07.09.2025, 00:24

GENEL DEĞERLENDİRME 

​Kapitalizm- emperyalizmin fiili desteğiyle alt-emperyalist İsrail’in vahşeti, soykırımı, en küçük insani değeri yok sayan katliamları hız kesmeden devam ediyor. Bu vahşetin, soykırımın nasıl şekillendiğine, somut gelişmelerine bakıldığında durum daha açık ve net olarak görülecektir. İsrail’in Gazze’deki saldırıları, şiddeti devam ediyor. Dünyanın gözü önünde hastaneler bombalanıyor, bir halk, bebekler, kadınlar açlığa, susuzluğa, ölüme mahkum ediliyor. Buna karşın sözlerin ötesine geçemeyen tepkiler insanlığın binlerce biriktirdiği değerlere, uluslararası belgelere, anlaşmalara sahip çıkamadığını, zorbalığa, kötülüğe, kirlilik ve karanlığa engel olamadığını gösteriyor. Söz konusu olan İsrail ve arkasında ABD olunca silahın, paranın gücü insanlığa, yaşama ağır basıyor. BM, uluslararası hukuk çaresiz durumdadır.

​Gazze’de yaşanan insanlık dramı, yıkımı öyle bir noktaya geldi ki artık Gazze’de açlık “resmileşti”, kalan son hastanelerde içinde gazeteciler ve yardım personeli ile birlikte bombalanıyor. Son günlerin Gazze için sıradanlaşmış korkunç olayı Han Yunus’taki Nasır Hastanesinin acil servisinin İsrail Güvenlik Güçleri tarafından vurulması oldu. Saldırıda beşi gazeteci, dördü sağlık çalışanı, biri sivil savunma görevlisi olmak üzere 20 kişinin öldüğü belirtiliyor. Yine aylardır Gazze’de çocukların açlıktan ölüm haberleri nedeniyle çığlık atılıyor. Gazze’de yarım milyondan fazla insan yaygın açlık, aşırı yoksulluk ve önlenebilir ölümlerin gözlemlendiği kıtlık koşuklarına hapsolmuş durumda.

​Bölgede insanların yüzde 39’u günlerce yemek yemediğini, yetişkinler ise çocuklarını besleyebilmek için düzenli bir şekilde öğünlerini atladığını belirtiyor. Yetersiz beslenme, Gazze’deki çocuklar arasında felaket düzeyinde hızla artıyor. Sadece Temmuz ayında 12 binden fazla çocuğun akut yetersiz beslendiği tespit ediliyor. Hamile ve emziren kadınlar tehlikeli düzeyde yetersiz beslenmeyle karşı karşıya, bebekler erken ve düşük kilolu doğuyor. Öyle ki Gazze’deki insanlar hayatta kalabilmek için mümkün olan tüm yolları tüketti.  Açlık ve yetersiz beslenme her gün can almaya devam ediyor, ekili alanların, hayvancılığın, seraların, balıkçılık ve gıda üretim sistemlerinin tahribatı durumu daha da vahim hale getiriyor.

​Sonuçta Gazze’de insanlık dramına karşı küresel çapta küçük bir insanlık değeri çerçevesinde mücadele bile bu vahşeti, soykırımı engellemeye yetecektir. Dünyanın efendisi rolündeki Trump ve bölge temsilcisi Netanyahu açlıklardan ve katliamlardan kârlı bir mülk, Ortadoğu Rivierası yaratma peşinde. Nasıl ki küresel çapta en güçlü kapitalist-emperyalist ABD Vietnam’da küresel çapta direnişler, ABD ordusu içinde savaş karşıtlarının varlığı ile yenilmişse yine ABD ve İsrail benzeri direniş ve mücadele ile çöp olacak ve kirlilik, karanlık ortadan kalkacak, aydınlığa dönüşecektir.

​Bu bölüme yine rutin olan iktidar, muhalefetin güncel gelişmelerine dönük değerlendirmeyle devam ediyoruz.

​Kapitalizmin kriz, çöküş koşullarından kaynaklı özellikle ekonomik yıkım durumunun somut ifadesi olan yüksek enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik ve düşük ücret-gelir durumuiktidarın çözüm üretememesinin başat nedeni olurken, bu yıkımın üzerinin örtülmesi veya görünür olmaması için CHP’ye özellikle de İBB’ye dönük saldırı ve operasyonlar devam ediyor. CHP’nin Özgür Özel’in son dönemde gündemi belirlemesi, özellikle de haftanın iki günü yüksek katılımla mitingler ve bu mitinglerin AKP’nin kalelerinde de yüksek katılımla yapılması iktidarın tüm dengelerini bozmuş durumdadır. Özgür Özel’e dönük çok kez dokunulmazlığının kaldırılması için (özellikle de çoğu kez mitingden hemen sonra ) yaptırım son günlerde Beyoğlu mitinginden sonra da gündem oldu.

​AKP sözcüsünün Özgür Özel’in meşru siyasetin dışına çıktı saikiyledokunulmazlığının kaldırılması doğrultusundaki açıklaması, Özgür Özel’le ayar vermek üzere yapılan bilinçli bir tavır olmuştur. Bu durum süreçte Özel’le dönük yaratılan birikim sonucu gözaltı-tutuklama olması abartı ve sürpriz olmayacaktır. Ama Özel’in yalnız CHP kitlesi değil, geniş bir muhalif kitleyi de kapsayan aktif tutumu devam ederse caydırıcı olacağını da rahatlıkla söylemeliyiz. Bu arada İmamoğlu’nun avukatı tutuklanırken, Özgür Özel’in belgesiyle açıkladığı avukatın serbest olması ve İBB itirafçısı Aktaş’ın aleni olan yolsuzluklarına rağmen ev hapsinden de azade olarak serbest bırakılması güvenlikçi devletin gelinen aşamada burjuva anlamada bile kural tanımadığının somut göstergesi olmuştur.

