2022-10-01 11:59:43

Faşizmin saldırganlığı muhaliflerden suç ve suçlu yaratmayla devam edecektir

Asım Öz

01 Ekim 2022, 11:59

Küresel kapitalizm ve Türkiye kapitalizminin alt-yapısal ve üst yapısal kriz-çöküş hali bütünsel yıkımıyla devam ediyor. Özellikle Türkiye’de açlık ve yoksulluk sınırları her ay katlanarak işçi ve emekçilerin ekmeğini küçültmeye devam ediyor. Kapitalizm öyle tıkanmış, çürümüş, zombi durumda ki kapitalizmin tüm aktörleri, özneleri de bile bu çöküşe karşı çözüm üretmek için adeta fazla mesai yapıyorlar. Ama kapitalizmin otantik ve yapısal sorunlarından kaynaklı kriz, çöküş hali ne yapılırsa yapılsın çözüm üretemiyor. Tersine ekstra sorun üretiyor. Bir sorun çözülse bile devreye diğer sorunlar giriyor. Ayrıca çözülen sorun da ( Örneğin nominal olarak ücretler artırılsa bile pahalılık yüksek olduğu için alım gücü düşüyor ve başa dönülüyor yani nominal artışlar kısa zamanda eriyor ) kısa zamanda içinde tekrar sorun olmaya devam ediyor.

Kapitalizmin otantik ve yapısal sorunlarının adı olan kapitalist mülkiyet ( Özel ve devlet mülkiyeti olarak ) diyalektik süreç olarak tüm güncel ve somut gelişmeleri belirliyor. Bu anlamda kapitalizmin güncel gelişmelerine bakıldığında alt yapısal belirleyen olarak fazla değer, yeni değer, artı değer üretmede kapitalizm giderek ciddi ölçüde zorlanmaktadır. Bu durum dönemsel olarak kriz ve çöküşün başat halidir. Üst-yapısal olarak ise yalnız işgücünün değil tüm kültürel kodların da meta olması birlikte bu alt-yapısal ve üst-yapısal süreç kapitalizmin dönemsel ve güncel gelişmelerin alameti- farikası olmuştur.

Bu durum kapitalizmin kirliliğinin de görünür hali olmuştur. Çözüm olarak üretmeye çalıştığı demokratik kapitalizm gibi alternatifler çözüm olmadığı noktada, sorun olmaya devam ediyor. Bu demokratik kapitalizm sorunsalında kapitalizm diyalektik olarak devam ediyor. Ama demokrasi yanı güvenlikçi devlet, faşizmin iktidarına giden süreçte giderek kırıntı anlamında darlaşmış durumdadır. Örneğin kendi burjuva yasalarına göre izinsiz gösteri hakkı bile yalnız yasaklanmakla kalmıyor, ayrıca rutin saldırıya da uğramaktadır.

Kapitalizmin bir dünya sistemi olması bu anlamda küresel kapitalizmin varlığı tüm ülkelerde temel konularda bir benzerlik taşımaktadır. Bu durum tüm ülkelerde işçi ve emekçilere bir yıkım olarak dönmektedir. Çok uluslu şirketlerin tekelci yapısı özellikle petrol alanında egemenlik sonucu tüm ülkelerde benzin, akaryakıt zamları işçi emekçilere ekstra her alanda pahalılık olarak dönmektedir. Ayrıca kapitalizm kaynaklı işsizlik, ücret- gelir düşüklüğü ve yolsuzluk ve rüşvet sarmalı tüm ülkelerde işçi ve emekçilerin direnişinin temelini oluşturmaktadır.

Daha önce 20 ülkeye yayılan isyan, direniş hali, yeni ülkelerin katılımı ile devam etmektedir. Bu ülkeler de belirli kazanımlarla sonuçlanan bu direnişler, şimdilik sönümlensede kapitalizmin benzeri ve diğer sorunları ile tekrar gündeme gelecektir. Son dönemde İran, ÇEKYA, İtalya ve hemen tüm Avrupa’yı kapsayan ekonomik ağırlıklı sorunlar devam etmektedir. İran’da şeriatçı kapitalizmin varlığı sonucu küçük bir azınlık olan oligarşi ve molla egemenliği servet paylaşımında giderek zenginleşmektedir. Karşıtı olan işçi ve emekçiler ise bu güruhun zenginleşmesi sonucu giderek yoksullaşmaktadırlar.

