Direnişler daha da kitleselleşirse bir dizi kazanım mümkün
Küresel kapitalizm-emperyalizm ve alt emperyalist ülkelerin hem kendi aralarında hem de rakip gördükleri ülkeler arasında pazar, tedarik, ticaret vb. aralarında kıyasına rekabet ve çelişkiler giderek yükseliyor. Bu durum nesnel olarak da yerel, bölgesel savaşları da tetiklemektedir. Son dönem ve güncelliğe baktığımızda Ortadoğu yine rutin şekliyle gündem olmaya devam ediyor. Bu noktada dış gelişmelerin güncelliğine bütünsel saiklerle baktığımızda küresel kapitalizmin boyutlarını doğru anlayıp, kavradığımız gibi diyalektik olarak Türkiye kapitalizmin güncelliğini doğru kavramak da mümkün olacaktır.
Ortadoğu’da Suriye stratejik ve tarihsel olarak bölgesel ve küresel olarak hemen tüm ülkeler için adeta bir test olarak şekillenmiş durumdadır. Son dönem ve günler de özellikle Alevilere dönük katliamlar bu durumun somut teyidi olmuştur. Kapitalizmin varlığından kaynaklı siyasi-İslam-şeriat eğilimi ve ırkçılık arkaik yaşananlara benzerliklerle katliamlarına devam etmektedir. Suriye’de giderek dozunu artıran Alevi katliamının görüntüleri 47 yıl önce yaşanan Maraş Katliamı gibi. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar işkence ile öldürülmüş, evlerinin içinde canlı canlı yakılmıştı. Öyle ki hamile kadınlar karınlarındaki bebekleri ile şikence ile katledilmiş, ceninlere bile kıyılmıştı. Bu katliamlar Suriye’nin Alevi bölgelerinde yaşanan katliamlara benziyor. Fark, katillerin Suriye dışından ihraç edildiği HTŞ’li, el Kaideli şeriatçılar oluşu, buradaki katliamın soykırım boyutuna yükselmiş olmasıdır. Türkiye’nin, dünyanın, gözü önünde öldürülüyor çocuklar, kadınlar, erkekler. İşkence edilerek, videoları çekilip, sosyal medyada da paylaşılmaktadır.
Bu katliamlar ocak ayı sonlarına doğru Humus Üniversitesine giderken Alevi Akademisyen Rasha Al-Ali’nin kaçırıldığı duyuruldu önce. Sonra kadın akademisyenin cesedi bulundu, parmakları koparılmış, feci halde işkence edilmiş halde. Devamla HTŞ teröründen kaçan Aleviler, yakalandıkları yerde katledilmeye, nehirlere atılmaya başladı. Evlerinin talan edilmesi, kıymetli eşyaların, paraların, ziynet eşyalarının gaspı görüldü. Küçük bir kız çocuğunu tekmelerle oradan oraya sürüklemeleri, saçlarını çekmeleri, sırtına binmeleri, sonra öldürmeleri. Onlarca kişiyi yerlerde dizlerinin üzerinde süründürmeleri, tekme ve silahların kabzaları vurmaları, işkenceler.
Bu katliamlara, işkencelere başta Türkiye, ABD, Avrupa ülkeleri seyirci kalıp, Suriye’nin zenginliklerinin, kaynaklarının nasıl paylaşılacağı hesaplarını yapıyor, Colani’yi cilalayıp sunuyorlar. Ne kadar cilalansa da, takım elbise ve kravat takınca zihniyetin değişmeyeceği Colani ve HTŞ’lilerin göstergesi bu katliamlar. Ayrıca bu katliamları “ Esat artıkları” diye meşrulaştırmaları da ayrı bir zulümdür. Sanki Esat artıkları diye niteledikleri insanların katledilmeleri kendi literatürleriyle vacipmiş gibi.
Sonuçta bu katliamalar ve işkenceler spesifik bir HTŞ-Colani mezalimi gibi gözükse arka plan saikleri olarak küresel ve bölgesel kapitalizm- emperyalizmin sistemsel varlığı belirleyicidir. Dolayısıyla somut ve güncel olarak bu katliamlara karşı tüm halkaların birlik ve ortak mücadelesi caydırıcı olacaktır. Ama kalıcı ve radikal çözümün sosyalizm-komünizm olduğu da ısrarla savunulmalıdır.
