01.07.2023, 14:14

Emekçiler pahalılığın düşmesi için de mücadele içinde olmalıdırlar

Gelinen noktada küresel kapitalizmin ve Türkiye kapitalizminin kriz, çöküş durumundan kaynaklı tıkanmışlık hali ve kendilerine dönük istenilen noktada çözüm üretememesi devam ediyor. Her ulusal devletin kendi özgün konumu ve bu anlamda aralarında farklar olsa da küresel kapitalizmin sorun ve çözümleri ortak hale gelmiştir. Geçmiş dönemde gelişmiş kapitalist ülkeler kapitalizmin ürettiği sorunları bütünüyle çözme durumları olmasa da asgari tedbirlerle üzerini örtebiliyorlardı. Ama artık dönemsel olarak bu sorunların üzerini örtemez noktaya geldiler. Bu gelişmiş kapitalist ülkelerden öncelikle Fransa ve İngiltere’de kapitalizmin yeterli çözüm üretemediği koşullarda sokaklar ısınmaya başlamıştır. Bir süre bu ısınma sönümlense de tekrar ortaya çıkmaktadır. Diğer gelişmiş ülkelerde kapitalizmin otantik sorunları aleni ve görünür şekilde şimdilik ortaya çıkmasa da birikim devam etmektedir. Her an o ülkelerde de sokakların ısınması ve patlamalar mümkün olabilecektir.

Küresel kapitalizmin sorunlarının başat olarak ortak olması adeta diyalektik saiklerle kopya gibi benzerlikler taşımaktadır. Yüksek enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, ücret-gelir düşüklüğü, başta emeklilerin birikimleri olmak üzere, kazanılmış tüm sosyal birikimlere el koyma, üst düzey yolsuzluk ve rüşvet olayları, mafyatik ilişkiler tüm ülkelerin biçimsel farklılıklar dışında ortak sorunları olmaya devam ediyor. Bir de gelinen noktada kapitalizmin koruma kalkanları olan durumu da ortadan kalkmış durumdadır. Yani geçmişte düşük işsizlik, enflasyon-pahalılığın korumasıyken veya tersi, gelinen noktada tüm bu sorunlar anlık ve dönemsel olarak çoklu olarak ortaya çıktığı için artık korunmanın olmaması çözümsüzlük üretmektedir.

Küresel kapitalizmin ve Türkiye kapitalizmin kriz, çöküş üreten koşuları üst yapısal olarak gelişmiş kapitalist ülkelerde de oligarşik devletin daha sertleşmesini getirmiştir. Bu anlamda ırkçılık ve faşizmler yükselmeye devam etmektedir. Yani gelinen noktada kapitalizmin faşist diktatörlük eğilimi potansiyel risk olmaya devam etmektedir. Diğer kapitalist ülkelerde ise otoriter, güvenlikçi devlet uygulamaları sürmektedir. Türkiye’de ise güvenlikçi devletin, risk devletinin uygulamaları giderek faşizm koşullarına zemin açmaktadır. Bu nesnel durum kendiliğinden de olsa öznellikler yaratmaktadır. Bu durum somutta kendiliğinden de olsa sınıfa karşı sınıf, egemen hegemonyaya , karşı hegemonya üretmeye devam ediyor. Bu noktada temel sorun örgütlülük ve bilgi, bilinç düşüklüğüdür. Bu da görünür olarak evrensel ve güncelliğin diyalektik ve yatay , dikey birleşik ifadesi olan Devrimci Komünist İşçi Partisinin oluşturulması ile çözülecek öznellik ile olacaktır.

Türkiye kapitalizminin kriz, çöküş halinden kaynaklı ekonomik yıkım, tıkanma, üst yapısal olarak güvenlikçi devletin çözüm üretmede ciddi olarak zorlandığı noktada baskı ve şiddete dönüşmektedir. İki seçim üzerinden 1 ayı aşan zamana rağmen seçimin kendisi ve gölgesinin etkisi devam etmektedir. Bu durum seçimin şaibe, hile, şantaj ve manipülasyon ile kazanılması ile iktidara çok açık olarak gözükmede derin bir basınç oluşturmaktadır. Bu basınç iktidarın erken seçime gidebileceğini gündeme getirmektedir. Ayrıca uzak olmayan süreçte seçimlerin hile ile kazanılmasının hepsi olmasa da önemli saiklerinin ortaya çıkması da çok sürpriz olmayacaktır. Yine bu seçimlerin burjuva muhalefet kanadındaki önemli sorunlar ve yer yer med-cezir yaratması da sürmektedir. Sorunlar tekil olmadığı için birini veya bir kaçını çözseler, diğer sorunlar bitmez bilmez şekilde yenileri ile de ortaya çıkmaktadır.