Ayrıca alt-emperyalist özellik taşıyan İran kapitalizmi, yayılmacılık ve nükleer üretimi ile militarist yapısını devam ettirtirken, İran Devrim Muhafızları Ordusu da bünyesindeki ahlaksız polis yapılanması ve diğer yapılanmalar ile şeri hükümlerle başta kadınlar olmak üzere geniş kitleleri cendereye almış durumdadır. İşte bu şiddet yapılanmaları şeri hükümlerle de katlanarak insanların giyim başta olmak üzere yaşam tarzlarına doğrudan müdahale etmektedirler. 22 yaşındaki genç bir kadın da saçının az bir kısmı göründü diye dövülerek öldürülmüştür. Elbette bu vahşet son olmayacak ama, böylece de devam etmeyecektir. İran’da başlayan bu isyan dalgası Mahsa Amani öncesi ve sonrası olarak bir milat olacaktır.

Şeriatçı kapitalizmin varlığı ( Su ve un gibi yaşamsal kıtlıklar ciddi bir sorun olmaya da devam etmektedir ) ile başlayan bu katliam özellikle İran’da tüm ülkeye yayılan bir isyana dönmüş durumdadır. İsyanın hedefi yalnız giyim tarzına dönük değil şeriatçı kapitalizme dönmüş durumdadır. Parça parça örgütlü yapıların giderek daha sınıfsal ve merkezi hale gelmesi de sürpriz olmayacaktır. Geleneksel güçlü komünist ve kadın hareketi bu durumun öncülü olmaya adaydır. Bu arada gördüğümüz kadar gerek Türkiye’de gerekse dünyada kadın ve diğer muhalif hareketler bu katliama beklenen düzeyde ve yeterince destek olamamışlardır. Burada bize göre temel illüzyon durum konunun şeriattan kaynaklı olması noktasında bu eğilime uzaklık veya yakınlığa göre tavır belirlemesi olmuştur diye düşünüyoruz. Oysa bize göre sorun tartışmasız kadın ve sınıf sorunu olduğu için alınan tavırda buna göre olmalıdır.

Ayrıca ÇEKYA’da akaryakıt zamları ile başlayan ve yönetimin istifasını isteyen eylemler devam etmektedir. Avrupa’da ise bu kışın soğuk geçeceği bu anlamda zor geçeceği söylenmektedir. Gelişmiş de olsa dönemsel kapitalizmin bu sorunların ve çözümsüzlüğün kaynağı olduğu açıktır. Rusya -Ukrayna savaşı ile başlayan enerji krizi sonucu Rusya’nın kesintiye gitmesi Avrupa’da enerji alanında tüm dengeleri alt-üst etmiş durumdadır. Başta Almanya olmak üzere yeni enerji kaynakları bulmak veya üretmek de kısa sürede mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla ilkel kısıtlama tedbirleri çözüm olmayacaktır. Bu tedbirler Avrupa emekçilerinin ( Böylesi yoksunluk durumunu çok yaşamadıkları için ) bir bunalıma girmelerine neden olursa orada da yeni bir isyan dalgası sürpriz olmayacaktır. Zaten son dönemde İngiltere, Almanya, Fransa’da kapitalizm kaynaklı ve ona dönük direnişler olduğu da unutulmamalıdır.

