13.03.2023, 11:51

Korku duvarının aşılmasının işaretini yine kadınlar 8 Mart ile göstermişlerdir

32. gününde deprem felaketinin bütünsel yıkımı devam ederken, acıyı toplumsallaştırıp kirli burjuva siyasetin icazeti ve gölgesinden çıkarmalıyız. Dolayısıyla deprem gerçekliğini unutmamak ve unutturmamak için her durumda toplumsal basınç zorunlu olmuştur. Bu anlamda Akşener olayının deprem felaketinin üzerini örtmek, gündem değiştirmek yanı başat olduğu için gündemden düşürmek ve meşruiyet kazandırmamak gerekmektedir. Akşener olayı da dahil benzeri her olayı depremin gölgesinde bırakıp, esas unutmak ve unutturmak bu ve benzeri olaylar olmak zorundadır. Bizlerde bu yazıda yaklaşık 14 milyon insanın depremzede olarak bu yıkımı yaşadığı için ( çözümde var olan devlet-iktidar veya seçim sonucu olası yeni iktidardan geçtiği için ) Akşener olayı üzerine bütünsel bir değerlendirme yapıp, daha sonra da bu olayı ( olağanüstü gelişmeler dışında ) kapatmak ve gündemden düşürmenin doğru ve gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Dolayısıyla yazıya yine deprem felaketinin güncel gelişmeleri ile devam ediyoruz. Gelinen noktada deprem sırasında ve sonrasında bir dizi gizlenen önemli olay ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca yaşaması gereken binlerce insanın kaybı da kapitalizmin kirliliğinden kaynaklı geç kalma, ihmal, tedbirsizlik kaynaklı olduğu da her geçen gün daha da netleşiyor. Özellikle dış göç, iç göç, kalanların barınma sorunları yakıcı olarak devam etmektedir.

Gizlenen bir kaç olay ortaya çıkmış olup hala bir dizi olayın gizlendiği ama sonuçta Midas’ın Kulakları misali ortaya çıkacağı açıktır. Kapitalizm öyle kirlenmiş, çürümüş, vicdanı kurumuş barbarlık ki kan ve ölümden besleniyor. Deprem öncesi İskenderun hastanesinin depreme dayanıklı olmadığını belirten rapor verilmiştir. Bu rapor dikkate alınmadığı için depremde hastane yıkılmış ve bir çok hasta, hekim ve sağlık çalışanı yaşamını yitirmiştir. Yine Hatay Devlet Hastanesi de dahil, İskenderun hastanesinde jeneratör çalışmadığı için depremden ölmeyen insanlar, oksijensizlikten hayatını kaybetmişlerdir. Skandalın boyutları giderek genişleyip yoğun bakımda çocuk dahil bir çok insanın öldüğü, 150 kişi olduğu belirtilen hastanın nerede olduğu gizemini korumaktadır. Öyle bir insanlık dışı kapitalizm ile karşı karşıyayız ki, yaşam alanları olan hastaneler, adeta ölüm alanlarına dönmüş durumda.

Evet binlerce insan yaşıyor olacakken, geç kalma, ihmal, tedbir almamaktan kaynaklı taammüden cinayetle yaşamını yitirmişlerdir. Kendileri de yer altında grizu vb yıkımla karşılaştıkları için depremlere de hazırlıklı olan maden işçileri deprem sahasına geç ulaşmışlardır. Madenciler sahaya geç gelmelerine rağmen, geldiklerinde ( 500 kişi olduğu belirtiliyor ) onlarca canlı kurtarmada farklı olduklarını göstermişlerdir. Kapitalizmin hantal merkezi emir komuta zinciri insan yaşamından azade olduğu için madencilerde sahaya geç gelmişler, özellikle gönüllü diğer yardım ekiplerinin de çalışmaları engellenmiştir.

Ayrıca bizler için yine bir paradoks durum yaşanmıştır. Nasıl ki pandemi döneminde sokağa çıkmak ve karantina geniş kitle için bir özgürlük gaspı olmasına rağmen bizler doğru bir önlem olduğu için destekledik. Bu deprem felaketinde de, askerin hemen her müdahalesine karşı olan bizler askerin canlı kurtarmak için acilen enkazlara gönderilmesini istedik. Zaten böylesi felaketlere eğitimli ve hazırlıklı olan asker yasal olarak hemen ilk gün ,ilk saatlerde sahaya inmesi gerekiyordu. Bunu bir ölçüde 1999 Gölcük depreminde asker yerine getirdi.

