30.07.2022, 14:53

Her şey meta olmuş durumda

Küresel kapitalizmin kriz- çöküş hali varlığı ve sürekliliğinin garantisi olan kendi otantik koruma kalkanlarını tek tek ortadan kaldırarak ilerliyor. Örneğin yüksek işsizliğin asgari telafisi olarak nominal ücretlerin yüksekliği gibi veya tersi koruma kalkanları ortadan kalkıyor. Aynı anda yüksek enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, ücret-gelir düşüklüğü yaşanıyor. İktisat diliyle enflasyon, devalüasyon, stagflasyon sarmalı aynı anda yaşanmaktadır. Bu durum kapitalizmin işleyiş yasalarından olan çevriminde temel önemde olan buhran ve toparlanma sarmalında toparlanma giderek zorlaşmaktadır.

Artık “yapıcı yıkıcılıktan”, “yıkıcı yıkıcılığa” ve “yıkıcı kaosa” dönüşen kapitalist işleyiş, kârının ve servetinin kaynağı olan yeni değer, fazla değer, artı değer üretmede zorlanıyor. Bu anlamda kriz nihai kriz ile açıklanıyor. Bu durum servetin dar bir tekel olan oligarşi içinde daha da darlaşmasını getiriyor. Diğer tarafta modern barbarlık, ilkel birikim dönemini çağrıştıran açlık ve yoksulluğun yükselmesini getiriyor. Artık küçük kırıntılardan imtina eden kapitalizm, “çalışan yoksullar”, “derin yoksulluk” üreterek çoklu yıkım olarak devam etmektedir.

İnsanlık ve özellikle işçi ve emekçiler rutinden farklı ekstra çürüyen , geberen, zombi kapitalizmle karşı karşıyalar. Artık böylesi bir kapitalizmi, kapitalizmden her türden çıkarı olan liberaller bile savunamaz durumundadırlar. Örneğin kapitalizmden kaynaklı sıfırdan zenginleşenlerden biri olan Nagehan Alçı yine kapitalizme görevi gereği akıl vermeye devam ediyor. Kendisinin liberal olmasına rağmen kapitalizme karşı olarak demokratik sosyalizmin çözüm olduğunu söylemektedir.

Alçı’nın bu itirafı bir yanıyla sosyalizmin prestijinin giderek yükseldiğini göstermektedir. Diğer yandan eğer Alçı böyle bir sosyalizm öneriyorsa bunun bilinçli, planlı bir manipülasyon, illüzyon yaratmak saiki ile yaptığı açıktır. Bu açıklaması ile Alçı bile kapitalizm içinde sosyalizmi çözüm olarak öneriyorsa, bu sosyalizmin çözüm değil, çözümsüzlük üreteceği açıktır. Dolayısıyla kapitalizmin verili durumunda Alçı vari sosyalizmi çözüm ve alternatif olarak sunan tüm eğilimler kendilerini yeniden test etmelidirler. Alçı’nın bu önerisinde kapitalizmin bu yıkımına karşı başka çözümler ( Demokratik kapitalizm gibi alternatifler egemenler nezdinde yoğun olarak tartışılıyor ) önermesi daha sahici olacaktı. Alçı’nın bizzat sosyalizmi vurgu yaparak çözüm önerisi otomatikman Devrimci Marksist proleter devrim, sosyalizmin-komünizmden kabus gibi korkunun görünür halidir. ( Geçmişte de Deniz Gezmiş güzellemesi yapıp Mahir Çayan düşmanlığı gibi, elbette bu tutumda Deniz Gezmiş övgüsü de inandırıcı değildir ) Aynı zamanda giderek bizlerin de Devrimci Marksist proleter devrim, sosyalizm-komünizmi ısrarla savunmanın haklılığını, doğruluğunu göstermektedir.

Bu arada önceki yazılarımızda küresel kapitalizmin kriz- çöküş halinden kaynaklı ülkeler bazında yıkımından bahsetmiştik. Bu yıkıma karşı isyan, direnişlere değinmiştik. Yukarıdaki değerlendirmemiz de somut olarak göstermiştir ki kapitalizm içinde çözüm ve alternatif arayışları ( İşçi ve emekçilere dönük reformlar önemli olsa da ) kalıcı, radikal olmayacaktır.