İtalya’da ise Mussoli’nin devamı olan ve onun simgelerini kullanan İtalya’nı Kardeşleri adlı neo- faşist partinin kadın başkanı başbakan olacaktır. Bu bir sonuçtur. Önemli olan arka plan saikleri olarak nedenleridir. Bu durum klasik faşizmin de ( ABD’de Trump kaynaklı faşist hareket gibi ) gelişmiş kapitalist ülkelerde de iktidara gelebileceğini göstermektedir. Rönesans’ın doğum yeri olan İtalya’da 1922-26 arasında İlk klasik faşizm deneyimi olan Mussolini faşizminin kopyası olan bu seçimi kazanan partisi, legal solun zaafları sonucu iktidara gelmiştir. Solun temel zaafını yeterince birlik olamaması ve geniş emekçi kitlelerine dokunamaması oluşturmuştur. Ayrıca mülteciler sorunu, orta sınıfların kapitalizmden kaynaklı giderek yoksullaşmaları sonucu ( yükselen bir sol olmadığı noktada ) bu orta sınıflar faşizmin potansiyel zemini olmuştur. Dolayısıyla mültecilerden kaynaklı ırkçılık ve orta sınıfların bu somut durumu vb. faşizmin tüm ülkeler için potansiyel bir risk olduğunu göstermektedir.

Bu arada çok önemli gelişme olmazsa gündeme gelmeyen Rusya- Ukrayna savaşı 7 ayı doldurmuş olarak devam etmektedir. Dönemsel yeni gelişmeler savaşın daha uzun süreceğini göstermektedir. Bu durum savaş sanayi ve savaş bütçesi olarak iki ülke emekçilerini daha da yoksullaştıracaktır. Ayrıca “duvarda asılı olan silah patlar” mottosu dikkate alınırsa nükleerin varlığı her durumda ne kadar caydırıcı ise o kadar da risk demektir.

Yine son dönemde basına yansıdığı kadarıyla Ukrayna’nın kaybettiği yerleri tekrar geri aldığı belirtilmektedir. Bu duruma tepki olarak Putin yeni işgal hamlesi olarak açıklamalar yapmaktadır. Putin ulusa sesleniş konuşmasında “ Batı bizi yok etmek istiyor. Blöf yapmıyorum, toprak bütünlüğümüzü korumak için her türlü silahı kullanırız” dediği bu açıklaması Batıya dönük bir nükleer tehdit olarak yorumlandı. Yine Putin 300 bin yedek asker alımı ile birlikte işgal ve savaşı genişletmek için seferberlik ilan ettiğini açıkladı.

Açıktır ki başta ABD olmak üzere , Batı, NATO’nun savaş yanlısı, militarist yayılmacı yanı ile birlikte Rusya’nın bu benzeri işgal , savaş eğilimi devam edecektir. Bu ülkelerin kapitalist- emperyalist olmaları savaş ve işgallerin zemini oluşturmaktadır. Dolayısıyla kapitalizm sınırlarında bile olsa insanlığın sonu demek olan savaşlara ( Özellikle nükleer savaşlara ) karşı her barış eylemi desteklenmelidir. Ama savaşların tümden ortadan kalkması için kapitalist mülkiyetin ortadan kalkmasının adı olan sosyalizm-komünizmin inşası zorunludur.

Bu arada Erdoğan’ın bir gün ansızın gelebiliriz savaş çağrısı devam etmiştir. Öncelikli olarak Suriye’ye Rojava’ya dönük bu saldırgan tutum şimdilik gerçekleşmemiştir. Bir yanıyla Rusya’nın kendi çıkarlarının başatlığında bu savaşa olur vermemesi ve özellikle Kürtler ve savaş karşıtı muhaliflerin potansiyel varlığı bu saldırıyı durdurmuş veya erteletmiştir. Bundan hızını alamayan Erdoğan bu defa da bu açıklamayı Yunanistan için yapmıştır. Zaten uzun geçmişe dayanan Türkiye ve Yunanistan ırkçılarının savaş yanlısı tutumu rutin olduğu için bu son açıklamada sürpriz olmamıştır. Seçim yatırımı olarak içeriye dönük bir yanı da olan bu ırkçı-militarist savaş yanlısı tutum da beklenilen düzeyde tutmamıştır.