​Ayrıca iktidarın devlet aklı ve eğilimine bağlı durumu Kürt sorununun çözümü doğrultusunda atılacak adımlardan beklentisi olanlar için küçük bir toparlanmanın bile önünde engel olmaya devam ediyor. Gelinen noktada Kürt sorununun çözümü negatif ve pozitif barışın diyalektik birlikteliğinin çözümüne bağlı olmasına rağmen devlet-iktidar ortaklığı negatif barışın gereğini yapmakta bile adeta direniyor. Ama programında negatif barışın gereği olan silahları bırakılması ve PKK’nin feshi ve buna bağlı olarak asgari infazindirimi vb. çözüm adımları dışında, pozitif barışın gereği olan demokratik açılımların devlet –iktidarın programında olmaması sürecin kırılganlığı, açmazı, zaafı ve kaosu olacaktır. Bu durum bırakalım Kürtçe anadilde eğitimi, Barış Annelerinin Komisyonda Kürtçe konuşmalarının engellenmesiyle somutlaşarak teyit olmuştur. Normalde Kürt anneler konuşmalarını Türkçe yapmak isteseler bile komisyonun Barış Annelerinin Kürtçe konuşma yapmaları için teşvikte bulunmaları olağan olacaktı. Böylesi bir ırkçı olmayan tutumda komisyonun gidişatı için asgari bir olumluluk olacaktı.  

​Muhalefet olarak CHP’nin güncel gelişmeler anlamında durumuna baktığımızda ise özellikle Eylül ayında 8 dava vb. ile teste tabi tutulacağı yüksek sesle ifade ediliyor. Özellikle bunlardan mutlak butlan davası ve İstanbul İl Başkanlığı seçimine şaibe karıştığı savı ile iddianame hazırlanması öne çıkanlar olacaktır. Bu noktada konu ile bağlantısı anlamında da bazı gelişmelerin değerlendirmesi yapmak önemli ve gerekli olacaktır. Öncelikle şunu belirtelim. Burjuva temsili sistemde geleneksel olarak yargı belirli sınırlarda da olsa kendi yasal mevzuatına,  kurallara uyardı. Bu durum sistemin-kapitalizmin varlığı ve sürekliliği için zorunluydu. Bugün ise yargı alanı kendi istediği kararı uygulamak için kendi kuralını rahatlıkla uyguladığı bir kuralsızlık durumu ile karşı karşıyadır. Bu durum aynı zamanda devlet biçimine de önemli ölçüde yön vermektedir. Yani sınıfsal olarak oligarşinin egemenliğinde diyalektik olarak güvenlikçi devlete, risk devletine dönüşmüştür.  Bu durum somut olarak İBB dönük operasyonlarda açık ve net olarak görülmektedir.  

​Yine gelinen noktada yakın geçmişte daha başat yaşanan bugün ise daha farklı görülen gelişmeler öne çıkmış durumdadır. Artık beyaz Toroslar, ak Toroslar olsa da olmasa da kapitalist devletin yeni formatı başat olarak infazdan, siyasi cinayet, suikastlardan yana değil. Çünkü geçmişte bu cinayetler sistemin yıpranmışlığını katlamakta, yargısız infaz anlamda sistemin kendi koyduğu yasalara karşı duruşu anlamında da bir çöküşün, yıkımın ifadesi olmuştur. Ve caydırıcı olamamıştır. Dolayısıyla kapitalist devletin yeni formatı insanları yaşatarak cezalandırmak olmuştur. Yani uçta olmasalar da etkin ve yetkinlik anlamında geniş kitleler nezdinde önemli yerleri olan insanların cezaevine gönderilmesinin daha caydırıcı olduğu söylenmektedir.

​Yine Özgür Özel’in son dönemde Hakan Fidan’a dönük sert açıklamaları dikkat çekmektedir. Özel daha öncede Hulusi Akar’a dönük aynı sertlikte açıklamalar yapmıştı. Özel’in bu tutumu biri eski MİT Başkanı, diğeri eski Genel Kurmay Başkanı olan bu zatların devletin temel unsurları olması anlamında ayrıca bir önemi vardır. Dolayısıyla Özel’in bunlara dönük sert açıklamaları bilgi üzerine yapılmaktadır. Açıktır ki bu bilgileri Özel’i de destekleyen devletin bir kanadından geldiği de bilinmelidir ve sürpriz değildir. Hakan Fidan eski de olsa MİT Başkanı olarak içerde siyaseti, Dış İşleri Bakanı olarak da dışarıda siyaseti dizayn eden başat özne durumundadır. Burjuva siyaset arenasında Dış İşleri Bakanlığı çok etkin ve görünür değildir. Oysa Yalçın Küçük tersine Dış İşleri Bakanlığının yer yer iç siyaseti de etkilemek anlamında öneminin yüksek olduğunu belirtir ve bakanlıkta casusların adeta cirit attığından bahseder. Bu anlamda Özgür Özel Hakan Fidan’ın istihbaratçı olmasının da etkisiyle CHP’yi dizayn etmeye çalıştığını ve İBB’ye dönük operasyonlar da etkisi olduğunu düşünmektedir.

​Bir başka gelişme de Kürt sorununda sürecin desteklenmesinin yüzde olarak az olması, bir illüzyon yaratmaktadır. Ulusların Kendi Kaderlerin Tayin Hakkı ve Ayrı Devlet Kurma Hakkının zaman aşımı olmayacağı uluslararası normlara göre bilinmektedir. Dolayısıyla evrensel bir hak olan barış hakkının kamuoyu ölçümleriyle sınanamayacağı söyleniyor. Elbette egemen ve resmi ideolojinin zehir saçan ırkçı tutumunun bir kültür olduğu koşullarda bu konuda yüzdelerin az olması da sürpriz olmayacaktır. Yine elbette bu durum olağanlaştırılmamalı, kanıksanmamalıdır. Bu noktada da sol-sosyalistler yine ilk önce kendilerine bakmalılar, CHP, diğer bazı sol da ve hatta DEM parti içinde sürece dönük bu atalet ciddi ölçüde sorgulanmalıdır.

​Sonuçta CHP için bu ve benzeri gelişmeler turnusol olacaktır. Bu noktada CHP’nİnÖzel’in özellikle Bahçeli’ye dönük iktidar içinde çelişki araması bunu öne çıkarması taktik olarak doğru gibi gelse de stratejik olarak anda veya süreçte ters tepmesi sürpriz olmayacaktır. Dolayısıyla CHP-Özel bu kuşatmayı engellemek ve giderek ortadan kaldırmak için mitinglerle, eylemlerle kendi kitlesine güvenmeli dışardan medet ummanın süreçte yıkım getireceğini görmelidir.