Önceki yazılarda da değindiğimiz gibi gelişmiş kapitalist ülkeler İngiltere, Almanya, Fransa’da dahil Çin, Ekvador, Pakistan ,Sri Lanka, Türkiye’de de direnişler devam ediyor. Buna Macaristan’da Orban’a karşı direniş de eklenmiştir. Nasıl ki her direnişin bir başlangıcı varsa sonu da olacaktır. Bu noktada önemli olan her direnişten sonra hangi düzeyde kazanımla çıkıldığının testi olacaktır. Yine her direnişten dersler çıkartmak ve gelecek direnişlere hazırlıklı olunmalıdır. Bu noktada somut örnek uzun zamandır ciddi bir isyan, direniş içinde olan Sri Lanka’da işçi ve emekçilerin küçük kazanımları yeterli görmemesidir. Uzun zamandır böyle bir direniş kapitalizm sınırlarında da daha büyük kazanımları hak etmektedir. Ama bir Cumhurbaşkanlığı değişimi ile direnişin sönümlenmesi nedensiz değildir. Yani devrimci önderlik yakıcı şekilde önemini korumaktadır. Bunun somut açılımı da Devrimci Komünist İşçi Partisidir.

Birileri için arkaik ve miadı doldu diye ( kendi pratiklerinin teorisi olarak ) reddedilen böylesi bir parti giderek potansiyel yaratıcılığı olan dinamikliğini devam ettirmektedir. İşçi sınıfının öncülerinin birliği olarak dikey, işçi sınıfının ve emekçilerin kendi örgütü olarak yatay bir diyalektik örgütlenme olan Devrimci Komünist İşçi Partisi, Devrimci Marksizm’in örgütlenme alanında ki evrensel ilkeleri ile güncellenen ilkelerinin diyalektik birliğinin de adıdır.

Bu değerlendirmenin de referansıyla Türkiye kapitalizminin güncel gelişmelerinin genel değerlendirmesine geçmek istiyoruz. Öncelikle Kürt sorunu bağlamında Zaxo katliamına CHP ‘nin tavrı üzerinde durmanın ( kısaca da olsa) önemli olduğunu düşünüyoruz. CHP’li eski hariciyeci Çeviköz Zoxo katliamına dönük bir ucube açıklama daha yaparak devletçi ve ırkçı geleneklerini sürdürdü. Sivas katliamı döneminde Tansu Çiller’in yaptığı açıklamayı hatırlattı. Dönemin başbakanı Çiller 34 kişinin yakılarak can verdiği Madımak katliamından sonra “Çok şükür otel dışındaki halkımız bir zarara görmemiştir” demişti.

CHPli Çeviköz’de Dışişlerine geçmiş olsun dileğinde bulundu “Irak’ta yaşanmakta olan durum ile ilgili Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu’na geçmiş olsun dileklerimizi ilettik” Çeviköz ne katliamdan ne ölenlerden ne de nedenlerinden söz etti. CHP’nin bu ve benzerleri tavırları ikircikli ve eklektik olarak devam edecektir. Bu siyasi çizgi yanlışlığı ve kırılganlığı bir yanıyla olumlu, ılımlı mesajlar verirken, diğer yandan olumsuz ve şahin, ırkçı mesajlara da ( bu açıklamada olduğu gibi) çoğu durumda açıktır.

Bu arada Demirtaş’ın arka arkaya açıklamaları da devam ediyor. Daha önceki bir dizi açıklamaları, değerlendirmelerini yorumlayıp ele aldığımız için bir bütünün parçaları olarak bu açıklamaların detaylarından çok muhteva olarak hedefleri önemlidir. Önceki bir yazımızda da değindiğimiz gibi Demirtaş Cezaevini bir okul olarak kullanmakta, belki daha da önemlisi dışarıya politik olarak zinde ve enerjik olarak hazırlanmaktadır.

Demirtaş’ın değerlendirmelerini yorumlayanların sığlığı ise ( Bazı istisnalar dışında ) bu son açıklamalarda da devam ediyor. Hemen bir çok çevre veya kişi kendi meşrebine göre Demirtaş’ın açıklamalarını değerlendiriyor, yorumluyorlar. Kimi PKK’nın silah bırakması çağrısını ve HDP’nin silahlı bir örgüt olan PKK ile ilişkisinin olamayacağı açıklamasını ( Bu açıklamaların başka bir tarzda söylense de yeni olmadığı açıktır ) Türkiye Partisi olmasındaki olumluluk olarak değerlendirmişlerdir. Kimisi Çanakkale ‘de yatanlara dönük dua edin açıklamasında muhafazakarlık aramışlardır. Ama konu Öcalan olunca üç maymunu oynamak rutin tavırları olmuştur. Öcalan ile Demirtaş arasında suni sorun yaratmak için adeta yarış halindedirler. Ama Demirtaş’ın önceki yazısında da bu yazısında da çözümün adresi olarak Öcalan’ı göstermesi ve Öcalan’a dönük olumlu açıklamalarını ise ( yine birkaç istisna dışında ) görmemezlikten gelmişlerdir.

