05.08.2023, 12:52

Kapitalizm şartlarında mafyalaşma ve çeteleşmenin zemini sürekli var

Küresel kapitalizmin kendi varlığından kaynaklı yıkıcı sorunları ve kapitalizmin kriz ,çöküş durumu bütün şiddetiyle ve hız kesmeden devam ediyor. Bu kriz, çöküş durumu bazı ülkelerin zayıf halka konumundan kaynaklı daha öne çıkarmakta ve gündem olmaktadır. İşte 10 milyonluk İsrail’de faşist, Siyonist, şeriatçı Netanyahu iktidarının yargı üzerindeki despotik tutumuna karşı 30 haftayı kapsayan direnişi devam ediyor. Bu direnişi bizlerin devamlı gündeme getirmemiz bir farkındalığının olmasından kaynaklıdır. Yani son dönemde bu derece uzun süren bir direnişin görülmeyişi ve İsrail’in nüfusuna göre bu direnişlerin 100 binlerden aşağıya düşmeyen kitle katılımlı olmasıdır. Bu anlamda İsrail’deki bu direniş deneyimi sol-sosyalistler için bir laboratuvar ve turnusol işlev görmektedir. Bu ders niteliğindeki örnek deneyimi tüm sol-sosyalistler kendi praksislerine diyalektik ve yaratıcı bir şekilde uygulamaları atalet ve pasifizme karşı adeta panzehir olacaktır.

Yine Rusya-Ukrayna savaşı başlardaki sıcaklığını kaybetse de son bulmuş değildir. Karşılıklı sivil yerleşim yerleri de dahil füze saldırıları devam etmekte olup ölü ve yaralanmalar da görülmektedir. Kapitalizmin bu kaos, kırılgan konumunda barış bile olsa savaş durumu her durumda mümkün olabilecek potansiyel taşımaktadır. Ama henüz böyle bir barış da olmadığı koşullarda Rusya- Ukrayna savaşının başlarına dönülmesi, hatta daha şiddetli olması da sürpriz olmayacaktır. Böylesi bir durumda savaş iki ülke dışına ( Özellikle çeperdeki ülkelere ) yayılarak bölgesel çapta potansiyel taşımaktadır. Çünkü tarafların özgün konumu buna olanak sunmaktadır. Başat olarak ABD kapitalizm-emperyalizminin yayılmacı, saldırgan konumu, Çin ve Rusya özgün kapitalizminin coğrafi ve pazar anlamında hegemonik rekabeti devam etmektedir.

Bu anlamda Rusya- Ukrayna savaşının artçı sarsıntıları kendisini her yerde gösterse de üç bölgenin bir adım öne çıktığı söyleniyor. Batı Afrika, Balkanlar, Orta Asya. Küresel ve bölgesel güç rekabetinin meydan okumaların yoğunlaştığı her üç coğrafyada da yaşanan krizler tesadüf değil. ABD liderliğindeki Batılı güçler Kafkasya’dan Kuzey Buz Denizine kadar dört bir taraftan Rusya’yı sıkıştırıyor. Bunun içinde “kullanışlı ülkeler “ öne sürülüyor. Bu bazen Moldova, bazen Gürcistan bazen de Kırgızistan veya Kazakistan oluyor.

Ukrayna üzerinden sıkıştırılan Rusya ise karşılığı sınırlarının çok uzaklarında, Batı için jeopolitik önemi büyük coğrafyalarda veriyor. Uluslararası jeopolitik dengeleri kökünden sarsan savaş domino etkisi yaratırken, Batı Afrika daha doğrusu Batı Afrika’yı da içeren Sahel bölgesi Rusya-Batı hesaplaşmasının en sıcak sahalarından. Bu anlamda cihatçıların Nijer’deki darbesi bu yaşanan hesaplaşmayı bir kez daha gün yüzüne taşıdı. El Kaide, İŞİD bağlantılı köktendinciler tüm Sahel’i kendilerine üst edinirken Rusya’nın darbenin neresinde olduğuna dair rivayetler muhtelif.

