2023-01-07 12:02:56

Yaşamın tüm alanlarını üreten proletarya aktif ve dinamik olarak özne olmaya devam etmekte

Asım Öz

07 Ocak 2023, 12:02

Kapitalizmin dünya sistemi olması nedeniyle, küresel kapitalizmin alt ve üst yapısal ve kültürel olarak da bütünsel yıkım durumu 2022’den 2023 ‘e diyalektik saiklerle aktarılmıştır. Küresel kapitalizm içinde aktif olarak yer alan Türkiye kapitalizminin kirliliği ve faşizmin karanlığı da 2022’den 2023’e de diyalektik olarak aktarılmıştır. Elbette ki küresel kapitalizmin yıkımı, Türkiye kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığına karşı da “ Karşı devrim ve devrim karşılıklı ilerler” mottosu ve “sınıfa karşı sınıf” mottosu çerçevesinde işçi sınıfı ve emekçilerin 2022 taleplerine, döneme göre yeni taleplerinde eklenmesiyle birlikte 2023 ‘de de mücadele devam edecektir.

Küresel kapitalizmin kriz-çöküş hali, kapitalist mülkiyetin varlığı kendi çevrim yasalarından kaynaklı toparlanmayı yeterince yapamaması,”yıkıcı yıkıcı”, “yıkıcı kaos” durumunun potansiyel varlığı, fazla değer, yeni değer, artı değer üretme de giderek zorlanması, savaş dahil, çatışmalı alanların potansiyel risk taşıdığını gösteriyor. Ukrayna, Yemen, Libya ve hatta Suriye gibi. Bu ülkelerin tümü çok aktörlü çatışma merkezleri olarak görülmektedir, önümüzdeki dönemde, günlerde mevcut gerilim, çatışma alanlarına yenilerinin katılmasının da mümkün olduğu söyleniyor. Küresel kapitalizmin hegemonya, egemenlik ilişkileri ve nüfus rekabeti özellikle Kafkasya, Balkanlar ve Pasifik’te büyük bir enerji birikimine yol açarken yeni cephe hatları da örülüyor.

Özellikle Rusya, Ukrayna savaşı başlardaki sıcaklığını kaybetse de resmi anlamda barış ile sonuçlanmadığı için savaş durumu devam etmektedir. Kolektif kapitalist-emperyalizmin yayılmacı ve savaş kışkırtıcı durumu ile birlikte Rusya ve Ukrayna özgün oligarklar egemenliğinde kapitalizmin ( Devlet ve özel kapitalizmin diyalektik bileşkesi olarak ) varlığı potansiyel ve aktif savaş üretme eğilimli olduğu için savaşın yeniden sıcaklaşması sürpriz olmayacaktır. Tahıl üretim ve tedarik alanlarının varlığı, petrol, doğalgaz sevkiyatı ve nükleerin varlığı yaptırım ve karşı yaptırım ile süreceği için savaş durumu yalnız Rusya, Ukrayna arasında yeniden başlamayacaktır. Aynı zamanda Rusya ve Ukrayna çeperlerindeki ülkeleri de kapsayacak, giderek bölgesel olabilecektir.

Uluslararası Kriz Grubu, BM gibi uluslararası yapılar yeni yılda gerilim ve çatışmalı bölgeleri sıralarken, Ukrayna savaşının ortaya çıkardığı yeni jeopolitik konumda en tehlikeli patlama noktaları şöyle sıralanıyor. Tayvan- En önemli gerilim bölgelerinden. ABD ile Pasifik ve Avrupalı müttefikleriyle Çin arasında yaşanan en büyük gerilim noktalarından. Olası bir çatışma durumunda Ukrayna savaşı gibi büyük bir jeopolitik kırılmaya yol açabileceği söyleniyor. Kosova- 2008 ‘de tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden Kosova ile bu ülkedeki Sırp azınlık ve Sırbistan arasında yaşanan gerilim uluslararası aktörlerin devreye girmesiyle yeni yılda da devam edecek gibi gözükmektedir.

