışında, enflasyon-pahalılık, işsizlik, ücret- gelir düşüklüğü, yolsuzlukları da beraberinde getirmektedir. İşte şimdilik 20 ülkede başlayan ve devam eden direniş başka ülkelerin eklenmesi ile de devam ederse elbette sürpriz olmayacaktır.

Bu noktada Türkiye kapitalizminin kriz, çöküş halinden kaynaklı güncel gelişmelere baktığımızda “yıkıcı yıkıcılığın”, “yıkıcı kaos” durumunun bütün hızıyla devam ettiği görülecektir. Bu durum somutta kırılganlık, sürdürülemezlik olarak geri dönmektedir. Bu noktada İktidardaki bazılarının ve Erdoğan’ın akıl tutulması ve potları da hız kesmeden devam etmektedir.

Erdoğan’ın Davutoğlu ve Babacan hakkında “ Onların nasıl ihanet içinde olduklarını kendilerinin düşünmesi lazım, onlar o makamlara kendi layık oldukları için gelmediler. O makamlara getirdiler. Eğer onlara bakanlık verildiyse, başbakanlık verildiyse , hepsi onlara bir irade o makamları verdi. Onlar bunun kıymetini bilemedi”. Bu anlayış burjuva siyasetin rutin üstenci, biat isteyen bir anlayışıdır. Birde buna padişah, halife olma hevesinin getirdiği anlayış eklendiğinde bu açıklama sürpriz değil olağan açıklama olmuştur. Eğer Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı gibi görevlere bu insanları kendin getirip, şimdi ise onlara bunları söylüyorsan bunun en hafif açıklaması akıl tutulması ve yine rutin bir pot demek olacaktır.

Bir başka akıl tutulması adeta özel pot denilebilecek açıklamayı entelektüel yanları olduğu söylenen Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kalın yapmıştır. Kalın, Balıklı Rum Hastanesi yangını devam ederken Cumhurbaşkanının talimatı ile yangını söndürdük açıklaması yaparken bir özel pot kırarak adeta alay konusu olmuştur. Bu biat anlayışı alışılmış bir refleks olduğu için istenmeyen şeylerin söylenmesini getirmektedir. Özel pot ve akıl tutulması olması bir yangına bile Cumhurbaşkanı talimatının alınması absürtlüğüdür. Haklı olarak şu soru sorulmuştur. Cumhurbaşkanı talimat vermese yangın söndürülmeyecekti. Buna tek kelimeyle ancak pes denir.

Yine benzeri vukuat Erdoğan’ın avukatının, FETÖ borsası savunması için, bende hata yapamaz mıyım , açıklaması gibi potlar açığa çıkanlar olup gizlenenleri de düşündüğümüzde bu iktidarın “yıkıcı kaos” yaşadığı bu somut örneklerle net olarak görülmektedir. Bu potlar bilinçlide yapılsa, bilinçsizde yapılsa arka plan saikleri olarak sürdürülemezlik ve yönetemezliğin gereği bir boşluk ve kırılganlık nedeniyle yapılmaktadır.

Bu bölüme öne çıkan ve önemli gördüğümüz olay ve konuların genel değerlendirmesi ile başlamak istiyoruz.

Güncelliğini koruduğunu düşündüğümüz Deniz Poyraz davasının son duruşmasında İzmir adliyesine pompalı tüfekle giren birinin yakalanmasıdır. Şahıs ben Türküm, solcular nerede, solcuları gösterin, ben polise sıkmam, getirin onları öldüreceğim diyerek rutin görevini yerine getirmiştir. Bu eylem o kadar mizansen, kurgu olarak hazırlanmış ki adliyedeki polisler şahısın geleceğini biliyorlar. Dolayısıyla yakalanıp göz altına alınacağı da önceden hazırlanmış demektir.

Bu kurgu Deniz’i katleden faşist katilin kaçmasını değil yakalanmasını istenildiği ile benzerlik taşımaktadır. Önceki yazımızda da değindiğimiz gibi bu katliam derin yerlerin çok boyutlu bir katliamı olup en küçük açık verilmemesi noktasında hareket ediliyor. Bu son pompalı tüfek eylemi de bir vukuat yapmak için değil, korku salmak, olayı başka noktalara çekme saikiyle yapılmıştır. Dava sonuçlanıncaya kadar bu ve benzeri vukuatlarla karşılaşmak sürpriz olmayacaktır.