Batı’ya meydan okuyan darbecilerin Rusya göndermesiyle kendilerini sağlama alma anlayışının bunda payının olduğu kuvvetle muhtemel. “ Yaşasın Rusya”, “ Kahrolsun Fransa” sloganları adresi belli mesajlar. Bu anlamda Wagner’in bölgedeki etkisi, Rusya’nın Batı Afrika stratejisi göz önüne alındığında Kremlin “olağan şüpheli “ olsa da Wagner ve Rusya’nın Nijer’deki darbeyle ilişkisini gösteren herhangi bir işaret henüz yok. Wagner uzun süredir Kremlin sponsorluğunda bölge ülkelerin de açık faaliyet gösteriyor. Wagner’in Afrika’ya inmesi, plansız değil. Wagner, Putin Rusya’sının 2008 lerden itibaren “proaktif” dış politikasının bir ürünü. Sıradan bir paramiliter yapıdan, gelişi güzel faaliyet gösteren bir örgütlenmeden daha fazlası Wagner.

Dolayısıyla Nijer tekil bir örnek değil. Son yıllarda diğer Sahel ülkeleri , Mali, Burkina Faso, Çad’da da benzer askeri darbeler yaşandı. Atlantik kıyısından Hint Denizine uzanan orta hatta yaşanan darbeler silsilesinin hepsi birbiriyle bağlantılı. Bu nedenle bir bütünlük içinde ele alınmalı. Sahel Fransız kapitalist -emperyalizmin etki alanında. ABD’nin de Fransa’nın yanında bölgede büyük bir askeri varlığı söz konusu. Ülkede halihazırda 1500 Fransız askerinin yanı sıra, yaklaşık 1000 ABD askeri var. Geniş uranyum yataklarına sahip Nijer, jeo stratejik açıdan da Batı’nın en önemli ortaklarındandı.

Mali ile başlayan Burkina Faso ile devam eden Fransa karşıtı dalga Çad ve Nijer’e de yayılırken Gine’den Nijerya’ya ve Senegal’le kadar pek çok ülke de benzer bir kaynama içerisinde. Sonuçta Rusya’nın varlığını genişletme planı, ABD’nin yığınağı, Çin’in perde arkası girişimleri ve radikal İslamcı köktendincilik bölgeyi rehin almış durumda. Bu kuşatmadan çıkış ve çözüm , Afrika çapında tüm emekçiler ve ezilenlerin enternasyonal ortak mücadelelerinden geçmektedir.

Küresel kapitalizm içinde özgün bir yeri olan Türkiye kapitalizminin somut durumuna baktığımızda ise bu derece açık ve aleni kirlendiği, çürüdüğü döneme rastlamak mümkün değildir. Yine kapitalist devlet aparatının baskı ve şiddet araçlarının da bu derece açık ve aleni kullanıldığı da ( Darbe dönemleri dışında ) görülmüş değildir. Bu anlamda geniş emekçi kitleleri kapitalizmin kirliği, çürümesini ve kapitalist devlet aparatının baskı ve şiddetini yaşayarak öğreniyorlar. Bu durum somutta emekçilerin yaşamını çekilmez noktaya getiren ultra zamlarla daha görünür hale gelmiştir. Özellikle akaryakıt zamları otomatiğe bağlanmış şekilde devam etmektedir. Akaryakıt zamları benzin ve motorine gelerek emekçi ve yoksul köylülerin ekstra yıkımına yol açması dışında, zincirleme olarak adeta iğneden ipliğe zam olduğu için bir kez daha emekçileri ve yoksul köylülerin yıkımına yol açmaktadır. Özellikle bu zamlar kapitalizmin kirliliğine ve çürümesine son dönemdeki en somut örnek olmuştur.

Kapitalist devletin açık baskı ve şiddeti yine son dönem uygulaması olarak Akbelen’de devlet şiddeti özellikle jandarma ve yer yerde polis saldırısı ile devam etmektedir. Bir tarafta şirketler, diğer tarafta köylüler ve muhalifler varken jandarmanın burjuva yasallığına göre de tarafsız kalması, sınıfsal olarak sermaye yanlısı olmasını ( onların mülkiyetlerinin koruyucu olmalarını ) dışlamaz. Ama yaşlı, kadın, genç demeden saldırısı bilinçli, hazırlıklı, planlı bir saldırı olduğunu da açık ve net olarak göstermektedir. Dolayısıyla bu durum güvenlikçi devletin faşizm uygulaması olarak şekillenmiştir. Bu noktada uzun bir parantez açıp ( Önemli gördüğümüz bir anekdotla devam edersek, geçmişte ( Özellikle 12 Eylül öncesi ) sosyalistlerin jandarmaya dönük “ Jandarma biz sosyalistiz, dostuz yalnız biz sana “ diye devam eden marş jandarmayı etkiler yer yer ve kısmi de olsa bağımsız tavır almalarını getirirdi. Bunun temel nedeni ( Elbette daha geniş ve bütünlüklü bir değerlendirmeyi hak ediyor) dışarıda devam eden yoğun bir ülke çapında mücadele ve jandarmanın sınıfsal yanıdır. Yani dışarda yer yer iç savaşı andıran faşizme karşı ülke çapında mücadele ve jandarmanın sınıfsal olarak köylü ( Özellikle yoksul köylü ) menşeili olmasıdır. Gelinen noktada dışarıda geçmişteki gibi bir mücadele yoktur ve jandarma ise sınıfsal olarak amorf durumdadır. Bu durum yani amorfluğun sınıfsal bazdan ziyade düşünce bazlı olmasıdır.)

