17.12.2022, 11:28

AKP, İmamoğlu’na karşı yargı darbesinden daha yıpranarak çıkacaktır

Yazıya rutin dünya ve Türkiye’deki güncel gelişmelerde öne çıkan konu ve olayların genel değerlendirmesi ile başlamak istiyorduk. Gündemin günlük değil adeta saatlik değiştiği dinamikte, hareketlilikte günlerden geçiyoruz. 6 yaşındaki kız çocuğunun-bebeğin 29 yaşında bir şeriatçı yobaz tarafından taciz, tecavüze uğraması ülke çapında yoğun tepki ve protesto ile karşılaştı. Bu tepki ve protestolar devam ederken adeta gündeme bir bomba daha düştü. İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu yaratılan bir siyasi dava ile hem ceza aldı, hem de siyasi yasak getirildi.

Dolayısıyla gündemi belki uzun bir süre bu konu belirleyeceği için bizde bu yazıyı sadece bu konunun değerlendirmesine ayırmak istiyoruz. Elbette bir başlangıç olacak bu değerlendirme, yeni, güncel gelişmelere göre diğer yazıların da konusu olarak devam edecektir. Öncelikle konunun yalnızca bir belediye başkanının cezalandırmasından daha fazlasını kapsamakta olduğunu söyleyelim. Bu anlamda büyük fotoğrafla, güncel fotoğrafın diyalektik yanını doğru anlamak ve içselleştirmek için tarihsel arka plan gerçekliğinin önemli kesitlerini de ele almak istiyoruz.

Önceki bazı yazılarda ve son yazıda İstanbul Belediyesi ile ilgili değerlendirmeler yapmıştık. İktidarın yerel seçimlerde İstanbul Belediyesini kaybetmesi, beklemediği bir kabus oldu. Beklemediği ve inanamadığı bu yenilgiyi kabullenmek de mümkün olmadığı için şok durumu halen devam ediyor. İstanbul’un göçlerle birlikte 20 milyona yaklaşan dinamik nüfusu, ekonomik, ticari, siyasi, sosyal, kültürel merkez olmasıyla da farkındalık yarattığı açıktır. Bu durum belediyenin bütçesi, iştirakleri, çalışan insan sayısı ile mega bir metropolün mega bir belediyesi olduğunu da somut olarak göstermektedir.

İşte İstanbul Belediyesinin bu devasa somut durumu, özellikle belediye ihaleleri ile türedi servet ve zenginliğin de zemin ve kaynağı olduğu için büyük pastanın kavgası da büyük oluyor ve bu süreç kesintisiz sürüyor. Dolayısıyla bu rant kapısının kısmi de olsa engellenmesi yani belediyenin el değiştirmesi iktidar ve bağlantılı egemenlerin dengelerini alt üst etmiş durumdadır. İstanbul Belediyesinin uzun yıllar sonrası AKP’den CHP’ye geçmesi yalnızca CHP’nin başarısı değil, toplumsal ve siyasal muhalefetin diğer bileşenlerinin de başarısı olduğu açıktır, kesindir.

Ayrıca uzun yıllar CHP’nin adayları belediye seçimlerini kazanamıyor ama son seçimde İmamoğlu kazanıyorsa bu durum aynı zamanda adayın önemini de gösteriyor. Bir ilçe belediyesinin başkanı olarak adı duyulmamış İmamoğlu’nun kısa zaman içinde bir diyalektik mozaiğinin merkezi olan İstanbul Belediyesini kazanması kişisel niteliklerin den de ( Bu durum bazı eksik ve yanlışlarını ortadan kaldırmaz ) kaynaklıdır. Ayrıca yine il başkanı olarak Kaftancıoğlu’nun kişisel niteliklerinin de bu seçimin kazanılmasında İmamoğlu’ndan bile önde olduğu da açıktır, bilinmektedir.