Gürcistan- Yeni yılda en riskli bölgelerden biri. Üç milyonluk ülkeyi Rusya’ya karşı yeni cephe hattı yapma arayışlarının tetiklediği gelişmeler tüm Güney Kafkasya’yı germiş durumda. Bosna-Hersek-ABD liderliğindeki Batı ittifakının Dayton Anlaşmasıyla dizayn ettiği ülkede sorunun hem içsel hem de dışsal etkenleri var. Boşnaklar ve Hırvatlar ile Sırplar arasındaki yetki ve yönetim anlaşmazlığı derin. İçerde ise etnik,dinsel, siyasal sorunlar yaşanırken, aynı zamanda uluslar arası bir kapışmanın da adresi durumunda,

Demokratik Kongo Cumhuriyeti- 100 den fazla silahlı grup Doğu Kongo’da savaşıyor ve onlarca yıldır süren bu krizi körüklüyor. M23 örgütünün ön plana çıktığı ülkede, komşu ülkelerde asker göndererek çatışmalara dahil olmuş vaziyette. Burkina Faso/ Mali- Her iki Batı Afrika ülkesinde kriz devam edecek. Ordu içindeki kliklerin yalnızca 2022 de iki kez darbe yaptığı Burkina Faso ile Mali’de şiddet sarmalı durmayacak. Çeşitli cihatçı örgütün ve yerel silahlı grupların cirit attığı ülkeler aynı zamanda iktidar kavgasına da sahne oluyor.

Güney Sudan- 2011’de bağımsızlığına kavuşan ülkede iç savaş sona erse de yerel çatışmalar yaygın şekilde sürüyor. İklim krizi , yoksulluk ve şiddetin esir aldığı ülke aynı zamanda Sudan ile de büyük sorunlar yaşıyor. Ülke çapındaki çatışmalar büyük bir iç çatışmaya ve Sudan ile yeni bir savaşa evirilebilir. Somali/ Etiyopya- Eş Şebap örgütü başta olmak üzere cihatçı grupların hüküm sürdüğü Somali’de 1990’ların başından buyana üç parçalı yapısını koruyor. Komşu Etiyopya ise Tigraylar’la yaşanan savaş sonrası inşa edilen barış oldukça kırılgan.

Filistin- İsrail’de Benjamin Netanyahu liderliğinde kurulan ülke tarihinin en aşırı sağcı hükümeti Filistin’e saldırmak için en küçük bir fırsatı dahi kaçırmayacaktır. Elbette bu durum tüm Ortadoğu’da yeni bir kriz dalgasına yol açacaktır. Haiti- On yıllardır siyasi istikrarsızlık, yoksulluk ve çete şiddetinin girdabındaki Karayip ülkesinde durum yeni yılda da düzelmeyecek. Başkan Jovenel Moise’nin 2021 ‘de öldürülmesi ardından istikrarsızlığın daha da derinleştiği ülkede silahlı çeteler ülkeyi ele geçirmiş durumda.

Tüm bu gerilim ve çatışma potansiyeli olan ülkelerin yanına Türkiye’nin alt-emperyalist ülke olmasından kaynaklı, yayılmacı, savaşçı ülke özellikleri ile dış saldırı ve savaş olarak Kürt coğrafyasına dönük tutumu yeni yılda da bütünsel saiklerele ama temelde Kantonlar paradigmasını ortadan kaldırmak doğrultusunda geniş çaplı bir kara hareketi de dahil devam edecek olması sürpriz olmayacaktır.

Tüm bu küresel kapitalizm ve Türkiye kapitalizminin kriz-çöküş durumundan kaynaklı gerilim ve savaş tutumuna karşı Enternasyonal bir anlayışla küresel çapta en geniş savaş karşıtı, barış cephesi oluşturulmalıdır. Bunun öz örgütleri olan Komünist Enternasyonal ve her ülkede Devrimci Komünist İşçi Partisinin oluşturulması daha akut halde öne çıkmaktadır. Ama kapitalist mülkiyetin varlığı koşullarında savaşların kalkması ve kalıcı bir barış için proletarya devrimi ve bağlantılı olarak sosyalizm-komünizmin inşa süreci olmazsa olmaz noktada önemlidir.