Elbette kapitalizmin bu aleni kirliliği ve çürümesi, insanın normal halini dışlayan, zombi şeklindeki her gün adeta yeniden geberen olması, canavar vari vahşileşmesi ve kapitalizmin ilkel birikim dönemini andırır sömürü ve vahşeti sınıfsal yanını çok açık ve net olarak göstermektedir. Bir de buna kapitalist devletin açık baskı ve şiddeti eklenmiştir. Bu devlet şiddeti son günlerdeki gibi yalnızca Akbelen’de değil, yeni olarak gazeteci Barış Pehlivan’ın 8 aylık cezasını yatmak üzere cezaevine girecek olması ve yine yakın zaman olarak milletvekili seçilen Can Atalay’ın tahliye edilmemesi ve Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasının devamı ve muhalif gazetecilerin ters kelepçe ile gözaltı ve tutuklanmaları eklenebilir. İşte böyle koşullar geniş emekçi kitlesinin kendiliğinden ve yaşayarak öğrenmesine önemli bir katkı yapıyor. Geriye kalan ise sol-sosyalistlerin geniş işçi ve emekçi kitlesine “siyasi bilinç” doğrultusundaki örgütlü faaliyetlerinin katkısı olacaktır.

Bu sekilde Türkiye kapitalizminin güncel ve ön değerlendirmesi ile birlikte Akbelen direnişinin bütünsel arka plan saiklerini de kapsayan değerlendirmesine geldiğimizde, yalnızca bir orman ve maden karşıtlığından daha fazlası olduğu rahatlıkla görülür.

Muğla Milas’a bağlı İkizköy’de 780 dönümlük Akbelen Ormanını savunmak için köylüler ve diğer muhaliflerin mücadelesi tavizsiz devam etmektedir. Bölge halkı, Limak ile IC İçtaş şirketlerinin iştiraki olan YK Enerjinin maden sahasını genişletme planına karşı adeta can pahasına mücadeleye devam ederken, Jandarma ise şirketlerin çıkarlarını savunmak ve korumak için görevde. Direnişin simgesi olarak yaşlı ve gençlerin ağaçlara sarılışı bir farkındalık yaratmış ve şimdiden tarihe geçmiştir. Bu noktada direniş ve mücadelenin arka plan ve genel durumunun tarihsel ve kronolojik durumuna baktığımızda fotoğrafın bütünü görmüş olacağız.

Muğla, üç adet termik santralin faaliyet gösterdiği bir kent. Bunlar Yatağan, Yeniköy, ve Kemerköy. 26 yıl önce bölge halkı tarımsal üretimi olumsuz etkilemesi nedeniyle tazminat davası açıyor. Yargısal süreç sonunda 1997 de termik santrallerin kapatılmasına hükmediliyor. Buna rağmen faaliyetlerine devam eden santrallerden Kemerköy ve Yeniköy santralleri Limak ile IC İçtaş şirketlerine satılıyor.

Termik santrallere yakıt sağlamak için bölgede linyit sahalarının açılmaya başlaması 1970 li yılların sonuna kadar uzanıyor. Muğla için felaketin kapısı da bu dönemde açılıyor. Maden sahaları açıldıkça yaşam alanları bir bir ortadan kalkıyor. 8 köyün tamamı, 15 köyün de önemli bir bölümü kömür ocakları için yok ediliyor. On binlerce insan topraksızlaştırılıyor ve göç etmek zorunda bırakılıyor. Sağlık ve Çevre Birliği’nin 2022 yılı raporuna göre 2020 ye kadar Muğla’daki 3 termik santral 68 binden fazla ölüme, 43 binden fazla erken doğuma, 455 binden fazla çocukta bronşit vakasına ve 98 milyar Euro’nun üzerinde sağlık masrafına neden oluyor. Ayrıca Milas’ın zeytin ve zeytinyağı “ coğrafi işaret” tescilli almaya hak kazanan ilk zeytin ürünleri. Ne var ki termik santraller ve kömür madenlerinin neden olduğu tahribat, zeytin ağaçlarına zarar vererek bir yandan zeytin verimliliğini diğer yandan da kalitesini düşürüyor.