​CHP değerlendirmesi olan bu bölüm CHP İstanbul il Başkanlığına kayyum atanmasından önce yazılmıştır.

​DEM Partinin güncel gelişme anlamında durumuna baktığımızda rutin gelişmeler dışında yeni olan DEM Parti heyetinin beklenenden uzun olsa da Öcalan ile görüşmesi olmuştur. Öcalan görüşmede öz olarak yeni bir aşamadan bahsetmektedir. Dolayısıyla Eylül, Ekim ayları Kürt hareketi, DEM Parti içinde özellikle komisyon faaliyeti olarak daha da önemli olacaktır. DEM Parti daha önceki yazılarda da belirttiğimiz gibi Komisyon içinde özne olmalı, büyük barış doğrultusunda programını ısrarla devam ettirmelidir. Ama barış aynı zamanda ekmeksiz olamayacağı için DEM parti diğer ekonomik konulara dönük duyarlılığını da devam ettirmelidir. Bu noktada yine ezen ulus sosyalisti-komünistleri olarak en küçük şoven, sosyal şovenizmden azade olarak şunu söyleyerek bu değerlendirmeyi sonlandırmak istiyoruz. Öcalan ile DEM Parti arasında farklılıkların, uzlaşır çelişkilerin uzlaşmaz çelişkilere dönmesini isteyen, bekleyen ulusalcı-ırkçı bir kanata karşı dikkatli ve uyanık olunmalıdır. Bu noktada içerden değil ama gözlemci olarak Öcalan ve DEM parti arasındahiçbir noktada farklılık ve uzlaşır çelişki yoktur demek de doğru ve gerçekçi olmayacaktır.

​SONUÇ YERİNE

​Dayanışma Grubunda tartışmalar devam ediyor. Bizde bunlar içinde önemli gördüklerimizi değerlendirmeyi sürdürüyoruz.

​-Proletarya diktatörlüğü nasıl oldu da devasa bir istihbarat, militarist ve bürokratik aygıta dönüştü- Tartışması üzerine genel bir değerlendirme yapmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.

​Bu tespite dönük yapacağımız değerlendirme yalnız o dönemi ( özellikle 1917-1929 )kapsayacak olsa da diyalektik saiklerler dönemsel ve güncel olarak bugünleri de kesen, belirleyen, etkileyen olacaktır. Dolayısıyla böylesi devasa bir sorunu değerlendirmek ancak bazı ipuçları vermek ve başlangıç olacak yani sonuçlanmış olmayacaktır. Bu anlamda Sovyetlerin yıkılışının doğru ve bütünlüklü anlaşılması ve kavranması için Ekim Devriminin kazanımlarından ve bu kazanımların ortadan kalktığı tarihsel sürecin önemli yanlarını değerlendirmek gerekli olmaktadır. 1917 Ekim Devrimiyle başlayan süreç muhafazakar bir egemen sınıf ideolojisi olan Stalinizm’le birlikte 1929-1930 döneminde bürokratik devlet kapitalizmi olarak şekillenmiştir. Dolayısıyla bu dönemi diyalektik saiklerle değerlendirmek aynı zamanda Stalinzm’in yıkımına da zemin olduğu için ayrıca gerekli ve önemli olacaktır.

​Ekim Devrimi geçerken yığınların acil ve demokratik sorunların olan, barış sorunu, toprak sorunu, ulusal sorun ve hükümet sorununu çok kısa zamanda derhal ele alıp çözdü. Barış sorunu, toprak sorunu, ulusal sorun demokratik sorunlardı. Ekim Devriminin geçerken çözdüğü sorunlardır. Ona sosyalist devrime karakterini veren ise, sınıfsal bileşimin yanı sıra sosyalizm hedefi olmasıydı, ayrıca bütün ülkelerde sosyalizmin zaferini elde etmeyi temel hedef olarak alıyordu.

​Ayrıca işçi devleti burjuvazinin siyasi mülksüzleştirilmesi ile birlikte ekonomik mülksüzleştirilmeye de hızlı bir şekilde başladı. Bu uygulamayı önce işçi denetimi ile yaptılar. Daha sonra patronlar, yöneticiler, uzmanlar Sovyet rejimine karşı direnişe geçip proletarya iktidarını zayıflatmak, sarsmak için üretimi durdurmaya, sabotajlara girişince bu direnişi yenebilmek iktidarlarını savunabilmek için fabrikalara üretim araçlarına el koydular.İşçi kontrolünü ve müksüzleştirmeleri gerçekleştirenler, fabrika komiteleri örgütlenmeleriydi. Fabrika komiteleri Ekim Devriminden sonra Kasım 1917 kararnamesiyle işçi kontrolü ile görevlendirildiler. Patronların sabotajları üzerine de fabrikalara el koyma eylemlerini gerçekleştirdiler.

​Bu uygulamalar pratik-yasal olarak şöyle hayata geçti. Rus bankalarının tümü 14 Aralık günlü bir kararnameyle devletleştirildi ama bu karar banka yöneticilerinin sistemli bozgunculuk çabaları yüzünden ve bu baltalama işlemlerini durdurmak gerekçesiyle alındı. Yüz kadar işletme böylece devletleştirildi. Ayrıca sosyal sigortalara, iş mevzuatına, kadının eşitliğine, bütün unvanların ve sınıf ayrılıklarının kaldırılmasına, konutların sosyalizasyonuna, memur aylıklarının ayarlanmasına ilişkin birçok kararnameler de bu arada sayılabilir.

​Bu sonuncu tedbiri ele alacak olursak halk komiserlerinin aylığı 500 ruble oldu ve kendilerine her çocuk için 100 ruble zam verildi. Böylece onlarda kalifiye bir işçinin aylığı kadar aylık alır oldular. Medeni nikah yürürlüğe kondu, evlilik dışı doğan çocuklara da meşru çocuklara tanınan haklar tanındı. Kilise ve devletin birbirinden ayrı olduğu ilan edildi. Yine 8 saatlik iş günü, haftada 48 saat çalışma, 14 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasının yasaklanması, kadın ve gençlerin çalıştırılmasının sınırlandırılmaları kabul edildi. Bu tedbirlerin hayata geçmesinde objektif ve sübjektif bir dizi etmenin varlığı bazı eksikleri, zorlukları meydana getirdi.