Küresel kapitalizmin kriz , çöküş halinden etkilenmesi kaçınılmaz olan Türkiye kapitalizminin kirliliği ve faşizmin karanlığının daha da koyulaştığı yeni bir yıla başlamış durumdayız. Bu yıl ( Ufukta şimdilik proletarya devrimi, komünizm hayaleti görülmediği için ) temel kavga karanlık ve aydınlık arasında olacaktır. Bu aydınlık ise işçi ve emekçilerin en geniş anti-faşist birlik ve mücadelesi ile başarılacaktır. Böylesi direngenlikle karanlığın adı olan faşizm yenilecektir. Dolayısıyla bu karanlık ve aydınlığın arka plan gerçekliği için seçimlerin giderek yakınlaşma koşullarlarında her genel değerlendirme yazılarımızda o hafta iktidarın durumu, burjuva muhalefetin durumu ve sosyalist-komünist muhalefetin durumu ile ilgili güncel gelişmelerin önemli yanlarını ele almayı sürdüreceğiz.

İktidar cephesi ( Elbette devletle ortaklaşması anlamında ) burjuva anlamda bile suçlarının fazlalaştığı noktada iktidardan gitmemek doğrultusunda her yolu mubah görerek saldırılarına devam edecektir. Türkiye’de burjuva anlamda kazanılmış hak ve özgürlükler içinde önemli bir yeri olan seçimlerin geleneksel olarak geniş kitleler nezdinde kabulü noktasında seçimlerin kaybedildiğinde gitmemek mümkün olmamıştır, mümkün de gözükmemektedir. Dolayısıyla faşizmin kurumsallaşması içinde ( Özellikle Almanya ve İtalya’da faşizmin iktidara seçimle gelmesi gibi ) seçimler önemli durumdadır. İşte bu durumu iyi bilen iktidar ve egemenler için seçim kazanmak önemini korumaktadır. ( Kesintili olan askeri darbeler dışında )

İşte bu noktada iktidar seçimi kazanmak doğrultusunda her şeyi yapmayı göze almış durumdadır. Bu her şey elbette ki yalnızca sopa olarak baskı ve şiddet araçlarını kullanmak değildir. Havuç olarak da rıza ve ikna araçlarını kullanmak zorundadır. Sopa olarak başta HDP olmak üzere, seçimlerde kendilerine engel gördükleri herkese saldırmaktadırlar. Öncelikle bunlar arasında başta İstanbul Belediyesi olmak üzere diğer muhalif belediyelere dönük tasarruflar hız kesmeden devam edecektir. Rıza ve ikna araçları olarak her türden kısmi de olsa iyileştirmeler sürmektedir. Son dönem ve günler olarak asgari ücretin yüzde 55 civarında artırılması, EYT sorununun yıl olarak ortadan kaldırılması ve memur ve emeklilere yüzde 30 artış başka zamanda olsa iktidar için seçim kazanması da dahil önemli başarı olurdu.

Ama bu durum hipere yaklaşan enflasyona- pahalılığa, yüksek işsizliğe, alım gücüne dönük ücret, gelir düşüklüğü noktasında iktidara bir kaç küçük oy yüksekliği sağlasa da seçimi kazanacak boyutlarda gözükmemektedir. İşte bu noktada devreye adeta otomatik olarak devletin baskı ve şiddet araçları girmektedir. Artık rıza ve ikna araçlarının dizaynı da bu baskı ve şiddet araçları ile takviye edilmektedir. Geçmişte on binlerle ifade edilen HDP’lilerin iki eş genel başkanlar dahil yönetici kadrolarının cezaevine gönderilmeleri yetmemiş olacak ki yeni saldırılar gündemdedir. HDP'ye hazine yardımının kesilme süreci ve kapatılması daha yoğun konuşulmaya başlanmıştır. Demirtaş’ın ısrarla Anayasa Mahkemesinin bağımsız ve tarafsızlığını sorgulaması boşuna olmamıştır. Yine Demirtaş’ın bu ceberut güvenlikçi devlet ve faşizmin uygulamalarına karşı en geniş birlik çağrısı da anlamlı ve boşuna yapılmamıştır.