İşte tüm bunlardan sonra 2019 yılında İkizköy halkına, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerine yakıt temin etmek amacıyla maden sahasının genişleteceği için topraklarını Limak ve IC İçtaş’a satmaları söylendiğinde teklifi geri çeviren köylüler ve muhalifler, yargıya yaptıkları başvurulardan sonuç alamayınca direnişe geçtiler. Dolayısıyla zehir saçan bu ölüm makinelerine halkın örgütlü gücüyle karşı konulmaya başlandı. Muğla halkı termik santralin, maden sahasının, fosil yakıtları ne olduğunu çok iyi biliyor. Ağaçlara sıkı sıkıya sarılmaları bu yüzden. Aslında ağaca değil yaşama sarılıyorlar.

Daha önce de belirtiğimiz gibi Akbelen olayı sadece orman ve madenden daha fazlası demek. Yağmacılık ile başlayan bu süreç tüccar ve sanayicilerin talanı ile devam ediyor. Somut uygulama olarak baktığımızda bu yağmalama süreci, İngiltere’de henüz kapitalizmin emekleme çağından başlayıp üç asrı kapsayan müşterek mülklerin özelleştirilmesi ve mülksüzleştirilenlerin de ucuz emeğe dönüştürme süreci devlet-AKP eliyle kısa zaman kesitinde gerçekleştirildi. 1980 le beraber ihracata dayalı kapitalist ekonomi modeliyle başlayan “sanayisizleşme” ilkel birikimle adeta tavan yaptı. Dövize endeksli bir kapitalist ekonomi yaratıldı. İhracat için ithalata, ithalat için dövize, döviz rekabetini de ucuz emek ve ucuz hammaddeye dayalı olduğu bir sermaye birikim rejimi hakim kılındı.

Maden ihracatı 2022 de adeta rekor kırdı ve 6,5 milyar dolara çıktı. Maden şirketleri 5 yılda 4 kat büyüdü, net satışları 7, ihracatı ise 6 kat arttı. İSO 500 e giren maden tüccarlarına baktığımızda bu yağma ve talanın sahipleri görülecektir. Cengiz Holding’i İngiltere pazarına taşıyan Eti Bakır, Ciner’in Kazan Sodası, Eczacıbaşı’nın Esan’ı gibi. Mobilya, kağıt ve orman ürünleri tüccarlarına baktığımızda 2015 te 4 milyar dolar olan ihracat bugün 8,5 milyar dolar.

Bu alanda sanayicilerde palazlanıyor. 20 yılda imalat sanayinin motor gücünün ana metale kaydığı görülüyor. Orta-düşük ve düşük teknolojiye dayalı ana metal sektörü, demir çelik üretimi ile alüminyum, bakır, çinko, kurşun, kalay ve demir dışındaki diğer metallerin işlenmesini kapsıyor.

Sonuçta bütünlüklü bu değerlendirmeden de görüyoruz ki Akbelen bir laboratuvar ve turnusol işlevi görerek ders niteliğinde bir önemli örnek olmuştur. Bir tarafta devlet şiddetinin- jandarmanın açık şiddetinin hiç bir örtüye gerek duymadan gerçekleşmesi. Bir kesim solun açık veya örtük şekilde ordudan medet umma tutumunun veya tarafsız olmasının hayal olduğu bir kez daha net olarak görülmüştür. Diğer tarafta işçilerin ağaç kesimine katılması, patronların çıkarları doğrultusunda gazetelere ilan vermeleri bir paradokstur. Doğal olanın bu işçilerin köylüler yanında olmaları gerekirken patronlardan yana olmaları bir yanıyla sarı sendikalarda üye olmaları, diğer yanıyla sınıf ve siyasi bilinçten yoksun olmalarından kaynaklıdır. Elbette bu noktada işçilere kızgınlık ve eleştiri kolaycılık olup sosyalist-komünistlerin tutumu olamaz. Tersine sosyalist-komünistlerin kendi sorumlulukları anlamında yanlışları ve zaafları için test olacaktır.