​Bunlar içinde önemli bir unsur silahlı kuvvetlerdir. Troçki’nin saptadığı gibi “ Ordu toplumun bir kopyasıdır ve çoğu zaman toplumdaki hastalıkların aynısını daha yüksek ateşle çeker “ söylemi önemlidir. Bu kurumun varlığı sistemin varlığı ve sürekliliği için önemli olduğundan Halk Milislerinin kurulması, Rusya Sosyal demokrat Partisi 1903 programının 12. Maddesinde talep edilmiştir. Buna uygun olarak, Bolşevik önderler iktidara geldiklerinde ilk eylemlerinden biri içinde şu maddelerin bulunduğu bir kararname yayınlamak olmuştur.

​1.Her ordu birimi ve birimler toplamı içinde tüm iktidar, asker komite ve Sovyetlerin elinde olacaktır.

​2.Ordu komutanları için seçim ilkesi uygulanacaktır. Alay komutanına kadar tüm komutanlar (çeşitli birimler tarafından) genel oy ile seçilecektir.        

​Genelkurmay Başkanı dahil olmak üzere, alay komutanlarından yukarı doğru tüm komutanlar ( komutanlığını yapacakları) ordu birimlerinin komitelerinin kongrelerinde seçilecektir.

​Ertesi gün yeni bir kararname ile şunlar eklenmiştir. Her türlü eşitsizliğin derhal ve kararlı bir kaldırılmasını amaçlayan devrimci halkın talebini yerine getirmek üzere Halk Komiserleri Konseyi şu kararları almıştır:

​1.Onbaşından generale kadar bütün rütbe ve unvanların kaldırılması

​2.Çeşitli rütbe ve unvanlara ilişkin her ayrıcalık ve işaretin kaldırılması

​3.Her türlü selam verme zorunluluğunun kaldırılması

​4. Her türlü madalya, nişan ve diğer liyakat işaretlerinin kaldırılması

​5.Tüm subay örgütlerinin kaldırılması

​6.Ordu içinde emir erliğinin kaldırılması

​Ancak Bolşeviklerin orduyu gerçekten demokratikleşme, onu halk milislerine çevirme arzuları nesnel gerçeklik karşısında büyük güçlüklerle karşılaştı.  

​Ekim Devrimini izleyen ilk günlerde devrimci silahlı güçler küçük gönüllü gruplardan oluşmaktaydı. Halk kitleleri savaştan bıkmış, usanmış durumdaydı. Bu nedenle, yeni devrimci silahlı güçlere gönüllü olarak yazılmaya hazır değillerdi. Büyük yabancı güçlerin desteklediği Beyaz Ordular tehlikesine karşı durabilmek için Bolşevikler gönüllülük ilkesini zorunlu askerliğe çevirmek zorunda kaldılar. Ayrıca deneyimli komutanlardan yoksun oldukları için eski çarlık ordusundan on binlerce subaya görev vermek zorunda kaldılar.

​Dokuzuncu Parti Kongresi ise bu niyeti somutlaştırmak üzere düzenli ordunun yanı sıra işçi milisleri birimlerini kurulmasına başlanması kararını aldı bunların düzenli ordunun tamamen yerini almalarına kadar yavaş, yavaş geliştirilmesi umuluyordu. Ancak bu karar hiçbir zaman hayata geçmedi. Halk milisleri oluşturma yolunda her plan, Rusya’nın üretici güçlerinin geriliği, halkın kültür düzeyinin düşüklüğü, proletarya nüfusunun çok küçük bir azınlık olması gibi nesnel gerçekler tarafından engellendi.

​Üretici güçlerin geriliği ve bununla bağıntılı olarak ülkenin köylü karakteri (Düzenli silahlı kuvvetlerle doğal olarak bir arada bulunması mümkün olmayan demokrasi ve eşitlikçiliğin birçok unsuru Kızıl Ordu içinde inşa edilmiş olsa da) Kızıl orduyu milis değil, düzenli bir ordu haline getirmekte iki belirleyici etken oldular.

​Bütün suiistimallere rağmen her halükarda Bolşevik Partinin hücreler biçiminde ordu içinde yayılmış olması, devrimci coşku ve asker kitlesinin özverisi ve başında Troçki’ninvarlığı, Kızıl Ordunun proleter karakterini iç savaş boyunca ayakta kalmasını güvence altına almaktaydı.

​1923’te bürokrasinin kazandığı kimi zaferle subaylar arasında, birliklere karşı kibirli ve diktatörce tavırlar istisna olmaktan çıkıp kural haline geldi. Ordu içinde parti hücrelerinde kilit mevkiler derece, derece komutanların eline geçmekteydi. Öyle ki ordunun siyasi dairesi 1926’da parti aygıtı içinde tüm mevkilerden üçte ikisinin komutanların elinde olduğunu belirtiyordu. Başka bir deyişle subaylar, askerleri subaylara karşı savunması beklenen siyasal önderler konumuna gelmişlerdi.

​Buna rağmen, henüz tümüyle bağımsız bir subay kastı oluşmuş değildi. Değildi çünkü komutanların yaşam koşulları oldukça zorluydu ve askerlerinkinden pek farklı değildi. Kızıl Ordu komutanlarından biri bu konuda şu olguları aktarıyor.1924’te bir kolordu komutanının aylık maaşı aşağı yukarı iyi durumdaki bir metal işçisinin ücretine tekabül eden 150 ruble kadardır. Bu miktar parti ücret tavanından, yani o günlerde bir parti üyesinin alabileceği en yüksek aylık ücretten 25 ruble daha düşüktü, subay ordu evi yoktur. Subayların ve erlerin yemekleri aynı mutfakta hazırlanıyordu.

