2023-01-21 12:08:18

Sokaklar, meydanlar yeniden ısınıyor

Asım Öz

21 Ocak 2023, 12:08

Küresel kapitalizmin kriz, çöküş halinden kaynaklı bütünsel yıkım politikaları rutin şekliyle devam ediyor. Bir kaç ülkede aynı ve benzeri sorunlar olan enflasyon, pahalılık, yüksek işsizlik, ücret, gelir düşüklüğü, emeklilik yıkımı, yolsuzluk vb. başlayan patlamalar hız kesmeden sürmektedir. Bir süre sonra o ülkelerde sönümlenen patlamalar, kapitalizmden kaynaklı doğal, diyalektik seyir olarak diğer ülkelere aktarılmaktadır. Daha önce bazı ülkelerde başlayan patlamalar ise kalıcı ve radikal olarak çözülmediği için yeniden başlıyor. Bu diyalektik sarmal bütün dinamik ve aktifliği ile devam edecektir.

Bu dönem ve son günlerde bu patlamalara somut örnek, Fransa ve İsrail’de yaşanmıştır. Fransa’da daha öncede yaşanan Sarı Yelekliler tekrar meydanlara döndüler. Bu dönüş elbette sürpriz olmamıştır. Daha önceden mücadele ile elde edilen kazanımların kapitalizmin yıkım politikalarından kaynaklı bir bir erimesi ve yetmemesi noktasında işçi ve emekçiler yeniden meydanlara çıktılar. Emeklilik reformu, enerji fiyatlarının yüksekliği ve pahalılık sorunlarına karşı bu mücadele bir süre sonra kazanım veya kaybedilerek sönümlenecek ve süreç içinde tekrar devam edecektir.

İsrail’de ise yeni kurulan Netanyahu hükümetinin aşırı sağ tandanslı uygulamaları olan emeklilikteki yıkım politikaları ve ırkçı tavırlarının sürmesi saiki ile İsrail muhalefeti, işçi ve emekçiler meydanlara çıktılar. 80 bin kişinin katıldığı bu eylemliliğinin İsrail nüfusuna göre ciddi bir katılım olduğu açıktır. Bu mücadele ve eylemliliğinin temel nedeni başat olarak Netanyahu hükümetinin yıkım politikaları olsa da bu değerlendirme yeterli olmayacaktır. İsrail kapitalizminin modern barbarlık şeklindeki alt emperyalist uygulamaları rutin şekilde devam etmektedir. Bu alt emperyalist uygulamalar ( Bu yıkım İsrail, Yahudi kimliği ile değil, Siyonizm kimliği ile uygulanmaktadır ) tipik bir din devleti ve şeriat devletinin gereği olarak da uygulanmaktadır. Kapitalizmin yıkım politikaları ve Filistin’e karşı ırkçı yayılmacı ve yok edici politikalar sürdüğü müddetçe bir sol geleneği de olan İsrail muhaliflerinin mücadelesi devam edecektir.

Küresel kapitalizmin içinde dinamik ve aktif olarak yer alan Türkiye kapitalizminin kriz, çöküş hali de sürmektedir. Bağlantılı olarak Nazizm kaynaklı imtiyaz devleti benzeri güvenlikçi devletin, risk devletinin uygulamaları görünür şekliyle alt ve üst yapısal saiklerle ciddi risk olmaya devam etmektedir. Özellikle son dönemde ekonominin devletle ilişkisi ve örtüşmesi daha açık ve net olarak görünür hale gelmiştir.

Kapitalizmde gerçekte eşit olmayanı eşitlemek şiddetle mümkündür. Bu da kapitalistin siyasi iradesinin, bu iradenin ifadesi olan devletin, toplumda yasal şiddet tekelini elinde tutan devletin, meta ya içerilmesi demektir. Bir meta üretildiği anda, bu meta ya, sadece işçinin alın teri değil, burjuvazinin devleti de içerilir. İşçi metayı çıkaran makinenin düğmesine her bastığında meta ya devleti de katar. Devlet meta da vardır. Kısacası zor olmadan, meta özünde şiddeti içermeden kapitalist meta üretimi olamaz. Kapitalizm olamaz. Marks’ın devleti, ekonomik kategoriler arasında da incelemeye almasının bir izahı da bu olabilir.