Bu arada burjuva muhalefetin büyüğü olan CHP’nin Kılıçdaroğlu’da da dahil Muğla Akbelen’e adeta çıkarma yapsalar da istedikleri gibi sonucu alamadıkları, seçim sonrasının rutin tepkilerinin devam ettiği açık olarak görülmüştür. Kılıçdaroğlu’nun alandan ayrılmasına tepki olarak, barikata çağrısı sonucu tekrar dönse de tepkileri ortadan kaldırmamıştır. Ayrıca CHP milletvekillerine dönük tepkiye milletvekillerinin sert çıkışları da tepki çekmiştir. Yine kapitalist devletin kirliliğine dönük ironik bir durum daha yaşanmıştır. CHP Urfa milletvekili Mahmut Tanal jandarmanın fişleme listelerine sert tepki gösterip onları vermeyen jandarmayı uzun sayılacak bir mesafede kovalaması ironi dışında devletin burjuva anlamda bile kuralsızlığını net olarak göstermektedir.

Kapitalizmin müsilaj şeklindeki kirliliği, çürümüşlüğü, vahşiliği yalnızca madenler, kömür, ekoloji arasında görülmüyor. Hayatın her alanında görülüyor. Bu görülme artık hiçbir örtüye gerek duymuyor. İşte bu duruma somut bir örnek olay Esenyurt’ta yaşandı. Bir alacak- verecek sorunu nedeniyle ( 600 TL borç nedeniyle ) bir tekel bayi baskını sonucu, baskını yapanlar tarafından bayinin sahibi hem darp edildi, hem de silahla öldürüldü. Ayrıca bir kişi daha yine silahla öldürüldü. Elbette başta İstanbul olmak üzere bu ve benzeri olaylar o kadar çoğaldı ki artık bu tip olayların kanıksanması ve sıradan haline gelmesi doğal karşılanır oldu. Bu olayın aleni ve vahşice işlenmesi, muhatapların genç olması ve özellikle TV lerde görüntülü izlenmesi olayın daha afişe olmasını sağladı. Dolayısıyla bizim bu olayı değerlendirmeye alışımız, olayın kendisi ile ilgili değil, başat olarak olayın arka plan gerçekliğinin ve kendisinin bütünsel saikler ile değerlendirildiğinde anlaşılır ve kavranacak olmasından kaynaklıdır.

Dolayısıyla bu ve benzeri olayların tekil yanları önemli olsa da bunların sonuç olduğu bu sonuçların, nedenlerin bütünlüğü içinde içselleştirilirse doğrulara ulaşılacağı açıktır. Bu tip öldürme, cinayet vb vakalarının tekil nedenleri olarak ilklerden olan cezasızlık ve yüksek bireysel silahlanma önemli olsa da bu tip olayların arka plan geçekliğini açıklamada gerekli olsa da yeterli olmayacaktır. Çünkü tekil yanların önemi ancak sistemsel bütünlük içinde anlamlı ve anlaşılır olacaktır. Kapitalizmin ve kapitalist devletin varlığı ve zemini adeta bu olayları çağırmaktadır. Dolayısıyla bu olaylar ekonomik, politik, sosyolojik, psikolojik ve kültürel kodlar olarak var olmaktadır. Bunların hepsi etkili olabileceği gibi, bazılarının daha başat olması da mümkündür. Yine bu özelliklerin bazılarının daha açık, diğer bazılarının daha örtük olması da mümkündür.

Kapitalizmin ve kapitalist devletin gelinen noktada konumu bu olayların adeta ateşleyicisi olmaktadır. Bu bataklık her boydan çeteleşme ve mafya vari örgütlerin üremesine her boyutuyla zemin olmuştur. En küçük çapta çeteleşmenin bile devlet veya iktidarla bağlantılı olarak şekillendiği açık olarak bilinmektedir. Mafyalaşma da sermaye, devlet, siyaset üçgeni bir ezber değil pratiğin kendisi olmuştur. Bu tip öldürme, cinayet olaylarında temel özne olan güvenlik ve yargı burjuva anlamda bile bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiş durumdadır. Adeta bu kurumlar meta haline gelmiş durumdadır. Elbette böylesi koşullarda burjuva anlamda suç ceza konseptinde bile suçun karşılığı cezasızlık veya göstermelik az ceza olunca bu tip cinayet vakaları aleni işlenmekte, suç üstü bile olsa az ceza sonuçta cezasızlık olmaktadır. Bir de buna ironi çerçevesinde iyi hal eklendiğinde ( Örneğin kravat takma gibi ) işlem tamamlanmaktadır.