Bu olumsuz duruma rağmen Milli Savunma Bakanı Akar yine bir takiyeye başvurmaktadır. Askerin deprem anından itibaren sahada olduğunu söylemektedir. Askerin sahaya geç gelmesi başka bir şeydir. Ayrıca 700 bin asker sayısına rağmen 11 ili kapsayan ve 14 milyon insanı ilgilendiren büyük iki deprem yaşanmasına rağmen 3500 askerin sahada olmasını bir övünç olarak anlatmaktadır. Egemenler vicdan ve merhametten o kadar yoksunlar ki, İskenderun’da enkazlarda insanlar bağırarak kurtarma beklerlerken, İskenderun’da yakın yerdeki 6 bin denizci askerin kurtarmaya çıkmadığı belirtiliyor. Daha da kirliliğin ve çürümüşlüğün göstergesi olarak Akar’a ısrarla bu durum sorulduğunda Akar kendi gerçekliğini açık ediyor. Yani sınırların güvenliği ve sınır ötesi operasyonların varlığını hatırlatırken hem oradaki insanların ölümü ve hem de depremdeki insanların nesnel olarak ölümünü onaylıyor demektir.

Bir ayı geçmesini rağmen deprem sonrasının en temel ve akut sorunu enkaz kaldırılması ve barınma sorunu olarak devam etmektedir. Enkaz molozlarının kaldırılması sırasında toz ve asbet gibi kanser ve kronik hastalıklara hiç dikkat edilmemesi özellikle süreç içinde depremzedeler için yeni bir yıkım olacaktır. Dış göç olarak 1,5 milyon insanın yerlerinden ayrıldığı belirtiliyor. Bu insanların çoğu zorunlu olarak ekonomik koşulları uygun olmadığı için gittikleri özellikle büyük kentlerde Belediyelerin barınma yerlerinden yararlanmaktadırlar. Diğer bazı depremzedeler de yüksek kira bedelleri ile ev tutuyorlar. Ama depremzedeler olarak en olumsuz koşullarda olanlar bölgede yaşayanlardır.

Çadır dahi bulamayanlar varken, çadırda kalanları zorlukları da bir kaç gün önce yoğun yağış nedeniyle çadırların barınma için yeterli olmadığını gösterdi. Dolayısıyla barınma da öncelikli çözüm geçici konutlar olacaktır. Giderek kalıcı konutlar olacaktır. Bunlarda toplumsal-sosyal kentleşmenin gereği olarak her yere 15 dakikada ulaşılan kentler olmalıdır. Ama yine kapitalizmin çürüyen, kap-kaç sistemine bir örnek de zaten deprem öncesi de açlık ve yoksulluk içindeki emekçi depremzedelerden konut yapımı için yüzde 40 bir meblağ istenilmesi olmuştur. Ayrıca yine o insanların 250 metrekarelik evlerine 100 metrekare vererek, bu acılı insanlardan bile kazanç sağlamak için aç gözlü olduklarını göstermişlerdir. Bu anlamda Erdoğan’ın konut yapımı için 1 yıl gibi kısa bir zaman istemesi konutların hangi koşullarda yapılacağının da açık ve net göstergesi olmuştur.

Bu yazının deprem bölümünü şu değerlendirme ile bitirmek istiyoruz. Devlet-iktidar ortaklığının enkazlarda kaldığının somut örneğini Erdoğan Adıyaman’da yaptığı açıklama ile belirtmiştir. Böylesi büyük bir deprem felaketinde bile istifa eden bir kişi olmamıştır. Ayrıca hiçbir eleştiriyi kabul etmeyen ve özeleştiri geleneği olmayan Erdoğan ilk günler için geç kaldık, bu anlamda helallik istemesi, bir günah çıkarma anlamında itiraf olmuştur. Bunun da temel nedeni artık insanları kandırma ve manipülasyon devrinin kapandığı gerçeğidir. Yine helallik istemse için Adıyaman’ı seçmesi tarikat ve cemaatlerin yoğun bulunduğu kent olmasından kaynaklıdır.

Bu bölüme ise Akşener olayı ile devam ediyoruz. Öncelikle bu olayın daha doğru kavranmasına katkı olsun diye Gezi’den başlayarak gelinen noktaya kadar tarihsel kesitlerin önemli dönemeçlerini ele alıp değerlendirmek istiyoruz. Gezi ile birlikte kapitalizmin özgün bir dönemi başlamıştır. Gezi öncesi oligarşinin rutin eğilimi olan baskı, şiddet ve rıza üretiminin iç içe, yan yana olması süreci Gezi ile birlikte diyalektik süreç olarak güvenlikçi devlet, risk devleti, faşizm uygulamalarına dönüşmüştür.