Kapitalizmde devletin ekonomiye her müdahalesi, değer yasasının işleyişine bir müdahaledir. Meta değiş tokuşunun devletsiz, yani şiddet olmaksızın gerçekleşmeyeceği söyleniyor. Bu durum somutta açık ve net olarak klasik sermayenin daha da zenginleşmesi ve özellikle rant sermayesinin türedi zenginlikleri olarak görülmektedir. Yani hazine garantili ihaleler, yap-işlet modeli ve özellikle aleni devlet şiddeti ile zeytinlikler ve maden sahalarına çöken sermayenin bu uygulamaları ile daha açık görülmektedir.

Bir başka risk durumu bugün ve geleceği belirleyecek anlamında kaos, kırılganlık ve patlamalara yol açacak potansiyel taşıyan güvenlik tehditleri olacaktır. Kapitalizmin güvenlikçi ve risk devletinin üretimi olan bu güvenlik tehditleri geniş alana yayılarak kapitalizmin varlığı ve sürekliliği için ciddi bir risk olmaya adaydır. Bu durum bir analoji yaparsak aynı an ve dönemde görülen enflasyon, devalüasyon, stagflasyon çoklu sarmalına benzemektedir.

Bu güvenlik tehditleri kendi literatüründe geleneksel güvenlik tehditleri askeri güvenlik tehditleri olarak biliniyor. Geleneksel olmayan güvenlik tehditleri esas olarak toplumsal-ekonomik ve biyolojik çevreyle ilgili tehditler. Bunlar arasında ekonomik güvenlik, mali güvenlik, kaynakların güvenliği, su güvenliği, tahıl güvenliği, biyolojik çevre güvenliği, enformasyon güvenliği, salgınların yayılmasına önlem, suça yönelik örgütlü sınır faaliyetleri, uyuşturucu kaçakçılığı, yasadışı göçler, para dolandırıcılığı, korsanlık vb var. Bu tip özellikle geleneksel olmayan güvenlik tehditlerinin varlığı aynı ansal ve dönemsel olarak görüldüğü için yıkıcı kaos ve kırılganlık yaratacağı gibi adeta kapitalizminde frankeştaynı olmaya adaydır.

Bu bölüme praksis olarak iki bilimsel tezi ele alarak başlamak istiyoruz. Bu tezler gelinen noktada somut gelişmelere baktığımızda İktidar ve burjuva muhalefetin önceki ve bugün ki güncel durumunu değerlendirmemize ayna tutacak ve katkı sağlayacaktır diye düşünüyoruz.

Diktatörlerin ömrünü belirleyen, yanına çeltiği kitleyle ilişkisi değil, ikna edemediği kitleyle ilişkisidir. Sessiz onay ya da pasif destek ne kadar fazlaysa, muktedir de o kadar güçlüdür. Diktatör her seferinde kendisini desteklemeyen bir kesimden kah yarı aleni kah zımni rıza aldığı için gemilerini yürütebilir. Şaşmamak lazım, rızayı imal eden iktidarı alır.

Geri bıraktırılmış ülkelerde esas itibariyle, modern dünyanın en önemli meşruiyet kaynağını oluşturan halk kavramını yanına alarak işleyen karizmatik otorite modeli etkili olmaktadır. Bu modelde iktidar ilişkileri, bir yandan, karizmatik özelliklerin korunması, parlatılması ve diğer yandan halkın yüceltilmesi mekanizması ile kurulur. Halkın yüceltilmesi mekanizması, liderin halkın hizmetçisinden bizzat halkın kendisine dönüşme sürecini ifade eder. Bu süreçte liderin gücünün kaynağının halkta olduğu, tüm meşruiyetini halktan aldığı ve sahip olduğu gücün halkın istek ve özlemlerinden başka bir şey olmadığı ifade edilmek suretiyle lidere yönelik eleştiri ya da saldırılar halka dönük saldırılara dönüştürülerek iktidar perçinlenir.