Yine dış gelişmeler olarak Trump’la birlikte ABD politikaları da daha net ve görünür olarak gündem olmuştur. ABD’de soykırım karşıtı öğrencilerin polislerce kaçırılıp gözaltı ve sınır dışı şiddetine maruz kalmasıyla paralel son dönemde bir de Çinli göçmen ve öğrenciler hedef alınıyor. Tarihsel olarak ABD’nin ekonomi politiği ve sosyal düzenindeki ırkçılık ve anti-komünizm ya da “siyah tehlike” ve “kızıl tehlike” propaganda ve politikaları bugün siyah parantezine Filistinlileri ve Filistin yanlılarını alarak ve kızıl parantezinde de Çinlilere karşı yeniden ve yeniden üretiliyor. “Siyah tehlike” propagandası siyahların köleliğini, siyahlığın ekonomik, sosyal, ideolojik aşağılanmasını meşrulaştırmaya, dolayısıyla zorla el koyma ve aşırı sömürüye dayalı birikimin devamına hizmet ediyordu. “Kızıl tehlike” propagandası ise kızılların, yani pratikte direnen ve karşı çıkan herkesin korkulan, nefret edilen, hain, düzene karşı çıkmanın da yabancıların kontrolünde bir komploya alet olmak olarak yerleşmesine hizmet ediyordu. Dolayısıyla ABD egemenlerinin de en korktuğu kesişme siyah ve kızılın kesişmesiydi, hala da öyle. Bu durum açık ve net olarak ABD kapitalizm-emperyalizmin “yeni soykırım” politikalarının hız kesmeden devam ettiğini göstermektedir.
Bu arada Trump’ın yayılmacı, ırkçı, faşizm eğilimli politikaları da devam ediyor. Trump’ın “Kurtuluş günü” sloganıyla açıkladığı gümrük tarifeleri, mali piyasalarda şok etkisi yarattı. SP 500 iki günde yüzde 10 geriledi, 5 trilyon dolar silindi. Trump ve yönetim kadrolarını dolduran faşist entelijansiya, küreselleşmeyi, bir tür ekonomik savaş olarak okuyor sistemi düzeltmek değil, yıkarak yeniden kurmak istiyor. Onlara göre küresel ticaret sistemi, uzun yıllardır Amerikan işçisini yoksullaştırdı, Çin’in yükselmesine zemin hazırlayarak ABD egemenliğini aşındırdı. Dolayısıyla tarifeler bu bağlamda küreselleşmeye karşı bir tür radikal müdahale niteliği taşıyor.
Bu noktada Trump’ı yönlendiren faşist entelijansiya, tarifeleri sadece ticareti değil, siyasi ve kültürel değerleri küresel çapta yeniden şekillendirme amacıyla da kullanmak istiyor. Örneğin, federal hükümetle iş yapmak isteyen yabancı şirketlere çeşitlilik, eşitlik, kapsayıcılık (ırkçılık, kadın, LGBTİ hakları) veya iklim krizi bağlamında yayımlanan başkanlık kararnamelerine uyma şartı dayatılıyor. Faşist entelijansiyanın elinde Amerika artık küresel sisteme, yalnızca piyasa kurallarını değil, kendi kültürel ve politik normlarını dayatan bir güç olmayı amaçlıyor.
Bu anlamda Trump başkan olduktan sonra hızla devreye giren politikaları ve bu gümrük tarifeleri Trump’ın istikrarı bozulmuş aklından çıktığını düşünürsek üç tehlikeli gelişmeyi gözden kaçırırız. Birincisi ABD’de bir faşist entelijansiya devleti ele geçiriyor, yeniden şekillendiriyor. İkincisi, bu faşist entelijansiya, uluslararası siyasi kültürel ortamı ABD’nin ekonomik askeri gücüne dayanarak yeniden şekillendirmeyi planlıyor. Üçüncüsü de hemen tüm Avrupa ülkelerinde, bu projeye olumlu bakan faşist hareketler gelişmeye devam ediyor. Sonuçta Trump rejimi, ABD’nin diğer devletler karşısında küresel üstünlüğünü, var olan neoliberal düzeni yıkarak, küresel çapta kendi faşist iradesine tabi bir düzen inşa ederek korumak istiyor.
Bu arada son günlerde Trump politikalarına karşı protestolara değinmek zayıf halka, güçlü halka paradoksunda güçlü halkanın da artık ciddi yara aldığını göstermektedir. Son günlerde Amerika Birleşik Devletleri, Başkan Donald Trump ve danışmanı Ellon Musk’a karşı kapsamlı “ Ellerini çek!” protestolarına tanık oldu. 5 Nisan 2025’te milyonlarca kişi ülke çapında 1.400’den fazla gösteriye katıldı ve New York, Atlanta, Boston, Chicago, Dallas, Detroit ve Los Angeles gibi şehirlerde önemli toplantılar yapıldı.
Bu protestoların nedeni, Trump’ın gelir gelmez uygulamaya koyduğu bazı konular. Bunlar arasında Musk eliyle “verimlilik ve tasarruf” başlığı altında hükümetin küçültmesi, işten çıkarmalar, kurum kapatmaları, sosyal hizmetlerdeki kesintiler önemli bir yer tutuyor. Yanı sıra, trans bireyler için azaltılmış koruma ve göçmenler için sınır dışı etmeler gibi konular da var. Amerikalı protestocular, özellikle Sosyal Güvenlik ve Medicaid gibi sosyal hizmetlerdeki kesintilerle ilişkilendiren Musk’ın Hükümet Verimliliği Bakanlığı’nın “zenginleri kayırdığı” şeklinde algılanan politikalarından memnun değiller.