İktidarın saldırıları elbette ki burada kalmayacaktı. ( Almanya’da faşizm dönemindeki papaz hikayesi gibi ) sırada CHP ve CHP li belediyeler vardı. Öncelikle bir büyük metropol olan İstanbul Belediyesinin yenilgisini kabullenmeyen iktidar, kısmi de olsa kaybettiği sermaye ve rant odaklı zenginlikleri yeniden kazanmak için , İstanbul yerel seçimlerinin kazanılmasının birinci öznesi olan Kaftancığlu’nun siyasi yasaklı olmasından sonra, İmamoğlu’nun siyasi yasaklı hale gelmesi dışında belediyenin kaybedilmesi ve kayyum atanması gündemde olması daha öne çıkmış durumdadır. Açıktır ki iktidar seçimlerin kazanılması için korku yaymak dışında ( 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 arasındaki kirli ve karanlık dönem gibi ) çözüm üretemediği koşullarda, yeni baskı ve saldırıların devamı sürpriz olmayacaktır. Bu durum Gezi tutsaklarının cezalarının onanması ile somut olara başlamış durumdadır.

Burjuva muhalefete geldiğimizde bugünde Gelecek Partisinde rutin toplantı ile devam edecek süreçte başat olarak, seçimler ve adaylık daha yoğun tartışılacak gibi gözükmektedir. Altılı Masa seçimler kazanılması noktasında hazırlıksız yakalanmamak için program çalışmalarına devam etmektedir. Bir yanıyla da gölge kabine gibi kurumlaşma da oluşturmaya çalışılmaktadır. Ama Altılı Masada zorunlu birlikle , özgün çelişkilerde devam etmektedir. Bu çelişkiler bazen alevlenecek, bazen sönümlenecektir. Açık, gizli süren CHP ve İyi Parti ( Kılıçdaroğlu ve Akşener arasında ) arasında alevlenen süreç Kılıçdaroğlu ile Akşener’in ikili görüşmesi ile şimdilik sönümlenmiş gözükmektedir. CHP içindeki İmamoğlu ile çelişkiler de Kılıçdaroğlu’nun İmamoğlu’nu parti toplantısına daveti ve baba-oğul metaforu ile şimdilik ertelenmiş gözükmektedir.

Bu gelişmeler yaşanırken önemli açıklamalar gündemi belirlemiştir. Bu açıklamalar Kılıçdaroğlu’nun son açıklaması ve İmamoğlu’nun geniş katılımlı toplantıda yaptığı açıklamalar olmuştur. Kılıçdaroğlu açıklamasında bir diktatörün halkına uyguladığını terörizm olarak göreceğiz ve sabır göstermeyeceğiz sözleri. İmamoğlu’nun uzun konuşmasında Soylu ve Bozdağ'a dönük sert sözler, geçmişteki bürokratların tasarruflarına gönderme yaparak, gök kubbeyi başınıza yıkarız açıklaması kendilerine dönük riskin boyutlarının işareti olmuştur.

Elbette devlet baskı ve şiddetinin bir biçimi olan İmamoğlu’na dönük ceza verilmesi ve siyasi yasaklı hale getirilmesi, giderek kayyum atanması ve Belediyeye el konulması ve İmamoğlu’nun gelecek yerel seçimde aday olmasının engellenmesi isteniyor. Bu noktada bu saldırıyı durdurma için artık seçime kadar beklemek veya ceza davasının sonuçlanmasını beklemenin çözüm olmadığı anlaşılmışa benziyor. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun bu açıklamaları toplumsal baskı olarak meydanları işaret etmektedir. Bu anlamda önemli olan bu açıklamalarda zafiyet olan yan, toplumsal baskı anlamdaki kitle eylemlerini İmamoğlu’na dönük bu tasarruflar olursa hayata geçecektir açıklamalarıdır. Oysa karar alınmadan bu kararın engellenmesi bu anlamda caydırıcı olması temel olması gerekendir. Tersi durumunda karar netleştikten sonra toplumsal baskı anlamında, kitle eylemleri geç kalınmış olarak sonuçlanabilecektir. Sonuçta bu karar alınmadan engellenme olmazsa, karardan sonrada kitle eylemlilikleri ile birlikte bu ablukanın dağıtılması mümkün olacaktır.

