03.04.2022, 08:17

"Kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığı güncellenerek devam etmektedir"

Bir taraftan savaş yayılarak devam etmektedir. Ukrayna’nın doğusunun işgali tamamlanmak üzeredir. Diğer taraftan Türkiye’de seçim tartışmaları ( Baskın veya erken seçim olarak ) tekrar gündemin ön sıralarına geçmiş durumdadır. Elbette savaş bütünüyle sonuçlanana kadar gündemi işgal edecektir. Bizde gelişmeleri değerlendirmeye devam edeceğiz. Ayrıca savaşın başladığından bugüne diğer öne çıkan ve önemli gördüğümüz konuları da ele almayı da sürdürmek istiyoruz.

Rusya’da Devrim en zayıf halkadan başlamıştır. Proleter Ekim Devrimi bu zayıf halka sonucu muzaffer olmuştur. Haksız savaşlar ise kapitalizmin-emperyalizmin en zayıf halkasından başlamıştır. Bugün için en zayıf halka Ukrayna olmuştur. İleride özel mülkiyetin varlığı diğer zayıf halkaları da savaşlara sürükleyecektir.

Eski bir istatistik olsa da dünya genelinde 15 binin üzerinde savaş yaşandığı belirtiliyor. Tarihsel olarak öne çıkan 100 yıl savaşları, 30 yıl savaşları dinsel aidiyet ( Katolik, Protestan savaşları olarak ) sonucu başlamıştır. Birinci ve İkinci dünya savaşları da pazarların yeniden paylaşımı üzerine başlamıştır. Sonuçta bu savaşlar sınıflı toplumların varlığı ve sürekliliğinin garantisi olarak ortaya çıkmıştır. Milyonlarca çocuk, kadın, yaşlı mazlum insan bu kirli savaşın kurbanı olmuşlardır.

Dolayısıyla ABD’nin oluşturduğu “sürekli savaş “ teorisi, doktrini belirleyiciliğini korumaktadır. Bu doktrin elbette diğer kolektif emperyalist ülkelerinin de doktrinidir. Ayrıca Rusya’nın Ukrayna işgali ile birlikte, Rusya’nın da doktrini olmuştur. Giderek bu “sürekli savaş” doktrini Çin, Hindistan ve diğer alt-emperyalist ülkeleri kapsaması da sürpriz olmayacaktır. Zaten Başta ABD ve kolektif emperyalist ülkeler bu doktrini ( Başat olarak Vietnam ve Cezayir’de ) geçmişte de uygulamıştır. Çin ( Tayvan ) ve Hindistan’ın ( Pakistan) bu doktrini başat olarak uyguladığı ülkeler olmuştur.

ABD’nin bu “sürekli savaş” doktrininin ulusal ve sınıfsal savaşları caydırmak saikiyle yapıldığı açıktır. ABD’nin somutta uyguladığı engelleme, geliştirmeme şeklindeki “önleyici savaş” doktrini de bu “sürekli savaş” doktrinin bir parçasıdır. Bu doktrinler dışarıya korku yaymak üzere , içeriye ise huzur, güven, istikrar için gündeme gelmiştir. Ama artık içerde de huzur ve istikrar adeta tarih olmuştur. 11 Eylül saldırıları ile başlayan bu süreç, Trump’ın faşistleri tarafından Kongre binasının işgali ile ( 5 kişinin öldürüldüğü ) bozulmuştur.

Savaşın son gelişmelerine baktığımızda savaşın kirli yüzü bütün şiddetiyle devam etmektedir. Bu savaşın sonuçta ABD-NATO ve Rusya arasında olduğu açık. Son günlerdeki NATO toplantısından kısmi bile olsa ateşkes, barış çıkmamıştır. Tersine savaş çıkmıştır. Toplantı Ukrayna’ya hangi silahların verileceği envanteri ile sonuçlanmıştır.