Aynen Türkiye’deki protestolara destek olunan uluslararası gösteriler gibi, Londra, Paris, Berlin ve Stockholm gibi şehirlerde Amerikalı muhalif halkla dayanışma protestoları gerçekleşti ve göstericiler demokrasiye ve toplumsal refaha yönelik algılanan tehditler konusunda endişelerini dile getirdiler. Bu “ Elinizi çekin” protestoları, Başkan Trump’ın 2. kez başkan seçilmesinden bu yana ülke çapındaki en önemli protestoları temsil ediyor ve yönetimin politikalarına karşı artan kamuoyu muhalefetini gösteriyor. Bu kapsamda, ABD’deki büyük şehirler ve 50 eyaletteki daha küçük kasabalar dahil olmak üzere ülke çapında 1.200’den fazla gösteri gerçekleşti. Bu protesto gösterilerine, sivil haklar grupları, işçi sendikaları da dahil olmak üzere 150’den fazla örgütten oluşan bir koalisyon katıldı.
Özetle, Türkiye’deki protestolar gibi, ABD’deki “ Ellerinizi Çekin!” protestoları da demokrasiyi, işleri ve hakları savunmayı amaçlayan yaratıcı, barışçıl, sanat ağırlıklı hareketlerdir. Birkaç saat sürüyor, büyük şehirlerde haftalık olarak tekrarlanıyorlar ve Trump-Musk politikalarını sert ama akıllıca eleştiren akıllı, duygusal pankartlar kullanıyorlar. ABD’de, protesto görüntüleri, Trump’a yönelik eleştiriler, viral paylaşımlar ve kamuoyunun tepkisi, ana akım medyada, hatta muhafazakar yayın organlarında bile ciddi bir şekilde yayınlanıyor. ABD’deki protestoların tamda Trump’ın karşısında olan Amerikalıları yani gençleri, azınlıkları ve ilericileri daha büyük sayılarda örgütlemeye, oy vermeye ve gönüllü olmaya motive ettiğini raporlanıyor.
Bu noktada Musk ve Trump’ın ilişkisi hem işbirliği hem de çatışma yaşarken, mevcut göstergeler olası bir geçişe işaret ediyor ve Musk, yönetime gayrı resmi bir bağlantıyı sürdürürken resmi danışman rolünden potansiyel olarak geri adım atabileceğini düşündürüyor. Halk arasındakine duruma bakılırsa bir zamanlar vizyoner olarak görülen Musk’ın markası, şimdi daha toksit ve kutuplaştırıcı, daha az havalı, daha kaotik. Özetle Musk siyasi sermayesini yakıyor. Her ikisi birlikte çökebilir. Ve direniş büyürse Amerika’nın teknoloji ve siyasi manzarası 2026’ya kadar tamamen farklı olabilir deniyor.
Küresel kapitalizm-emperyalizmin bu ve benzeri güncel gelişmelerine diyalektik saikleriyle baktığımızda Türkiye kapitalizmi gelinen aşamada güvenlikçi devletin, risk devletinin hızlı adımlarla faşizmin iktidarına dönüşmesinin somut şartları Hitler faşizminin Papaz hikayesine benzer saiklerle devam etmektedir. Bu durumun arka plan saikleri şu verilerle de görünür haldedir.
Nazizm üzerine çalışan teorisyenler Nazi rejiminin yerleşme sürecini “normatif devlet”- “imtiyaz devleti “ ikiliği üzerinden okuyorlar. Buna göre süreklileşmiş bir olağanüstü hal yönetimi olan Nazi rejimi, Nazilerin “ imtiyaz devletini” “normatif devletin” aleyhine olacak şekilde devamlı genişletmeleriyle yerleşmiştir.
Yine kapitalizmin, kapitalist devletin yaratımı olan geleneksel güvenlik tehditleri askeri güvenlik tehditleri olarak biliniyor. Geleneksel olmayan güvenlik tehditleri ise esas olarak toplumsal-ekonomik ve biyolojik ve çevreyle ilgili çelişkilerdir. Bunlar arasında ekonomik güvenlik mali güvenlik, kaynakların güvenliği, su güvenliği, tahıl güvenliği, biyolojik çevre güvenliği, enformasyon güvenliği, salgınların yayılmasına önlem, suça yönelik örgütlü sınır faaliyetleri, uyuşturucu kaçakçılığı, yasadışı göçler, para dolandırıcılığı, korsanlık vb. var. Böylesi çoklu tehditlerin varlığı faşizmin iktidarına giden süreçte egemenler için tam kuralsızlıkken, emekçiler için küçük kırıntılara muhtaçlık ve nefes almanın bile ortadan kalktığının göstergesidir.