Dolayısıyla yerel seçimlerden bugüne bu süreçte Kaftancıoğlu ve İmamoğlu’nun hedefte olması doğaldır, olağandır, sürpriz olmamıştır. Önce siyasi mühendislik ve siyasi kurgu ile Kaftancoğlu, uzun yıllar önce söyledikleri ile cezalandırıldı ve siyasi yasaklı hale getirildi. İmamoğlu’na da çeşitli kumpaslar kurulmasına rağmen yıpranmasını bir müddet sonra toparlanmaya çevirmesi sonucu yeni bir saldırı gerekliydi, işte bu yargı darbesi böyle gündeme geldi ve İmamoğlu ceza alarak , siyasi yasaklı hale getirildi.

Ama bu İmamoğlu’na dönük ceza davası şeklindeki yargı darbesi kişisel, CHP ve İstanbul Belediyesinden daha fazlasını kapsamaktadır. Yani büyük fotoğraf olarak kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığının tavan yapması demektir. Elbette benzeri bir dizi devlet-iktidar ortaklığının saldırgan tutumları görülse de ( Örneğin Şebnem hoca davası ve son günlerdeki 6 yaşındaki kız çocuğuna taciz ve tecavüz olayı gibi ) İmamoğlu’na dönük bu ceza olayı 20 milyonluk hemen her şeyin merkezi olan bir mega kentin belediyesine dönük olması kendi özgünlüğünde önemli bir ağırlık taşımaktadır.

Daha da önemlisi İstanbul’un emekçi kitlesinin kendi seçtiği belediyeyi kolayca teslim etmeyecek direngenlikte olması ( Saraçhane’de adeta anlık toplanan kalabalık kitleler gibi ) devlet-iktidar ortaklığının kabusu olurken, emekçilere ekstra güven ve mücadele azmi ve kararlılığı vermektedir. Bu anlamda kapitalizmin , güvenlikçi devlet ve faşizmin adeta taş taş üzerine koyarak adım adım inşa edilen süreci Gezi’den başlayarak önemli dönemeçleri ile yeniden gündeme getirmek ( Unutmak ve unutturmamak için de ) bugünü yani İmamoğlu’nun ceza almasının arka plan saiklerinin de doğru anlaşılması ve kavranmasını getirecektir.

Gezi öncesi yaşanan Susurluk sürecinde oligarşinin rutin süreci ( Yani baskı ve zor araçlarıyla, rıza ve ikna araçları olan demokratik hak ve özgürlüklerin iç içe, yan yana olma durumu ) somut ifadeleri Kutlu Savaş raporu ( Bu raporun yeterli olmadığı ve bütünüyle doğruları kapsamadığı da açıktır, bilinmektedir) ve Ağar’ın istifası bir potansiyel kitle basıncı ve mücadelesi sonucu egemenlerin zorunlu tasarrufu olmuştur.

Gezi ile birlikte ise daha görünür haliyle oligarşinin rutin işleyişi diyalektik olarak değişmeye başlamıştır. Artık oligarşinin rıza ve ikna aparatları, devletin zor ve şiddet aparatları ile yaşanır hale gelmeye başlamış ve yine diyalektik süreç olarak baskı ve şiddet araçlarının başatlığında güvenlikçi ve risk devletinin uygulamaları daha aleni yaşanmaya başlamıştır. Bu noktada kendiliğinden başlayan ve nerelere evrileceği kestirilemeyen Gezi isyanı ancak yüksek devlet şiddeti ile engellenmeye çalışılmıştır. Sonuçta 8 genç barbar ve ilkel, arkaik vahşetle katledilmiştir.

Yine süreçteki kapitalizmin kirliliğinin en görünür ve somut hali olan 17-25 Aralık yolsuzluk olayları, ayakkabı kutularında ve kasalarda paralar, 4 bakanın yolsuzluk, rüşvet olayı ile yeni servetleri ve türedi, asalak zenginlikleri getirerek, daha sonraları yaşanacak olan hırsızlık, rüşvet, yolsuzluğun da zemini olmuştur. Dolar milyarderleri ve milyonerlerinin sayılarının fazlalaştığı bu süreçten kaynaklı açlık ve yoksulluk sınırında insan sayısı da giderek yükselmiştir.