Gelinen noktada eğer geniş kitleler için hemen tüm alanlar güvenlikten uzak bir korku, endişe kaynağı olmuşsa bu kapitalist devletin burjuva kurallarının da ortadan kalktığı ve azaldığı anlama gelir ki bu bir yanıyla da kuralsızlık demektir. Bu durum da ancak güvenlikçi devlet veya faşizmin kurumsallaşmasının hızlandığı koşullarda mümkündür. Yani güvenlikçi devletin güvenlikçi özelliği sermayenin güvenliği ve korunmasını sağlarken, geniş kitleler için güvenlik işlememekte, işlediği noktada da korku ve endişe yaymaktadır. Kapitalist devlet ve egemenler için en kaotik, zafiyet durumu da kurumlara güvenin kaybı ve insanların kendi güvenliklerini sağlama konusunda tutumların giderek artmış olmasıdır. Süreçte bu durum daha da hızlanırsa (etnik ve mezhepsel nedenlerden beklenen iç savaş veya iç çatışmalar yaşanmasa da ) özellikle iç çatışmaların bu alandan başlaması sürpriz olmayacaktır. Bir de buna ırkçılık saikiyle yaklaşılan mültecilerin eklenmesi, kadın cinayetleri, çocuklar dahil taciz, tecavüz olayları eklendiğinde durumun daha da görünür olacağı açıktır.

Bu cinayetlerin işlenmesinde önemli nedenlerden biri olan bireysel silahlanma alım-satım ve kullanımı anlamında adeta hobi olmuştur. ABD merkezli bireysel silahlanma ve cinayet olaylarının artışı biçimsel farklılıklarla tüm ülkelere adeta kopyalama gibi yayılmış durumdadır. Meta vari bir işleyişle silaha ulaşmanın kolaylaşması, özellikle ABD’de toplu çocuk cinayetlerinin de adeta ateşleyicisi olmuştur. Türkiye’de 25 milyon üzerinde ruhsatsız silah olması ve dünyada cinayet vakalarında 5. sırada olması bu cinayetlerin önemini yükseltmektedir.

Bu noktada somut gelişmelere baktığımızda Esenyurt ve benzeri olaylar daha da anlaşılır olacaktır. Öncelikle şunu belirtelim. Bugüne kadar somut verilerle görülmüştür ki eğer bu tip olaylar olduğunda var olan olaya dönük yayın yasağı geliyorsa bu olayların devlet bağlantılarını göstermektedir. Esenyurt olayına da yayın yasağı getirilmesi de olayın şu veya bu düzeyde devlet bağlantısından kaynaklıdır. Yine bir başka zaaflı, kırılgan durumda bu tip olaylar yaşandığında özellikle yönetici elitlerden idam çağrılarının gelmesidir. Kendi sorumluluklarının üzerini örtme ve gerçekleri karartmanın bir aracı olarak gündeme getirilen idam konusunda Cumhurbaşkanı Başdanışmanı şeriat yasası olan “kısas” a vurgu yapıp “idam” istese de, sonuçta idamın bir caydırıcılık yaratmadığı bilinmektedir.. Tüm bilimsel veriler de bunu göstermektedir. Çünkü idam telafisi olmayan insanlık dışı bir uygulamadır. Elbette bu durum suç-ceza kapsamında ceza ve cezalandırmayı dışlamaz.

Organize suç örgütlerinin ( Mafyanın, çetelerin ) iktidarla-devletle böylesine iç içe geçtiği, rüşvet, şantaj ve tehdidin ekonomik çarkın bir dişlisi haline geldiği, katillerin “ kahraman” olarak sahiplendiği durumda, Esenyurt’ta ki cinayet, bir alacak-verecek davasını, anlaşmazlığı silahla çözmeyi “ normalleştiren “ sistemden- kapitalizmden bağımsız ele alınamaz. Çünkü ülke tarihinin hiçbir döneminde mafyanın karanlık elinin böylesine devletin ve iktidarın bir aracı ve hukuk dışı arayışlar da bu düzeyde toplumsal yaşamın bir parçası haline gelmemişti.