Sol- Sosyalistlerin durumuna gelince ekstra yeni bir gelişme olmadığı için yine yapılması gereken başat görev olarak bu koyu karanlığın faşizmin iktidarını çağrıştırdığı görülmelidir. Ve örgütlü, örgütsüz tüm güçler birlik olarak faşizme karşı her alanda mücadeleyi öne çıkarmalılar. Sosyalistler bu dışa dönük birlik ve mücadelenin başarısı için , öncelikle kendi birliklerini gerekçesiz oluşturmalıdırlar. Elbette bir de zamanında öngörü ve alınan kararlar başarı ve kazanımın temel anahtarı olacaktır. Yani tabanda emek ve sol ağırlıklı 12 milyon bir kitleye sahip olan CHP’nin en üst yöneticisi olarak genel başkanın ve hemen her şeyin merkezi olan büyük bir metropol olan İstanbul Belediye Başkanının kitle eylemliliğini çağrıştıran açıklamalarının önemi kavranıp, hemen sosyalistler olarak harekete geçip bunu ortaklaştırmanın zeminini olarak görmeliler. Bu durum hem faşizme karşı en geniş birliğin sağlanmasını getirebilecek, hem de sosyalistlerin kitleselleşmesi önemli ölçüde katkı sağlayacaktır.

Bu bölüme son günlerde öne çıkan ve önemli gördüğümüz bir konu ve olayın genel değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

Önceki bazı yazılarımızda siyasi suikastler olabileceğini belirtmiştik. Bu durum faşizmin iktidarını hızlandırmak için devletin bazı dönemlerde rutin görevi olmuştur. Bu noktada derin yerler suikastin muhatabı kişi ve kişilerin siyasi yanlarına her durumda bakmazlar. İşte böylesi bir suikast eski Ülkü Ocakları Başkanının öldürülmesi olmuştur. MHP’nin kendi iç çatışması olarak görülen bu olay elbette ki MHP’den bağımsız değildir. Tersine MHP’nin merkezi bir kararı sonucu bu öldürme olayının yapıldığını göstermektedir. Ama geçmişte de MHP’’nin, faşistlerin devrimcilere dönük siyasi cinayetleri devletle ortaklıkla gerçekleşmiştir.

Dolayısıyla bu tip olaylarda devleti öne çıkarıp faşistleri aklamak yanlışsa, tersi durum da yanlıştır. Bu anlamda bu olayda da devlet bağlantısı daha net görülmektedir. Bu olayda bu durum somut ve aleni olarak görülmüştür. 2 özel hareket polisinin tutuklanması ve MHP’li bir milletvekilinin evinde olayın şüphelisinin saklanması ve sonuçta polisin yakalamasına rağmen serbest bırakılmasıdır. Bu olayda da tetikçi olarak mafyanın kullanılması, Çakıcı ve Kürşat Yılmaz adlarını yine öne çıkarmıştır. Motosikletin ayarlanması, 96 bin para transferi, tetikçilerin kullandığı motosikletin fotoğraflarının çekilmesi ve servis edilmesi tüm bunlar MHP, devlet bağlantısını net olarak göstermektedir.

Elbette bu olay MHP içindeki geçmişe dayanan çelişki ve rekabet, çıkar ve kariyer hesapları ile birlikte görülmelidir. Ayrıca ideolojik saikler de önemli olmuştur. Yani Türk-İslam sentezi noktasında Türkçülüğün veya İslamın öne çıkarılması bu yapının iç çelişkilerin önemli saikleri olmuştur. Bu nokta da faşizmin kendi anlayışlarına uygun olmadığı noktada kendi insanlarını da rahatlıkla öldürdüğü bu olayla da görülmüştür. Yani davadan döneni vurun anlayışı boşa söylenmemiş, faşizmin geleneksel bir anlayışları olmuştur. Bir de buna Duçe, Führer, gibi Başbuğ eklendiğinde, yeni başbuğ Bahçeli’nin yerine ( Bahçeli yaşarken ) kim göz dikmiş ise adeta katli vacip olmuştur.