​O günlerde subaylar görev zamanları dışında rütbe ve nişanlarını ender orak takıyorlar ve görev sırasında bile çoğu kez rütbelerini bir yana bırakıyorlardı. Bu dönemde Kızıl Ordu içinde alt-üst ilişkisi yalnızca bir askeri görevin yerine getirilmesi sırasında geçerliydi ve her halükarda asker komuta altında olduğu subay rütbe işaretleri takılı olsa da olmasa da tanıyordu. Erlerin subaylara hizmet etmesi kaldırılmıştı. Bunların dışında askerlerin subaylarını askeri savcılar bürosuna şikayet etme hakları vardı ve bu hakkı gerçekten kullanıyorlardı.

​Bu durum birbirinden yalıtılmış süreçler olmasa da 1918-1921 arası iç savaş dönemi başladı. 14 emperyalist ülke ve içerde de Beyaz ordular ve Sosyalist Devrimciler ve Menşeviklerin bir kısmının katılmasıyla başlayan bu süreç bu üretimin askerileştirilmesi hem de yoğun bir devletleştirme ve merkezileştirme ile birlikte hayata geçmeye başladı ve giderek proletarya şekil değiştirmeye başladı. Ekim Devrimini yapmış proleter sınıfın yerini, bilinçdüzeyi ve siyasi tarihi farklı bir proletaryaya bıraktı. Çünkü sanayi proletaryasının bilinç düzeyi en ileri kesimleri iç savaşa ilk önce ve ağırlıkla katılanlar oldu. Bunların büyük çoğunluğu iç savaşta öldü.

​Şehirdeki açlık sonucu işçiler köylere döndüler. 1917-1921 arası işçilerin sayısı yüzde 60 azaldı. Devrimin olduğu şehirlerde ise şehir nüfusu yüzde 58 azaldı. Petrograd’da Ekim Devrimi öncesi 400.000 işçi varken, bu sayı 1918’de 71.500’e düştü.

​Devrimden sonra iç savaşın etkisi ve Marks’ın ve Lenin’in öngördüğü bazı koşullar yaşanmaya başlandı. Açlıkla ve sefaletle boğuşmak durumunda olan işçi sınıfı giderek kötü yaşam koşulları altında karaborsaya, hırsızlığa yöneldi ve en önemlisi bireyler olarak sınırlı kaynaklar üzerinde birbiri ile rekabet etmeye başladı. Küçük burjuva anlayış zaten köylülükle sıkı ilişkilerden dolayı kuvvetli idi ve hızla yaygınlaştı. Sınıf dayanışması zayıfladı. İç savaş sırasında uygulanan disiplinli ve otoriter yönetim ve devrimin saldırısına karşı geliştirilen terör, işçi sınıfı içinde tahribat yarattı ve özgürlüklere, dolayısıyla çıkarları açıkça ifade olanaklarına engeller yarattı. İşçi sınıfının en ileri kesimlerinin iç savaşa gitmesi, orada askeri mekanizma içinde yaşaması onlarda bürokratik ve otoriter alışkanlıkları güçlendirdi. Geri döndüklerinde “kahramanlık”, “fedakarlık” etmenin pratiği ile de bu alışkanlıkları toplum üzerine uygulamaya başladılar.

​Marks’ın öngörüsü şuydu: Marks komünizmin ancak egemen hale gelmiş işçi sınıfı tarafından hep birlikte kurulabileceğini söylüyordu. Ama şu tespiti de yapıyordu : “ Bu eylem üretici güçlerin belli bir gelişme düzeyini önkoşul varsayar. Bu olmadığı takdirde komünizm adına sadece yokluk genelleştirilecek ve bununla birlikte ihtiyaçlar için mücadele yine başlayacak, bu da eski toplumun tüm pisliğini yeniden geri getirecekti.

​Lenin ise 1921’de “ Proletaryanın artık deklase olduğunu”, yani sınıf şekillenmesinin bozulmuş olduğunu söylemektedir.

​Ayrıca işçi sınıfı sosyo-ekonomik yapının değişmeye başlaması ile örgütlenmesinde de gerileme oldu. Sovyetlere ilgi azaldı. Sovyet seçimlerine katılım 1923’de yüzde 35’e kadar düştü.

​Bolşevik Partisinin işçi üyelerinin oranı 1917’de yüzde 60 idi. 1921’de bunların oranı yüzde 41’e düştü. Bunlarda aslında çoğunlukla üretimden kopmuş eski işçiler ve siyasi kariyer kaygısı ile hızla partiye doluşan eski memurlardı. 1922’de Bolşevik Partisinin fabrikalardaki üye sayısı ise fabrikalı işçinin ancak yüzde 15’ine kadar düşmüştü. Fabrika içinde gerçek işçi olan parti üyelerinin sayısı yüzde 8’e kadar gerilemişti.

​Bunun yanı sıra diğer bir gelişme daha oldu ve partili üyelerin siyasi tecrübe ve profilideğişti. 1924-1928 arasında parti üyelerinin sayısı yüzde 176 arttı. Bunun sonunda 1917’den sonra üye olanların oranı yüzde 1,4 düştü. 1928’e gelindiğinde artık bambaşka bir parti vardı. Bunun Bolşevik Parti ile benzerliği sadece isminde kalmıştı.

​Bunun üstüne birde iç savaş sırasında çarlık ordusunun personeli geri çağrıldı. 1918 yılında 2700 çarlık subayı geri geldi. 1920’ye gelindiğinde bu tür personelin sayısı 400.000’i aşmıştı. Bunun yanı sıra bir de savaş koşullarından dolayı, 25 Ekim 1918’de Kızıl Ordudan seçilmiş parti örgütleri kapatıldılar ve sıkı bir askeri disiplin uygulanmaya başlandı. En ciddi bürokratikleşme en önce ve hızlı şekilde orduda başladı.

​Bunlar olurken iç savaşın ardından, 1921’de NEP ( Yeni Ekonomik politika ) dönemi başladı. Bu kapitalist ilişkilere geçici kaydı ile bir geri dönüştü. NEP’le birlikte zorla devletleştirmeler son buldu, devlet kontrolü gevşedi ve piyasa mekanizması canlandırıldı. NEP kısa zamanda sonuç verdi ve üretim hızla artarak devrim öncesi düzeye ulaştı.