Ayrıca ABD askerlerinin KİEV ‘de görüldüğü söyleniyor. Rusya’nın fosfor bombası kullanıldığı da belirtiliyor. Ağaçlara, direklere asılan çıplak insan bedenleri teşhir ediliyor.Bunlar açığa çıkanlar, ilerde gizlenen bir dizi vahşet görüntüleri de çıkması sürpriz olmayacaktır.

Yine Putin Rusya’sının işgalinin zemini önceden döşendiği bilinmelidir.. Despot, modern çar Putin’in oligarklar egemenliğindeki kapitalizmin vahşeti tüm muhalifler ve kendinden olmayanlara karşı uygulanmıştır. ( Bu vahşeti Ümit Savaş , Kıyma Makinesi başlıklı yazısı ile adeta tefrika gibi açıklamıştır ) Yine bu vahşet Putin yanlıları ve bizzat Putin tarafından önceden yani Ukrayna işgalinden önce açıklanmıştır.

Rusya’nın böylece ( Ukrayna’nın işgali ile ) yeni bir dünya düzeni kurduğu iddia ediliyor. “Ukrayna’nın , Rusya’nın bağrına dönmesiyle birlikte Rus dünyasının yeniden bir araya getirildiği, Rusya’nın tarihi ve dünyadaki yeri için bunun elzem olduğu, Batı’nın küresel tahakkümüne bu vesileyle son verildiği, bu sebeple Batı’nın Rusya’yı cezalandırmak istediği ne ki , hiçbir baskının Moskova’yı yolundan döndüremeyeceği , dünyanın bu meyanda çok kutuplu yeni bir düzene geçeceği ilan ediliyor”.

Yine bizzat Putin “ Onlar, burada bizimle, halkımızla Rusya’da değil, ( demokrasi, insan hakları, cinsiyet eşitliği vs. gibi kökü aydınlanma fikirlerine dayanan görüşleri nedeniyle fikren Batı’da ) yaşamaktadır. Böyleleri bir üst sınıf olarak gördükleri ( Batı değerlerine bağlı yaşayabilmek için ) analarını satarlar. Ama Rus halkı vatanseverlerle , ( Batı’nı 5. Kolu olan ) bu pislikleri ayırt edebilecek , onları kazara ağızlarına giren bir sinek gibi tükürüp atacaklardır”.

Bu ve benzeri muhaliflere dönük tanıdık gelen bu açıklamalar, tüm egemenlerin, despotların rutin açıklaması olmuştur ve ayrıca Rusya’nın - Putin’in işgalinin de somut göstergesi olmuştur.

Savaşın Türkiye cephesine baktığımızda takiye , sanal, günlük başarı adeta tek kurtarıcı olmuştur. Denize düşen yılana sarılır çağrışımlı tutumlar sonuçta aldatmacadan başka bir şey değildir. İstanbul’da düzenlenen Rusya , Ukrayna görüşmesi kolaylaştırıcı ( Arabulucu değil ) ve yer seçimi olarak bir özellik taşımaktadır. Ama bu tutum dahil ( Başkaca kullanabilecek argüman ve kredisi kalmadığı için ) Erdoğan sanki savaş kazanmış ( veya ateşkes ve barışı sağlamış gibi ) bir general muamelesi görmektedir.

Abramovic gibi yaptırımlarla yasaklı olan türedi oligarkın Cumhurbaşkanı dahil Türk yetkililerce adeta kuşatmaya alınması ( Sıcak para tahsili için olsa gerek ) sürpriz olmamıştır. Seçim dönemlerinin milliyetçilik ve din ağırlıklı oy hesabı burada da yeni durumu ile tezahür etmiştir. Baskın veya erken seçim tartışmalarının yoğunlaştığı bugünlerde göstermelik barış yanlısı tutum Erdoğan’ın açıklamalarına yansımıştır.