Ayrıca “gizli tanık” olayı da güvenlikçi devletin, faşizm eğiliminin bir uygulaması olup, Oligarşik devletin baskı-zor ve rıza araçlarının varlığı ile birlikte burjuva anlamdaki yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığının bile reddi noktasında gündeme gelmiştir. Yargı eliyle yapılan-yapılacak olan siyasi operasyonların kılıfı da her zaman hazır ve nazır, gizli tanık devlet-iktidarın muhalefeti baskı altında tutmak ve siyaseti dizayn etmek için ihtiyaç duyduğu siyasi operasyonlar için “gizli tanıklar” devreye sokulacak ve sonrada Adalet Bakanı her zamanki gibi ortaya çıkıp “Bu hukuki bir süreç” diyecek. Gizli tanık uygulaması, Erdoğan ve Gülencilerin (FETÖ) ülkeyi birlikte yönetmeye başladıkları dönemde 2024 yılında kabul edilen Ceza Muhakemesi Kanununun (CMUK) 58. Maddesiyle Türkiye’nin hukuk sistemine dahil edildi. Bu uygulama, Tanık Koruma Kanununun 27 Aralık 2007’de kabul edilmesi ve 5 Ocak 2008 resmi gazetede yayınlanmasının ardından siyasi tasfiye operasyonlarının aracı olarak kullanılmaya başlandı.
Bu bölüme yukarıda değerlendirmeleri de dikkate alarak rutin değerlendirmemiz olan iktidar, muhalefet bileşenlerinin güncel gelişmelerini değerlendirme ile başlamak istiyoruz.
Gelinen noktada devlet-iktidarın siyasi ömrünün bütünsel saiklerle dolmasının giderek yükseldiği koşullarda muhalefete dönük saldırılarda hız kesmeden devam etmektedir. İktidarın yapılan anketlere göre sürekli şekilde oy oranlarının düşmesi iktidar ortaklarının bir yanıyla ortaklığını pekiştirirken, diğer yanıyla ortaklar arasında çelişkileri yükseltmektedir. Bu duruma güncel örnekler olarak baktığımızda şu gelişmeler öne çıkmakta ve süreci başat saiklarle etkilemekte, belirlemektedir. Bunlar Erdoğanın DEM Parti heyeti ile görüşmesi ve devamında ki gelişmeler, Bahçeli’nin İmaoğlu davasının çabuklaştırılması doğrultusundaki açıklaması ve Rasim Ozan Kütahyalının CHP’ye kayyum atanacağı bunun şeklinin ne olacağını açıklamasıdır.
Görevi gereği Ekim ayında Kürt sorununun çözümü doğrultusunda bir süreç başlatan Bahçeli’ye rağmen Erdoğan’ın sürece yeterince aktif katılmadığı tartışıldı. Elbette Erdoğan’ın bu tutumunun nedensiz olması mümkün değildir. Erdoğan’ın bu tavrı da iç ve dış egemenlerin bir başka ifade ile devlet aklının bir gereği olduğu açıktır. Kısa bir dönem önce sürece ancak Bahçeli’nin açıklamalarını destekler şeklinde yaklaşan Erdoğan bugün ise DEM Parti heyeti ile görüşme talebini kabul ederek sürece aktif katılması da devlet aklının bir gereği olarak şekillenmiştir. Bu teknik gibi gözüken siyasi tutum almalar sonucu esas olanın görüşmenin içeriği olacaktı. Yani görüşmede Erdoğan’ın nasıl bir tutum alacağı nasıl bir program sunacağıydı.
Nasıl ki Bahçeli’nin beklenmeyen açıklaması üzerine bizler Marksizm referansıyla Bahçeli’nin blöf yapmadığını, sahte bir açıklama yapmadığını ısrarla belirttik. Elbette kısa bir zaman kesitinde hatta bir kaç gün önce ırkçılık ve savaş dışında barışı göstermelik şeklinde bile olsa savunmayan Bahçeli’nin Öcalan’ın Meclise gelerek açıklama yapmasını ve umut hakkından bahsetmesi geniş bir çevrede adeta şaşkınlık ve şok yarattı. Bu noktada da Erdoğan’ın DEM Parti heyetinin görüşme talebini kabul edip etmeyeceği konusunda ciddi tereddütler vardı. Daha da önemlisi Erdoğan’ın görüşmeyi kabul etse bile görüşmede süreci başlamadan bitmesi doğrultusunda ırkçı ve şahin tavırlar içinde olacağı bekleniyordu. Bizler ise yine Marksizm referansıyla Kürt sorununun çözümünün geçmişi de kapsayan uzun bir zamandır iç ve dış egemenlerin gündeminde olduğu ve çözümün kendi istemleri ve çıkarları çerçevesinde çözümünü istediklerini belirtik.
Dolayısıyla Erdoğan’ın da beklenen şekliyle süreci ırkçı ve şahin tavrıyla yaklaşmayacağını tersine çözüm doğrultusunda devlet aklının gereği olarak kendi çapında olumlu bir yaklaşım içinde olacağını söylüyoruz. Bu anlamda özellikle DEM Partiden yapılan açıklama da görüşmenin çok olumlu ve yapıcı geçtiği mealinde açıklamaları bir yanıyla DEM Parti heyetinin de beklemediği bir Erdoğan tavrı oldu. Erdoğan heyetinin bir devlet heyeti olduğu heyette MİT Başkanının bulunmasıyla da bellidir. Görüşmede bir takvim çıkarıldığı da açıktır. 13 maddede toplanan bu takvim medyaya da düştü. Dolayısıyla Bahçeli gibi Erdoğan kendi görevi gereği sürece zamanlama olarak aktif olarak katılmış oldu. Bu anlamda süreç negatif ve pozitif barış çerçevesinin başat yanlarının bir takvim olarak başlayacağını göstermektedir.