​Lenin’e göre NEP bir geri dönüştü, bunu Sovyet iktidarını yok etmemesinin tek garantisi ise proletarya diktatörlüğünün varlığı idi, ama iç savaştan beri bununda maddi temelleri hızla yıpranıyordu. Lenin’e göre sendikalar ekonominin planlamasına katılmalı, üretimi kontrol etmeli, ücretleri saptamalı ve devlete karşı işçileri korumalıydı. Yoksa Sovyet iktidarı çökerdi.

Bu yüzden sendikalara özel önem verildi ve hem partinin hem de sendikaların, işçi sınıfının bürokratik dejenerasyona uğramış işçi devletine karşı işçileri koruması için tedbirler alınmaya başlandı. 11. Kongre grev hakkının hiçbir şekilde bastırılamayacağı kararını aldı. Dönem boyunca bürokrasinin işçiler tarafından kontrol edilmesi için örgütlenmeler geliştirilmeye çalışıldı. 

​Ama bu arada parti ile devlet iç içe geçmeye başlamıştı. Gerilemekte ve inisiyatifiazalmakta olan işçi sınıfına karşılık parti ister istemez yönetme mekanizmasını hızla devralmaya ve işçi sınıfı adına yönetmeye başladı. Bundan sonra parti giderek daha fazla işçi sınıfı adına davranmak zorunda kaldı. 1919’daki parti kongresi bu durumu tespit ediyor ve uyarıcı kararlar almaya çalışılıyordu.

​Partinin hızla devlet ile iç içe geçmesine karşılık, önce eski rejimin bürokratlarına, sonra da teknik elemanlarına geri dönmeleri için izin verildi ve bunlara daha yüksek ücretler ödenmesi kabul edildi. Lenin “ Yüksek ücretin bir çürüme olduğunun inkar edilemeyeceğini “ söylüyordu, ama bu geçici bir dönemde mecburi idi.

​Bütün bu zorunlu uygulamalar ve gelişmelere rağmen Lenin’in ölümüne kadar, hiç kimse Rusya’nın yardım görmeden kendi çabalarıyla sosyalizmin kurulabileceğini düşünmedi. Tekrar, tekrar bunun aksini vurgulayan Lenin, 4 Haziran 1918’de şöyle yazmıştır, “ Rus Devrimi, Rus proletaryasının özel yeteneklerinin değil, tarihsel olayların akışının sonucudur ve proletarya tarihin iradesi tarafından geçici olarak öncü konumuna yerleştirilerek bir süre için dünya devriminin öncülüğünü yaptı.”

​Bu noktada elbette Mark ve Engels’in kapitalizmden sonra sosyalizme geçişin tarihsel temelleri henüz var olmadan proletaryayı iktidara getiren bir devrim için söyledikleri, Ekim Devrimine doğrudan uygulanamaz. Bunun böyle olması, yalnızca maddi, tarihsel ön koşulların uluslararası ölçekte var olmasından değil, aynı zamanda Rusya’da geçerli olan özgün koşullardan dolayıdır. Rus burjuvazisi siyasi olarak devrilmekle kalmadı, aynı zamanda Ekim Devriminden birkaç ay sonra ekonomik olarak mülksüzleştirildi. Geri kalan kırsal burjuvazi proletaryayı devirmeyi başaramadı ve özellikle Birinci Beş Yıllık Planının uygulanmasından sonra bu sınıfın toplumsal ağırlığı yok denecek kadar azdı. Ekim Devriminin yalnız bırakılması, Rus burjuvazisi imha edilmiş olduğu için, Rus burjuvazisinin “ gelişme sürecinde bir nokta “ olmadı.

​Fakat yine de 1917Ekim Devriminden 1918-1921’deki iç savaşa kadar sosyalizmin ekonomik ve siyasi birçok ilkesi hayata geçti, iç savaşla birlikte, iç savaştan önce olan bazı eksiklikler daha da hızlandı ve giderek çoğalmaya başladı. Ama yine de proletarya diktatörlüğünün varlığı, Bolşeviklerin ve özellikle Lenin’in iktidarı koruma uğruna teorik ilkelerden vazgeçmemesi, yaşanan olumsuzluklara teorik kılıf bulmaya çalışmaması, sübjektif eksiklikler olsa da, objektif eksikliklerin başat olmasına rağmen, 1929’a kadar işçi devleti tüm eksikliklerine karşın ciddi bir direnme ile yaşamaya devam etti. Bu noktada işçi devletinin bazı özelliklerini, devlet kapitalizminden farklı ve ortak yanlarını değerlendirmenin önemli olduğunu düşünüyoruz.

​İşçi devletinin ekonomisi ile kapitalist ekonomi arasında birçok ortak özellik vardır. Kapitalizm ile komünizm arasında bir geçiş aşaması olan işçi devleti, kaçınılmaz olarak, içinden çıktığı yıkılan toplumun bazı özelliklerini taşır. Ancak bu antagonist unsurlar geçiş döneminde iç içe geçmiş olmakla birlikte, ikinciler birincilere tabi kılınmıştır. Geçmiş geleceğe tabidir. İşçi devleti ile kapitalizmin ortak özelliklerinden biri işbölümü ve özellikle de kafa ve kol emeği arasındaki iş bölümüdür. İşbölümünün bu iki toplumdaki şeklini farklı kılan üretimin işçilerin denetimi altında olup olmadığıdır. İşçilerin denetimi, komünist toplumun kurulması ile birlikte tamamen gerçekleşecek olan kafa ve kol emeği arasındaki ayrımın ortadan kalkmasına doğru-dar da olsa-bir köprü oluşturur. İşçi devleti ile kapitalizm arasındaki ortak özelliklerden bir diğeri teknisyenlerin işçilerin üzerinde yükselen bir hiyerarşi oluşturmalarıdır. ( İşçi devletinde bu özünde bir hiyerarşi değildir aslında ) Aralarında farklılık ise işçi devletinde teknisyenlerin sermayeye değil, işçi devletinin iradesine, kolektif üreticilere bağımlı olmasıdır. Bu, üretim sürecinde tüm toplumsal hiyerarşinin ortadan kalkmasına doğru uzanan yolun çıkış noktasıdır. İş disiplininin sağlanmasında zorlama unsurlar, kapitalizm de olduğu gibi işçi devletinde de olacaktır. Fakat işçi devletinde, kapitalizmdekinin aksine, bunlardan başka unsurlarda olacaktır, üstelik toplumsal dayanışma insanlar arasında uyumlu ilişkiler ve eğitim üretim sürecinde zorlamayı tamamen gereksiz kılıncaya kadar, zorlama unsurları bilinç unsurlarına kıyasla giderek daha önemsiz hale gelecektir.