Bu ve benzeri olumsuzluklar doğal akışı içinde iktidarı yıpratacağı açık olduğu için 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP iktidarı tek başına iktidarı- hükümeti kurmayı kaybetmiştir. Her çeşit hükümet ve koalisyon uygulamaları özellikle devlet destekli Bahçeli eğilimi olarak reddedilmiştir. Güvenlikçi ve risk devletinin dönemdeki somut adı olan ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin kuruluşu ve tahkimi böyle bir süreçle başlamıştır.

Tek başına hükümet kurmayı kaybeden AKP iktidarı ve Erdoğan için tek bir çözüm yeni bir seçim kararı ile kaybettiği iktidarı almak olacaktı. Bunun için devlet-iktidar aparatı, kontrgerilla devreye girdi. Diyarbakır’da HDP mitingine bombalı saldırı sonucu 4 insanın katledilmesiyle başlayan kör şiddet ve vahşet uygulamaları ile birlikte, sosyalist gençlerden 33 ü bombalı eylemle katledilmişlerdir. Daha sonra Ankara Gar’da yaşanan bombalı kitle katliamı sonucu 104 insan diğerleri gibi hazırlıklı, planlı şekliyle katledilmişlerdir. Seçim kazanılması için kitle psikolojisinin ince zaafı olan güvenlik ihtiyacı sonucu 1 Kasım seçimlerinde AKP kaybettiği iktidarı tek başına kurmak üzere tekrar kazanmıştır.

Güvenlikçi ve risk devletinin daha da tahkim edildiği bu 7 Haziran, 1 Kasım arasındaki kör şiddet adeta 15 temmuz askeri darbe kalkışmasına davetiye çıkardı. Başlangıçta her darbenin hedefi olan iktidara karşı bu darbe kalkışması sonuçlanmadan iç ve dış egemenlerin müdahalesi ile durduruldu. 250 kişinin ölümüne yol açan bu kalkışma, devlet içindeki uyumu adeta alt üst etti. Polis, asker ve devletin şiddet araçlarının çelişkisi normaldi ama asker tarafında 30 ın üzerinde polisin öldürülmesi bir ilk olarak anormal oldu. Bu kırılganlık, açmaz, kaos durumu uzun yıllar onarılmayacak durumda varlığını devam ettirecektir.

Süreç diyalektik olarak bu ve benzeri uygulamalarla devam ederken güvenlikçi devlet uygulamaları giderek hızlanarak faşizmin iktidarı için kurumsallaşmanın da hızlanmasını getirmiştir. Bunun somuttaki ifadesi dönemdeki Anayasa oylaması ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri devlet eliyle ( Özellikle YSK nın mühürsüz oyların kabulü ile ) şer ve hile ile kazanılmıştır. Sosyalist muhalefetin güçsüz olduğu koşullarda, burjuva muhalefet olarak CHP yine devletçi geleneğinin cazibesi ile özellikle Cumhurbaşkanlığını direnç göstermeden AKP’ye, Erdoğan’a devretmiştir , adeta teslim etmiştir.

Yine süreçte devlet şiddetinin en yüksek aşaması olan linç girişimi yaşanmıştır. Kılıçdaroğlu’na dönük Ankara Çubuk’ta ki bu linç girişimi devlet erkanının asker ve sivil yüksek mevkidekilerin de bulunduğu alanda uygulanmıştır. Kılıçdaroğlu’nu alenen öldürmeye dönük bu girişim rastlantılar sonucu gerçeklememiştir. Ama bir Roma yürüyüşü gibi linç vahşeti faşist, şeriatçı güruhun neler yapacağını da somut olarak göstermiştir. Olayın hazırlıklı, planlı olduğu o kadar açık ki Kılıçdaroğlu’na yumruk atan da dahil diğer suçlular cezasız kalmıştır.