Gelinen aşamada Türkiye kapitalizmin kirliliği, çürümesi, vahşiliği, modern barbarlık hali bir kaç olaydan, gelişmelerden de aleni olarak bellidir. Bunlardan ikisini öne alarak değerlendirmenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Cumhuriyet Gazetesinde yeni bir iç kavga devam etmektedir. Sosyalist- komünistlerin geleneksel olarak doğru haber ve bilgi için önem verdikleri Cumhuriyet gelinen noktada bu ve benzeri özelliklerini de kaybetmiş durumdadır. Aslında bu süreç uzun zamandır devam etmektedir. Ama burada bizleri ilgilendiren temel yan kapitalizmin kirliliği, çürümesi öyle bir noktaya gelmiş durumdaki kirlilik artık gizlenemiyor. Bir başat sorunda hemen ortaya çıkmaktadır. Bu kirliliğin, çürümenin somut göstergesi olarak, para karşılığı haber yapılması, Gazete arşivinin satılması, Gazetenin isim hakkının eski bir medya imparatoruna pazarlanması, Kripto para konusunda skandal gibi olaylar , gelişmeler kapitalizmin güncel konumu ve uygulamaları. tüm belirli özellikleri olan kurumsal yapıları ( Elbette konumuz olan Cumhuriyeti de ) tahrip etmekte, bozmakta ve bir anaforun içinde kuşatmaktadır. Bu noktadan sonra gazetenin önemli unsurları olan okuyucular gazete egemenleri ve dış egemenleri nezdinde adeta yok hükmündedir.

Yine kapitalizmin kirliliğine, çürümesine, yıkımına bir başka gelişme olarak baktığımızda, bu seçimlerde açıkça göstermiştir ki devlet iktidar ortaklığının bütünsel her boydan yıkımına karşı milyonlarca emekçinin bu iktidara oy vermesidir. Neden geniş emekçi kitlesi kendi yeri olan sola değil de sağa meyilli olarak oy vermektedir. Bu durumun tekil değil, bütünsel saiklerini ortaya çıkarmak gerekmektedir. Bunu yapmayıp emekçileri aşağılayan, hakaret boyutunda onları suçlayan her kişi veya çevre öncelikle kendisine bakmalıdır. Yani sorunun kolayına kaçmak ancak kaçanların çözümsüzlüğüdür. Dolayısıyla bütünsel olarak ekonomik, politik, sosyal, sosyolojik, psikolojik, kültürel, geleneksel kodları ile ele alınmadığı sürece çözümsüzlük adeta çözüm gibi görülmeye devam edecektir. Bu noktada çok uzak geçmişe gitmeden güncel gelişme olarak muhalefet ve sola baktıklarında geniş emekçi kitleler ibretlik bir Abdüllatif Şener olayını gördükten sonra muhalefete ( Değişme, yenilenme, gelişme olmayıp, rutin muhafazakarlık devam ederse ) nasıl gönüllü olarak ve inanarak oy versinler. Yine sol –sosyalistler olarak geniş emekçi kitlesi için küçük bir nefes almanın bile önemli olduğu böylesi kritik seçim koşullarında bile birlik olmayanlara nasıl isteyerek oy versinler. Bu seçimlerde de somut olarak görülmüştür ki temelde ilkesel ve progmatik olarak fark olmayan ittifak bileşenlerinin bırakalım diğer ittifaklar ile birlik olamayışını, kendi ittifakları ile de birlik olmadıkları koşullarda bu emekçileri açık ve örtük olarak suçlu görmek en hafif tabirle haksızlık, insafsızlıktır.