Bu iki tezin arka planını ve derinliğini içselleştirdiğimizde özellikle iktidar ve sağ burjuva muhalefetin varlığının ve işleyişinin şekillenişini rahatlıkla görürüz. Bu noktada Türkiye kapitalizminin kırılgan, kaos hali fazlasıyla yaşanmaya başlamıştır. Seçim tarihinde bile anlaşamayan, seçim tarihini bile çıkarlarına dönük üstünlük ve yetki olarak gören iktidar, her boydan hile ve desiseyi şimdiden uygulamaya koymuştur. Bu durum seçim tarihi yaklaştığında, seçim gününde ve hemen sonrasında yaşanacak olanların da habercisidir. Şimdi de gündem seçim tarihinin netleşmesi noktasında yer yer kapışmalarla devam edeceğe benzemektedir. Elbette bu arada emekçilerin gerçek gündemi olan açlık ve yoksulluk yıkıcı şekilde devam ederek bir süreliğine de olsa gündemden düşecektir.

Bu bölüme yine özellikle seçimlere kadar başlattığımız iktidar, burjuva muhalefet ve sol-sosyalist muhalefetin konum ve durumuna ilişkin güncel gelişmelerin değerlendirmesi ile devam ediyoruz. İktidar cephesinde ekstra yeni bir gelişme olarak Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin seçim tarihinde yapılacaktır, ısrarlı açıklamalarına rağmen seçim tarihini erkene çekme rutin bir çark etme olmuştur. Erdoğan yine her zaman ki tek adam tavrının havasıyla seçim tarihini 14 Mayıs olarak açıklamıştır. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçim yeterliliğini doldurduğu için Anayasaya göre üçüncü kez aday olamaz durumu devam etmektedir. Bu noktada 360 çoğunluk, Meclisin feshi, yeni seçim yasaları ile seçime girme ( Özellikle MHP ‘yi kurtaracağı düşünülen barajın yüzde 7 inmesi gibi ) kakofonisi geniş kitlelerin kafasını karıştırıcı saiklerle devam etmektedir.

Bu arada Nazilere dönük analoji ile güvenlikçi devlet ve faşizm uygulamalarında faşizm literatüründe önemli yeri olan papaz hikayesi daha açık ve net olarak görülmeye başlamıştır. Faşizmin kendi arkadaşlarını ( Eski Ülkü Ocakları Başkanı gibi ) öldürecek ve bir dizi arkadaşlarını fiziki saldırı ile öldürme ve yaralama teşebbüsleri gözü karalığın adeta tavan yapmış halidir. Bu noktada oklar tekrar CHP, Kılçdaroğlu’na dönmüş, süreçte Bahçelinin ‘de hedef göstermesi ile komünistlere daha açıktan sıranın gelmesi sürpriz olmayacaktır. Yine Bahçeli’nin son konuşmalarında HDP’nin kapatılmasını isteyen ırkçı hezeyanı yüksek ses ile devam etmektedir. Yine bu hengamede Erdoğan’ın başörtüsü kılıfı altında ( İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması yetmemiş olacak ki ) burjuva ailenin kutsanması, korunması ve LBGT-İ lere dönük cins kırım anlayışının Anayasal hale gelmesi çabası devam etmektedir.