Devamla kapitalizmin en kirli uygulamaları olan ekonomik uygulamalar adeta dönemin alameti-farikası olmuştur. Hazine garantili yap-işlet-devret modeli adeta yeni bir sektör yaratarak yeni türedi zenginler yaratmıştır. Vergi aflarıyla ekstra palazlanan bu güruh emekçilerin ekmeğini daha da küçültmüştür. Yine burjuva yasalara göre bile yasak olan Ticaret Bakanının kendi şirketinden kendi bakanlığına fahiş fiyatla ürünlerini satması aleni ve açığa çıkan olarak ilk olmuştur. Belki de en ses getiren olarak 128 milyar nerede eylemi olmuştur. Merkez Bankasının dolar milyarderlerine satışı olan bu aleni kalpazanlık olayı, giderek sönümlenmiştir.

HDP’ye dönük siyasi tasfiye ve kapatma durumu, çözüm sürecinin bitirilmesi sonucu, kısmi de olsa barış çabaları boşa gitmesi ile başlamıştır. O süreçte çözüm sürecine son verilmese binlerce insan yaşıyor olacaktı. Yine eş genel başkanlar dahil binlerce HDP yöneticisi cezaevine gönderilmiştir. Yüksek oylarla seçilen belediye başkanları görevden alınıp yerlerine kayyum atanmıştır. Görevden alınan belediye başkanları da cezaevine gönderilmiştir. Hazırlıklı, planlı, programlı “çökertme planı” ile bölge adeta haritadan silinir şeklinde yıkımla karşılaşmıştır.

HDP’li Deniz Poyraz gündüz İzmir merkezde yine planlı, programlı, ince hazırlı faşist katil tarafından katledilmiştir. Kaçırılması mümkünken, plan gereği adeta suçüstü yapılarak yakalanmıştır. İlk akla gelen yakalanmasaydı devlet içindeki çelişkilerde dolayı başka yerlere uzanmasının engellenmesi mümkün olmayacaktı. Ayrıca plan, programa uygun şekilde daha kitlesel katliam da engellenmiştir.

Bizim öne çıkardığımız ve önemli gördüğümüz ( Unuttuklarımız dahil ) bu olaylar bütününü konumuz olmadığı için kısaca önemli noktaları ile değerlendirmeye çalıştık. Bu tarihsel arka plan gerçeğinin önemi 20 milyona yaklaşan bir mega kentin önce İl başkanı Kaftancıoğlu, şimdide belediye başkanı olarak İmamoğlu’na ceza ve siyasi yasak getirilmesinin neden ve sonuçlarının doğru anlaşılması ve kavranması içindir. Çünkü güvenlikçi devletin ve faşizmin saldırıları Gezi’den başlayarak İmamoğlu ceza kararına kadar diyalektik saiklerle adım adım inşa edilmiştir.

Açıktır ki Türkiye kapitalizminin çöküş halinden kaynaklı, tıkanıklığı, açmaz, kırılgan durumu alt yapısal olarak gelinen noktada fazla değer, yeni değer, artı değer üretmede zorlandığı için, artık kapitalizm kendi çevirimi içinde toparlanmayı sağlayamıyor. Kapitalizmin bu çürümüş ve geberen hali bir taraftan düzeltilse, diğer taraftan daha negatif olarak dönmektedir. Bu duruma üst yapısal olarak her şeyin meta olma hali de eklendiğinde bu durum ancak güvenlikçi devlet ve faşizm eliyle uygulanabilirdi. ( Benzer şekilde 24 Ocak kararlarının 12 Eylül askeri diktatörlüğü ile uygulanması gibi ) Gezi’den bugüne İmamoğlu kararı da dahil böylece gündeme gelmiş, benzerlerinin devamı da sürpriz olmayacaktır.