Dolayısıyla geniş emekçi kitlesinin muhalefete ve sola kazanacak ölçüde oy vermemesi bizlerce anlaşılır olup bütünsel saiklerle ele alındığında önemli ölçüde sorunun aşılması zor olmayacaktır. Dolayısıyla geleneksel seçmen davranışının değişerek, yenileşerek, gelişerek dönüşümü ve muhalefete ve sola oy verme durumuna gelmesinin temel ve başat saiki yeterlilik düzeyinde bilgi- bilinç ve örgütlü seviyeye gelinmesi ile olacaktır. Açlık ve yoksulluk durumu öyle bir biyolojik ve psikolojik durum yaratıyor ki örneğin sosyal yardım almak, ateşin düştüğü yer olarak hayatın otantik gerçekliği olarak görülmektedir. Bu anlamda bu sosyal yardımlar yukarıdan güçlüler tarafından verilmesinin ezikliği ve tek çözümüm bu olduğunun sanılması, kabulü noktasında bu yardımların kesilme noktasında aç kalacağı endişe ve korkusudur. Bu durum diğer hemen her konu içinde geçerlidir. Ama tersine bir durum olarak bilgi, bilinç ve örgütlülük seviyesi gelişmiş bir emekçi için bu sosyal yardımları kendilerinin yarattıkları değerlerden verildiğini kavradıkları için kendilerinin olan yardımları hiç bir eziklik, endişe ve korku duymadan rahatça alırlar ve muhalefete ve sola oyları gönüllü, inanarak, isteyerek verirler. Somutta böyle bilgi ve bilinç ile donanımlı ve örgütlü olan ve gerçekte bakılması gereken yer olarak da geniş bir emekçi kitlesi olduğu da ( yetersiz de olsa ) bilinmelidir. Bunun da çözümü öz olarak belirtirsek sosyalistlerin-komünistlerin bütünsel noktada işçi ve emekçilerle birleştikleri aşamada maddi güç olarak çözüm olacaklarıdır.

Bu anlamda indergemecilikten, vulgarizimden, nobranlıktan azade olarak ve toplumsal mühendislik olarak görülmeyip, diyalektik saiklerle içselleştirdiği noktada önemli olan değerlendirmeleri kendi içinde yorumlara da açık olduğu için vermek istiyoruz.

Diktatörlerin ömrünü belirleyen, yanına çektiği kitleyle ilişkisi değil, ikna edemediği ve aslında asla edemeyeceği kitleyle ilişkisidir. Sessiz onay ya da pasif destek ne kadar fazlaysa, muktedir de o kadar güçlüdür. Diktatör her seferinde kendisini desteklemeyen bir kesimden kah yarı aleni kah zımni rıza aldığı için gemilerini yürütebildi. Şaşmamak lazım, rızayı imal eden iktidarı alır.

Bilimsel bir araştırmanın yayımlanan sonuçlarına göre “ Cahillik, bilginin tersine insanın kendine olan güvenini artırır. Bilgi, içinde kuşkuyu da taşıdığından, cahillik kadar güvenli değildir”. Bu sendromun temel çıkış noktaları ise şöyle özetlenmiş araştırma sonucunda ; Niteliksiz insanlar, durumlarının farkında olmazlar ve özeleştiri nedir bilmezler. Kendilerini ve niteliklerini abartma eğilimi gösterirler. Nitelikli insanların değerini anlamaktan acizdirler. Niteliksiz insanlar, kendilerinden o kadar emindirler ki ikna edilemezler.

Geri bıraktırılmış ülkelerde esas itibariyle, modern dünyanın en önemli meşruiyet kaynağını oluşturan halk kavramını yanına alarak işleyen karizmatik otorite modeli etkili olmaktadır. Bu modelde iktidar ilişkileri, bir yandan, karizmatik özelliklerin korunması- parlatılması ve diğer yandan halkın yüceltilmesi mekanizmasıyla kurulur. Halkın yüceltilmesi mekanizması, liderin halkın hizmetçisinden bizzat halkın kendisine dönüşme sürecini ifade eder. Bu süreçte liderin gücünün kaynağının halkta olduğu, tüm meşruiyetini halktan aldığı ve sahip olduğu gücün halkın istek ve özlemlerinden başka bir şey olmadığı ifade edilmek suretiyle lidere yönelik eleştiri ya da saldırılar halka dönük saldırılara dönüştürülerek iktidar perçinlenir.

Gelinen noktada seçim yenilgisinin burjuva muhalefet kanadında ki sorunların güncel gelişmeleri de devam etmektedir . CHP ‘de kaynamanın kökleri kuruluş döneminden bugüne içsel olarak yeterince demokratik olmayan konumu, oligarşik başkanlık yapısı, dışsal olarak ideolojik, politik hattının netleşmemesi noktasında eklektik yapısı sonucu başat olarak emek ve toplumsal ağırlıklı olması gerekirken, sermaye ve devlet yanlısı olması sorunların nedenini ve çözümsüzlüğünün devamını göstermektedir. Birikmiş bütünsel sorunlar o kadar fazla ve yoğun ki, bir yerleri düzenlese o yer de dahil olmak üzere yeni sorunların çıkması bitmiyor.