Gezi ile birlikte bu karanlık süreç devlet şiddeti ile 8 gencin bilinçli bir şekilde katledilmesi ile başlamıştır. Özellikle gençlerin etnik, mezhepsel ve yaşam tarzlarına dönük aleni saldırılar ile devam eden süreç de iktidar seçimlerdeki ilk darbeyi ( 7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidar olamayacak oy oranıyla ) yemiştir. Bu seçim yenilgisini sağlayan başat aktör ise baraj altında kalması için her tezgaha başvurulan HDP olmuştur. HDP yüzde 13 e yaklaşan oy oranı ile tüm ezberleri bozarken, HDP’ye karşı saldırgan tutum o gün daha görünür şekliyle başlamış ve bugün gelinen noktaya kadar hız kesmeden devam etmektedir.

Tek başına hükümet kuramayacak olan Erdoğan ve AKP en zayıf durumundayken CHP öngörüsüz tutumu sonucu koalisyon çalışmasına girmiş, sokağı sivil itaatsizlik eylemleri ile kullansa gidici olan iktidara adeta can suyu olmuştur. Süreçte kontrgerilla saldırganlığı sonucu yaşanan karanlık bir dönemde 1 Kasım seçimleri ile iktidar yeniden tek başına hükümeti kurma için çoğunluğu kazanarak devam etmiştir. Daha sonra işleyen süreçte sürdürülemezlik anlamında tıkanma, kırılma ve yıkıcı kaos durumu aleni görülmeye başlanmıştır. İşte 15 Temmuz 2016 Askeri darbe kalkışması bu koşullarda başlamış , dış ve iç egemenlerini baskı ve telkini ile durdurulmuştur. Ama devletin başta baskı ve şiddet aparatları ve diğer yönetici bürokrat kademe büyük bir yara almıştır.

Bu darbe kalkışması, OHAL uygulamaları ile resmi olarak OHAL kalksa da uygulama olarak devam etmiştir. Bu durum aynı zamanda güvenlikçi devletin, faşizm uygulamalarını hızlandığını da göstermiştir. Özellikle Kılıçdaroğlu’na dönük Çubuk’ta linç girişimi adeta son anlarda bir yanıyla da rastlantı sonucu durdurulmuştur. Daha sonra eski ülkücü-faşistlerden bir kesime dönük saldırılar devam etmiştir. Bu arada Peker’in özellikle yolsuzluk ve rüşvet ve mafyatik olayları ifşası bunların üst düzey yöneticileri kapsaması ve başat olarak da iktidarı yıpratmaya dönük olması yeni bir tıkanma ve açmaz ve kaos olmuştur. Eski Ülkü Ocakları Başkanının MHP ve derin yerlerin ortaklığı ile bir suikast sonucu öldürülmesi ile sistem nerdeyse tüm koruma kalkanlarının yara aldığı, yer yer ortadan kalktığı bir sürece girmiştir.

İşte bu önemli dönüm noktaları olan tarihsel kesitle birlikte özellikle yerel seçimlerde hiç seçim kaybetmeyen iktidarın başta İstanbul olmak üzere 11 büyük ilde seçimi kaybetmesi zaten ciddi ölçüde yıpranan iktidar için birde beklemediği seçim yenilgisi olmuştur. İşte bu diyalektik süreçler ve aşamalar yaklaşan seçim dönemi ile birlikte İç ve dış egemenler nezdinde yeni bir iktidar arayışına vesile olmuştur. Gizli ve açık olarak egemenler nezdinde bu süreç büyük koalisyon, memleket koalisyonu ve giderek Altılı Masa ve Millet İttifakı ile bir önemli aşamaya gelmiştir.

Gelinen noktada bu süreç diyalektik saiklerle somut bir duruma gelmiştir. Yani bir tarafta iktidarı destekleyen iç ve dış egemenlerin devlet içindeki kanatları, diğer tarafta burjuva muhalefeti destekleyen iç ve dış egemenlerin devlet içindeki savaşları ve kapışmaları devam etmektedir. Dönemsel olarak bazen biri, bazen diğeri etkin ve belirleyici olarak savaş ve kapışma hız kesmeden sürecektir. Bu savaşta devlet-iktidar ortaklığının eli daha güçlü olsa da kitle hareketlerinin daha radikalleşmesinden korkan egemenlerin başat bir kanadı nezdinde bu iktidarın ömrünü doldurduğu daha açık ve net olarak görünür hale gelmiştir. Elbette savaş devam edecektir. İktidar ve iktidarı destekleyen kanatlar hemen teslim olacak değiller. Burjuva yasalar ile bile bakıldığında öyle açık suç işlediler ki, suç ortaklığı savaşı zorunlu kılmaktadır