Erdoğan sanki Türkiye’de savaş durumu varmış gibi Suriye ve Irak’taki gibi Türkiye’yi savaşa sokmadık diyerek adeta ekonomik yıkımı özellikle pahalılığı unutun demektedir. Oysa savaş uzadıkça tedarik zincirlerindeki tıkanmaların ekstra pahalılık ve ürün azlığı yaratacağı söylenmektedir. Rusya’dan petrol , doğalgaz ve buğday kısıtlaması, Ukrayna’dan ayçiçeği yağı ve buğday kısıtlaması devam etmektedir. Buna bir de Rusya’dan ve Ukrayna’dan alınan demir, çelik ve özellikle hurda demir ve nikel alımının durdurulması olanağı eklenmelidir. Bu durumda demirle ilgili tüm sektörlerin yıkımı yaşanacaktır. Yine bundan da sonuçta en zararlı çıkacak olanlar emekçiler, yoksullar olacaktır.

Savaşın tüm bu ve benzeri olumsuzlukları, kirliliği, yıkımı kapitalizmin varlığı ile birlikte devam edecektir. Nükleer savaşın da zemini olan koşulların varlığı insanlığın sonu demektir. Dolayısıyla egemenler cephesinde de, muhalif cephede de ne yapılması gerekir sorusu yoğun şekilde tartışılmaktadır.

Kapitalizmin yeniden üretim kanallarının ciddi tıkanmışlık yaşadığı açıktır. Fazla değer, yeni değer, artı değer üretmede zorlanan bir kapitalizm ile karşı karşıyayız. Bu anlamda çürüme ve gebermesi rutin duruma gelmiştir. Bu durumda elinde kullanışlı tek silah savaşlar olacaktır. Ayakta kalması, yaşaması için ve sömürü ve zenginlik için savaşlar tek çözüm olarak görülmektedir.

Dolayısıyla artık kapitalizm içinden kalıcı, sürekli barış olması mümkün gözükmemektedir. Bu noktada savaşların ortadan kaldırılması için tek yol olarak proleter devrim ve onun üzerinde şekillenecek, inşa edilecek sosyalizm-komünizm kalmaktadır. Bu devriminde , devrimci durum ve nesnel şartları vardır. Yapılması gereken öznel koşulların yaratılmasıdır.

Dün ve bugünde sosyalist-komünistlere temel eleştiri ( çok haklı olarak ) büyüyememeleri üzerinedir. Bu derece adeta hazır zemin koşullarında kitleselleşememek sorunlu, sakat bir durumdur .Bu durum literatürde işçi sınıfı ile sosyalist-komünistlerin birleşememesi demektir.

Bunun çözümü yalnız bizlerin sorunu değil, Türkiye’de ki ve hatta dünyadaki tüm sosyalist- komünistlerin yakıcı sorunudur. Biz kısaca mütevazi bir katkı için şunları söylüyoruz. Geçmişte ( özellikle 12 Eylül öncesi ) kitleselleşmek faşizme karşı mücadeleye tekabül ediyordu. Faşizme karşı mücadelenin gereğini yerine getirenler hızla büyüyorlardı ( örneğin Dev-Yol, Kurtuluş gibi ) bu süreçte iradeleri dışında nesnel bir süreçti.

Bugün ise sosyalizm-komünizm için sınıfsal anlamda bir nesnel koşullar bulunmamaktadır. Bunun yaratılma görevi sosyalist- komünistlere düşmektedir. Bunun içinde döneme uygun ( bilinç ve örgütlülük anlamında ) kadrolara ve düzenli, sürekli komünist kitle faaliyetine ihtiyaç vardır. Ama bunun iki temel engeli bulunmaktadır. Bunun bir engeli nitelikli kadroların fiziki olarak ortadan kaldırılmasında yaşanmıştır. ( yakın tarih olarak Gezmiş, Çayan, Kaypakkaya ve arkadaşlarının bilinçli katliamı gibi ) Diğeri sosyalizm denilen ülkelerin yıkılmasının getirdiği moral, motivasyon, güvenin kaybedilmesidir.