Özellikle konuyu kişisel ve teknik soruna indirgeyip hala genel başkanlık tartışması yapmaları devam etmektedir. Normalde kolayca çözülecek sorunları bizzat başat özneler çözümsüz noktaya getirmektedirler. Kılıçdaroğlu için yine normalde genel başkanlıktan çekilmesi kendi iradesine bağlıyken, bunu delegelere atması bir çözümsüzlüktür. Kendi iradesi ile genel başkanlığı devam ettirmesi doğru tavır olup daha sonra tüzüğe göre delegelere başvurmak esas çözümdür. İmamoğlu’nun genel başkan veya İstanbul Belediye başkanlığına adaylığı belirsizliğini korumaktadır. Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesinin önemli bir neden olarak adaylığının geç açıklanması, İstanbul Belediye Başkanlığı için geç açıklanırsa burada da aynı akıbet mümkün olacaktır. Aynı şekilde büyük bir heyecanla genel başkanlığa adaylığını açıklayan Özgür Özel’de sessizliğe oynamaktadır.

Bu noktada adeta bir operasyonun parçasıymış gibi hareket eden bir kesim muhalif gazeteci daha ortada henüz bir şey yokken ve bu seçimlerde de İstanbul’da ve diğer büyük kentlerde yüksek oy alınmasına rağmen şimdiden seçimlerin kaybedildiği gibi izlenim veren açıklamalar yapmaları, seçmenlerde moral bozukluğu yaratırken, kararsızları da uzaklaştırmaya yaramaktadır, Elbette ki bu durum CHP’nin adaylarını ne zaman açıklayacağının belirsizliği, yeterince örgütlü çalışamamak, iç sorunlara kapalı tutum ve benzeri tutumların varlığının engeli değildir.

Yine burjuva muhalefetin bir partisi olan İyi Partide Akşener rüzgarı sağcılık, ırkçılık, faşizm olarak hızla yoluna devam ediyor. Kurultayda sinirli ve gergin hali, hala bir derin operasyonla masadan kalması ve tekrar dönmesinin basıncı, yeniden gündeme gelmesinin tedirginliği ve endişesini yoğun şekilde taşıdığını göstermektedir. Ne kadar fazla bağırdığı adeta yırtındığı noktada kendi çizgisinde bile doğru olmadığı için bu çırpınış için dağ fare doğurdu demek bile yeterlidir. CHP’den 15 milletvekili aldıkları için Kılıçdaroğlu ve CHP’den övgülerle bahseden Akşener ne değişti ise ( Elbette değişen kendi faşizan görüşleridir ) birden çark ederek pişmanlıktan, diyetten bahsetmektedir. Aynı şekilde hatta daha fazlasını kendi partisi içinde muhaliflere hakaret boyutunda saldırganlıkla devam etmiştir. Kendi partisinin yüzde 20 lere yükseldiği anket sonuçlarına rağmen, eski yüzde 10 baraj olsa baraj altında kalacak yüzde 9 ların biraz geçen oy almasını özeleştiri konusu yapmamaktadır. Yine eğer Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığını kazanamadıysa bunun da önemli nedenlerinden biri Akşener’in masadan kalması ve dönmesi sonucu olmuştur. Akşener’i o masaya rahatlıkla dönmesini kabul edenlerin omurgasızlığı ve Akşener’in masadan kalması ve dönmesi noktasında tutarsızlığı seçimlerin kaybı noktasında önemli nedenlerden biri olmuştur. Belki de en olumsuzu ve yıkım durumu faşizan ve otoriter bir kişiliğin özellikle parti içine dönük yüksek saldırganlığına rağmen kurultaydan yüksek bir oy oranı ile yeniden seçilmesidir. Bu seçilme muhalefetsiz ve tek otoriter kişi Akşener olarak yapılmıştır.

Bu bölüme yine seçimlerin etkisiyle de yıkımına devam eden ekonominin güncel gelişmeleri ile devam ediyoruz. Öncelikle şunu belirtelim. Kapitalist ekonominin güncel gelişmelerini doğru anlamak ve kavramak için her durumda ve yeniden Marksizm’in kapitalizmin iktisadi olarak kısa da olsa analizine ihtiyaç vardır. Kapitalizm üretim ve tüketim araçları üzerinde ( özel ve devlet mülkiyeti olarak ) kapitalist mülkiyetin egemenliğinde şekillenir. Bu durum yukarıdan aşağıya özel ve devlet tarafından ücret, fiyat, kârın belirlenmesini sağlar. Değişim değerinin egemenliğindeki kapitalizmde işgücü ile birlikte hemen her şey meta haline gelmiştir. Bunun somut ifadesi zorunluluk alanları ile özgürlük alanlarının da meta üretimine tabi olduğunu gösterir. Soyut emeğin gereği olarak artık değer sömürüsü kapitalist ekonomiyi belirlemeye devam ediyor.