İşte Akşener olayı böylesi bir arka plan gerçekliği sonucu patlak vermiştir. Türkiye kapitalizmi çöküş yaşamaktadır. Kapitalizmin dönemsel işleyişi , sürekliliği ve devamı için yeni değer, fazla değer, artı değer üretmede zorlandığı noktada “yıkıcı yıkıcılık” süreci ile nihai krize dönüşmüş durumdadır. Bu nesnel durum oligarşinin bile azınlığı yani azınlığın azınlığının büyük servetler sahibi olduğu noktada bu zenginlikleri korumak için emekçilere kırıntılardan bile vermekte cimri davrandığı açıktır. Gelinen noktada böylesi bir durumda Kılıçdaroğlu belli bir zamandan bugüne özellikle de son dönem ve günlerde çıkışı ile adeta Akşener olayı geliyorum demiştir.

Kılçdaroğlu’nun iktidar olduklarında kamulaştırmaktan bahsetmesi, önce 128 milyar dolar, daha sonra 418 milyar doları tahsil edeceğinden söz etmesi, neo -liberalizme karşı çıkışı ve benzeri çıkışları özellikle 5 li çete diye ifade edilen sermaye grubunda endişe yaratmıştır. Bir dizi aracı ile Kılıçdaroğlu ile görüşme talepleri kabul edilmemiştir. Bu arada şunu atlamayalım. Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışlarının kapitalizmin içinde olabilirliği muamma olduğu gibi ayrıca klasik sermaye grubunu kapsamadığı, tersine klasik sermayenin bu beşli çete ile çelişkileri de Kılçdaroğlu’nun bu çıkışını kuvvetlendirmiştir. İşte bu noktada Kılıçdaroğlu kapısı şimdilik bile olsa kapanınca, özellikle beşli çete yeni arayışa girmiştir. Geçmişte de derin yerlerle ilişkisi bilenen ve bu anlamda zayıf halka olan Akşener seçilmiştir.

Akşener ve İyi Partinin ne kadar suni zorlamalarla yapılsa da merkez partisi olması her önemli dönemeçlerde kesintiye uğramıştır. Adeta başa dönülmüştür. Özellikle Kürt sorunu ve HDP gerçekliğinin yok sayılması merkeze dönmesinin temel engeli olmuştur. Özellikle taban bileşenlerinin önemli bir kesiminin faşistlerden teşekkül etmesini ve faşistlerin yönetici kesimde de etkinlik ve ağırlıkları merkez partisi olmasının engeli olduğunu bir dizi yazıda ısrarla belirtik. Bu ısrarımız Akşener ve İyi Partinin merkeze yaklaşan bazı açıklamalarına rağmen faşist eğilimli bir parti olduğu gerçeğini bizler açısından değiştirmedi. Çünkü Türkiye gerçekliğinin somut durumunda HDP’yi yok sayan hiç bir eğilim veya parti merkez eğilim ve parti olmayı hiç bir koşulda hak etmemektedir.

İşte bizler İyi Parti ve Akşener’e dönük bu değerlendirme ve referansla son yazımızda normal şartlarda Akşener’in başbakanlığı garanti olduğu için Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyeceğini belirttik. Ama sağ siyasetin her duruma uygun Makyavelist özelliğinden kaynaklı masadan kalkması ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklememesinin sürpriz olmadığını söylemiştik. Gelinen noktada Akşener masadan ayrılır ve çok kısa zaman içinde tekrar dönerek hem ayrılışını hem de dönüşünün nedenini teyit etmiş oldu.

Bu noktada Akşener’in tavrına ilişkin somut gelişmeler ile devam ediyoruz. Akşener’in Altılı Masadan ayrılışı ve Kılıçdaroğlu’nu desteklemediğini açıklaması, yine aday olarak Yavaş ve İmamoğlu’nu önermesi beklenmeyen olsa da bizce sürpriz olmamıştır. Masadan ayrılırken bir gün öncekiden tam tersi sert açıklama yapması, onay ve kumar masasından bahsetmesi, ölüm ve sıtmayı gündeme getirmesi, kişisel ikbale değinmesi bize hemen Muharrem İnce’nin Cumhurbaşkanı adaylığında “adam kazandı” sözünü çağrıştırdı. Yine bir Cumhurbaşkanlığı olayında eğer bir gün öncesi söz ve tavrından tam tersi, en uç bir açıklama yapılıyorsa bu kişisel bir tavır değildir diye düşünüyoruz.