Temelde bu veya benzeri anlayışlar ulusalcılar başka, sosyalistler, başka, muhafazakarlar başka Demirtaş figürü yaratarak adeta moda tabirle çoklu Demirtaş profili üretmişlerdir. Ulusalcılar kendi çizgilerine dönük milliyetçi Demirtaş, sosyalistler kendi bağımsız çizgilerini unutarak HDP’yi biraz daha sola çekerek görevlerini tamamlayacaklarını sanıyorlar, Muhafazakarlarda daha fazla dinsel motifli açıklamalar istiyorlar. Bu arada Demirtaş bu eğilimlere takılmadan kendi çizgi ve yolunda açıklamalara devam ediyor. Hiç uzatmadan belirtelim. Demirtaş’ın hemen tüm değerlendirmeleri akut tehlikelere karşı çözümler üretmek şeklinde olmuştur. Bunun somuttaki ifadesi AKP İktidarının gitmesi ve faşizme karşı en geniş birlik olmuştur. Bu birlik ilkeler bazında Millet İttifakını ve tüm sol-sosyalist muhalefeti kapsamaktadır. Bu anlamda son açıklamasında yüzde 50+1 değil, yüzde 80+1 i öne çıkartmıştır. Dolayısıyla Demirtaş için temel çözüm AKP yi de içinde barındıran faşizme karşı birlik ve yıkılacak AKP’nin yerine gelecekler için faşizm riskini bir ölçüde nefes almak anlamında azaltmaktır. Dolayısıyla Demirtaş AKP iktidarının yıkılmasını isterken, yerine gelecek olanların da uygulamaları ile önemine de vurgu yapmaktadır.

Bu arada güncel gelişmeler hız kesmeden devam ediyor. Öncelikle iki işiçi direnişinden genel çerçevede bahsetmek istiyoruz. Bunlardan biri tazminatlarını alma talebiyle patron ve hükümet ile bir süredir müzakereler sürdüren maden işçileri görüşmelerin sonuçsuz kaldığını açıklayarak Ankara’ya yürüme kararı aldılar. Her direnişte olduğu gibi patronlar ve hükümetin servetinin koruyucu gücü olan jandarma yürüyüşe müdahale ederek Bağımsız Maden İş Sendikası örgütlenme uzmanlarını gözaltına almışlardır.

Elbette bu gelişme sürpriz olmamıştır. Maden işçileri bu direnişten talepleri anlamında azami kazanımla çıkmak için kendi içlerinde en geniş sınıf birliğini sağlamalıdırlar. Ayrıca diğer sınıf kardeşleri de ülke çapında bu yürüyüşü savunmalılar, desteklemeliler ve daha önemlisi dayanışma grev veya benzeri eylemlilikler içinde olmalıdırlar. Elbette Maden işçileri de diğer sınıf kardeşlerine zamanı geldiğinde desteklerini yapmalıdırlar.

Bir tuzak gibi illüzyon ve manipülasyona da dikkat çekmek istiyoruz. ( Özelleştirme bu Ankara yürüyüşünün de önemli talepleri arasındadır ) Özelleştirme kapitalizmin tekelci döneminin bir sermaye birikim modeli olup bundan kaçış mümkün değildir. Dolayısıyla kapitalizm içinde özelleştirmelerin alternatifi kolektif sermayenin adı olan devletleştirmeler olamaz. Bunun en tipik örnekleri devlet bankalarıdır. Bunların devlet bankaları olduğu doğru ama halkın bankaları olmadığı da daha da doğrudur. Bu noktada yoksul çiftçiye kapalı devlet bankaları olan Ziraat, Halk, Vakıfbank’ın dönemsel kârlarına bakmak yeterlidir. Dolayısıyla özelleştirmelere karşı gerçek çözüm işçi denetiminde kamulaştırmalar ve giderek kalıcı ve radikal çözüm toplumsal, sosyal mülkiyetin adı olan sosyalizm-komünizm olacaktır.