SONUÇ YERİNE

Son yazımızda İmamoğlu’nun ceza ve siyasi yasaklanmasının mümkün olduğunu söylemiştik. Kararın böyle çıkması bizim için sürpriz olmamıştır. Devlet iktidar ortaklığı bir taşla çok kuş vurma taktiğini uzun zamandır kullanıyor. Devletin egemen kanatlarındaki çelişkiler de bu taktiğe yol vermektedir. Öncelikle bu ceza kararı ciddi bir servet, zenginleşme kapısı olan İstanbul Belediyesinin yeniden ele geçirilmesidir, devamla Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olası aday İmamoğlu olursa Erdoğan kazanmasının mümkün olmadığı görüyor. Diğer adaylarda yani Kılıçdaroğlu ve Yavaş anketlerde Erdoğan’ın önünde görülseler de kazanmalarının önünde mezhepsel ve etnik olumsuzluklar seçilmelerinin önünde engel olarak görülüyor.

İmamoğlu ise bu mezhepsel ve etnik engele takılmayacağı için Erdoğan için kaybedeceği tek rakip İmamoğlu’dur, bu durum yalnızca düşünce bazında değil pratikte de yenilenen iki yerel seçimde Erdoğan’ın yenilgisiyle ispatlanmıştır. Yine bu İmaoğlu kararı ile orta ve uzun vadede İmamoğlu’nun CHP Genel Başkanı olmasının engellenmesinin düşünülmesi de sürpriz olmayacaktır. Uzun zamandır nesnel bir değerlendirme ile baktığımızda egemenler ve derin yerler seçtiği insanlarda ideolojik-siyasi yandan ziyade başat olarak kitle bağları ve liderlik etkisi yüksek olanları seçmektedir. Bunları ya cezaevine atarak, ya da siyasi yasaklı haline getirerek etkisizleştirerek adeta siyasi tasfiye yapmaktadır. Son dönemde HDP yöneticileri, Kaftancıoğlu, Şebnem Hoca ve şimdilik son olarak İmamoğlu gibi.

Yine elbette diğer bir dizi olay ve konuda komplo mümkün olduğu için bu İmamoğlu ceza kararında da komplo olması ve komplonun doğru olması da sürpriz olmayacaktır. Bu kararın devletin başat kanatlarının eğilimi olabileceği gibi, Devlet-iktidar ortaklığı sonucu da olabilir, Erdoğan’a rağmen ve onaysız, Bahçeli destekli Soylu darbesi de olabilir. Ayrıca son dönemde yine anketlere göre biraz toparlanan Erdoğan - AKP bu İmamoğlu’na karşı yargı darbesinden kazançlı değil daha yıpranarak çıkacaktır. Toparlanan durumundan da daha aşağıya inmesi de sürpriz olmayacaktır. Kitle psikolojisi özellikle Türkiye’de hemen her durumda mağdurdan yanadır. Son yerel seçimde İmamoğlu 17 bin fark yaparken, yenilenen seçimde 800 bin üzeri oyla seçilmiştir.

Dolayısıyla seçime önem veren, son yerel seçimlerinden önce tüm seçimleri kazanan ( Bazılarını hile vb. kazandığı, örneğin mühürsüz oylar gibi unutmamak üzere ) benzer durumla cezaevinde yatan Erdoğan’ın böyle bir karara onay vermesi çok zorunlu bir basınç üzerine yani Erdoğan’a rağmen bir devlet tasarrufu olabilir. Elbette burjuva seçim sisteminin açmazları, boşlukları, kırılganlıklarının varlığı, ayrıca seçmen eğiliminin çok net ilkelere bağlanmadığı koşulların bilindiği noktada Erdoğan-AKP’nin şapkadan tavşan çıkarmada mahir olduğu için ekonomik iyileştirmeler, milliyetçilik ve dini kullanarak, bu İmamoğlu kararına rağmen yıpranmaz ve oy kaybına uğramazsa da bizce sürpriz olmayacaktır.

Sonuçta İmamoğlu’na karşı bu planlı, programlı yargı darbesi yalnızca CHP ve İmamoğlu’na karşı bir saldırı, tasarruf değil, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Gezi’den bugüne toplumsal ve siyasal muhalefet karşı adım adım bir süreç izlenerek yapılan saldırı ve tasarruftur. Dolayısıyla özellikle İstanbul işçi ve emekçilerin iradesine bir saldırı olan bu İmamoğlu kararına sosyalist-komünistler daha da önem vermeli, duyarlı olmalıdırlar.