Seçimlerle birlikte özellikle yüksek enflasyon-pahalılık ve yüksek kurlar kapitalizmin doğal işleyişini de zorda bıraktığı için adeta yeni bir makyaja ihtiyaç vardı. Bu zorunlu değişiklik olarak gündeme geldi. Maliye Bakanı, Merkez Bankası Başkanı ve Para Kurulu Başkanının değişmesi ile üçlü troyka göreve başladı. Özellikle ekonomiyi kurtarmak için seçilen Mehmet Şimşek’in sicili geçmişte de Devriş gibi İMF nin acı reçeteleri ile bilinmektedir. Derviş’in 15 maddelik acı reçetesi şimdilik maddeleme olarak görülmese de Erdoğan’ın ve Nebati’nin “irrasyonel” ve “heteredoks” denilen anlayışla Şimşek’in “rasyonal” uluslararası normlara uyumlu iktisat anlayışı arasında sıkışma devam edecektir.

Özellikle yerel seçimlerden önce zorunlu olarak uygulanacak olan seçim ekonomisi-bütçesinin yıkımı seçim sonrasında hissedilecektir. Seçim ekonomisinden kaynaklı bütçe açıkları zorunlu olarak işçi ve emekçilere ekstra acı reçete olarak dönecektir. Bu durum somut olarak açlık ve yoksulluğun daha da yükselmesi demektir. Merkez Bankası bilançosunun sürekli değişen miktarı ile eksilerde olması, döviz satışından kaynaklı olup özellikle 128 milyar doların böylece alıcı bulduğu bilinmektedir. Bu durum yeni bütünsel maliye yönetimi tarafından sermayeye dönük vergi affı ve vergi indirimleri ile çözülürken, tüm vergilerin ( özellikle doğrudan ve dolaylı vergilerin ) tabana yayılması ( yani işçi ve emekçilere yayılması ) artık değer sömürüsü ile birlikte bu vergi yükü işçi ve emekçiler için ekstra bir sömürü olacaktır.

Elbette Şimşek’in ekonomi yönetiminin başına getirilmesi tekelci sermaye ve holdingler için adeta bir nimet olarak kârlarının katlanacağını göstermektedir. Oxfam raporuna göre, Türkiye’de en zengin 13 milyarderin serveti 38,9 milyar dolar. Oysa nüfusun yarısının toplam serveti 38,5 milyar dolarda. Üstelik, Türkiye’deki en zengin yüzde 1lik kesimin serveti, en alttaki yüzde 90’lık kesimin toplam servetinin 1.4 katı. Tüm bu duruma rağmen sermayenin ağlaması durmuyor. Örneğin Türkiye İhracatçılar Birliği başkanı aleni ücretlerin düşürülmesini istemektedir.

Erdoğan’ın “ faiz neden enflasyon sonuç” tezi ben ekonomistim retoriğine uygun olup aynı zamanda “nas” olarak şekillenirken, tüm bu tezler burjuva iktisadın tunç yasalarıyla adeta çöp olmuştur. Son açıklanan faizin 8.5 dan 15 baza yükseltilmesi beklenen yüzde 25-30 u bulmasa da Erdoğan’ın tezi ve “nas” tarih olmuştur. Beklenen faiz artışı olmadığı için beklenen kur düşüşü de olmamıştır.