Dolayısıyla İnce’nin bu açıklaması ve adeta bir gün önceki konumundan farklı bir şekilde adeta buhar olması bizce egemen ve derin yerlerin bir operasyonu olduğunu çağrıştırmıştı. Bu anlık dönüş sonucu bu yerlerle nasıl bir pazarlık yapıldığı, ne gibi tehdit ve şantaj yapıldığı hala net olarak bilinmemektedir. O günden , o olaydan sonra İnce’nin siyasi hayatı, adeta küçük nefes alma molası dışında tamamlandı.

Akşener’in tavrı da aynı veya benzeri bir egemen ve derin yerlerin siyasi operasyonu olduğunu bizlere hemen çağrıştırdı. Bu derin yerler zayıf halkaları seçerler. Onların bildikleri bir zaafları veya açıklarını kullanırlar. Kılıçdaroğlu’nu ikna edemeyen 5 li çete, Kılçdaroğlu’nun kendilerine asgari engel olacağını bildiği noktada adeta düğmeye bastı. 1999 depreminde şaibesi ortaya çıkan Bayındırlık Bakanı olan işadamı Koray Aydın’ın 5 li çete ile görüşmesinin açıklanması veya servis edilmesi elbette sürpriz değildir. Yine ekonomiden sorumlu bir İyi Parti yöneticisinin Kılıçdaroğlu’nun kamulaştırması tutumuna karşı, eski işleyiş devam eder, yani kamulaştırma vb. yapılamaz anlayışı zaten bu çete ile görüşmenin zemininin varlığına işarettir.

Dolayısıyla 5 li çete veya diğer sermayenin kırıntı bile veremeyecek bir kapitalizm koşullarında kamulaştırmalar ve 418 milyar doların bırakalım tahsilatını bunun adını bile duymaları onlar için adeta bir kabus oldu. İşte bunu durdurmak için geçmişte Baykal benzeri bir kaset şantajı veya FETÖ’ye dönük bir gizli tanık ifadesi ile Akşener’in tutuklanmasını getirecek kadar önemli bilgilerin olması derin yerleri harekete geçirdi. Bu 5 li çete gibi büyük servet sahiplerinin devlet içinde ve devlet ile bağlantılı yerlerle ilişkileri olduğu da sır değildir. İşte SADAT, Çakıcı, Ağar’lı beşli kont gerilla artıkları çıkarları gereği hemen adeta askerlik görevlerini yerine getirirler. Akşener olayı yaşandığında Bursa tribünlerinde Beyaz Toroslar ve Yeşil’in fotoğraflarının da görülmesi bizce bir bağlantıyı da çağrıştırıyor.

Dolayısıyla devlet-iktidar ortaklığında devlet eğiliminin isteklerinin iktidarlar tarafından temel konularda yerine getirildiği noktada sorun yoktur. Ama olağan üstü şartlar oluştuğunda devlet hemen neşteri vurmaktadır. Bu durum en net şekliyle askeri darbe dönemlerinde ve egemenler nezdinde böylesi olağanüstü dönemde neşter vurmak olarak görünür. İşte Akşener siyasi operasyonu böyle başladı. Bu durumda Akşener dışında ( kripto da kullanabileceği için ) bu operasyonun en yakınları tarafından bile bilinmesi de mümkün değildir. ( İnce olayında da böyle olduğunu düşünüyoruz ) Zaten yöneticilerde bile yaşanan şok ve şaşkınlık bu gizemi göstermektedir. Elbette bu gelişmelerin düz bir şekilde, bir mühendislik faaliyeti olarak görülmemesi gerektiği diyalektik bir sürecin işlediğini de özellikle belirtelim. Bu değerlendirmemizin komployu çağrıştırması mümkün olsa da bazı dönem ve olaylarda komploların gerçek olduğu da görülmüştür.