​Kapitalist meta ekonomisindeki gibi, işçi devletinde de değişim sürecinde eşdeğer miktarlar değişilir, belli miktarda toplumsal olarak gerekli emek taşıyan bir ürün eşdeğer miktarda emek taşıyan bir başka ürünle değiştirilir. Ancak birincisi, işçi devletinde bu, denetlenmeyen güçlerin değil, ekonominin bilinçli yönlendirmesinin sonucudur, ikincisi ve daha önemlisi, eşdeğer miktarların değişimi üretim araçlarının mülkiyeti açısından doğrudan üreticilerin eşit haklara sahip olmasından kaynaklanır.

​Kapitalizmin kapitalist üretim ilişkileri çerçevesinde kısmen olumsuzlanması olan devlet kapitalizminde üretici güçler kapitalizm için fazla olduğundan “ Sosyalist unsurlar ekonomiye girmektedirler”. Ancak bu unsurlar kapitalizmin çıkarlarına tabi kılınmışlardır. Benzer şekilde, üretici güçlerin sosyalizm için yeterince gelişmemiş olduğu bir işçi devletinde, işçi sınıfı sosyalizmi inşa etmek yolunda kapitalist önlemler ( Örneğin, bölüşüm alanında kapitalist hukuk ) uygulayabilir.

​Devlet kapitalizmi ve işçi devleti, kapitalizmden sosyalizme geçişin birer aşamasıdırlar. Devlet kapitalizmi sosyalizmin aşırı uçtaki zıddıdır. Simetrik olarak karşı olup aynı zamanda aralarında diyalektik bir birlik vardır.

​Devlet kapitalizminde işçi, işveren seçmekte özgür olmadığı için ücretli emek kısmen yadsınmıştır, proletaryanı diktatörlüğü altında ise ücretli emek yine kısmen yadsınır. Fakat bu kez işçiler artık kolektif olarak üretim araçlarından “özgür” olmadıkları için aynı zamanda işçi devletinde ücretli emek meta olmaktan çıkar. Emek gücünün “satışı” kapitalizm altında olduğundan başkadır, çünkü işçi devletinde birey olarak işçiler emek güçlerini satmazlar. Yaptıkları emek güçlerini kolektif olarak örgütlenmiş bir sınıfın, yani kendilerinin hizmetine sunmaktır. Emek gücü artık meta olmaktan çıkar, çünkü burada değişim bireyler olarak işçilerin emek güçlerini kolektif olarak işçilere yani kendilerine, sunması şeklini alır. Değişim birbirinden değişim anı dışında tamamen bağımsız bir varlık arasında yapmıyordur artık.

​Devlet kapitalizmi sendikalarla devleti birleştirip ikincisini sonuçta yok etmesine karşın, işçi devleti sendikaların gücünü en üst düzeye yükseltir. Devlet kapitalizmi tarihsel olarak devletin baskıcılığına işaret etmesine karşın, işçi devleti toplumun bugüne dek tanık olduğu en yüksek ölçüdeki demokrasiyi getirir. Devlet kapitalizmi işçi sınıfının üretim araçlarını elinde tutan bir kapitalist sınıf tarafından en ileri ölçüde bastırılmasına işaret eder, işçi devleti ise, kapitalistlerin, üretim araçlarını elinde tutan bir işçi sınıfın tarafından bastırılmasını simgeler.

​Dolayısıyla 1917-1929’a kadarki süreç sosyalizmin unsurlarının başat olduğu belli eksiklikler ve zorlukların yaşandığı kapitalizm ve komünizm arasındaki geçiş olan işçi devletidir. Komünizmin ilk aşamasının sonuçlanması yaşanmasa da süreçler arasında iç içe geçmeler mümkün ve diyalektik olduğu için komünizminin ilk aşamasının özellikleri ile işçi devletinin ortak özellikleri olan bazı özellikleri yaşanmıştır. Örneğin işgücünün meta olmaktan çıkması gibi uygulamalarıdır.

​Bu özgün değerlendirmeden sonra tekrar kısaca yıkımın önemli gelişmelerine değinerek devam ediyoruz.

​Birinci sanayi planının hazırlıkları ile birlikte işçi haklarına ve sendikalara karşı bir saldırı başladı. İşçiler direndiler ama mücadeleyi kaybettiler.

​Birinci Beş Yıllık Plan ile birlikte hızlandırılmış sanayileşme ve birçok ekonomik ve siyasi yaptırımların varlığı görülmeye başlandı. Hızlandırılmış sanayileşmenin boyutlanması yer yer sonuçlarına varsa da daha önceki süreçlerden tamamen yalıtılmış olması mümkün değildi. Lenin de dahil olmak üzere Bolşeviklerin belki de en önemli hatalarından biri teknolojiye karşı olabildiğince iyimser bakmaları idi. Teknolojiye adeta tarafsız, sınıflar üstü bir nitelik atfediyorlardı.

​Bu hızlandırılmış sanayi süreci, sınıf temeli, seçilen teknikler ve amaçları itibarıyla sentez olurken, ortaya baskı ve terörün zorunlu olduğu, işçi sınıfının atomize olarak tutulmasının ön koşul olduğu bir sermaye birikim modeli yarattı.

​Bu modelin temelinde Taylorist emek kontrol mekanizması ile üretkenliğin artırılması yatıyordu. Öylece nispi artı değer arttırılacak ve hızlı bir sanayileşme sürecine girilecekti. Ne var ki nispi artı değerin artırılması ancak ekonomi çapında ücret mallarının gittikçe çeşitlenmesi ve ucuzlaması, işçilerin yaşam koşularının iyileşmesi ile gerçekleşebilirdi. Bu ise sosyal mühendisliğin ürünü değil, ancak sınıf mücadelesinin bir sonucu olabilir.