Ayrıca 12 Eylülün yıkımı ile birlikte dağılan örgütlerin tutamadığı ya kapitalizmin saflarına geçen ya da her şeyden koparak köşesine çekilen nitelikli insanların varlığıdır. Diğer engel ise döneme adapte olamamanın getirdiği zaaflar, eksikler, yanlışlardır. Yani geçmişi bütünüyle kutsamanın tutuculuğudur. Diğeri bugünün kutsanıp geçmişin reddedilmesidir. Birisi ancak bugünün tek yeni olabileceğini söylerken, öteki geçmişin eskidiğini söylemektedir. He iki anlayış da sonuçta diyalektiğe takla attırmaktadır.

Gelinen noktada bahaneler, mantıklı gerekçeler üretilmezse kitleselleşmek zor olmayacaktır. Geçmişin ve bugünün diyalektik ve yaratıcı ‘yeniliği’ ve onun sentezi yeterli olacaktır. Ulaşılabilecek teorik-politik kaynakların varlığı bir avantajdır. Ama artık nitelikli kadrolar ortaya çıkarmak için ve kitleselleşmek için az olan teorik donanım yetmemektedir. Tüm aktif kitlelerin ( Başat olarak kadın ve gençlik , işçi kadın ve işçi gençliğin talepleri zenginleşmiş, gelişmiş, çeşitlenmiştir ) kazanımı için genel bilgi, Marksizm’in yeterli bilgisi ve siyasi çizgi doğruluğu yeterlilik olacaktır. Birde düşündüğün gibi yaşama, yaşadığın gibi düşünmenin sahiciliği önemli olacaktır.

Sonuçta kitle içinde komünist faaliyet olarak Marksizm’in genel anlayışı bugünde önemini korumaktadır. Yaratıcı şekilde ( Dönem ve konjonktürü dikkate alarak ) zenginleştirme, geliştirme yeterli olacaktır. Kişisel teorik-siyasi gelişmenin temel önemi görülmelidir. Ama teorik- siyasi gelişme için kolektif yanın önemi de atlanmamalıdır. Geçmişte düzenlenen işçilere dönük eğitim ve diğer eğitim çalışmalarının ortadan kaldırılması ( küçük çaplı da olsa bu tip çalışmalar varsa bile olumludur ) bu çalışmalardan verim alınmamasından veya yanlışlığından değil, yaratıcı olarak, diyalektik olarak hayata geçmemesinden kaynaklıdır. Bu anlayışta nobranlığa, vulgarizme, ezberlere tekabül eder.

Birde kitle çalışmasında burjuva çalışmalarını taklidi ( yalnızca mitingler, medya, sosyal medya vb, kullanılması gibi ) yetmemektedir. Temel çalışma bire bir, yüz yüze kazanıncaya kadar olmalıdır. Bugünün tabiriyle uzaktan değil insanlara dokunmak gerekmektedir.

Bu bölüme ekonominin güncel gelişmelerinin değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

Emeği bağlayıp sermayeyi serbest bırakan kapitalizmin kirliliği, barbarlığı hız kesmeden devam ediyor. Yazıya devam ederken doğal gaza konutlarda yüzde 35 daha zam geldi. Artık dayanılmaz noktadaki bu zamlar asgari düzeyde bile önüne geçilmezse sokaklar isyanın merkezi olacak. Emekçilerin doğrudan karşılaştıkları ve gizlenemez net gerçeklik ücretleri ve onun harcama alanlarıdır.

Bu durumu yoksullar bizzat çarşı-pazarda yaşayarak görüyorlar. Meyve ve sebze fiyatlarının çoğunun 30-40 lira olduğu görülüyor. Artık kilo ile alma tarihe karışmak üzere. Etiket değiştirme günlük, rutin iş haline geldi. Her konuda tüm olumsuzlukları güzellemeler ile olumlu gösteren Erdoğan’da pahalılığı kabul etmiş durumda.