Bu arada özellikle 9 ay sonrası yapılacak yerel seçimlere dönük seçim ekonomisi uygulamaları da devam ediyor. Asgari ücret 11.402 olarak açıklandı. Bu yüzde 30 lara varan artış demektir. Ayrıca en düşük memur maaşının 22 bin olması ve emeklilerin temmuz zamlarının da artırılacak olması kesinleşmiş durumdadır. Bu noktada bir kesim solun ve liberallerin anlayış ve çözümleri kapitalizm içinde olduğu için bu işçi ve emekçilere dönük artırılan zamlara açık veya örtük şekilde karşı oldukları bilinmektedir. Gerekçeleri de bütçe açıklarının enflasyon-pahalılık olarak geri döneceği ve bundan da emekçilerin zarar göreceklerdir diyerek sanki emekçilerden yana gözükmeleri bir illüzyon ve manipülasyondur. Elbette ücret veya gelirler nominal olarak artırılsa bile gerçek ücret ve gelirler alım gücüne bağlı olduğu için var olan enflasyon-pahalılığın bu artışları kısa zamanda erittiği açıktır. ( Bu anlamda nominal ücretlerin sabit kalması veya düşmesi ile nominal ücretlerin yükseltilmesi emekçiler için küçük de olsa bir korunma olacaktır. ) Ama bu durumu yaratanın emekçiler olmadığı için daha fazla ücret, gelir artırımını ısrarla istemeliler, enflasyon- pahalılığın düşmesi için de yine ısrarla mücadele içinde olmalıdırlar.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin kirliliği, çürümesine ve güvenlikçi devletin faşizm uygulamalarına örnek biri iç, diğeri dış olmak üzere iki konuyu değerlendirerek yazıyı sonlandırmak istiyoruz.

Son günlerin önemli bir güvenlikçi devlet, faşizm uygulaması TELE 1 Genel Yayın Yönetmeni, gazeteci, yazar Merdan Yanardağ’ın TELE 1 de canlı yayında yaptığı bir açıklama ile canlı yayın bitmesi ile birlikte kapıda bekleyen TEM elemanları tarafından önce gözaltı ve daha sonra mahkeme tarafından tutuklanması bizlerce burjuva hukukun bile işlemediği koşullarda sürpriz olmamıştır. Bu uygulama veya tasarrufun anlık değil önceden tezgahlanan hazırlıklı ve planlı olduğu da açıktır. Öncelikle şunu belirtelim. Yanardağ ile hem geçmiş dönemde hem de yakın dönemde belirli konularda ( ideolojik, teorik, politik olarak) farklı düşündüğümüzü yazılı hale getirerek belirtik. Bunlar başat olarak Kürt sorunu, Kemalizm ve Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş konusunda Rusya ve dolayısıyla Putin’den yana tavrına karşı değerlendirmeler yaptık. Elbette bu farklılıklarımız devam ediyor.

Ama bu durum Yanardağ’ın sol-sosyalist cephede olmasından kaynaklı bir devrimci dostluğun engeli değildir. Dolayısıyla Yanardağ’ın ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında açıklamasından kaynaklı tutuklanmasına kesinlikle karşı olduğumuzu ve bu anlamda devrimci dostluk çerçevesinde yanında olduğumuzu amasız, fakatsız rahatça belirtmek istiyoruz. Ama bizler Yanardağ’ın tutuklanmasının tek bir nedeni olmadığı ve çoklu bir nedeni olduğunu düşünüyoruz. Hatta başat olanın da Öcalan konusunda açıklamaları olmadığını düşünüyoruz. Bu görüşleri, Erdoğan, Arınç da dahil bir dizi üst düzey AKP’linin de söylediği bilinmektedir. Bu konuda adeta yoğun bir külliyat olduğu ve çarşaf, çarşaf medyayı da süslediği bilinmektedir.

Dolayısıyla başat olmasa da, ama çoklu nedenlerden birisi olarak dokunan yanar anlamında özellikle Kürt sorunu konusunda düşünce ve ifadesini belirtenlere gözdağı, caydırıcılık ve oto sansür uygulanması saikiyle yapılmıştır. Başat olan ise yine dokunan yanar olarak son seçimlerin hile, şantaj, montaj, manipülasyon sonucu kazanıldığını bugüne kadar ısrarla gündeme alanın TELE 1 ve Yanardağ olduğu açıktır. Yani muhalefet tarafından kazanılan bir seçimin adeta iktidara hediye edildiği yer yer belgeler ile de ifade edilmiştir. Bu durum egemenler için burjuva yasalarına göre de suç teşkil ettiği için bunun devamının nasıl bir sonuç üreteceği kestirilemediği için adeta düğmeye basılarak Yanardağ ve TELE 1 cezalandırılmıştır. Bu anlamda ceza muhaliflere, cezasızlık iktidar yanlılarına işleyerek bir kez daha burjuva hukukunun kimlerden yana olduğu net olarak görülmüştür. Çoklu nedenlerden birisi de son dönemde Yanardağ’ın siyasal İslam’a karşı tutumu bunu da belge olarak bir kitap yayınlaması ile açık etmesi olmuştur diye düşünüyoruz.