Önceki yazımızda değindiğimiz TPI Composite işçilerinin 6 Temmuz başlayan direnişi 22 Temmuz günü belirli kazanımlarla sonuçlandı. Yüzde 30 ‘luk TİS zammının üstüne yüzde 15 “ek zam” talebinin kabul edilmesi, Direniş sırasında işten atılan yüzden fazla işçinin geri alınması, Direniş sırasında verileceği açıklanan “ihtar”, “ücret kesme” vb. cezalandırmalara dair suçlamaların geri çekilmesi, direniş sırasında işe gidilmeyen günlerle ilgili ücret kesintisi olmaması taleplerinin kabul edilmesi ile sona erdi.

Elbette bu direnişten de işçiler gerekli dersleri çıkaracaklardır. Patronların ve hükümetin ve sonuçta bürokrat sendikacıların birlikteliğine karşı en geniş birliktelik kazanım için anahtar konumundadır. Yine sendika yönetimine servet sahibi bürokrat sendikacılar değil, bizzat üretimde bulunan sınıf bilinçli işçiler gelmelidir. Yani işçiler ürettikleri gibi sendikaları da yönetmelidirler, özne olmalıdırlar.

Bu bölüme öne çıkan konuların değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

Ekonomideki güncel gelişmelerin değerlendirmesi ile başlamak istiyoruz. Öncelikle tipik bir manipülasyon ve illüzyon durumunu ele almak önemli olacaktır. Bilimsel olarak da ekonomi belirleyici olmaya devam ediyor. Özellikle son dönemde hiper enflasyona yaklaşan pahalılık ( Pandemi döneminde yüksek işsizlik ) işçi sınıfı ve emekçileri doğrudan ilgilendirdiği ve onların adeta cebini ve elini yaktığı için ekonomi tartışmak önemi dışında zorunlu olmuştur.

Özellikle görsel medya, TV ler aynı ekonomistleri programlarına çıkarmak için adeta yarış halindeler. ( Aynı şekliyle deprem vb. olduğu dönemdeki gibi ) Ama bırakalım trol medyayı, muhalif medya denilen yerlere çıkanlar bile kapitalizmi bir kez olsun ağızlarına almıyorlar. Adeta vebadan (kanserden ) kaçar gibi. Bir kısım ise yer yer kapitalizmi ansalar da Kemalizm’i aşamadıkları için çözüm olarak devletleşmeleri gösteriyorlar, yine aynı kulvarda olan bazıları da kapitalizmde kamuculuğu savunuyorlar. Diğer bir kesim kapitalizmin bütünsel analizini yapsalar da çözüm veya alternatif sunmuyorlar.

Bir kesim ise çözüm ve alternatif göstermeye çalışsalar da kamuculuk, sosyalizm, demokrasi, kapitalizm sonrası toplum gibi kategorileri sanki aynıymış gibi eklektik bir şekilde ele alıyorlar. Çok şey söylediklerini sanıyorlar ama konu hakkında aslında hiç bir şey söylemiyorlar. Dolayısıyla tüm bu eğilimler işçi sınıfına yarı gönüllü veya gönülsüz yaklaştıkları için ondan nesnel olarak kopuyorlar. Bu noktada devreye bütünsel çözüm ve alternatif olarak Devrimci Marksizm’in radikal eleştirisi giriyor.

Bu radikal eleştiri kapitalizmi ehlileştirmek ve reforme etmek ( Bu zaten bugünkü kapitalizm koşullarına da mümkün gözükmüyor ) üzere değil onu ortadan kaldırmak üzere yapılıyor. Kapitalizmin yıkım politikalarını işçi ve emekçiler zaten yaşayarak görüyorlar. Ama bu yaşamanın bilince çıkarılması için Marksizm’in kapitalizmin bütünsel değerlendirmesine ihtiyaç var. Elbette kalıcı ve radikal çözüm olarak gösterilmesi gereken de Devrimci Marksizm’in proleter devrim, sosyalizm-komünizm programı ve anlayışıdır.