Organize suç örgütü lideri Sedat Peker devlet katında muteber olduğu dönemlerde “ En hayırsever iş adamı” ödülünü almış, iktidardan aldığı güçle Erdoğan’ın hedefe koyduğu barış akademisyenlerini kanlarını oluk oluk akıtmakla tehdit etmişti. İktidar blokunun diğer temsilcisi Bahçeli’nin “dava arkadaşı” Ülkücü Mafya Lideri Alaattin Çakıcı, ana muhalefet partisi liderini “akıllı” ol diye tehdit etmiş, bir başka Ülkücü Mafya Lideri Sedat Şahin, tahliye olur olmaz soluğu yine Bahçeli’nin yanında almıştı.

Yine 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazası, ülkücü mafyanın kontrgerilla örgütlenmesi ve operasyonlarında nasıl kullanıldığını çarpıcı biçimde ortaya koymuştu. Dönemin Başbakanı Çiller, Kürt halkına, siyasetçi ve aydınlarına karşı kullanılan ülkücü mafyadan devşirilen tetikçileri Meclis kürsüsünde sahiplenmişti. Peker ifşaatında JİTEM’ci Veli Küçük ile ilişkilerini ve MİT’çi Kokut Eken tarafından Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’nın katledilmesi için nasıl görevlendirildiğini de anlatmıştı.

Mafyanın kara para ekonomisi, bu iktidar döneminde en yüksek seviyeye ulaştı. Geçen yıl Türkiye’ye 25 milyar dolarlık kaynağı belirsiz para girişi yaşandı. Türkiye “dünya adalet projesi” tarafından her yıl yayımlanan “hukukun üstünlüğü endeksine” göre, 2022 de 140 ülke arasında 116 sırada yer aldı. Yine bir başka veri ve gelişme darbe kalkışmasından sonra “kayıp “ olduğu ortaya çıkan 107 bin silahı ve iktidarın tescilli destekçisi Sevda Noyan’ın itiraf ettiği ellerindeki silahlar ve öldürülecekler listesini hatırlatmak gerekiyor.

Yine Esenyurt’ta yaşanan bu cinayet olayının bütünü olmasa da Esenyurt’tun özgün yanından kaynaklı bir tarafı olduğu da belirtilmektedir. 400 bin üzerine kurulu bir ilçenin göç nedeniyle 1 milyonu aşan nüfusu adeta obez şekilde bir şişkinlik ile çevrilemez duruma gelmiştir. Öyle bir somut durum yaşanıyor ki Esenyut’ta başat olarak meslek ve iş vasfı suç örgütü anlamında çeteleşme olmuştur. Öyle ki son Esenyurt tekel bayii cinayetinde de görüldüğü gibi öldürenler ve ölenin de silahlı olduğu bir yanıyla bölgenin alameti-farikası olmuştur.

Sonuçta hemen her alanın veya işletmenin bir mafyası veya çeteleri olması küçük boy çetelerin yerel devletle, büyük boy mafyanın merkezi devletle bağlantılı olduğu gerçeği bilindiği için kapitalizm ve kapitalist devletin mafya ve çeteleri yarattığı koşullarda sorunun kaynağı ve zeminini yaratanlardan radikal çözüm beklemek beyhude çaba olacaktır. Ama bu durum kapitalizm koşullarında da mücadele ile mafya ve çetelerin geriletilmesi ve yer yer ortadan kalkmasının engeli değildir. Ama kapitalizm ve kapitalist devlet şartlarında mafyalaşma ve çeteleşme yer yer ortadan kalksa da yeniden üretilmesinin zemininin sürekli var olması bizlere mafyalaşma ve çeteleşmenin ortadan kaldırılması anlamında kalıcı ve radikal çözümün bir devrim ve komünizm işi olduğunu gösteriyor.

SONUÇ YERİNE

Gelinen noktada kapitalizmin kirliliği ve çürümesi, güvenlikçi devlet ve faşizmin uygulamalarının aleni ve görünür olduğu koşullarda kapitalizm içinde veya reformların çözüm olmaması noktasında kopuşlar önemli ve anlamlı olmuş ve olacaktır. Bu noktada Devrimci Marksizm’in referansıyla önemli ve uygun gördüğümüz kısa bir değerlendirme uygun olacaktır. Sol-sosyalist çevrelerde bu kopuşlar ve geçmişe dönmek Devrimci Marksizm’in temel tezlerine dönmek olacaktır. ( Aşılmayan ve yanlışlanmayan anlamında ) bunlar kapitalizm, emperyalizm, devlet, devrim, faşizm gibi temel tezlerdir.