Bundan sonrası için yapılması gerekenler ve çözüm üretmek daha da önemli hale gelmiştir. Elbette yasal süreç İstinaf, Yargıtay, Anayasa Mahkeme aşamaları ile henüz sonuçlanmamıştır. Bu aşamalardan sonra beraatta çıksa, egemenlerin başka türde ve başka insanlar da dahil saldırısı devam edecektir. Dolayısıyla yalnız bu İmamoğlu kararından kaynaklı değil, bugüne kadar yapılan saldırıların birikimi sonucu, Saraçhane’de somut olarak görülen öfke patlamasını söndürmek yenilgi ve yıkım olacaktır.

Yapılması gereken her durumda bir araya gelmeyen, birlik olmayan tüm bileşenleri birleştiren bu İmamoğlu kararının sıcaklığını kaybetmemektir. Bu birliktelik sonuçta en geniş anti-faşist birliktir. Bu birlikteliği tüm ülke çapına yaymak, sivil itaatsizlik eylemleriyle takviye yasal süreç aşamalarına ve seçimlere kadar devam etmelidir. Böyle bir eylemlilik bu cezayı kaldıracağı gibi bundan sonraki saldırılara da caydırıcı olacaktır. Tersine bir durum yani yasal yargı süreci ve seçimleri beklemek saldırıları devamını getirirse bundan tüm muhalefet ( Önemli ölçüde sosyalist komünistlerde sorumlu olacaklardır ) sorumlu olacaktır.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 34 93
2. Fenerbahçe 33 86
3. Trabzonspor 33 55
4. Beşiktaş 33 51
5. Başakşehir 33 49
6. Rizespor 33 48
7. Kasımpasa 33 46
8. Antalyaspor 33 45
9. Alanyaspor 33 45
10. Sivasspor 33 45
11. A.Demirspor 34 41
12. Samsunspor 33 39
13. Ankaragücü 33 37
14. Kayserispor 33 37
15. Konyaspor 33 36
16. Gaziantep FK 33 34
17. Hatayspor 33 33
18. Karagümrük 33 33
19. Pendikspor 33 30
20. İstanbulspor 33 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 31 69
2. Göztepe 31 63
3. Ahlatçı Çorum FK 31 55
4. Sakaryaspor 31 54
5. Bodrumspor 31 52
6. Kocaelispor 31 52
7. Bandırmaspor 31 47
8. Boluspor 31 47
9. Gençlerbirliği 31 47
10. Erzurumspor 31 42
11. Ümraniye 31 37
12. Manisa FK 31 36
13. Keçiörengücü 31 36
14. Şanlıurfaspor 31 34
15. Tuzlaspor 31 33
16. Adanaspor 31 32
17. Altay 31 15
18. Giresunspor 31 7
Takımlar O P
1. Arsenal 34 77
2. M.City 33 76
3. Liverpool 34 74
4. Aston Villa 34 66
5. Tottenham 32 60
6. M. United 33 53
7. Newcastle 33 50
8. West Ham United 34 48
9. Chelsea 32 47
10. Bournemouth 34 45
11. Brighton 33 44
12. Wolves 34 43
13. Fulham 34 42
14. Crystal Palace 34 39
15. Brentford 34 35
16. Everton 34 33
17. Nottingham Forest 34 26
18. Luton Town 34 25
19. Burnley 34 23
20. Sheffield United 34 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 33 84
2. Barcelona 32 70
3. Girona 32 68
4. Atletico Madrid 32 61
5. Athletic Bilbao 32 58
6. Real Sociedad 33 51
7. Real Betis 32 48
8. Valencia 32 47
9. Villarreal 32 42
10. Getafe 32 40
11. Osasuna 32 39
12. Sevilla 32 37
13. Las Palmas 32 38
14. Deportivo Alaves 32 35
15. Rayo Vallecano 32 34
16. Mallorca 32 31
17. Celta Vigo 32 31
18. Cadiz 32 25
19. Granada 32 18
20. Almeria 32 14