Yine aynı Erdoğan seri şekilde güzellemelerine devam ediyor. Asgari ücrete zam konusunda açıklama yapıyor. “Biz vatandaşımızdan ,hele hele işçimizden böyle bir şeyi esirgemeyiz. Veren el, alan elden hayırlıdır.” Bu ikameci anlayış burjuva politikacıların temel anlayışıdır. Sanki her şey onların, tüm değerleri onlar üretiyorlar. ( geçmişte komünizmi de biz getiririz demişlerdi )

Asgari ücrete zammı dinsel aidiyetle sadaka olarak görüyorlar. Oysa işçilere bırakalım zammı ücreti bile vermezsiniz. Ama işçi sınıfı tüm bu kazanımları direnerek, mücadele ile almıştır.Ücret işçi sınıfının işgücünün fiyatıdır. Bir kısmı da ödenmemiş artı değerdir ve sermaye ve patronların varlık nedenidir. Yani sadaka değildir. ücret işçilerin işgüçlerinin bir kısmının karşılanmasıdır.

Nominal ücret olarak parasal, gerçek ücret olarak alım gücünü karşılayan ücret farklı olsa da, kapitalizm içinde ücretlerin tunç yasası işlediği için iki ücret biçimi de kurtuluşu sağlamayacaktır. Gerçek ve radikal kurtuluş ücretlerin ortadan kalktığı komünizmle sağlanacaktır.

Bu arada traji-komik ironik açıklamalarda gelmeye devam ediyor.Bu açıklamalar böylesi kirli, karanlık ortamda emekçilerin küçük de olsa gülmesini sağlıyor. Gözlerinden gülücük eksik olmayan Nebati açıklıyor. “ TL’yi en küçük seviyeye düşürdük. Türk lirası en düşük durumda , daha ineceği bir yer yok, vatandaş rahat olsun” Bu ülkede iş adamı, iş kadını olmak o kadar tatlı o kadar güzel ki. Türkiye ekonomisini kurtardık elhamdüllilah. Nebati’nin final sözleri “Bayrak yere inmeyecek, ezan susmayacak”

Damat bakanda Türk lirası Etopya para birimi Birri’den bile daha çok değer kaybederken “size ne maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz” demişti.

Nebati’nin bu açıklaması psikolojik dağılmanın bir garabet durumudur. Kendisi de bir patron olarak tatlı güzellikler yaşıyor. Halk diliyle Allah söyletti, Allahın sopası yok demek gerekiyor. Ama doğruları söyleyerek muhalefete adeta ders vermektedir. Nebati ‘nin bu açıklaması yeterli sarihlikte olduğu için başka yoruma gerek yok. Kapitalizm öyle ekonomistler yaratıyor ki kendi mezarını kazıyorlar ve emekçiler zahmetsiz çok şey öğreniyor.

Yine ironik bir açıklama Erdoğan’dan geldi. Yatarken yediği kestane ballı, Medine hurmalı, manda yoğurtlu , yulaflı menüsü hicivli, yoğun tartışma konusu oldu. Elbette böylesi açlık , yoksulluk koşullarında insanların ekmek kuyruklarında çile çekerlerken bu menü en hafif tabirle fazla oldu. Ayrıca dinsel olarak da insanlar alamadıkları ürünlere dönük gözü kaldı denir. Bu anlamda da kendi dinsel kurallarına uymayarak bu açıklamayı yapmıştır.

Ama biz Erdoğan için çok küçük olan bu menünün maliyetini yalnızca bu noktadan tartışmanın bilerek veya bilmeden yapılan bir illüzyon olduğunu düşünüyoruz. Erdoğan için o kadar küçük ki bu menünün maliyeti, rahatlıkla ekmek, su fiyatı gibi açıklamıştır. Dolayısıyla egemenler için varlıklarının sürekliği için emekçilere büyük fotoğrafı değil, küçük fotoğrafı göstermek temel anlayışları olmuştur.