Savaş yanlısı tutuma bir başka örnek de adalar ve kayalıkların paylaşılması noktasında geçmişte de süren konudur. Adaların silahlanması, kıta sahanlığı, 12 mil vb. gibi gelişmeler, her iki egemen devletin ırkçı yanları ve elbette alt-emperyalist özellikler taşımaları çerçevesinde yayılma amaçlıdır. 1911 yılında adaların statüsü belirlenmiş olup , aynı adı taşıyan adaların bir kısmı Yunanistan, bir kısmı Türkiye’ye verilmesine rağmen, ırkçı egemenlik kapışması hala devam etmektedir. Bu arada adalar ve kayalıklar üzerinde illüzyon ve manipülasyon durumu da devam etmektedir. Adalar ve kayalıklar hem toprak mülkiyeti hem de kullanım hakkı olarak kapitalist mülkiyet dışında işçi ve emekçilerin çıkarlarına dönük hiç bir özellik taşımamaktadır. Ama egemen ve resmi ideolojiden kaynaklı öyle yoğun bir ırkçı zehirlenme yaşanıyor ki ırkçılıktan azade olması gereken işçi sınıfının büyük bir çoğunluğu bile bizim adalarımız diyerek bu adalara sahip çıkıyorlar. Oysa o adalar ve kayalıklara yapılacak lüks AVM ve otellerin vb. yapımını sağlayan işçiler olmasına rağmen bırakalım oraları kullanmalarını yanından bile geçemezler.

Bütün bu ve benzeri iç ve dış kapitalizm kaynaklı olumsuzluklara karşı çözüm ve alternatif olabilecek bir yapılanma olarak Emek ve Özgürlük ittifakı tüm bileşenlerin katılımı ile bir deklarasyon yayınlayarak konumunu netleştirdi. Kamuoyuna açıklanan deklarasyon altı başlıktan oluşuyor. 1- İnsanca çalışacak ve yaşayacak bir ekonomik düzen 2- Halkın egemenliğine dayanan bir demokrasi 3- Kürt sorununda barışçıl ve demokratik çözüm 4- Kadın, gençler ve dezavantajlı gruplar için eşitlik ve özgürlük 5- Doğanın, çevrenin ve kültürel varlıkların korunması olarak belirlenmiştir. 6- Çağrımız Türkiye’nin aydınlık ve demokratik geleceğini düşünen tüm kurum, kuruluş ve partilere, tek tek yurttaşlaradır. Emek, barış, özgürlük ve demokrasi değerleri temelinde halkın egemen olduğu bir toplumsal düzen kurabiliriz. Bunu başarmak ezilen ve sömürülen halk kitlelerinin değiştirici gücüyle mümkündür. Herkesi bu anlayış ve çağrı doğrultusunda ortak ve birleşik mücadeleye davet ediyoruz. Hep birlikte başaracağız. Bu başlıklardaki asgari programa tekabül eden bu geçiş programını önemli bulduğumuzu ve desteklediğimizi belirtelim. Bundan sonra yapılacak olanları iç ve dış olarak belirleyip adeta seferberlik ilan edip çalışmalara başlanmalıdır.

İçte faaliyet olarak emekçilerin güncel ihtiyaçları öne çıkarılarak ajitasyon, propaganda, örgütlenme faaliyeti daha geniş kitleselleşmeyi sağlayacaktır. Dışta ise faşizme karşı en geniş birlik her noktada ısrarla zorlanmalıdır. Bu birlik Sosyalist Güç Birliği, diğer sosyalistleri ve taban olarak sosyal demokratları da kapsamalıdır. Bu birlikteliğe sekter, ikameci, tekkeci yaklaşanlar azami teşhir edilmelidir. Özellikle Sosyalist Güç Birliğinin kırmızı çizgileri olduğunu söyledikleri, Anti- emperyalizm, laiklik ve emek-sınıf eksenli programını Emek ve Özgürlük İttifakı da yazılı olarak savunmasına rağmen neden birlik olmuyorsunuz diye sürekli hatırlatılmalı ve eleştirilmelidir.