Burjuva muhalefet cephesine geldiğimizde ise yine kırılganlık, kakofoni devam etmektedir. Cumhurbaşkanı Adayını bile hala belirleyemeyen bir muhalefet ile karşı karşıyayız. Bunu adayı erken açıklarsak iktidarın yıpratmasına uğrarız gerekçesiyle açıklamak inandırıcı da, sahici de değildir veya bunlar çok küçük bir nedendir. Gerçek durum bugüne kadar Altı Masaya bile getirilemeyen aday olayı özellikle Akşener-İyi Parti, Kılıçdaroğlu –CHP arasındaki çelişkilerden kaynaklanmıştır. Akşener’in kazanacak aday olarak önce Mahsur Yavaş daha sonra İmamoğlu’nu göstermesi bizce hala devam etmektedir. Artık seçim tarihi de hemen hemen belli olup, seçim tarihi de yaklaştığına göre Altılı Masa zorunlu olarak adayı kısa zaman içinde açıklayacaktır. Örneğin çoğunluk Kılçdaroğlu’nun adaylığında birleşirse Akşener istemeyerek de olsa muhtaçlıktan kaynaklı ve zorunluluktan evet diyecektir. Elbette terside daha küçük olarak ( Yani Akşener’in onay vermemesi ) yeni bir kaos olsa da mümkündür.

Bu arada seçim sonrası olası yeni iktidarın programı bütünsel olarak oluşturmaya çalışılırken, adeta gölge kabine gibi oluşumlara dönük açıklamalar, değerlendirmeler yapılmaktadır. Davutoğlu’nun açıklamaları hem genelde hem de Altılı Masada bir kaos ve kırılganlık işareti olarak tartışıldı ve yer yer tartışmalar devam ediyor. Davutoğlu görünüşte demokrat bir tavır olarak yetkilerin geniş mutabakat ile almasını önerirken, gerçekte ise bir sağ siyasetçinin olması gereken çizgiye geldi. Yani açıklamasında Cumhurbaşkanı yardımcısı oldu, bir bakanlık da aldı, arkasından bakanlıklar paylaşımına el attı. Yetmemiş olacak ki Meclis’te grup kuracak sayıda milletvekili istedi, 20 adet. Elbette CHP’den. ( Geçmişte CHP’nin İyi Partiye 25 milletvekili verdiğini unutmamış anlaşılan )

En çok tartışılan ise, seçilecek başkanın yardımcılarının onayı ( imzası ile ) ile hareket edebileceği, karar alabileceği, kararname imzalayabileceği. Eğer bunlar yapılmaz ise Davutoğlu kurulan hükümeti dağıtmasına ve Meclis’in yeni karar almasına kadar götürdü işi.

Bu arada Akşener’in HDP ve Kürt hareketine dönük ırkçı tutumu devam ederken, bu yetmemiş olacak ki, Akşener’in afişlerinde İmamoğlu’nu kullanması bir bölen olarak da devam etmektedir. Babacan ise cumhurbaşkanlığını çok iyi yapacağını belirten açıklamalar yaparken, Davos’ta küresel sermayenin yeni yıkım politikalarının yapıldığı toplantıya yalnız kendisinin çağrılmasını bir başarı olarak açıklamaktadır. Gerçekte ise oligarşinin temsilcisi ve onların sorunlarının çözümü için orada olduğu da açıktır. Saadet Partisini İstanbul Sözleşmesine karşı oluşu, LBGT-İ lere düşmanlıkları, Demokrat Partinin soy kütük olarak sermayeden yana tavrı ve gerici tutumu açıktır . Seçim öncesi birbirlerine muhtaçlıktan kaynaklı zorunlu birliktelik seçim sonrası olası iktidarların da her boydan mayınlı zeminin varlığını göstermektedir.

Yine Altılı Masayı da ilgilendiren ama ondan bağımsız da olan Kılıçdaroğlu’nun, Uğur Dündar yönetiminde katıldığı TV 100 programında, bant yayınında SADAT reklamının alt yazıda geçmesi üzerinde duracağız. SADAT ‘ın silahlı müritleri ile bu reklamın bilinçli olarak yapıldığı bizzat SADAT Başkanı tarafından açıklanmıştır. Ayrıca TV 100 patronunun Çakıcı ile fotoğraflarının servis edilmesi de sürpriz olmamıştır. Elbette bu reklam olayı SADAT’ın önüne çıkarma yapan Kılıçdaroğlu’na bir misilleme olsa da daha fazlasını kapsamaktadır. Yani bu reklam hem Kılıçdaroğlu’na dönük bir korkutma ve konuşmalarını engelleme tavrı, daha da önemlisi tüm toplumsal muhalefete göz dağıdır. Seçim zamanı yaklaşırken, muhaliflerin korkup küçük çapta oy kullanmaması bile devlet , iktidar ortaklığının tutumunu açık ve net olarak göstermektedir.

