banner94

banner48

06.09.2023, 11:32

İktidarın “yeni ekonomi politikası” ne kadar yeni, ne kadar rasyonel? -1

Medyanın ve devletin ideolojik aygıtlarının iktidar blokunun kontrolünde olduğu, liberal anlamda dahi demokrasinin, şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin olmadığı bu ülkede, tıpkı siyaset alanında olduğu gibi, ekonomi alanında da her şey o kadar hızlı ve karmaşık gelişiyor ki tüm bu gelişmeleri hızlıca ve sağlıklı bir biçimde analiz edebilmek kolay olmuyor.

Bu da, normalde iktidarın uzunca bir süredir uygulamakta olduğu emek ve doğa karşıtı ekonomi politikalarına karşı tavır alan siyasal partilerin, emek örgütlerinin ve toplumsal hareketlerin (özellikle de bilimsel sosyalizm bakış açısından yoksun olanlarının) toplumsal çözümler üretebilmesini giderek zorlaştırıyor.

Teori mi, pragmatizm mi?

Ülkedeki demokratik sol muhalefet açısından bu sorunu aşabilmenin yollarından biri pratikteki uygulamaların içinde sıkışıp kalmadan, bunlara yön veren ideolojilerle ya da ekonomi teorileriyle birlikte tüm bu gelişmeleri ele alıp değerlendirmek olabilir.

Çünkü gerçekte tek başına hiçbir verinin ya da olgunun kendi adına konuşamadığı, teorisi olmayan bir pratiğin yanlış çıkarımlar yapmamıza neden olabileceği akademi dünyasında da bilinir. Reel dünyaya ait olguları her hangi bir teori ile ilişkilendirmeden analiz etmek bilimsel bir analiz yöntemi de değildir. Yani gerçek hayatta (bize dayatılanın aksine) teoriler, ideolojiler ve görüşler üstü bir durumdan söz edebilmek mümkün değildir.

Diğer yandan, teori ve pratik arasındaki bu bağ, bu ülkede alınan her ekonomik kararın mutlaka bir ekonomi teorisine ya da yaklaşımına dayandığı anlamına da gelmiyor. Aksine, özellikle de son yıllarda iktidar bloku (arka plandaki sınıfsal çıkarlarına bağlı kalarak) pragmatizmi adeta genel bir kurala dönüştürmüş durumda. Öyle ki dün sıkı sıkıya sarıldıkları görüşlerinden bugün kolayca vazgeçebiliyor.

Ayrıca bu hızlı değişimi topluma, yine güçlü medya kuruluşları ve bir kısım akademiya aracılığıyla, “ekonomi politikalarında ortodoksiye geri dönüş” olarak sunuyor. Hatta muhalif gibi görünen bazı iktisatçılar da “bilimsel akılcılığa dönüş” adı altında bunları savunabiliyor.

Ortodoksi vs heterodoksi

Oysa “hetorodoksi” ve “ortodoksi” adı altında şu ana kadar uygulanan politikalar birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısı olan politikalar. Bunlar aynı zincirin değişik halkaları. Her ikisi de egemen sınıfların spesifik olarak anlık ya da /dönemsel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için uygulanıyor.

Bunlardan birini, örneğin faiz indirimi biçimindeki politikalarını, “emek karşıtı ve bilim dışı”, diğerini (faiz artırımı biçimindeki) “emek yanlısı ve bilimsel” diye tanımlamak (eğer bilerek ve isteyerek yapılmıyorsa) ana akım iktisat teorisinin mevcut burjuva ideolojik boyutunu bilmemek anlamına geliyor.

Oysa tarih insanlığa, sınıflara bölünmüş kapitalist bir toplumda ideolojilerin ya da teorilerin sınıflar üstü olamayacağını, iktisat biliminin de bir bilim olmaktan ziyade egemen sınıflara hizmet eden bir ideoloji olduğunu defalarca kanıtladı.

Özcesi, çözümü gevşek para politikasından sıkı para politikasına geçiş gibi birbirinin devamı olan ve asıl olarak egemen sınıflara hizmet eden politikalarda aramak ve bu politikaları ekonomik krizden çıkış stratejisi olarak topluma sunmak en hafif deyimiyle toplumu yanıltmaktan öte bir amaç taşımıyor.