Bu noktada Emek ve Özgürlük İttifakı için azami programı savunan Devrimci Marksizm’in proleter devrim ve sosyalizm-komünizm programı onlar için bir engel değil, tersine diyalektik bir güvencedir. Kapitalizmin yakıcı temel konuları kapitalizmin alt- ve üst yapısal kurumları tarafından çözümlenmesi mümkün olmadığı noktada devreye otomatikman Devrimci Marksizm’in programı girmektedir. Bu program hem radikal ve kalıcı hedefleri gösterecek hem de, kazanım elde edilemediğinde veya elde edilenlerin kaybedilmesi noktasında kopuşları, savrulmaları, ayrılıkların önlenmesinin adeta panzehiri olacaktır. Bu anlamda asgari ve azami programdan ( karşılıklı öğretmen-öğrenci şeklinde ) diyalektik süreç olarak çok şey öğrenilecektir. Tüm bu anlatımları mütevazi bir öneri olarak yaptığımızı da özellikle belirtelim.

Yine bu noktada önemini sürekli yükselttiğini düşündüğümüz için bir kez daha komünizm konusunda temel önemde gördüğümüz yanları ele alarak bu bölümü de sonlandırmak istiyoruz.

Sınıf ve sömürüye dayalı toplumlarda ( örneğin kapitalizmde) devletin ele geçirilmesi gerekli iken , sınıf ve sömürünün ortadan kalktığı sosyalizm-komünizmde ise kapitalist devletin ele geçirilmesi değil, proleter devrim ile parçalanması zorunlu olmuştur. Bu noktada sınıf ve sömürüye dayalı toplumlarda devletin tip ve biçimleri zorunlu iken, sınıf ve sömürünün ortadan kalktığı komünizmde devletin tip ve biçimleri çakışmış olup devlet, proleter devlet, proletarya diktatörlüğüdür.

Bu durum egemenlerin serveti ve mülkiyetinin bekçisi olan devletin şiddetinin engellenmesi ve burjuvazinin ekonomik ve siyasi olarak mülksüzleşmesi demektir. Ancak böylesi koşullarda ( devletin parçalanması koşullarında ) sosyalizm-komünizmin inşa sürecinin temellerinin atıldığı üretim ve tüketim araçlarının toplumsal mülkiyeti süreci başlar. Kapitalist devlet otomatikman devlet olmayan devlet koşullarında sürekli sönümlenir. Bu durum yalnız işgücünün meta olmasını ortadan kaldırmayacak, bütünsel olarak siyasi, ahlaki-etik, kültürel kodların da meta olması da giderek ortadan kalkacaktır.

Üretim ve tüketim araçları üzerindeki toplumsal-sosyal mülkiyet anayasal-yasal olarak değil fiili olarak işçi ve emekçilerin olacaktır. Bu durum değişen değer ve artı değerin ortadan kalkması sonucu kullanın değerinin egemenliği demektir. Alt-yapıdaki bu fiili süreç üst-yapıda ise temsili değil doğrudan demokrasinin adı olan yönetici organlar Sovyetler, Konsey, Meclis, Şura gibi yapılanmalar ile uygulama somutta işçi ve emekçilerin fiili ve doğrudan ürettikleri gibi yönetmeleri demektir.

Dolayısıyla zorunluluk ve özgürlük alanlarının diyalektik toplamının adı olan sosyalizm-komünizminde ilk ve son aşamaları arasında çok fazla farklılık olmayacaktır. İç içe geçmiş ve birbirini tamamlayan süreçler olacaktır. Bu anlamda yetenek ne olursa olsun ihtiyacın karşılanması mottosu, dünya sosyalizminin inşa süreçleriyle başlayıp, devam edecektir. Bu anlamda sadece işçi ve emekçilerin değil insanlığın kurtuluşunun da adı olan komünizm, komünizmin komünü ve kültür egemen olarak en yüksek özgürlüğün ve birey olmanın adı olacaktır.

Bu bölüme ekonominin güncel gelişmelerinin değerlendirilmesi ile devam ediyoruz.