SADAT uluslar arası bir Kontrgerilla yapılanması olarak karanlık dönemleri seçerek faaliyetlerine devam etmektedir. İslam-Türk sentezli bir şeriat devlet özlemi olan programı ile özel harp taktikleri, gayri- nizami harp taktikleri, casusluk, siyasi cinayetler gibi uygulamaları ile korku salmaya devam etmektedir. ( Elbette Türk- İslam sentezli Kontrgerilla yapılanmaları dörtlü çete olarak Bodrum’da özel fotoğraflarını servis ettikleri de unutulmasın ) Kılıçdaroğlu’na dönük son reklam tezgahı dışında başka versiyonlar ile ( Özellikle üst düzey siyasi suikastler veya kitle katliamları gibi ) devam etmesi de sürpriz olmayacaktır.

SADAT’ın daha öncede tehditlerini yaşayan Kılıçdaroğlu, bu reklam olayı ile birlikte çok sert ve anlamlı bir açıklama yapmıştır. Kılıçdaroğlu açıklamasında “ Şimdi bu kürsüden bu çetelere, mafyaya, bu paramiliter yapılara seslenmek istiyorum. Be gafiller, be şerefsizler, be akılsızlar, be müptezeller, be çakallar siz beni korkutacaksınız? Sizin önünüzde diz çöküp yaşamaktansa ayakta ölmeyi tercih ederim. Eğer bana bir şey olursa halkıma emanetimdir o 418 milyar doları siz tahsil edeceksiniz. Kılıçdaroğlu’nun daha uzun açıklamanın önemli yerlerini aldık.

Kılıçdaroğlu’nun Zabata’nın sözü, İspanyol Cumhuriyetçilerinin sloganını söyleyecek düzeyde böyle bir açıklama yapması belli ki zorunlu olmuştur. Yani beşli çetenin olası bir muhalefet iktidarında çıkarları doğrultusunda Kılıçdaroğlu ile özellikle aracılar ile taleplerini iletmeleri görülmüş, ayrıca muhalif geçinen bir kesim insan Sarayın görevlileri olarak kazanacak aday çerçevesinde Kılıçdaroğlu’nun aday olmaması için kampanya başlatarak Kılıçdaroğlu ile çok kez görüşmüşlerdir. Sonuçta Kılıçdaroğlu’nun adaylıktan vazgeçmemesi üzerine tekrar devreye SADAT ve diğer paramiliter yapıların girmesi ve üst düzeyde suikastte dahil yoğun tehditler sonucu Kılıçdaroğlu böyle bir zorunlu açıklama yapmıştır.

Kılıçdaroğlu’na dönük daha önce de Ankara Çubuk’ta öldürmek doğrultusunda linç girişimi rastlantılar sonucu gerçekleşmemiştir. Daha sonralar tehditler, saldırılar devam etmiş, özellikle Adalet Yürüyüşünde suikast teşebbüsü, devletin bir kanadı tarafından engellenmiştir. Elbette tüm bu açığa çıkan tehdit ve saldırılar kendiliğinden veya tesadüfler sonucu olmamıştır. Bilinçli, hazırlıklı, planlı olarak yapılmıştır. Kılıçdaroğlu ile CHP geleneksel, statükocu tutumundan kısmi olsa uzaklaşmıştır. Özellikle Kürt sorununda daha önceki tutumuna göre yani şahin tutumundan bir ölçüde de olsa uzaklaşmıştır. Kılıçdaroğlu Gökçek gibi bir şarlatanla tartışmasında belki ilk başarılı çıkan olmuştur. Biz hatırlamıyoruz CHP Genel Başkanları içinde Denizler’in mezarına gül bırakan tek genel başkan olmuştur. Hrant Dink Katliamı, Metin Göktepe katliamına dönük açıklamalar yapması, kamulaştırmalar yapacağız açıklaması vb. egemenlerin bazı kanatlarını rahatsız etmiştir.