Bizler ise büyük fotoğraf üzerine durmalıyız, yoğunlaşmalıyız. Cumhurbaşkanının asgari ücretin 20 katını aşan maaşı üzerinde durmalıyız. Sarayın aylık milyonları bulan harcamalarının üzerinde durmalıyız. Örtülü ödenekten milyarların harcanılması üzerinde yoğunlaşmalıyız. Final olarak da bir yüzükle gelip dünyanın en zengin Cumhurbaşkanları arasında olduğu söyleniyor, bunun üzerinde yoğunlaşmalıyız. Bu harcamaların ve zenginliğin kaynağının hepsinin emekçileri değerleri olduğunun üzerinde durmalıyız.

Patronlara bir kıyakla daha bu bölümü sonlandırmak istiyoruz. Resmi Gazetede yayımlanan tebliğe göre Şubat ayında 617 şirkete 17 milyar 736,5 milyon teşvik belgesi verildi. İşçiler sigorta primlerini öderken bile nankörlükle suçlanırken, patronlara ayrıca, faiz desteği, KDV istisnası, sigorta pirimi patron hissesi ve yüzde 70 vergi indirimi sağlanacak.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığı güncellenerek devam etmektedir. Bir yanda iktidar yeni seçim yasası çıkarmaktadır. Diğer yanda altı parti gölge iktidarı netleştirmek noktasında tekrar bir araya geliyor.

Yeni seçim yasasının küçük fotoğrafı her şeye rağmen iktidarda kalmak için yasal çözümdür. Büyük fotoğraf ise faşizme giden yola yasal bir taş daha döşemek demektir. Seçim yasasında temel önemde olanlar şunlar olmuştur. MHP ‘yi kurtarmak başatlığında seçim barajının 7 e indirilmesidir. Ayrıca kıdemli hakim yerine kura ile kendi hakimlerinin seçilmesinin sağlanmasıdır. Birde Cumhurbaşkanın seçim harcamaları da dahil her şeyin yapabilmesinin yasal hale getirilmesidir.

Altı partinin DEVA partisindeki toplantısı güçlendirilmiş parlamenter sistemin netleştirilmesi, gölge kabine ve Cumhurbaşkanlığı adayının tartışıldığı toplantı olmuştur. Toplantı sonrası açıklanan bildirgede birlik vurgusu öne çıkmıştır. Ama kulis bilgilerine göre Davutoğlu’nun ciddi muhalefeti olduğu söyleniyor.

Dış ve iç egemenlerin alternatifi hükümet modeli olan bu altı partinin ittifakı, İyi Partideki değişikliklerde de görülmektedir. İyi parti etkin yerlere faşist eğilimli insanların yerine liberalleri getirmiştir. Bu durum iç ve dış egemenlerin de tercihidir. Süreç birlik ve çelişkilerle, kırılganlık ve açmazlarla devam edecektir.

Faşizmin karanlığı da koyulaşarak devam etmektedir. Faşizmin özgün bir anlatımını Grossman yapmaktadır. “Faşizm ve insan bir arda yaşayamazlar. Faşizm galip geldiği zaman insanın varlığı sona erecek, sadece içi değişime uğramış, insana benzeyen yaratıklar kalacaktır. Ama özgürlük, akıl ve iyilik giysisini sırtına geçirmiş olan insan galip geldiğinde faşizm ölecek ve boyun eğenler yeniden insan olacaklardır”

Son günlerde yaşananlar faşizmin bu anlatımını net olarak ifade etmektedir. Diyarbakır Newrozun’da ikizler olan iki çocuk gözaltına alınıyor ve parmak izleri de alınıyor. Elbette bu bilinçli bir tavırdır. Çocuklara büyüdüklerinde uslu otursunlar diye devletin gücünü göstermedir. Ayrıca korku dağları da beklemektedir. Fazla söze, yoruma gerek yok.

