Zamanı Geri Almak Üzerine Bir Deneme
Zamanı kim yönetiyorsa, hayatı da o yönlendiriyor.
Ve biz, kendi zamanımızdan sürgünüz.
Bu yazı çalınmış ömürlerin, bastırılmış uykuların, bölünmüş günlerin ortak çığlığıdır.
Bir hafıza çağrısıdır.
Zamanın en kıymetli şey olduğu çağda, biz onu en az kontrol edenleriz.
Sabahları çalan alarmlar bizim uyanışımız değil; patronun sesi, devletin komutu, sistemin çağrısıdır.
Dakikası planlanmış mesailer, izne sıkışmış hayatlar…
Zaman artık bir takvimde değil, bir düzende yaşıyor.
Ve biz o düzenin çarklarıyız.
Dönüyoruz, dönüyoruz, dönüyoruz… Çarklar kırılmasın diye.
“Vakit nakittir” dediler.
Ve bizi dakikaya çevirdiler.
Emeğimiz değil artık ölçülen; dakikalarımız, suskunluklarımız, yorgunluğumuz…
Ama 1 Mayıs bunun dışında. O bir takvim günü değil,
Bir hatırlayış.
Bir sarsıntı.
Bir yüzleşme.
Zamanı kimin kullandığını.
Kimin geç kaldığını.
Kimin hiç yetişemediğini anımsamak için…
Çünkü biziz zaman.
Biz olmazsak ilerlemez.
Zamanı değerli kılan;
onu sahiplenmeye cesaret edenlerdir.
1 Mayıs, zamanı geri istemektir.
Çünkü çalınan yalnızca ücret değildir;
Çalınan ömürdür.
Çocukluğumuz okul zillerinde.
Gençliğimiz vardiya girişlerinde.
Yaşlılığımız mezara saydığımız günlerle bölünmüştür.
Birilerinin zamanı sonsuz gibi genişken,
çoğumuzun zamanı hep aceleye sıkışmıştır.
Ama zaman bizim de hakkımız.
Sadece üretmek için değil;
Düş kurmak.
Oyalanmak.
Sevişmek.
Susmak.
Yaşlanmak için de…
1 Mayıs’ın büyük sloganı: “Sekiz saat çalışmak, sekiz saat dinlenmek, sekiz saat özgürlük.”
O ses hâlâ içimizde yankılanıyor.
Ve bu yüzden zamanı geri istiyoruz.
Birgün, çalar saatler susacak.
Kimseyi uyandırmayacak ziller.
Kimse geç kalmayacak.
Güneşin sesiyle başlayacak sabah.
Çocuklar ezber değil, şarkı söyleyecek.
Sevda zamana yenilmeyecek.
Zaman özgürleşecek.
Ve dünya, zamanı eşitçe bölüşenlerin
birlikte söylediği bir şarkıya dönüşecek.
Bu yüzden zamanı istiyoruz.
Hayatı geri almak için.