Elbette Kılıçdaroğlu’nun bu ve benzeri tavırları gelinen noktada özellikle CHP tabanının başat olarak emek ve sol özelliğinin basıncı ile gündeme gelmiştir. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun sermaye ve devlet yanlısı tutumuna dönük bir dizi açıklamaları da vardır. Faşistler ve İslamcılara dönük her platformda yer alırken, zorunlu nedenler dışında sosyalist sola, HDP ve Kürt hareketine kapalıdır. Tüm bu bütünsel ve diyalektik sürece baktığımızda Kılıçdaroğlu’na dönük bu tehdit ve saldırıları engellemek için özellikle 12 milyon kitle desteği olan CHP ancak üretim ve sokağı kullanırsa bu ablukayı dağıtabilir.

Sosyalist-komünistlerde nesnel davranarak Kılıçdaroğlu’na dönük bu tehdit ve saldırılara karşı durmalıdırlar. Çünkü Kılıçdaroğlu’na karşı bu tutum özünde faşizme karşı kitlesel bir müttefik olan CHP’ye yapılmıştır. Ayrıca diğer tüm siyasi ve toplumsal muhalefete yapılmıştır. Bu noktada Kılıçdaroğlu ve CHP her durumda düşman ve dostlarını net olarak ayırmalıdır. Sosyalistler-komünistlerse keskin olmak ile gerçekliği netleştirerek CHP’ye tavır almalıdırlar. Böylesi tavırlar CHP’yi daha sola çekecektir. Tersi keskin ve sekter tutum özellikle CHP tabanını uzaklaştıracaktır.

Sosyalist-Komünistlerin durumuna baktığımızda güncel gelişme olarak Emek ve Özgürlük ittifakının Kartal Mitingini değerlendirmek istiyoruz. Öncelikle İttifakın böylesi bir mitinge ihtiyacı vardı. Bu tip mitingler kitlelerin birlik, mücadele, heyecan ve aktifliğin adeta okulu işlevselliğini görür. Küçük sorunların büyütülmemesinin de zeminini oluşturur. Dolayısıyla katılımın yüksek olması, somut taleplerin gündeme getirilmesi önemli olmuştur. Bu durum diğer işçi ve emekçi kitlesine de güven ve moral vermiştir.

Bu noktada TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın konuşma yapmaması bir sorundan kaynaklı olsa da büyütülmemesi gerekir, ama hemen birikmeden de çözmek gerekmektedir. TİP’in Mecliste grup kurmak için 20 milletvekili istediği yanlış da olsa doğru da olsa bunun gündeme gelmesi sorunlu bir durumu göstermektedir. Bu noktada Devrimci Marksizm’in seçim ve Parlamento konusunda tutumları yeniden hatırlanmalıdır. Yani kısaca seçimler için Goldman’ın “ Seçimler çok şeyi çözseydi yasaklanırdı sözü” seçimler işçi sınıfının nicel-nitel olgunluğunun ölçülmesi demektir. Parlamento için Marks’ın “ Burjuvazinin ahırı “ sözü ve Parlamentonun komünizmin propagandası olarak bir kürsü olarak kullanılması demektir.