Sonuçta Akşener önceden planlı, hazırlıklı ve ince bir siyasi operasyonla sert, celalli bir açıklama ile Miilet İttifakından ayrılarak, yine nereden cesaret alıyorsa ! CHP’nin işine karışmaktan ve içini bölmekten vazgeçmeyerek, adeta görevi olan bir bölenliğini oynayarak İmamoğlu ve Yavaş’ın adaylığını şart koştu. Ama egemenler nezdinde bekledikleri sonuç tam tersi şeklinde gelişmeye başladı. Adeta evdeki hesap çarşıya uymadı, yağmurdan kaçarken doluya tutuldular. İyi Partide adeta siyasi deprem yaşanmaya başladı, Özellikle seküler taban ve kıyı, sahil kentler adeta başkaldırdı. Üye istifaları e- devleti kilitledi. Yönetici kesimden de istifalar başladı. Özellikle yönetici kesimden etkin ve Akşener’e yakın olan liberal kesim ayrılma aşamaya geldi. Süreçte adeta diyalektiğin bilimsel yasaları eksiksiz işledi. Bu kadar kısa zaman kesitinde tel tel dökülen bir İyi Parti, çok güçlü gözüken Akşener’in kağıttan kaplan olduğu görüldü. Oy oranlarını büyük ölçüde gerilediği, geçmişin ANAP, DSP’si dönüşeceği şeklinde değerlendirmeler duyulur oldu.

Toplumsal olayların mutlak reçetesi olamayacağı, karmaşık süreçlerin işleyeceğini her durumda hesaplayamayan egemen güruhun, Millet İttifakı ve özellikle CHP’yi bölme hesapları tutmadı. Millet ittifakı ve CHP ve Cumhurbaşkanı adayı olarak Kılıçdaroğlu’nun daha güçlendiği hemen görüldü. Buradan darbe yiyen egemenler, Akşener ve İyi Partinin dağılma noktasına geldiği noktada tekrar yine o “sihirli düğmeye” basarak araya bir dizi açık ve gizli aktör girerek Akşener tekrar Masaya , Millet ittifakına döndü. Yani Akşener’in masadan kalkışına neden olan aynı veya benzeri aktörler, tekrar Akşener’in masaya dönüşüne de neden oldular.

Bütün bu gelişmeler gösterdi ki faşizm eğilimi, sağ siyaset, burjuva siyasetin basiretsizliği, omurgasızlığı hemen görüldü. Akşener’in ayrılırken yaptığı çok sert açıklamadan sonra tekrar döneceğini beklemeyen muhalif çevreler ihanet ettiğini belirtme de dahil daha önce el üstünde tuttukları Akşener’e çok sert saldırdılar. Ama aynı çevreler Akşener İttifaka tekrar katılınca adeta yelkenleri suya indirdiler. Faşizm eğilimli sağ siyasetin temsilcisi olan Akşener söylediklerini adeta yutarak hiç bir şey olmamış gibi masaya rahatlıkla döndü. Diğer tarafta burjuva siyaset kendilerine adeta hakaret boyutunda sözler ile açıklama yapan Akşener’i yine hiçbir şey olmamış gibi saflarına kattılar. Açıktır ki iki tarafında hem siyasi hem de fiziksel mideleri çok kuvvetliymiş.

Elbette ki bu gelişmeler yani Akşener’in Millet İttifakından ayrılması ve tekrar masaya dönüşü bizler açısından sürpriz olmamıştır. Tersine masaya dönüşünü hiç istemediğimizi de açıklıkla söylüyoruz. Akşener’in varlığı ile özellikle CHP’nin sağa ve ırkçılığa taviz vermesi nasıl mümkün oluyorsa, Akşener’in masadan ayrılması ile asgari de olsa özellikle HDP ‘ye yok sayma anlayışında bir gerileme olacaktı. Ama Akşener masaya dönerek yine söylediklerinin arkasında durduğunu belirterek, tutarlılığını göstermeye çalıştı. Bizce adeta bir “şok doktrini “ İstanbul ve Ankara Belediye Başkanlarını Cumhurbaşkanı adaylığına önererek Belediyelerden tasfiyelerini istemiş bu tutmadığı noktada Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı görevi verilmesini isteyerek bir kez daha belediyelerden tasfiyesini istedi. Yani AKP’nin yıllardır isteğini Akşener gündeme getirdi.

Ama bu derin yerlerin tezgahını Kılıçdaroğlu ve CHP görerek bu tasfiyeyi en azından şimdilik bozdu. Bu durum o kadar aleni oldu ki Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı 11 maddede olmayan İmamoğlu ve Yavaş’ın durumları esnetilerek 12. Madde olarak eklenerek kriz yine şimdilik aşıldı. Akşener hem derin yerlerin tehdit ve telkini hem de siyasi çizgisi gereği olarak masaya dönüşünden sonrada faşizan- ırkçı tavrını sürdürdü. Kılıçdaroğlu’nun HDP ile görüşebileceğini ama HDP’nin taleplerini masaya getiremeyeceğini söyleyerek bir kez daha ırkçı ve bir bölen olduğunu gösterdi. Bu noktada yine bir kesim muhalif tutumlarıyla adeta sınıfta kaldı. Akşener’le hiç alakası olmadığı halde CHP’nin HDP ile görüşmesi son derece doğal ve normal olmasına rağmen Akşener’in yine zorlama ile CHP’nin HDP ile görüşmesine karşı çıkmaması görüşünü bile adeta göklere çıkardılar. Ama sen kimsin ki bizden HDP ‘nin taleplerini masaya getiremezsin diyen anlayışına bir kişi bile olsa karşı çıkan olmadı.