Bu değerlendirmeden sonra ekonominin güncel gelişmelerine geçebiliriz. Kapitalizmin temel ilke ve yasaları ile güncel gelişmelerinin örtüşmesi gizlenemez noktada açık ve net olarak görülüyor. Artık kapitalizmin yıkımı öyle noktaya geldi ki takiyede mahir olan bugünkü iktidarın etkin yöneticileri bile AKP’ye karşı kırgınlık, kızgınlık var demeye başlamışlardır. Yine iktidarın söyledikleri ve yaptıkları tutmadığı noktada otomatikman dine dönüyorlar. Diyanet kurtarıcı olarak devreye giriyor. “fiyatları tayin eden Allahtır” hadisine başvuruyorlar.

Bu hadisin bilimdışı, matafizik olduğu konusunda elbette çok şey söylenebilir. Ama bu hadisin gündeme almamızın önemi başat olarak hedefine dönüktür. Yani bu hadisin seküler kesime dönük olması elbette mümkün değildir. Hedef kendi dağılma sürecindeki tabanını tutmak için özellikle de kararsızları yeniden kazanmak için bu benzeri dinsel motifleri dün olduğu gibi ileride de dillendireceklerdir. Elbette pahalılığın somut olarak emekçileri yıktığı, perişan ettiği koşullarda kendileri de emekçi olan bir kesim AKP’linin bunlara inandığı da açıktır.

Gelinen noktada kapitalizmin güncel yıkım politikaları hız kesmeden devam ediyor. Bir tarafta milyonların “derin yoksulluk” aşamasından “sürekli açlık” düzeyine gerilemesi yoğun şekilde yaşanmaktadır. Diğer tarafta Borsa İstanbul’da işlem gören şirketlerin kârı 2022 yılının ilk 3 ayında, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 149 arttı, Şirketlerin 1,5 yıllık kâr artışı yaklaşık yüzde 200. Bankaların kârlarını ortalama bir yılda 5 kat artıracağı öngörülüyor. Sabancı’ya ait Akbank’ın yıllık kârının yüzde 463 artacağı, Koç Grubuna ait Yapı Kredi’nin kârının yüzde 368 artacağı tahmin ediliyor. İspanyol sermayesinin ortak olduğu Garanti’nin kâr artışının yüzde 300 olacağı tahmin ediliyor. Bu verilerde net olarak gösteriyor ki yalnızca beşli çete ve benzerleri dışında da yani klasik holdinglerde servetlerini giderek artırıyorlar.

Bu bölüme CHP’nin Balıkesir mitingine değinerek devam ediyoruz. Açıktır ki güvenlikçi devletin, faşizmin yükselişinin engellenmesinin önemli göstergelerinden biri kitleselleşmektir. Bunun da uygulanabilir somutluktaki ifadesi mitinglerdir. Bu anlamda CHP’nin mitinglerinin önemi bu mitingleri CHP’nin düzenlemesi, katılanlarında başat olarak CHP’liler olması değildir. Kitlenin muhalif ve emekçileri kapsamasıdır. Bu anlamda bu mitingleri teşvik etmek, bütün illerde yapılmasını sağlamaktır.

Mitingler geniş emekçi kitlesinin gücünü test ettiği alanlardır. Birlikteliğin, kendine güvenin en görünür halidir. Sınıfsal, toplumsal, kişisel razı olmamanın kolektif adıdır. Bu anlamda CHP’nin Balıkesir mitingi görebildiğimiz kadar diğer iki miting den ( Mersin, İstanbul mitingleri ) katılım ve coşku olarak daha öndeydi. Bunun temel nedeni pandeminin yıkımı ile birlikte her geçen gün emekçilerin başta ekonomik olmak üzere yaşamları giderek yalnız zorlaşmıyor, çekilmez halde adeta işkenceye dönmüş durumda. Bu durum da bu kadar kirliliğin ve karanlığın sorumlularından olan iktidarın gitmesi geniş kitlelerin en azından nefes almasını sağlayacaktır.

Bu noktada CHP’yi nesnel değerlendirmek daha da önemli hale gelmiştir. Yani CHP’yi küçümsemek, yok saymak yanlışsa, abartmak, kurtuluş beklemek daha da yanlıştır. Devlet ve sermaye bağlantılı yapısına her durumda karşı çıkmak gerekmektedir. Ama özellikle taban bileşenleri olarak faşizme karşı ( Dönemin komünistlerinin sosyal demokrasiye sosyal-faşist diyerek, devrim ve faşizmin ittifaklarını karıştırarak yaptıkları yanlışlar faşizmin iktidarını getirmiştir ) önemi de yadsınamaz. Ayrıca sosyalist-komünistlerin kitleselleşmenin temel önemde zemini olması anlamında da önemlidir. CHP’nin bir özgün yanı da dünyada benzer sosyal demokrat partiler egemen ideolojiyi savunurlarken, CHP Türkiye’de egemen ideoloji resmi ideoloji ile çakıştığı için, resmi ideolojini kurucu partisi olarak dünyadaki benzerlerinden farklıdır. Yani daha devletçi ve Türkçü-ırkçı yanı daha başattır. Son dönemde nesnelliğinde gereği olarak bu durumun kırılmaya başladığını da söylemeliyiz.