Elbette sürecin normatif şekliyle devam etmesi bu görüşmesinin içeriği ile bellidir. Ama iç ve dış egemen kanatlar arasındaki çelişkiler, devlet kanatları arasında çelişkiler, çoklu aktör ve öznelerin varlığı, farklı çevrelerin varlığı süreci kesintiye uğratırsa veya sonlandırırsa da diyalektik saiklerle sürpriz olmayacaktır. Sürecin kesinti veya sonlanmasının temel saiki ise devlet-iktidarının taleplerini koşulsuz dayatması ve buna karşı Kürt hareketi ve DEM Partinin ( Barış için uzlaşı ve tavizler dışında) dik durup, dayatmayı reddederek programını savunması sonucu olacaktır.
Bahçeli’nin İmamoğlu davası üzerine rutin tarzı olarak çelişkili yan olsa da davanın çabuklaştırılmasını belirten açıklaması da yine blöf ve sahte değildir. Bahçeli’nin görevi belirli bir bütünlük içinde devam etmektedir. Bu noktada Bahçeli gerek Kürt sorunundaki açıklaması gerekse devletin bekası noktasındaki tutumunun gereği olarak İmamoğlu davasına böyle bir açıklama getirmiştir. Bahçeli’nin Kürt sorununun verilen görevi gereği engeli olan hemen her olay ve konunun aşılması noktasında tavır aldığı açıktır. İmamoğlu gibi etkin ve geniş bir kitle desteği olan ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı için yapılan önseçimde üye ve dayanışma oylarıyla 15 milyon 500 bin oy alması ( bu sonucu muhalifler dışında CHP ve İmamoğlu’nun da beklemediği açıktır) Bahçeli için yaptığı açıklamanın belirleyeni olmuştur. Yani İmamoğlu’nun net olmayan saiklerle tutuklanması ve cumhurbaşkanı adayı olarak cezaevinde olması dış çevrelerin de olumlu karşılanmadığı noktada ciddi bir sorun olacak ve Kürt sorunu sürecini de hemen her durumda olumsuz etkileneceğini bildiği için adeta düğmeye basarak böyle bir açıklama yapmıştır.
Diğer yandan İmamoğlu’nun bu etkinliği ve gücüne rağmen cezaevinde olması başta gençlik olmak üzere tüm katmanların yoğun bir protestosuna dönüşerek Gezi isyanını andıran bir meydan, sokak eylemliğini başlatması ve günlerce devam etmesi ve hala bitmemesi devletin en has savunucusu olan Bahçeli’yi devletin bekası için de harekete geçtiğini göstermektedir. Yani İmamoğlu davası diğer bazı davalar gibi uzun sürer ve İmamoğlu cezaevinde kalırsa eylemliliğin nereye evrileceğini kestirilemeyeceğini en net bilenlerden biri de Bahçeli’dir. Bu direnişlerin yalnız İmamoğlu’nun tutuklanması üzerine değil, yine gençlik ve diğer geniş emekçi kitlesinin açlık ve yoksulluk şartlarında yaşaması ve yasal hak ve özgürlüklerinin bile baskılanması noktasında direnişe ve mücadeleye geçtikleri de somut olarak görüldüğü için bu durumun engellemesi için şimdilik Bahçeli İmamoğlu’nun durumuna dönük bir çözüm önerisi getirmiştir. Süreçte başka önerilerin gelmesi de sürpriz olmayacaktır.
Diğer bir konuda bir süredir gündem olan CHP’ye dönük kayyum atanması tartışmalarıdır. Elbette bu kayyum olayı yalnızca Rasim Ozan Kütahyalının seri mesajları sonucu gündem olmamıştır. Yani CHP’nin olağanüstü kurultay kararı almasının önemli bir nedeni de bu kayyum atanması olayı olmuştur. Dolayısıyla Kütahyalının bu açıklaması süreci hızlandırmıştır o kadar. Bu noktada önemli olan tipik bir komplocu ve provokatör olan Kütahyalının bu mesajlarının doğruluğu veya yanlışlığı dışında başat olanın böyle bir zeminin ( Kapitalizm ve kapitalist devletin varlığından kaynaklı ) varlığıdır. Bu durumun en somut göstergesi de geniş bir kitle desteğiyle Cumhurbaşkanı adayı olan İmamoğlu’nun tutuklanmasıdır.