Kartal mitingi katılımın yüksekliği ve heyecan ve coşku ile sonuçlanmıştır. Bundan sonrası için yapılması gereken, bu mitinglerin her ili kapsaması anlamında yaygınlaştırmaktır. Ayrıca mitingler dışında kitleselleşmek için komünist faaliyet işçi sınıfı ve emekçilerin bulunduğu fabrika, işyerleri vb her alanı kapsamalıdır. Bu komünistler için zorunlu ve gerekli bir görevdir. Çünkü işçi ve emekçiler başat olarak burjuva parlamentodan umutlarını kesmemişlerdir. Bugün gelinen noktada atalet, sessizlik, pasifizm bütünsel olarak “kayıtsızlığın normalleşmesi” devam ediyorsa bunun bir önemli nedeni de seçimlerin bir kurtarıcı olacak gibi beklenmesidir. Ayrıca şu veri bile bir başka olumsuzluğu göstermektedir. DİSK-AR’ın 2021 Yılı İşçi Sınıfının Görünümü Araştırmasında katılımcı işçilere “kendinizi hangi toplumsal sınıfa ait hissediyorsunuz?” sorusuna işçilerin yüzde 61,3’ü herhangi bir toplumsal sınıfa ait hissetmedikleri şeklinde yanıt vermiş, yüzde 13,4 ise herhangi bir fikrinin olmadığını söylemiştir. Bu durumda sosyalistlerin-komünistlerin önünde “ işçi sınıfına işçi sınıfı olduğunun ve dahası üretimden gelen gücünü kullandığında daha iyi bir yaşamı kurabileceğinin” gösterilmesi görevi durmaktadır.

Dolayısıyla işçi sınıfı ve emekçiler arasında komünist faaliyet temel ve acil talep ve hedefleri kapsamalıdır. Bu faaliyetler bire bir kitlelere dokunmalı ve bir kez değil, kazanımla sonuçlanana kadar devam ettirmelidir. Bu noktada ezberlerden ve mutlaklardan kaçınarak diyalektik yaratıcılıkla hareket edilmelidir. Bu faaliyette somut talep ve hedefler, enflasyon-pahalılığa, yüksek işsizliğine, ücret düşüklüğüne karşı içinde çözümleri de kapsayan açıklayıcı şeklinde olmalıdır. Ayrıca sağlık ,eğitim, sosyal güvenlik, enerji , konut geniş emekçi kitlesinin hem akut hem temel sorunudur. Bunlar da anlaşılır ve çözümleyici şeklinde hayata geçmelidir.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin kirliği öyle boyutlara gelmiş durumdaki özellikle İstanbul’da yerli ve yabancı mafya grupları özellikle uyuşturucudan servetlerini katlama noktasında birbirlerini öldürme noktasına gelmişlerdir. Yolsuzluk ve rüşvet rutin bir faaliyet olmuş adeta zenginleşme kapısı olmuştur. Faşizmin karanlığına dönük güncel gelişmelerde hız kesmeden devam etmektedir. Ali İsmail’in katiline adeta ödül gibi ceza verilmiştir. Basit yaralamadan 7 ay 15 gün ceza hukukun böylesi alenen işlenen cinayette bile egemenlerden yana olduğunun açık göstergesi olmuştur. Şebnem hoca tahliye olsa da ceza alarak tahliye olmuş. TTB’liğine örgüt suçundan dava açılmıştır.

Tüm bu kirlilik ve karanlığa karşı işçi sınıfı ve emekçilerin mücadele ve direnişleri de devam etmektedir. Metal iş kolunda 11 fabrikada 2 bin işçi greve hazırlanırken, istenilen zam oranında kazanımla greve son verilmiştir. Yine metal iş kolunda, MESS kapsamında olan Ford, Arçelik, Man, Türk Traktör, Mercedes, BOSH, Renault, MMK Metalurji, Sarkusyan, Kroman Çelik, Çimsataş..gibi iş yerlerinde işçilerin ek zam talepleri var. Kuryeler tekrar sokağa çıkmaya hazırlanıyor. Diğer tüm çalışanların da ek zam talepleri var. Tüm bu mücadeleler gösteriyor ki sokaklar, meydanlar yeniden ısınıyor.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.