Bizi ise bu suikastte ilgilendiren yan üst düzeyde bir faşistin aklanması, masum gösterilmesi olmayacaktır. Bir kesim kendisini solda gören ulusalcıların demokratik ülkücüler diye bu insanları aklamaları adeta siyasi körlüktür. Bu ve benzeri faşistlerin bugün için yasal bir parti olan HDP’ye karşı ırkçı saiklerle düşmanlıkları devam ediyor. Ayrıca yeri zamanı geldiğinde diğer sol- sosyalistlere ( Özellikle de Kürt sorununa duyarlı olanlara ) düşmanlıkları da görülecektir. Ama bizi ilgilendiren yan bu tip sukistlerin varlığı ile toplumsal ve siyasi muhalefetin zaten daralmış alanlarının daha da nefes alamaz hale getirilmesidir. Giderek bu ve benzeri suikaslerin askeri darbeye davetiye çıkarması ve faşizmin iktidarında da en büyük zararı yine muhalifler görecektir.

İşte bu noktada başta sosyal demokrat olarak CHP ve aynı çizgide olan bazı medyanın bu suikaste karşı duyarlıkları ve günlerce bu konuyu tartışmaları devam etmektedir. Bu anlayış sahipleri cezaevlerinde öldürülen devrimcilere ve Deniz Poyraz’ın katline bu kadar duyarlı oldular mı ? özellikle CHP’nin tabanındaki geniş emekten yana sol eğilimli insanlara duyururuz. Unutmasınlar faşistler kendi 200 yakın insanının katlinden de sorumludurlar.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin kirliliği, modern barbarlığı, her geçen zamanda daha da çürüyen ve geberen olması, faşizmin kötülüğünün sıradanlaşması ve toplumsal kötülük hale gelmesi güncel gelişmeler ile devam etmektedir. Bir tarafta özel sektör ağırlıklı asgari ücretin yüzde 55 lere yakın yükseltilmesi, diğer tarafta hazine ağırlıklı memur ve emeklilere yüzde 30 zam, son dönemde hazine garantili yolsuzluk, hırsızlığın tavan yapması noktasında, elbette memur ve emeklilere bu kadar verilebilirdi, eğer bu artış seçim dönemine denk gelmeseydi, bu yüzde 30 luk zammı bile vermezlerdi. İşte bu durum bir kez daha hazinenin ve devletin sınıfsal yanını net olarak göstermektedir.

Bu durum kamunun dış borcunun özelden daha fazla olması yani kamu dış borcunun 5 yılda yüzde 26,5 dan yüzde 46,5 olması, emekçilerin daha da yoksulaşması adeta ekmeklerini küçülmesi demektir. Yani dolaylı ve dolaysız vergilerin tavana değil, tabana yayılması işçi sınıfının artı değer sömürüsü yanında bir de vergilerle ekstra sömürülmesi demektir. Çünkü hazineyi oluşturanda emekçilerin yarattığı değerlerdir. Dolayısıyla kapitalizmde hazine devletin bir kurumu olarak sermayenin kolektif aparatından başka bir şey değildir.

Yine bu güvenlikçi, ceberut devlet boş durmuyor. HDP karşı fiziki, siyasi saldırılar yetmiyor ki şimdi de seçimler de kullanacağı hazine yardımına blokaj koyarak ekonomik olarak çökertmek peşinde. Bu blokaj kararı aynı zamanda HDP’nin kapatılmasının da zeminin oluşturulması demektir.

Tüm bu ve benzeri kötülüğün sıradanlığı ve kötülüğün toplumsallaşmasının adı olan kapitalizme ve faşizme karşı devrimci barutumuz tükenmediği sürece, emek ve sermaye çelişkisi ortadan kalkmadığı sürece , işçi sınıfı değişen yapısına rağmen ( Mavi yakalı, beyaz yakalı, gri yakalı olmak üzere ) küçülmüyor, kapitalizmin bu yıkıcılığından kaynaklı her geçen zamanda ve giderek büyümektedir. Dolayısıyla yaşamın tüm alanlarını üreten ve yeniden üreten proletarya aktif ve dinamik olarak özne olmaya devam etmektedir. Bu anlamda proletarya devrimi tüm kötülüklerin ve kirliliğin panzehiri olarak yaşanacaktır. Bunun komünistler açısından bugün olması ile ütopya olması arasında diyalektik olarak fark yoktur. Dolayısıyla bizler yalnız proletaryanın değil, insanlığın da kurtuluşunun adı olan komünizmin inşası için olmazsa olmaz proletarya devrimini ( Proletarya ortadan kalkıncaya kadar ) ısrarla savunacağız.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.