Kapitalizmin güncel gelişmelerine vakıf olmak ve bunları doğru anlamak ve kavramak için kapitalizmin temel yasalarına vakıf olmak gerekmektedir. Bu yasaların en önemlisi ve temel belirleyeni fiili olarak burjuvazinin elinde olan kapitalist mülkiyettir. ( Üretim ve tüketim araçları üzerindeki özel ve devlet mülkiyeti olarak ) Ayrıca her alandaki metanın egemenliğidir. Bu durum işçi ve emekçilerinin belalısı olanları net olarak göstermektedir. Somutta enflasyon-pahalılığı da yaratanın burjuvazinin yukardan fiyatları belirlemesi ve aşağılara inerken, aracılar ve komisyoncuların fiyat artırmaları sonucu oluşmaktadır.

Yine yüksek işsizliğe baktığımızda kapitalizmin değişen- değişmeyen sermayenin bileşkesi olan sermayenin organik bileşkesinin varlığı sürekli bir yedek sanayi ordusu ve işsizlik üretmektedir. Ücret - gelir düşüklüğü de hem burjuvazinin kârlarını yükseltmek için ücretleri baskılaması ve düşük göstermesi gerekmektedir. Ayrıca nominal ücretler artsa bile gerçek ücretlerin alım gücünün düşüklüğü nedeniyle düşük olması demektir. Dolayısıyla kapitalizmin bu ve benzeri temel yasalarının önemini sürekli hatırlamalıyız.

Güncel gelişmelere baktığımızda kapitalizmin kirliliği, çürümüşlüğü net olarak görülmektedir. Örneğin Sarayın günlük harcamasının 10 milyon olduğu, bunun yaklaşık 3 milyonunun içecek gideri olduğu söyleniyor. Böylesi koşullara bakan ve yalnızca orayı gören Erdoğan bu lüks saltanatla, rahatlıkla şunları söylemektedir. Helikopterden görüyorum. Yollar otobüs, otomobil, tırlar, kamyonlarla tıklım tıklım, ona rağmen çöküş var diyen muhalifleri suçluyor. Burjuva siyaset hemen her durumda insan odaklı değil araç, eşya, nesneden yanadır. Son dönemlerde de betondan yana olmuşlardır. Bu durum milyoner sayısını sürekli artırırken, bu durumdan kaynaklı açlık ve yoksullukta giderek yükselmektedir.

Yine aynı sağ anlayışın devamı olan ve yenilgiye doymayan AKP’li ÖzHaseki potlarına devam ediyor. Öz Haseki, ekmek 1 lira iken daha zor alınırken, bugün 5 lira daha kolay alınıyor, alım gücü yükseldi derken bir takiyeye daha imza atmıştır. Burjuva siyaset böylesi oyunlarla özellikle kendi kitlesinin kopmasını engellemeye çalışmaktadır. Burjuva siyaset şeytanın aklına gelmeyecek olan buluşlarla ustalığını göstermeye devam etmektedir. Alım gücü yükseldi mi ekonominin gidişatının en önemli göstergesi olan çeyrek altına bakarak verelim. Asgari ücretle 2021 de 7 çeyrek altın alınırken, 2022 de 3 çeyrek altın alınmaktadır.

Ayrıca ABD Merkez Bankası politika faizini 75 baz puan artırdı. FED 40 yıl sonra ilk kez bir yıl içinde yüzde 3 e varan oranda faizi artırdı. Bu faiz artırımının yüzde 4,5, 5 e kadar artırılacağı da söylenir. Diğer bazı ülkelerde faizi artırmışlardır. Türkiye’de ise rutin şekilde faiz düşürme devam etmektedir. MB son indirimle faizi yüzde 12 ye düşürdü. Bu durumda dolar şahlanmaya devam ederken 19 TL ye yaklaşmış durumdadır. Bu durum dolar milyarderlerinin sayısını yükseltirken, düşük faizle para toplayan tefeci kişi ve bankaların yüksek faizle satışları servet ve kârlarını katlanması demektir.

Bu arada reformist eğilimde olmasına rağmen Kılıçdaroğlu’nu bile açıklama yapmaya sevk eden borsa kirliği, borsada da burjuva yasların bile işlemediğini göstermektedir. Özellikle Borsa İstanbul’un yöneticilerinin Saray ile ilişkileri kirliliği, manipülasyonu somut olarak göstermektedir. Açıklamada Borsada 5, 5,5 milyar çalındığı belirtilmektedir. Bunlar açığa çıkan yani görünür olanlardır. Gizlenenlerin daha çok olması elbette sürpriz olmayacaktır. Bu kirlilik açlık ve yoksul emekçilerin ekmeklerinin daha da küçülmesi demektir.