Bu noktada hala böyle bir ırkçı ve düşmanca tavır içinde olan Akşener’i bünyelerine aldıkları için HDP’nin parti ve siyasi olarak Millet İttifakının adayı olan Kılıçdaroğlu’na destek olmaması haklı ve anlaşılır olmaz mıydı . Ama bir de sosyolojik gerçek olduğu için HDP kendi kitlesi de dahil geniş bir muhalif ve emekçi kitlesinin talebi olan bu iktidarın gitmesine karşı küçük bir nefes almanın önemini kavradığı için Kılıçdaroğlu’nun destekleme tavrını netleştirerek ilan etti ve doğru yaptı. Bizlerde önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi Kılıçdaroğlu’nu eleştirel bir koşulla desteklemenin doğru olduğunu belirtmiştik , aynı yerde durduğumuzu belirtelim.

Gelinen noktada kazanacak bir aday gibi ucube bir koşulu öne süren Akşener, Kılıçdaroğlu’ndan bile daha kazanacak aday ki mafya elemanları olan Zindaşti, Talip Öztürk ve Halk Bankasının avukatlığını servetini katlamak için üstlenen Ersan Şen’in Cumhurbaşkanlığı teklifini konuşmak için Şen’in görüşme talebini kabul etti. Artık şu kesin bir gerçeklik ki macun tüpten çıktığı için Akşener ve İyi partinin öncesi konumda olmayacakları, oylarının düşeceği, toparlayamazlarsa baraj altında kalacakları ( İttifaklardan kaynaklı baraj altı olmasa da biz burada oy oranlardan bahsettiğimizi belirtelim ) bölünme ve ayrılıklar yaşamaları da sürpriz olmayacaktır. Artık Millet İttifakında Akşener’in HDP konusu dahil elinin güçlü olmadığını da belirtelim.

Ayrıca olası Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı ve hükümet kurmak için çoğunluğu aldığı koşullarda Kapitalizmin kirliliği ve çürümüşlüne çözüm üretmesinin zor olduğunu adeta ateşten gömlek giydiği, mayınlı bir zeminde hareket edeceği de açıktır. Bu süreçte siyasi cinayetlerde de dahil her şey yani kaos durumu mümkündür. Bugünlerde CHP’de milletvekili olan eski Ülkü Ocakları Başkanının Kılıçdaroğlu’na dönük suikast olabileceği açıklaması yalnız korku salmak için değil gerçekliği de dikkatlerden kaçmamalıdır. Yine Kılıçdaroğlu’na dönük Altılı masanın parçalı yapısı her boydan zorunlu birliklere açık olduğu gibi her boydan ayrılıklara da açıktır. Bu anlamda muhalif olan her kişi seçimlerde verdiği oylarının gereği yapmalıdır. İşçi ve emekçilerin taleplerinin karşılanması için her türden basınç ve denetim gösterilmelidir.

SONUÇ YERİNE

Dünyada ve Türkiye’de kapitalizmin kirliliğinden, çürümüşlüğünden ve vahşiliğinden kaynaklı ırkçılık ve faşizm eğilimi giderek yükselmektedir. Bu noktada Amedspor - Bursa maçındaki olayların değerlendirilmesi ile yazıyı sonlandırmak istiyoruz.

Elbette ki Amedspora yapılan bu saldırı yeni değil. Daha öncede bir dizi ırkçı saldırı yapılmıştı. Dolayısıyla bu saldırı da sürpriz olmamıştır. Süreçte benzeri saldırılar, başka stadyumlarda da görülebilecektir. Yalnız bu saldırın diğerlerinden bir farkı olduğunu da görmek gerekiyor. Saldırının bir kaç taraftarın holigan anlayışı sonucu yapılmadığı da açıktır. Bilinçli, planlı, önceden hazırlıklı olduğu da Amedspor’un kaldığı otelin ablukası ile başlayan saldırı stadyumda linç girişimi ile devam etmiştir.