Elbette Yanardağ’ın tutuklanma sürecince alınan tavırlar, ama ile başlayan açıklamalar bugün ve süreç içinde turnusol olacaktır. Asker Çelebi ile başlayan ırkçı, faşizm saldırganlığı muhbirliğe dönüşerek, hedef gösterme noktasına gelmiştir. Irkçılıkta ve faşistlikte adeta yarış içinde olan İyi Partililer ( bir kaç istisna dışında ) sözde muhalif cephede olmalarına rağmen trollere rahmet okutur şekilde faşizan açıklamaları ile bir kez daha merkez partisi olmadığını göstermiştir. Bu durum bir kez daha muhaliflere ders niteliğinde dost ile karşı cephede olanlar arasında net olarak ayrım yapmanın önemini göstermektedir. Eğer bir çok üst düzey kişi burjuva hukukuna göre bile tutuklanması veya ceza alması mümkün değilken, tahliye edilmediyse bu durum toplumsal ve siyasal muhalefet bileşenlerin sessizliği, edilgenliği, kanıksama ve kabulü sonucu gündeme gelmiştir. Yanardağ’ın tutuklanması da bu olumsuzluktan azade değildir. Tersi bir durumda eğer yer yer muhaliflerin tahliyesi suçluların cezaevine konması veya ceza alması da yoğun bir şekilde özellikle işyerleri ve sokağın kullanılması şeklinde mücadele ile olmuştur.

Dış konu ise Rusya bağlantılı Wagner adlı paralı askerlerden oluşan özel ordunun darbe girişimidir. Bu tip para militer yapıların özellikle son dönemde daha yoğun gündem olması temelde kapitalizm ve onun kapitalist devlet aparatına bağlı ondan azade olmadığını göstermektedir. Özellikle otoriter, monarkların, faşizan iktidarların yönetimde olduğu ülkelerde bu yapıların ortaya çıkması rastlantı değildir ve arka plan gerçekliği olan ve ihtiyaçtan doğan bir yapılanma olduğu da açıktır. Burjuva devlet aparatı tekellere kadar daralsa da sonuçta hiyerarşikte olsa tüm burjuvazinin devletidir. Dolayısıyla despotik monarklar devlet talan ve yağması ile zenginleşip büyük bir servete aile şirketi gibi sahip olmuşlardır. Bu durum burjuva kurallara göre de yeri zamanı geldiğinde suç olarak bu diktatörlere karşı var olan burjuva devlet aparatı tarafından ceza olarak dönebilecek riskler taşımaktadır. İşte bu noktada diktatörlerin servetinin korunmasının garantisi profesyonel askerlik ile değil paralı askerlerce sağlanması daha garanti olduğu için seçilmişlerdir.

Somut duruma gelirsek , örneğin Wagner markası altında Ukrayna’ya karşı savaşan ve hem Putin hem de Rus ordusunun kurmayları tarafından bugüne kadar “ kahraman savaşçılar” olarak adlandırılan binlerce paralı asker hapishanelerden devşirildi. Ukrayna’da savaşı takip eden gazetecilerin de, savaşa ön cepheden giren paralı askerlerin hiçbir kural tanımadan, vahşi ve yağmacı birer zombi gibi hareket ettiklerini aktarmış olduklarını hatırlayalım. Wagner patronu Prigojin, Putin döneminde zengin bir iş insanına dönüşüyor ve patronu olduğu Wagner grubuna mensup paralı askerleriyle Ukrayna sahasında “düşmana” karşı bir yıkıcılıkla iş gördüğü süre boyunca sırtı sıvazlanıyor ve büyümeye devam ediyor.

Bilindiği gibi Wagner saflarında savaşan paralı askerler, Ukrayna’nın doğusundaki Bahmut’un geri alınması için aylarca süren savaşta ciddi kayıplar verdiler. Prigojin, bu konuda Rus ordusunun komuta kademesini cephane eksikliği ile suçlarken, elinde bulunan asker sayısına ve sahada iş görme kapasitesi bakımından kendilerine duyulan ihtiyaca güvenerek bu süredir Putin’e yönelik alaycı açıklamalar yaptı ve zaman içinde bu açıklamaların dozunu artırdı. Putin ise savaşta yararlılık gösteren Wagner savaşçılarına “kahramanlar” diye seslenirken, isyan edenlere de “hain” ve birer pislik muamelesi yapıyor. Bu arada Putin’in 1 yıl önce, 22 Haziran 2022 de Prigojin’e Rusya kahramanı madalyası vermiş olduğunun sosyal medyada hatırlatıldığını ekleyelim.