Son üç yılda üç yeni başkan

Son yıllarda işin merkezinde faiz politikası, dolayısıyla da Merkez Bankası olduğundan, üç kısımdan oluşacak olan bu yazımıza bu kurum ile başlayalım.

Öncelikle, kapitalist sistemde merkez bankasının önemli bir işlevi vardır. Şöyle ki piyasadaki faiz oranlarını etkileyen politika faiz oranını belirler. Ayrıca açık piyasa işlemleri yoluyla ve reeskont ve zorunlu karşılık oranlarını da belirleyerek ekonomideki para stokunu (para arzı) etkiler, böylece sıklıkla tıkanan sermaye birikimini istikrara kavuşturmaya çalışır. Keza merkez bankası, ekonomideki parasal kaynak tahsisinin hangi sektörlere ya da kesimlere doğru yapılacağı konusundaki kararları da etkileyen en önemli kurumlardan biridir. (1)

Bu işlevleri yerine getirebilmesi için merkez bankasının kendinin de istikrarlı bir yönetime sahip olması gerekir. Oysa Türkiye’de 2021 yılının başlarından itibaren Merkez Bankası yönetimi üç kez değişti. Bu durum, ülkedeki çeşitli sermaye grupları arasındaki çıkar çatışması ve rekabetin olduğu kadar, ciddi ekonomik sorunların karşısında ülkeyi yönetenlerin iş bilmezliklerinin sonucunda ortaya çıkan çaresizliklerinin de bir yansımasıydı.

Son üç yılda politika faizindeki iniş çıkışlar

O halde, ülkeyi ciddi bir kamu maliyesi krizinin yanı sıra, döviz krizi riski ile de baş başa bırakan ve çok yüksek enflasyon biçiminde bir makroekonomik istikrarsızlığa sürükleyen son beş yıldaki, özellikle de son üç yıllık süreçte izlenen para politikalarına odaklanabiliriz.

Öyle ki bu son üç yıllık dönemde üç farklı Merkez Bankası Başkanının yönetimi altında “politika faizi” olarak da adlandırılan “bir hafta vadeli repo ihale faizi” ciddi iniş ve çıkışlar yaşadı, hala da yaşıyor. Sırasıyla:

(i) Bu sürecin başlarında (18 Mart 2021 tarihinde), politika faizi yüzde 17’den yüzde 19’a yükseltildi. Bu da hatırlanacağı gibi, dönemin Merkez Bankası Başkanı N. Ağbal’ın koltuğunu kaybetmesi ve yerine Ş. Kavcıoğlu’nun gelmesiyle sonuçlandı.

(ii) Kavcıoğlu aynı yılın Eylül ayına kadar faiz oranını yüzde 19’da tuttu, ancak yine onun yönetiminde (23 Eylül 2021 tarihinde) faiz oranı yüzde 18’e indirildi. İndirimler her ay 1,00 baz puan olmak üzere sonraki aylarda da devam etti ve faiz oranı yüzde 14’e kadar düşürüldü. Bu da yeterli olmadı, 2022 yılının Ağustos ayında faiz oranı yüzde 13’e, Eylül’de yüzde 12’ye, Ekim’de yüzde 10,5’e, Kasım’da yüzde 9’a ve 2023 Şubat ayında yüzde 8,5’e kadar düşürüldü.

(iii) Son olarak, 22 Haziran 2023 tarihinde, yeni başkan Hafize Gaye Erkan ile faiz oranı önce 15,0’a, ardından 20 Temmuz’da yüzde 17,5’e ve 24 Ağustos’ta 7,50 puan artışla yüzde 25,0’a yükseltildi. Gelecek aylarda faiz artışlarının devam etmesi bekleniyor.

Kısaca bu yılın ikinci yarısından itibaren “gevşek para politikasına” son verilerek “sıkı para politikasına” geçiş süreci başlatılmış oldu.