Yine son günlerin öne çıkan bir olayı da enfeksiyon alanında uzman olan Esin Şenol hocaya ölüm tehdididir. Bir faşist sahte doktorun Şenol’un evinin önüne dana dili bırakması konuşmasının engellenmesi olduğu kadar evinin önene kadar gelinmesinin de ispatı olarak ekstra korku yaymak içindir. Bu faşist- meczupun adliye gidip ifade verdikten sonra serbest bırakılıp, durmak yok yola devam diyerek açıklama yapması, yalnız olmadığının ve korunduğunun da somut göstergesi olmuştur.

Elbette bu olayda önemli olan arka plan saiklerinin ne olduğuna bakmaktır. Yani bu ölüm tehdidini yalnız aşı karşıtlığı ile açıklamak küçük fotoğrafa bakmak olacaktır. Büyük fotoğraf ise kendi alanında etkin olan insanların susturulması yalnız bu olayda değil, diğer bir dizi olayda adeta rutin olmuştur. Esin Şenol hoca hem kendi alanında etkin olan hem de bunu yaygınlaştırma da etkin olan bir birikimi ile bu güruh nezdinde susturulması zorunlu olmuştur. Esin Şenol’un da üyesi olduğu Tabipler Birliğinin yasaklanmasını, kapatılmasını isteyen zihniyet burada da görevini yerine getirmiştir.

Yine öne çıkan bir konu ile devam ediyoruz. Kılıçdaroğlu’nun Roboski ziyareti de aktüel olarak yoğun tartışıldı. Elbette yaşları 13 ile 25 olan masum, sivil Kürtlerin küçük kazançlar için bir dizi riski göze alarak sınır ötesinden gelişleri sırasında, uçaklardan atılan yoğun bombalama ile 34 genç vahşice katledilmiştir. Savaşlarda bile olması zor olan böyle bir katliam elbette ses getirmiştir. Katliamın sorumlularının ortaya çıkması için özellikle aileler her türden fedakarlığı yaparak ( Tehdit ve ekonomik vaatlere rağmen ) bugüne kadar mücadeleden vazgeçmemişlerdir.

Bu vahşetin hazırlıklı, planlı, hiyerarşik olarak örgütlü yapıldığı açıktır. Ailelerin ve muhaliflerin mücadelesi sonucu olayın sis perdesi giderek ortadan kalkmaya başlamıştır. Katliam sorumlularının kimler olduğu netleşmiştir. Askeri anlamda bugünkü Genelkurmay Başkanı ve bugünün Milli Savunma Bakanı o günün Genel Kurmay ikinci başkanları olarak katliama bizzat sahayı bilerek karar vermişlerdir. Ayrıca onay merci olarak Genelkurmay Başkanı, diğer üst düzey sivil bürokratlar ve elbette ki MİT karar veren merciler olmuştur.

Bu vahşi katliamın yapılmasının arka plan saiklerine baktığımızda olayın derinliği de anlaşılacaktır. Kürt halk gerçekliğinin bütün bu ve benzeri katliam ve saldırılara karşı direnişi egemenlere adeta kabus yaşatmıştır. Bu halk gerçekliği yalnızca saldırılara karşı teknik olarak savunma değil, esas olarak bilinçli bir paradigmanın ( Özyönetim, kantonlar gibi ) savunulması egemenleri korkutmuş, telaşlandırmıştır. İşte böylesi şartlarda zaten sicili Kürt düşmanlığı olan egemenler ( Çocuk veya genç de olsa umurlarında olmadan ) düğmeye basmışlardır. Topyekün korku salmak, direnişi , mücadeleyi engellemek, kitleselliği küçültmek için bu katliam onlar için zorunlu olmuştur.

Bu noktada başta aileler olmak üzere muhalifler ve CHP ‘de kendi çapında olayın aydınlanması için çaba içinde olmuştur. Özellikle CHP Ankara Milletvekili Levent Gök bütün zorluklara rağmen bugüne kadar olayın peşini bırakmamıştır. İşte CHP’nin duyarlılığı ve Kılıçdaroğlu’nun Roboski ziyareti insani bir duyarlılık olarak önemli olmuştur. Elbette CHP’nin bu konuda duyarlılığının arka plan gerçekliği vardır. Baykal CHP’sinin şahin tavrı, Kürtleri doğal olarak CHP’den uzaklaştırmıştır. Geçmişte bölgenin birinci partisi olan CHP adeta cezalandırılarak yüzde 2’lere kadar gerilemiş ve bitme noktasına gelmiştir.