​Yine diğer tüm koşullar sabit kalmak üzere sermayenin organik bileşimini hızla artırmak başka bir sonuca yol açmaz. Sermayenin organik bileşiminin artış hızı, üretkenlik artış hızını geçmeye başlayınca da artı-değer üretimi düşmeye başlar ve neticede ekonomi küçülmek zorunda kalır. Bu durumun kapıya dayanmamasında dört etken vardır ve dördü de teröre dayanır. Birincisi, fabrika düzenini çok sıkı kontrol ederek işçilerin hiçbir şekilde direnmemesini ve uzun saatler çalışmasını sağlamak. İkincisi, gittikçe artan bir şekilde köle emeği kullanmak, Üçüncüsü, kırsal ürüne değerinin altında fiyatlara el koymak ve böylece ücret mallarının fiyatını düşük tutmak, köylülük buna direndiğinde zorla kolektifleştirmekyani mülküzleştirmek. Dördüncüsü, kıtlık ve düşük kalite yoluyla gerçek ücretleri sürekli düşük tutmaktır.

​Sonuçta tarihsel bir dönemin sürecin önemli yanlarının değerlendirmesini yapmaya çalıştık. 1917 Ekim Devrimi ile 1929-1930 bürokratik egemen sınıf ideoloji olan Stalinizm’inegemenliği sonucu yaşanan yıkımın arka plan saikleriyle yaptığımız bu bütünlüklü değerlendirme sistemin nasıl istihbarat, militarist ve bürokratik aygıta dönüştüğünü açıklıyor, anlatıyor. Diğer yandan bu yıkımdan çıkış, bu yıkımı durdurmak veya ortadan kaldırmak için çözüm üretmek olanaklı mıydı diye düşündüğümüzde önemli ve gerekli gördüğümüz şu değerlendirmeyi yapabiliriz. Elbette toplumsal-sosyal olaylarda mutlaklar, reçeteler yoktur, diyalektik süreçler belirleyicidir.

​Geri bir ülke, küçük meta üretiminin yoğunluğunda bir köylülük, devasa bir bürokrasinin varlığında Lenin ısrarla dünya devriminin öneminden bahsetmiştir. Somut olarak dönemde Alman devriminin yetişmesini de beklemesi nesnelliğin gereğiydi. Dolayısıyla bu yıkımın durdurulması veya ortadan kaldırılması için temel olan dünya devrimi başarılı olsaydı kapitalist pazarın başta Almanya olmak üzere gelişmiş ülkelerdeki kopuşu gerçekleşecekti. Bu kopuş sonucu işçi devleti ile işgücünün meta olmasının ortadan kalkması ile birlikte yine diyalektik saiklelerle dünya devrimi ile ekonomik, politik ve kültürel kodlar Rusya’ya aktarılacak olması meta üretiminin de sönümlenmesini başlatacaktı. Bu durum sosyalizmin inşa süreciyle komünizmin ilk aşamasının gerçekleşmesini sağlayacaktı.

​Yine diyalektik süreçle dünya devrimi ile kapitalist pazardan kopacak her parça domino etkisi yaratacak, dünya devriminin yayılması sonucu emperyalist kuşatma içinde caydırıcı olacaktır. Yine zorunlu olan kapitalizme dönüşe yol veren NEP ve Savaş komünizmine gerek kalmayacaktı. Elbette Marksizm’in içinden ortaya çıkan Stalinizm için zemin olmayacaktı.    

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 14 33
2. Fenerbahçe 14 32
3. Trabzonspor 14 31
4. Göztepe 14 26
5. Samsunspor 14 25
6. Beşiktaş 14 24
7. Gaziantep FK 14 22
8. Kocaelispor 14 18
9. Başakşehir FK 14 16
10. Alanyaspor 14 16
11. Konyaspor 14 15
12. Çaykur Rizespor 14 14
13. Antalyaspor 14 14
14. Kasımpaşa 14 13
15. Eyüpspor 14 12
16. Kayserispor 14 12
17. Gençlerbirliği 14 11
18. Fatih Karagümrük 14 8
Takımlar O P
1. Pendikspor 15 32
2. Bodrum FK 15 30
3. Amed SK 15 29
4. Esenler Erokspor 15 28
5. Erzurumspor FK 15 26
6. Çorum FK 15 25
7. Iğdır FK 15 25
8. Serik Belediyespor 15 25
9. Bandırmaspor 15 23
10. Van Spor FK 15 21
11. Boluspor 15 20
12. Sivasspor 15 20
13. Sakaryaspor 15 19
14. Keçiörengücü 15 18
15. İstanbulspor 15 15
16. Ümraniyespor 15 15
17. Sarıyer 15 14
18. Manisa FK 15 13
19. Hatayspor 15 5
20. Adana Demirspor 15 2
Takımlar O P
1. Arsenal 14 33
2. Manchester City 14 28
3. Aston Villa 14 27
4. Chelsea 14 24
5. Crystal Palace 14 23
6. Sunderland 14 23
7. Brighton & Hove Albion 14 22
8. Manchester United 14 22
9. Liverpool 14 22
10. Everton 14 21
11. Tottenham 14 19
12. Newcastle United 14 19
13. Brentford 14 19
14. Bournemouth 14 19
15. Fulham 14 17
16. Nottingham Forest 14 15
17. Leeds United 14 14
18. West Ham United 14 12
19. Burnley 14 10
20. Wolverhampton 14 2
Takımlar O P
1. Barcelona 15 37
2. Real Madrid 15 36
3. Villarreal 14 32
4. Atletico Madrid 15 31
5. Real Betis 14 24
6. Espanyol 14 24
7. Getafe 14 20
8. Athletic Bilbao 15 20
9. Rayo Vallecano 14 17
10. Real Sociedad 14 16
11. Elche 14 16
12. Celta Vigo 14 16
13. Sevilla 14 16
14. Deportivo Alaves 14 15
15. Valencia 14 14
16. Mallorca 14 13
17. Osasuna 14 12
18. Girona 14 12
19. Levante 14 9
20. Real Oviedo 14 9