Ama reformizimden kopup tekrar, arkaik ve muhafazakar bir egemen sınıf olan bürokrasiyi ve onun sistemsel karşılığı olan bürokratik devlet kapitalizmini, dejenere de olsa işçi devleti veya bürokratik te olsa sosyalizm olarak görmek. Kapitalizmin bir dünya sistemi olması bu anlamda hemen her yere meta üretimi olarak yayıldığı koşullarda önümüzdeki devrimci adım sürekli devrim veya sosyalist devrim olması zorunlu ve gerekliyken hala demokratik devrim veya demokratik halk devrimini savunmak. Emperyalizm kapitalizmin bir yüksek aşaması değil kapitalizmin kendisi olması bu anlamda tekelci kapitalizm olması dışında ülke bazlı ( Örneğin ABD gibi ) yalnızca yayılmacılık olarak görülmesi. Emperyalizmin bir alt aşaması olarak bütün ilke veya başat ilkelerini taşıması anlamında alt-emperyalizm yerine, yarı sömürge veya yeni sömürge denmesi. Faşizme karşı başka bir baskı ve şiddet aracı olan burjuva demokrasilerini savunmanın sosyalistlerin-komünistlerin tutumu olamayacağı, kapitalizmin potansiyel bir eğilimi olan faşizmin mahreçlerinden devrim ve komünizm ile ortadan kaldırılacağı bu anlamda faşizmin yeniden üretimi için sınıfsal zeminin ortadan kalkacağı açıktır. Ama faşizmin bir devrim ve komünizm ile değil de anti faşist mücadele ile ( Örneğin, İtalya, Almanya, İspanya gibi ) yıkılmaları faşizmin kalıcı ve radikal olarak ortadan kaldırılmasının devrim ve komünizmden geçmesinin engeli değildir. Dolayısıyla reformizimden kopuş bu tezleri kapsamazsa başka bir yanlış ve sarih bir eklektizm olacaktır.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 34 93
2. Fenerbahçe 34 89
3. Trabzonspor 34 58
4. Beşiktaş 35 54
5. Başakşehir 34 52
6. Alanyaspor 35 49
7. Kasımpasa 34 49
8. Rizespor 35 49
9. Sivasspor 34 48
10. Antalyaspor 34 45
11. A.Demirspor 34 41
12. Kayserispor 34 40
13. Ankaragücü 35 39
14. Samsunspor 34 39
15. Karagümrük 34 36
16. Konyaspor 34 36
17. Gaziantep FK 34 34
18. Hatayspor 34 33
19. Pendikspor 34 30
20. İstanbulspor 34 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 32 72
2. Göztepe 32 66
3. Sakaryaspor 32 57
4. Kocaelispor 32 55
5. Ahlatçı Çorum FK 32 55
6. Bodrumspor 32 53
7. Boluspor 32 50
8. Bandırmaspor 32 47
9. Gençlerbirliği 32 47
10. Erzurumspor 32 44
11. Keçiörengücü 32 39
12. Manisa FK 32 37
13. Ümraniye 32 37
14. Şanlıurfaspor 32 34
15. Tuzlaspor 32 34
16. Adanaspor 32 33
17. Altay 32 15
18. Giresunspor 32 7
Takımlar O P
1. Arsenal 35 80
2. M.City 34 79
3. Liverpool 35 75
4. Aston Villa 35 67
5. Tottenham 34 60
6. M. United 34 54
7. Newcastle 34 53
8. Chelsea 34 51
9. West Ham United 35 49
10. Bournemouth 35 48
11. Wolves 35 46
12. Brighton 34 44
13. Fulham 35 43
14. Crystal Palace 35 40
15. Everton 36 37
16. Brentford 35 35
17. Nottingham Forest 35 26
18. Luton Town 36 26
19. Burnley 35 24
20. Sheffield United 35 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 33 84
2. Barcelona 33 73
3. Girona 33 71
4. Atletico Madrid 33 64
5. Athletic Bilbao 34 61
6. Real Sociedad 33 51
7. Real Betis 33 49
8. Valencia 33 47
9. Villarreal 33 45
10. Getafe 34 43
11. Osasuna 33 39
12. Deportivo Alaves 33 38
13. Sevilla 33 38
14. Las Palmas 33 37
15. Rayo Vallecano 33 34
16. Mallorca 33 32
17. Celta Vigo 33 31
18. Cadiz 33 26
19. Granada 33 21
20. Almeria 33 14