CHP’nin bıraktığı bu boşluğu AKP biraz barışçıl tavırlarla doldurmuştur. Giderek AKP’nin güvenlikçi, savaş , şahin politikalara dönmesi yeni bir konsept oluşturmuştur. Yani başat olarak AKP’nin bu şahin tavrı gelinen noktada nesnel olarak CHP’yi yükselmiştir. Elbette Kılıçdaroğlu ile birlikte (Özellikle de yükselen Kürt mücadelesi ile birlikte) CHP’nin istenilen olmasa da asgari de olsa Baykal döneminden farklı bir duruşu CHP’yi bölgede yükseltmiştir. Bu yükseliş geçmiş dönemlerdeki yüzde 30-35 lerde değildir. HDP’nin devrede olmasıyla da artık bu oranlar mümkün gözükmemektedir. CHP’nin bugünkü oy oranı yüzde 9-10 larda seyretmektedir. Yüzde 2 lerden bu yükseliş önemli olup daha da yükselmesi mümkündür.

Ama CHP’nin ikircikli, tutarsız tavırları ( Şahin ve barışçı tavır olarak ) devam ederse bilinç konusunda karşıtlarının bile takdirini kazanmış Kürtler CHP’den desteklerini çekeceklerdir. Belki de CHP eskiyi de arar durumuna gelecektir. Bu noktada Kılçdaroğlu’nun Diyarbakır ve diğer Kürt illerini yaptığı ziyaret ve son Roboski ziyareti geçmişe göre daha önemli ve katılımlı olmuştur. Kılıçdaroğlu’nun Roboski vahşi katliamına dönük verdiği olayı aydınlatacağı sözü önemli olup muhalifler tarafından peşi bırakılmamalıdır. Ama açıktır ki doğrudan devlet kararı ile yapılan bu katliamı istese de CHP’nin gücünün yetmemesi de sürpriz olmayacaktır. Bu noktada önemli olan CHP tabanının sokağı kullanan sürekli mücadele içinde olmasıdır. Elbette diğer muhalefet güçlerinin de CHP tabanına destek vermesi önemli, zorunlu olacaktır. Ayrıca CHP’nin ne yapalım gücümüz yetmiyor deyip devam etmesine toptan karşı çıkılmalı, yanlışa ortak olmamak için istifa ve hükümetten ayrılması doğru olacaktır.

Yine öne çıkan ve önemli bir olayla değerlendirmeye devam ediyoruz. Tipik ırkçı faşist eğilimi olan asker Mehmet Ali çelebi ve liberal olan Aslı Aydıntaşbaş’ın son tavırları farklı kulvarlarda gözükse de temelde adeta aynı burjuva anlayışın tezahürü olmuştur. Çelebi teğmenlik dışında başka bir unvanı olmamasına rağmen cezaevinde yatmasının getirdiği mağduriyete karşı CHP’nin önemsemesi ile milletvekili yapılmıştır. Ama Çelebi daha önce çok açık etmediği ırkçı-faşist eğilimini, CHP’nin özellikle Kürt sorunu konusunda ılımlı tutumuna bile tahammül edemeyerek göstermiştir. ( Özellikle son açıkladığı 20 maddelik bildirge gibi ) Elbette Çelebi’nin bu bildirgesi ve benzeri açıklama ve tavırları kişisel değildir. TSK içinde ve dışında desteği olmasa Çelebi düzeyinde birinin böylesi bir tavır içinde olması mümkün değildir.

Ulusalcılık öyle bir zehir haline gelmiş ki olay Kürt sorunu olunca bu unsurlar rahatlıkla AKP yanlısı oluyorlar. Çelebi’nin yasal HDP’ye bile düşmanlığı bu anlamda sürpriz olmamıştır. Bu ırkçı- faşist anlayış CHP içinde bile yer bulamama endişesi ile önce Çelebi’nin İnce’nin Memleket Partisine girmesini getirmiştir. Orayı da yeterli görmeyen Çelebi, AKP güzellemesi açıklamalar yaparak gizli şekilde bazı AKP liler ile görüşerek AKP ‘ye geçmesine adeta ramak kala şimdilik ( Kendi çevresi de dahil yoğun tepki üzerine ) bağımsız kalacağını açıklamak zorunda kalmıştır. Elbette böylesi parti değiştirmelerde burjuva arenada ekonomik çıkarlarda önemlidir. Yani Çelebi bir daha milletvekili seçileceği yer aramaktadır. Bu anlamda bir analoji yaparsak şeytanla bile işbirliği sürpriz olmayacaktır.