Son günlerde stadyumlarda muhalif taraftarların “hükümet istifa” sloganları iktidarı bayağı kaygılandırmış, ciddi ölçüde açmaza düşürmüştür. Normalde ırkçı taraftarların buna karşı misilleme yapacakları bilinmekte, beklenmekteydi. Bu misilleme bayrak, vatan vb. menşeli protesto şeklinde olacaktı. Bu çerçevede ırkçı faşistlerin en çok kullandıkları slogan, şehitler ölmez vatan bölünmez sloganıydı. Ama Bursa- Amedspor maçında karanlık bir dönemin simgeleri kullanılmıştır. Faili meçhullerin! simgesi olan Beyaz Toroslar ve katil Yeşil’in fotoğrafları stadyumda servis edilmiştir.

Bunun için stadyumların seçilmesi bir yanıyla stadyumlarda başlayan protestoyu durdurmaktır. Diğer yanıyla yine son günlerde seçim öncesi HDP’nin kapatılmasına gönderme yaprak tüm toplumsal ve siyasal muhalefete korku yaymaktır. Egemenler için esas korku hükümet istifa sloganlarının, stadyumlardan, üretim yerlerine, sokak ve meydanlara yansımasıdır. Ama giderek korku duvarının aşılmasının önemli işaretini yine kadınlar 8 Mart ile egemenlere göstermişlerdir.

Yine egemen yerlerin görevlisi olan Ümit Özdağ bu tip ırkçı-faşist saldırılar olunca kurgulanmış gibi otomatik olarak devreye çıkmakta, ırkçı zehrini yaymaya devam etmektedir. Tescilli faşist Özdağ Amedspor- Bursaspor maçına gönderme yaparak “ Renault Toros, 1980-2000 arasında OYAK Renault’un Bursa’daki fabrikalarında yıllarca Bursasporlu ve Bursa’lı işçi ve emekçiler tarafından üretilmiş bir otomobil fabrikasıdır. Bu bağlamda Bursaspor tribünlerinde Beyaz Toros pankartı açılması gayet doğaldır “ diyerek bir kez daha provokatör, yangına benzine döken ırkçı- faşist olduğunu göstermiştir.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 33 90
2. Fenerbahçe 33 86
3. Trabzonspor 33 55
4. Beşiktaş 33 51
5. Başakşehir 33 49
6. Rizespor 33 48
7. Kasımpasa 33 46
8. Antalyaspor 33 45
9. Alanyaspor 33 45
10. Sivasspor 33 45
11. A.Demirspor 33 41
12. Samsunspor 33 39
13. Ankaragücü 33 37
14. Kayserispor 33 37
15. Konyaspor 33 36
16. Gaziantep FK 33 34
17. Hatayspor 33 33
18. Karagümrük 33 33
19. Pendikspor 33 30
20. İstanbulspor 33 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 31 69
2. Göztepe 31 63
3. Ahlatçı Çorum FK 31 55
4. Sakaryaspor 31 54
5. Bodrumspor 31 52
6. Kocaelispor 31 52
7. Bandırmaspor 31 47
8. Boluspor 31 47
9. Gençlerbirliği 31 47
10. Erzurumspor 31 42
11. Ümraniye 31 37
12. Manisa FK 31 36
13. Keçiörengücü 31 36
14. Şanlıurfaspor 31 34
15. Tuzlaspor 31 33
16. Adanaspor 31 32
17. Altay 31 15
18. Giresunspor 31 7
Takımlar O P
1. Arsenal 34 77
2. M.City 33 76
3. Liverpool 34 74
4. Aston Villa 34 66
5. Tottenham 32 60
6. M. United 33 53
7. Newcastle 33 50
8. West Ham United 34 48
9. Chelsea 32 47
10. Bournemouth 34 45
11. Brighton 33 44
12. Wolves 34 43
13. Fulham 34 42
14. Crystal Palace 34 39
15. Brentford 34 35
16. Everton 34 33
17. Nottingham Forest 34 26
18. Luton Town 34 25
19. Burnley 34 23
20. Sheffield United 34 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 32 81
2. Barcelona 32 70
3. Girona 32 68
4. Atletico Madrid 32 61
5. Athletic Bilbao 32 58
6. Real Sociedad 32 51
7. Real Betis 32 48
8. Valencia 32 47
9. Villarreal 32 42
10. Getafe 32 40
11. Osasuna 32 39
12. Sevilla 32 37
13. Las Palmas 32 38
14. Deportivo Alaves 32 35
15. Rayo Vallecano 32 34
16. Mallorca 32 31
17. Celta Vigo 32 31
18. Cadiz 32 25
19. Granada 32 18
20. Almeria 32 14