Rasim Ozan Kütahyalının bu mesajları kişisel bir tercih olarak değil, derin yerlerin bir kanadının isteği ve telkini sonucu yaptığı açıktır. Daha sonra özür dilemesi ve nedameti de yine bu yerlerin uyarısı, telkini ile olmuştur. Egemenlerin veya derin yerlerin bir başka kanadı Kütahyalının bu mesajlarını durdurmuştur. Bahçeli’nin Kütahyalıya dönük içimizdeki şeytanlar tepkisi de bu kanadın şimdilik etkin olduğunu göstermektedir. Ama süreçte Kütahyalıyı durduran bu kanadın da kayyum olayını gündemine alması da sürpriz olmayacaktır. Dolayısıyla Özgür Özel’den bile etkin olan İmamoğlu’nun dahi tutuklandığı ( bu arada aynı durumun yani tutuklama olayının süreçte Özgür Özele de uygulanması sürpriz olmayacaktır) koşullarda bu zeminin varlığı nettir, açıktır. Derin yerlerin bir başka görevlisi olan Kütahyalının göstermelik gözaltı ve daha sonra hikayeden tedbirlerle bırakılması da sürpriz olmamıştır. Bu mesajların Kütahyalıya öğretilerek yayınlanması aynı zamanda deneme- yanılma olarak kitle tutumunun testi içinde yapılması da mümkündür.
Bu bölüme ana muhalefet partisi CHP’nin güncel durumuna değinerek devam ediyoruz. Önceki birkaç yazımızda da belirtiğimiz gibi sosyal demokrat özellikler taşıyan CHP ideolojik-siyasi çizgi olarak sermaye-devlet bağlantısı dışında başat olarak emek ağırlıklı bir parti olmalıdır. CHP bu emek ağırlıklı yanını özellikle uygulamada, pratikte yeterince yerine getirmemiştir. Bu durum CHP’nin egemen ideoloji ile birlikte birde kurucu parti olmasından kaynaklı resmi ideolojinin egemenliğinden kurtulamadığı için devlet yanlısı eğilimi daha başat olmuştur. Süreçte nicel ve nitel olarak gelişememesi, güçlenememesi sonucu 40 yılları aşan süreçte iktidar olamadığı gibi birinci parti olması birkaç istisna dışında mümkün olmamıştır. Bu durumun sosyolojik ve benzeri nedenleri olduğu açıktır. Konumuz CHP’nin bütünsel bir değerlendirmesini yapmak olmadığı için uzatmıyoruz.
Dolayısıyla son dönemde CHP konjonktürün ve dinamik dönemin de etkisiyle ve zorunlulukların sonucu olarak gelinen aşamada başat olarak emek yanına döndüğü noktada oy oranı da dahil gücü ve etkinliği de yükselmiştir. 31 Mart yerel seçimlerde CHP’nin yüzde 38 oy alması ve birinci partisi olmasının temel nedeni İktidarın olumsuzluğundan, başarısızlığından kaynaklı olmuştur. Gelinen aşamada ise CHP’nin oy oranlarını yüzde 36 aşması ise yalnız iktidarın başarısızlığı üzerine değil başat olarak CHP’nin adına-aslına dönerek emek yanını öne çıkarması sonucu olmuştur.
Son günlerde CHP ve Özgür Özel’in tutumuna genel olarak baktığımızda bu başarı ve olumluluğu görmek mümkün olacaktır. Olağan üstü kurultayda tek aday olarak seçilen Özel aslında güven tazelemiştir. Ayrıca parti kurullarında etkinliği görülmüştür. Kurultay konuşmasında özellikle Kürtlere dönük olumlu açıklamaları ile başlayan süreç diğer il ve ilçe konuşmalarında da devam etmiştir. Kürtlerin de partisiyiz açıklaması ve belediye meclislerinde Kürtlerin bulunmasını savunması da klasik CHP politikalarının aşılmasının başlangıcı olarak düşünülebilir. Ayrıca tüm muhalefet kanatları ile birlikte mücadeleden bahsetmesi ve daha önce tüm demokratların öneminden söz ederken buna sosyalist demokratlarını da eklemesi ayrı bir etki yaratmıştır. Önemli bir açıklaması da mitinglere dönük biz mitinge değil eyleme geldik sözleri olmuştur.
Ayrıca 19 Martın cunta ve darbe olduğu konusunda geri adım atmaması da yalnız tutarlılık değil somut bir bilginin gereği olmuştur. Özellikle cunta konusunda ısrarlı açıklaması bu alanda teorik bilgisi dışında devletin bazı kanatlarından aldığı bilgi sonucu olmuştur. Özel bu süreci yine gelen bilgi üzerine daha önce başlatmıştır. Hulusi Akar’a dönük sert açıklama ve polemiklere, yakın zamanda teğmenler olayında Deniz ve Kara Kuvvetlere dönük sert açıklaması ile devam etmiştir. Bu sert açıklamalar komutanların Özel hakkında tazminat davası açmasını getirmiştir. Dolayısıyla Özel'in iktidara dönük cunta suçlaması sonucu 500 bin TL tazminat davası açılması ve suç duyurusunda bulunması önceki sürecin devamı olarak görülmelidir. Özel, komutanların bu iktidar yanlısı tutumunu bilgi çerçevesinde gördüğü için çok açık etmese de darbe için sivil darbe demek mümkünken, cunta için tümüyle sivil demek mümkün olmadığını bilmektedir. Dolayısıyla Özel’in cunta tarifi içinde eski ordu mensupları ve muvazzaf üst düzey komutanların olduğunu açık olmasa da ima ettiği açıktır. Ayrıca Özel bu cunta tarifinin dış ayağını ABD olarak belirtmiş olup bunun somut açıklamasını da İmamoğlu’nun tutuklanmasının ABD’nin telkini ve onayı ile olduğu açıklaması olmuştur.