Somut duruma gelirsek Kılçdaroğlu ve CHP önemli ölçüde gündemi belirlemeye başlamıştır. Artık İktidarın gerilemesi yalnız kendi yanlışlarından değil özellikle Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin gündemi belirlemesinden de kaynaklıdır. Gündemi belirlemede temel etken geniş emekçi kitlesini akut ihtiyaçlarına dönük ikna edici vaatlerdir. Son dönemde CHP bunu genelde yapmaktadır . ( Kürt sorununda resmi ideolojiden kaynaklı yalnız devlet değil, iktidar destekli ırkçı tavrının devam ettiğini de belirtelim )

Bu noktada AKP’nin gerilemesinde CHP’nin payı giderek yükselmektedir. Bu durum artık CHP’nin vaatlerinin kısa zaman içinde Erdoğan ve AKP tarafından yapılması neredeyse anlık duruma dönüşmüştür. Bayramda ikramiye verilmesi vaadi ile başlayan süreç, TRT katılım paylarının kaldırılması, 3600 ek gösterge, en son da öğrenci kredilerindeki faizlerin silinmesi ve araba alımında ÖTV indirimi vaatleri ile devam etmektedir. Artık seçimlerinde yaklaşması ile birlikte Kılıçdaroğlunun bu vaatleri neredeyse hiç zaman geçirilmeden yapılmaktadır.

Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun son vaatlerinden olan araba alımlarından ÖTV vergisinin belirli oranda kaldırılması konusunun sorunlu olduğu için üzerinde durmak istiyoruz. İlk bakışta sabit veya dar gelirli ve orta sınıfların araba alımını kolaylaştıran bu vaat olumlu gibi gözükmektedir. Ama gerçeğe bakıldığında artık bırakalım sabit veya dar gelirlinin araba almasını orta sınıflar için bile araba alımı zorlaşmaktadır. ( Bir dönem için kredi ve kredi kartlarına borçlanarak araba alımları artık borçların icralık anlamında patlamasıyla tarih olmaya aday haline gelmiştir . ideolojik olarak yükselen değer olmanın gereği olarak benzin fiyatlarının adeta uçması üzerine arabalar bagajlarda kilitli durumdalar )

Dolayısıyla bu durum bilerek veya bilmeden yapılan bir kırılma ve açmaz halidir. Yani bu durum bir yanıyla kapitalizmin varlığı ve sürekliliği için orta sınıfların teşviki, diğer yanıyla otomotiv şirketlerinin daha da servetlerinin katlanması için satışların yükselmesi saikiyle gündeme getirilmiştir. Bu noktada konu ile ilgili Marksist tutuma kısaca değinmek istiyoruz. Ford otomobil fabrikasının kurucusu olan H. Ford’un geliştirdiği bant sisteminin F. Taylor’un “Bilimsel Yönetim İlkeleri” ile buluşmasıyla ortaya çıkan ve Fordizm olarak adlandırılan bu sistem yeni lüks, ultra modelleriyle en karlı sektörler arasındadır.

Kılıçdaroğlu’nun bu vaadi aynı zamanda petrol sektörünün de teşvikidir. Bu durum adeta bir araba mezarlığı yaratarak yalnız insanların cebini yakmayacak, üreteceği ekolojik yıkımla sağlıklarını da bozacaktır. Ayrıca hareketsizlik anlamında çağın hastalığı olan obeziteye de yol açacaktır. Ayrıca toplu taşımanın da bir yanıyla engeli olan bu durum emekçileri daha ucuz olan ulaşım olan toplu taşıma, metroların yaygınlaşmasının da engeli olacaktır.

SONUÇ YERİNE

Gelinen noktada kapitalizmin kirliliği ve karanlığı öyle bir aşamaya gelmiş durumdadır ki artık sürdürülemezlik noktasında uygarlık krizinin, modern barbarlığın adı olmuştur. Artık insanın normal halini dışlayan bu durum insanı kendine, topluma ,doğaya yabancılaştıran adeta eşyaya dönüştürme aşamaya gelmiştir. İşgücü dışında ,siyasi, etik, kültürel vb gibi hemen her şey meta olmuş durumda .