Sonuçta Putin’in adeta besleyip, büyüttüğü paralı askerlerden kurulu Wagner’in Frankeştayn misali kedine dönük isyanı da sürpriz olmamıştır. Kapitalizmin müzmin kirliliği ve çürümesi ancak Putin gibi savaş ve işgal yanlısı diktatörün Rus özgün kapitalizmi ve oligarkların temsilcisi olarak hemen her durumda kendi kişisel ve servetlerinin korunması için böylesi paralı askerlerden kurulu yapılanmaya ihtiyaç duyarlar. Çıkarlarına göre bu diktatörlerin ve yapıların ortaklığı ve çelişkisi dostluktan hemen düşmanlığa dönmesinin somut göstergesi olmuştur. Türkiye’de de Wagner gibi yapılanmalardan olan ve öne çıkan SADAT’ın da açık , gizli vukuatları bilinmektedir. Karanlık olayların faili olarak suikastçi SADAT’ın kapısına kadar giden Kılıçdaroğlu’nun “ Rusya’nın Wagner’i , Türkiye’nin SADAT’dır” ifadesi önemli bir tespit olmuştur.

Dolayısıyla ne Putin kendi sınıfsal özelliği gereği bu paralı yapılardan vazgeçer nede bu Wagner gibi paralı yapılar Putin gibi yaratıcılarından vazgeçerler. Dolayısıyla paralı asker şirketi Wagner’in Lideri Prigojin’in Putin’in onayıyla Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko ile görüştüğü ve görüşme sonrasında Wagner ile Kremlin’in anlaştığı haberi gelmiş, ayaklanmanın sona erdiği bildirilmiştir.

Yazıyı sonlandırırken bir kez daha ve yeniden kapitalizmin kirliliği ve çürümesine, faşizmin koyu karanlığına karşı kapitalizmin reforme edilmesi çözüm değil çözümsüzlük ürettiği için tüm bu yıkıma panzehir olacak tek kalıcı ve radikal çözüm adı ve aslına uygun proletarya devrimi ve bağlantılı olarak komünizmin inşa sürecidir.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 34 93
2. Fenerbahçe 34 89
3. Trabzonspor 34 58
4. Beşiktaş 35 54
5. Başakşehir 34 52
6. Alanyaspor 35 49
7. Kasımpasa 34 49
8. Rizespor 35 49
9. Sivasspor 34 48
10. Antalyaspor 34 45
11. A.Demirspor 34 41
12. Kayserispor 34 40
13. Ankaragücü 35 39
14. Samsunspor 34 39
15. Karagümrük 34 36
16. Konyaspor 34 36
17. Gaziantep FK 34 34
18. Hatayspor 34 33
19. Pendikspor 34 30
20. İstanbulspor 34 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 32 72
2. Göztepe 32 66
3. Sakaryaspor 32 57
4. Kocaelispor 32 55
5. Ahlatçı Çorum FK 32 55
6. Bodrumspor 32 53
7. Boluspor 32 50
8. Bandırmaspor 32 47
9. Gençlerbirliği 32 47
10. Erzurumspor 32 44
11. Keçiörengücü 32 39
12. Manisa FK 32 37
13. Ümraniye 32 37
14. Şanlıurfaspor 32 34
15. Tuzlaspor 32 34
16. Adanaspor 32 33
17. Altay 32 15
18. Giresunspor 32 7
Takımlar O P
1. Arsenal 35 80
2. M.City 34 79
3. Liverpool 35 75
4. Aston Villa 35 67
5. Tottenham 34 60
6. M. United 34 54
7. Newcastle 34 53
8. Chelsea 34 51
9. West Ham United 35 49
10. Bournemouth 35 48
11. Wolves 35 46
12. Brighton 34 44
13. Fulham 35 43
14. Crystal Palace 35 40
15. Everton 36 37
16. Brentford 35 35
17. Nottingham Forest 35 26
18. Luton Town 36 26
19. Burnley 35 24
20. Sheffield United 35 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 33 84
2. Barcelona 33 73
3. Girona 33 71
4. Atletico Madrid 33 64
5. Athletic Bilbao 34 61
6. Real Sociedad 33 51
7. Real Betis 33 49
8. Valencia 33 47
9. Villarreal 33 45
10. Getafe 34 43
11. Osasuna 33 39
12. Deportivo Alaves 33 38
13. Sevilla 33 38
14. Las Palmas 33 37
15. Rayo Vallecano 33 34
16. Mallorca 33 32
17. Celta Vigo 33 31
18. Cadiz 33 26
19. Granada 33 21
20. Almeria 33 14