Sonuçta yakın tarih olarak 12 Eylül ve öncesini temel alırsak CHP’ye dönük özellikle olağanüstü dönemlerde derin yerlerin hizaya getirme, tehdit ve yıpratma tutumları CHP’yi ve genel başkanlarını geri adım attırmış ve yer yer de teslim olmalarını gündeme getirmiştir. Derin yerlerin bu saldırısını boşa çıkarmak, caydırmak ve engellemek için tek yol ve çözüm olarak kendi kitleselliğine güvenmesi dışında başka çözüm gözükmemektedir. Özel bunun somut adımını da İstanbul Valisine Saraçhane mitinginde polis saldırısını engellemek için 500 bin kitleyi mekanına dikerim açıklaması ile başarıldığını görmüştür. Yine ağır hasta da olsa Mahir Polat’ın ev hapsi ile tahliyesi bile büyük kitlesel eylemlilik ve direniş sonucu gerçekleşmiştir. İç ve dış egemenlerin ve derin yerlerin saldırısına karşı büyük sayılarla ifade edilen toplumsal-kitlesel baskı yerine, tersine hizaya getirme, tehdit ve yıpratma vb. gibi taviz, pazarlık ve uzlaşmalar teslim olmaya getirecektir. Ve böylesi bir CHP ve Özel’in bir daha bu başarıyı yakalaması mümkün olmadığı gibi halk dilinde söylersek iflah olması da ve bir daha toparlanması da mümkün olmayacaktır.
DEM Partinin güncel ve somut durumuna baktığımızda ise öyle çok yeni gelişmeler olmadığı için kısa değerlendirme ile bu bölümü de sonlandırmak istiyoruz. DEM Parti heyetinin Erdoğan ile görüşmesi ve Öcalan’ın açıklamasının uygulama alanı bulması için DEM Partinin kitlelere dönük aktif çalışması ve bunun somut ifadesi olan Gençlik Meclisinin Amara yürüyüşü de önemli olmuştur. Bu arada DEM Parti heyetinin öncüsü olan barış gönüllüsü ve entelektüel birikimiyle önemli yoldaşımız olan Sırrı Süreyya’nın ağır bir kalp krizi ve kalp ameliyatı geçirmesi ve hayati tehlikesi ile yoğun bakımda olmasına çok üzüldüğümüzü bir an önce sağlığına kavuşmasını sabırla beklediğimizi söyleyelim.
Son günlerin DEM Parti için önemli konusu Erdoğan ile görüşmesi olmuştur. Görüşmeden sonra DEM Parti heyetinin beklentisinin üzerinde görüşmenin olumlu, yapıcı geçmesi ve net olarak açıklanmasa da bir takvimin belirlenmesi DEM Parti heyetinin görüşmeden bayağı umutla çıktığını göstermektedir. Elbette görüşme ekstra bile olsa beklenmeyen olumlulukta geçmiş olsa bile akıl vermek değil ama bir öneri olarak ihtiyatlı olmak gerektiğini söylüyoruz. Verilen bir dizi sözlerin kısa veya anlık olarak ortadan kalktığı gerçekliğini bizzat yaşayarak görenler DEM Parti eğilimler olduğu için bir an dahi dikkatlerini bırakmamalıdırlar. Bu durum yani ihtiyat ve dikkatli olma durumu süreç içinde yasal ve Anayasal resmiyet şeklinde kazanımla sonuçlansa bile her an geri alınabileceği unutulmamalıdır. Sonuçta somut adımların atılacağı Adalet Bakanlığı görüşmesi de Sırrı Süreyya’nın durumundan dolayı ertelenmiştir. Bu aşamada DEM Partililer ve diğer bileşenler için tek yapılması gereken Sırrı Süreyya Önder’in yoğun bakımdan çıkması için hastanede bekleme ve uzak olduğu için hastanede olamayanların tarzı direniş olan Sırrı Süreyya’nın bu badireyi de atlatacağını sabırla beklemeleri olacaktır.