Liberal Aydıntaşbaş ise son dönemde bazı muhalif kanallara sürekli çıkması ile bir yanıyla bu son olayın ortaya çıkacağını bilerek olsa gerek yerini yapmıştır. Bu sol gözüken yanı Aydıntaşbaş’ın CIA Danışmanı Barkey ile yemek ile sahte olduğunu göstermiş , netleştirmiştir. Bu anlamda bir gazeteci solun çok duyarlı olduğu bir konuda ( CIA’nın dünya halklarının katliamında başat aktör olduğu açıktır ) CIA elemanı ile görüşüyorsa bu basit bir yemek olayı değildir. Arka planında bir dizi nedenler, pazarlıklar olması mümkün olacak , sürpriz olmayacaktır. Elbette eski de olsa resmi olmasa da istihbarat elemanlarının görevleri olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Barkey‘de gazeteci Aydıntaşbaş ile bir dizi bilgi almak ve pazarlıklar sonucu böyle bir yemek olayı gündeme gelmiştir.

Altı yıl önce böyle bir yemek olayının açığa çıkan veya servis edilen yanı dışında bir dizi gizlenen yanı olduğu açıktır. Gelecekte sır perdesinin bir ölçü de de olsa aralanması mümkün olacaktır. Öyle incelikler, pazarlıklar gözüküyor ki bu olayda Kavala, Barkey ile yemek yedi denilerek casusluk ile cezalandırılmıştır. Barkey ile yemekte olan Aydıntaşbaş neden bugüne kadar susmuştur. Başlarda bu durumu açıklasa Kavala cezaevinde olmayabilecekti. CIA elemanı Barkey neden altı yıl sonra bu açıklamayı yapmaktadır. Bu düzeyde şimdilik bilinmezlerin arka planında bir dizi bilgi ve gelişmeler olduğu açıktır. Bugün bu olayın açıklanması ve servis edilmesi yalnız altı yıl öncesi olayın deşifre edilmesi olarak değil, aynı zamanda bugün ve gelecekte bir dizi gelişmelerin habercisi olursa bizce sürpriz olmayacaktır.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin yıkıcı ve karanlık bir eğilimi olan faşizmin ayak sesleri her geçen zaman kesitinde hızlanmaktadır. Özellikle ve başat olarak Gezi ile başlayan ekonomik yıkım politikaları ancak güvenlikçi devlet ve giderek faşizm şartlarında ancak uygulanabilirdi. Ve süreç güvenlikçi devlet uygulamaları ile Gezi’de 8 gencin katliamı ile başlamış, önemli köşe taşları olarak 15 Temmuz askeri darbe kalkışması, 102 insanın katledildiği Gar katliamı, Çubukta Kılıçdaroğlu’na dönük linç girişimi ve Deniz Poyraz katliamı, gelinen noktada güvenlikçi devlet ile birlikte faşizmin kurumlaşmasının da yükseldiğini göstermektedir.

Bu noktada faşizm üzerine bir dönemden bugüne özellikle faşizmin güncellenmesi üzerine değerlendirmeler yapılıyor. “Yeni faşizm”, “süreç olarak faşizm” gibi güncellenen üretimler önemli olup bunları hemen reddetmek, mutlakçı , arkaik anlayış olup diyalektik dışıdır. Şu özgün tespit faşizmin güncellenmesine önemli örnektir. Umberto Eco “ 21 inci yüzyılın insanının en büyük yanılgısı faşizmin tekrar Nazi üniformasıyla geleceğini sanmasıdır” tespiti olmuştur.

Ama şu illüzyona da düşmemek gerekmektedir. Bu ve benzeri güncellemeler önemli olsa da faşizmin temeli olan klasik , evrensel ilkelerini reddetmek yanlış olacaktır. Faşizm konusunun bugün ve geleceğinin kavranmasını da engelleyecektir. Yani faşizmin şu klasik ilkeleri sürekli gündemde tutulmalıdır. Faşizm kapitalizmin ürünü olarak, finans kapitalin bir devlet biçimidir. Diğer örtülü diktatörlüklerden farkı açık diktatörlük olmasıdır. Örtüleri olan demokratik hak özgürlüklerin kırıntısının bile ortadan kaldırılmasıdır.

Açık diktatörlük olan askeri diktatörlüklerle açık diktatörlük olarak benzer olup, kendi ideolojisi, siyaseti olmasıyla bir kitle hareketi olmasıyla da farkını göstermektedir. Kitle hareketi olarak iktidara gelmeden sınıfsal olarak küçük burjuva veya orta sınıfların hareketi olan faşizm, iktidarla birlikte doğrudan finans kapitalin hareketi olmuştur. Elbette bu durum iktidara gelen faşizmin kitle tabanının bu sınıfsal unsurları kapsamasının engeli değildir. Bir illüzyona da düşmemek gerekiyor. Gelişmiş ülkelerde ( Örneğin İtalya, Almanya’da olduğu gibi ) faşizm aşağıdan yukarıya gelişirken, gelişme halindeki ülkelerde yukardan başlasa da süreç içine zaten örgütlü olan kitlesi aktif olarak devreye girecektir.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.