SONUÇ YERİNE

Seçim tarihi yaklaştıkça devlet , iktidar ortaklığının toplumsal ve sosyal olarak kötülüğü sıradanlaştığı için saldırganlığı hız kesmeden devam etmektedir. Kapitalizm kaynaklı “yıkıcı kaos” durumu her boydan devlet şiddet ve provokasyonuna yol verecek boyutlara gelmiştir. Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi devlet-iktidar ortaklığın veya devletin resen provokatif eylemlerde bulunması sürpriz olmayacaktır. Bu tekil, spesifik eylemler küçük fotoğraf olarak korku yaymak saiki ile yapılmaktadır. Büyük fotoğraf ise bu tekil eylemlerin diyalektik toplam ile faşizmin iktidarı için tabuta son çivinin çakılmasına giderek yaklaşıldığını göstermektedir.

Bir tarafta MHP’nin seçim yaklaştıkça mitinglerle sokağa fiili olarak çıkması gündem olmuştur. Mitinglerde faşizmin dili olarak, kendinden olmayan herkese saldırı devam etmektedir. HDP’nin, Tabipler Birliğinin, Anayasa mahkemesinin kapatılmasını istemek açıkça faşizmin tekçi yapılanmasının göstergesi olmuştur. Son dönemde ise bilinçli ve planlı olarak Kılıçdaroğlu ve CHP ‘ye saldırı başat durumdadır. Bahçeli’nin bu tavrı hem Kılçdaroğlu’nun ve CHP’nin yükselişte olmasıdır .Ayrıca CHP’nin en geniş kitle partisi olarak bu yükselişi Bahçeli ve MHP ‘yi ciddi ölçüde endişelendirmektedir. Ama mitinglerini rahatça devletin korumalığında yapmaktadırlar.

Yine aynı durumda olan şeriat eğilimli siyasal İslamcı gerici bir grup LBGT-İ lere düşmanlık çerçevesinde miting yapıyor. Devlet kendi yandaşlarına saldırmıyor, onları olası saldırılara karşı korumaktadır. Ebette bu gerici güruh bir yanıyla LGBT-İ bireylere karşı siyasal islamın yasalarına göre düşmanca bir tavır takınmaktadır. Diğer yandan tüm işkence ve saldırılara karşı LGBT-İ bireylerin geri adım atmaması ve muhalefetin önemli öznelerinden biri olması egemenlerin ve bu gerici güruhun adeta kabusu olmaya devam ediyor. Bu arada bu gerici mitinge Vatan Partisinin Cumhuriyetçi kadınlarının katılması malumun ilamı ve eşyanın tabiatı gereği olağan ve doğru olmuştur.

Açıktır ki güvenlikçi devletin ve faşizmin saldırganlığı özellikle seçime kadar yoğun şekilde devam edecektir. Her türden provokasyona karşı azami dikkati bu provokasyonlardan en çok zararlı çıkacak olan sosyalistler-komünistler göstermelidir. Faşizmin saldırganlığı muhaliflerden suç ve suçlu yaratmayla devam edecektir. Özellikle muhaliflere dönük Kaftancıoğlu ve HDP’lilerle başlayan eski defterleri deşifre etmek anlamında adeta devlet muhbirliği diğer muhalifleri de kapsayacak şekilde genişlerse sürpriz olmayacaktır. Bu noktada yazıyı sonlandırırken, bir kez daha karanlığı ve ablukayı dağıtmak için akut şekilde faşizme karşı en geniş ( Abartarak söylediğimizin farkındayız dışarıda bir kişi bile kalmamak üzere ) birlik hemen sağlanmalıdır. Bu birlikteliğin akut ve hemen olması geleceğin daha koyu karanlık olması saikiyledir. Bütün somut ve nesnel işaretler açık ve net olarak bunu göstermektedir.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.