SONUÇ YERİNE
Kapitalizm- emperyalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığının giderek koyulaştığı koşullarda işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi de devam etmektedir. Yakın dönemde yani Mart ayında devam eden eylem ve direnişler şunlardır. Tek-Gıda –İş Sendikasının örgütlü olduğu İzmir’de Sunel tütün, CTP Tütün ve TTL Tütünn fabrikalarında, Gaziantep Başpınar OSB’de Yalçın Kardeşler, Gür İplik, Belatex Halı, Eviza Halı ve Durak Halı’da eylemlilik sürmektedir. Ayrıca Kocaeli’de Aslanbey OSB’de Öz Çelik-İş üyesi Tezcan Galvaniz işçileri grevdeler, Amasya’da Ata Holdinge ait Ekur Et Entegre’de Şeker-İş üyesi işçiler TİS sürecinin tıkaması karşısında fabrika içinde başlattıkları eylemlerde sürmektedir. Yine Renault işçilerinin ve Erkunt Sanayi işçilerinin mücadelesi de devam etmektedir.
Ayrıca Liseli gençliğin proje okul çerçevesinde öğretmenlerinin görevden başka yerlere bilinçli ve siyasi saiklerle sürülmelerine karşı eylem ve direnişleri de devam etmektedir. Egemenlerin korkusu ve kabusu olan gençlik eylemliliği nasıl 301 gencin tutuklanmasına yol açmışsa aynı korku ve kabus durumu bu gençlerin hemen tümüne yakın sayıda tahliyesine yol açmıştır. Diğer emekçilerin de talepleri doğrultusunda eylemde olmaları egemenlerin saldırılarını yükseltse de emekçilere dönük tavizler vermeleri de sürpriz olmayacak ve bu direnişler daha da kitleselleşirse bir dizi kazanımlarda mümkün olacaktır.
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Galatasaray | 36 | 95 |
2. Fenerbahçe | 36 | 84 |
3. Samsunspor | 36 | 64 |
4. Beşiktaş | 36 | 62 |
5. Başakşehir | 36 | 54 |
6. Eyüpspor | 36 | 53 |
7. Trabzonspor | 36 | 51 |
8. Göztepe | 36 | 50 |
9. Rizespor | 36 | 49 |
10. Kasımpaşa | 36 | 47 |
11. Konyaspor | 36 | 46 |
12. Alanyaspor | 36 | 45 |
13. Kayserispor | 36 | 45 |
14. Gaziantep FK | 36 | 45 |
15. Antalyaspor | 36 | 44 |
16. Bodrum FK | 36 | 37 |
17. Sivasspor | 36 | 35 |
18. Hatayspor | 36 | 26 |
19. A.Demirspor | 36 | 2 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Kocaelispor | 38 | 72 |
2. Gençlerbirliği | 38 | 68 |
3. Karagümrük | 38 | 66 |
4. İstanbulspor | 38 | 64 |
5. Bandırmaspor | 38 | 64 |
6. Erzurumspor | 38 | 64 |
7. Boluspor | 38 | 61 |
8. Iğdır FK | 38 | 58 |
9. Amed Sportif | 38 | 57 |
10. Ahlatçı Çorum FK | 38 | 54 |
11. Ümraniye | 38 | 53 |
12. Esenler Erokspor | 38 | 52 |
13. Sakaryaspor | 38 | 51 |
14. Keçiörengücü | 38 | 51 |
15. Manisa FK | 38 | 48 |
16. Pendikspor | 38 | 48 |
17. Ankaragücü | 38 | 48 |
18. Şanlıurfaspor | 38 | 40 |
19. Adanaspor | 38 | 30 |
20. Yeni Malatyaspor | 38 | -21 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Liverpool | 38 | 84 |
2. Arsenal | 38 | 74 |
3. M.City | 38 | 71 |
4. Chelsea | 38 | 69 |
5. Newcastle | 38 | 66 |
6. Aston Villa | 38 | 66 |
7. N. Forest | 38 | 65 |
8. Brighton | 38 | 61 |
9. Bournemouth | 38 | 56 |
10. Brentford | 38 | 56 |
11. Fulham | 38 | 54 |
12. C.Palace | 38 | 53 |
13. Everton | 38 | 48 |
14. West Ham United | 38 | 43 |
15. M. United | 38 | 42 |
16. Wolves | 38 | 42 |
17. Tottenham | 38 | 38 |
18. Leicester City | 38 | 25 |
19. Ipswich Town | 38 | 22 |
20. Southampton | 38 | 12 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Barcelona | 38 | 88 |
2. Real Madrid | 38 | 84 |
3. Atletico Madrid | 38 | 76 |
4. Athletic Bilbao | 38 | 70 |
5. Villarreal | 38 | 70 |
6. Real Betis | 38 | 60 |
7. Celta Vigo | 38 | 55 |
8. Rayo Vallecano | 38 | 52 |
9. Osasuna | 38 | 52 |
10. Mallorca | 38 | 48 |
11. Real Sociedad | 38 | 46 |
12. Valencia | 38 | 46 |
13. Getafe | 38 | 42 |
14. Espanyol | 38 | 42 |
15. Alaves | 38 | 42 |
16. Girona | 38 | 41 |
17. Sevilla | 38 | 41 |
18. Leganes | 38 | 40 |
19. Las Palmas | 38 | 32 |
20. Real Valladolid | 38 | 16 |