Yine kapitalizmin bu aşaması Foucoult’un disiplin toplumundan ( Elbette bu da bütünüyle ortadan kalkmamıştır ) Byung-Chal Han’ın performans toplumuna geçişin de önemli özelliklerini taşımaktadır. Artık sakinleri itaatkar bire özne değil, performans öznesidirler. Bu durum kör bir yıkıcı rekabeti de getirmiştir.

İşte böylesi bir kapitalizm şartlarında, kapitalizmin bir dünya sistemi olması üzerinde çokça ve ısrarla durmamız bir yanıyla enternasyonal görevdir. Diğer yanıyla artık zayıf veya güçlü halkada başlayacak bir proleter devrim adımı ( Dünya devrimi olarak ) yenilgiyle sonuçlanmayacak potansiyeli taşımaktadır. Ekim proleter devrimin yenilgisi de 1917-1919 arasında Sovyetik biçim oluşturan Alman, Macar gibi devrimlerin yenilgisi bu anlamda Ekim Devrimimim yalnız kalması yenilginin temel nedeni olmuştur.

Gelinen noktada artık özne olan proletaryanın öz örgütleri Sovyetler, yeni çeşitleri olan Konsey, Meclis, Komün, Şura gibi oluşumlarla daha anlaşılıp , kavranmış durumdadır. O dönemin empriyon halindeki öz örgüt olan Sovyetler bugün teknolojinin getirdikleri avantajlarla kendiliğinden değil ve bunu dışlamadan daha bilinçli aday olacaklardır. Ayrıca yalnızca devrim döneminde değil, öncesinde de nüveler halinde bile olsa oluşturulmalarının zemini vardır.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 32 87
2. Fenerbahçe 32 85
3. Trabzonspor 32 52
4. Beşiktaş 33 51
5. Rizespor 32 48
6. Başakşehir 32 46
7. Kasımpasa 32 46
8. Sivasspor 32 44
9. Antalyaspor 32 42
10. Alanyaspor 32 42
11. A.Demirspor 32 40
12. Samsunspor 32 38
13. Ankaragücü 33 37
14. Kayserispor 32 37
15. Konyaspor 32 36
16. Hatayspor 32 33
17. Gaziantep FK 32 31
18. Karagümrük 32 30
19. Pendikspor 32 30
20. İstanbulspor 32 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 30 68
2. Göztepe 30 60
3. Kocaelispor 30 52
4. Ahlatçı Çorum FK 30 52
5. Sakaryaspor 30 51
6. Bodrumspor 30 49
7. Boluspor 30 46
8. Bandırmaspor 30 46
9. Gençlerbirliği 30 44
10. Erzurumspor 30 41
11. Manisa FK 31 36
12. Keçiörengücü 30 36
13. Şanlıurfaspor 30 34
14. Ümraniye 30 34
15. Tuzlaspor 30 32
16. Adanaspor 30 32
17. Altay 31 15
18. Giresunspor 30 7
Takımlar O P
1. M.City 32 73
2. Arsenal 32 71
3. Liverpool 32 71
4. Aston Villa 33 63
5. Tottenham 32 60
6. Newcastle 32 50
7. M. United 32 50
8. West Ham United 33 48
9. Chelsea 31 47
10. Brighton 32 44
11. Wolves 32 43
12. Fulham 33 42
13. Bournemouth 32 42
14. Crystal Palace 32 33
15. Brentford 33 32
16. Everton 32 27
17. Nottingham Forest 33 26
18. Luton Town 33 25
19. Burnley 33 20
20. Sheffield United 32 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 31 78
2. Barcelona 31 70
3. Girona 31 65
4. Atletico Madrid 31 61
5. Athletic Bilbao 32 58
6. Real Sociedad 31 50
7. Valencia 31 47
8. Real Betis 31 45
9. Villarreal 31 39
10. Getafe 31 39
11. Osasuna 31 39
12. Las Palmas 31 37
13. Sevilla 31 34
14. Deportivo Alaves 31 32
15. Mallorca 31 31
16. Rayo Vallecano 31 31
17. Celta Vigo 31 28
18. Cadiz 31 25
19. Granada 32 18
20. Almeria 31 14