Yine Urfa’da 16 yaşındaki bir çocuğun ölü bedeni atış poligonu yakınlarında bulunmuştur. İster bu katliam çocuğun bir patlayıcıyı ele alması sonucu gerçekleşsin, ister başka türlü doğrudan katledilme olsun ( yüzlerce çocuğun zırhlı araçlarla katledildiğini bildiğimiz için ) güvenlikçi devletin, faşizmin sorumluluğundadır.

Son günlerde Siyasal Bilgilere dönük devlet- faşist saldırıları devam etmektedir. Daha önce de denenmiş olan bu kurtarılmış mevzilerin ele geçirme anlayışını tutturamamışlar ve havalarını almışlardır. Bu saldırılar devam edecektir. Mücadele ve direnme de aynı kararlılıkla sürecektir.

Döneme uygun düşen Lenin’den bir alıntı ile yazıyı sonlandırıyoruz.

Lenin “On yıllar boyunca bazen bir şey olmaz, sonra haftalara on yıllara sığar demiş” Ekim Devrimi koşullarına gönderme yapmaktadır Lenin. Elbette farklı bir dönemde olsak da diyalektik olarak işçi ve emekçilerin direnişleri ve savaş, bu durumu çağrıştıran potansiyel taşımaktadır.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 33 90
2. Fenerbahçe 33 86
3. Trabzonspor 33 55
4. Beşiktaş 33 51
5. Başakşehir 33 49
6. Rizespor 33 48
7. Kasımpasa 33 46
8. Antalyaspor 33 45
9. Alanyaspor 33 45
10. Sivasspor 33 45
11. A.Demirspor 33 41
12. Samsunspor 33 39
13. Ankaragücü 33 37
14. Kayserispor 33 37
15. Konyaspor 33 36
16. Gaziantep FK 33 34
17. Hatayspor 33 33
18. Karagümrük 33 33
19. Pendikspor 33 30
20. İstanbulspor 33 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 31 69
2. Göztepe 31 63
3. Ahlatçı Çorum FK 31 55
4. Sakaryaspor 31 54
5. Bodrumspor 31 52
6. Kocaelispor 31 52
7. Bandırmaspor 31 47
8. Boluspor 31 47
9. Gençlerbirliği 31 47
10. Erzurumspor 31 42
11. Ümraniye 31 37
12. Manisa FK 31 36
13. Keçiörengücü 31 36
14. Şanlıurfaspor 31 34
15. Tuzlaspor 31 33
16. Adanaspor 31 32
17. Altay 31 15
18. Giresunspor 31 7
Takımlar O P
1. Arsenal 34 77
2. M.City 33 76
3. Liverpool 34 74
4. Aston Villa 34 66
5. Tottenham 32 60
6. M. United 33 53
7. Newcastle 33 50
8. West Ham United 34 48
9. Chelsea 32 47
10. Bournemouth 34 45
11. Brighton 33 44
12. Wolves 34 43
13. Fulham 34 42
14. Crystal Palace 34 39
15. Brentford 34 35
16. Everton 34 33
17. Nottingham Forest 34 26
18. Luton Town 34 25
19. Burnley 34 23
20. Sheffield United 34 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 32 81
2. Barcelona 32 70
3. Girona 32 68
4. Atletico Madrid 32 61
5. Athletic Bilbao 32 58
6. Real Sociedad 32 51
7. Real Betis 32 48
8. Valencia 32 47
9. Villarreal 32 42
10. Getafe 32 40
11. Osasuna 32 39
12. Sevilla 32 37
13. Las Palmas 32 38
14. Deportivo Alaves 32 35
15. Rayo Vallecano 32 34
16. Mallorca 32 31
17. Celta Vigo 32 31
18. Cadiz 32 25
19. Granada 32 18
20. Almeria 32 14