Faiz oranı ile kredi hacmi el ele gidiyor

Faiz oranlarının düşürüldüğü ilk dönemde parasal genişleme yoluna da gidilerek ciddi bir kredi patlaması yaşanırken, faiz oranlarının yükseltildiği Haziran 2023 sonrasında “parasal ve miktarsal sıkılaştırma” politikalarına da başvurularak, bu kez kredilerin büyümesi yavaşlatılmaya çalışıldı.

Kısaca, enflasyonu, dolayısıyla da toplam talebi düşürmeye yönelik olarak faiz ve kredi politikalarının birbiriyle uyum içinde hayata geçirilmesi için çaba sarf edildiği söylenebilir.

Son üç yıllık sürece ait faizlerdeki gelişmeleri böylece özetledikten sonra, artık bu süreci “genişletici (gevşek) para politikası” ve “daraltıcı (sıkı) para politikası” başlıkları altında inceleyebiliriz.

Bunu, ana akım makro iktisat kuramında sıklıkla başvurulan IS-LM analizi ve 5’li grafiklerle yapmaya çalışacak ve grafiksel görsellerinin konuyu daha iyi anlatmakta yardımcı olduğuna inandığımız ve daha önce de kullandığımız bir makroekonomi kitabından (2) yararlanacağız.

Gevşek ve sıkı para politikaları

“Genişletici (gevşek) para politikası” derken, dar anlamda faiz oranlarının doğrudan düşürülmesini ya da para arzının artırılarak faiz oranlarının dolaylı bir biçimde düşürülmesini, böylece ekonomiye daha fazla likidite sunularak efektif toplam talebin artırılmasını, ekonomide bir genişleme yaratılmasını ifade ediyoruz.

Buna karşılık “daraltıcı (sıkı) para politikası” derken, faiz oranlarının doğrudan yükseltilmesini ya da para arzının daraltılarak faiz oranlarının dolaylı biçimde artırılmasını (her iki yol da aynı kapıya çıkıyor), böylece piyasadaki likiditenin azaltılmasını ve buradan hareketle de efektif toplam talebin düşürülmesini ve ekonominin daraltılmasını kast ediyoruz.

Politika aracı olarak “para arzı”

Son olarak, bu yazıda “para arzı üzerinden faiz oranlarının düşürülmesi ya da yükseltilmesini” bir politika aracı olarak” kullanıyoruz.

Bu noktada temel politika aracı olarak benimsenen ve Merkez Bankası’nın kontrolü altında olduğuna inanılan “para arzı”, bir ekonomide belli bir dönemde piyasada bulunan para stokuna verilen addır ve M harfiyle gösterilir. M1, M2 ve M3 olmak üzere, sırasıyla en dar anlamda para arzından, en geniş anlamda para arzına kadar tanımları mevcuttur.

M1, yani en “dar para arzı” bankalar dışında piyasadaki para ve vadesiz mevduatlardan oluşur. M2 ise M1’e vadeli mevduatların dâhil edilmesiyle bulunur. Son olarak, M3 (yani en “geniş para arzı”) M2’ye repo işlemlerinden sağlanan fonların, para piyasası fonlarının ve ihraç edilen menkul değerlerin eklenmesiyle elde edilir. Bu yazıda kullanılan analizde para arzı olarak M3 yani en geniş para arzı esas alınmaktadır.

Grafik 1: Para arzının artırılmasının sonuçları

Şimdi para arzının artırılması yoluyla ekonomide nasıl bir genişleme, istihdamda bir artış, işsizlikte bir azalma fakat bunların yanı sıra enflasyonda da bir artış olduğunu aşağıdaki grafikten (1’den 4’e sıralamayı takip ederek) görebiliriz.

1) M (para arzı) artınca, LM0’ dan LM1’ e kayar. Faiz oranları düşer (i0’ dan i1’e ) ve GSYH artar (Y0’ dan Y1’ e).

2) Talep eğrisi sağa kayar (AD0’ dan----AD1’e) ve ekonominin yeni hâsıla düzeyi olan Y1’ e yükselişiyle uyumlu bir biçimde enflasyon da artar (P0’ dan----P1 ’e).

3) Mal piyasası: Toplam harcama eğrisi yukarı kayar: Tüketim artar ( C1 > C0 ) zira milli gelir (Y) arttı (Y0’ dan Y1’ e çıktı); yatırımlar artar (I1 > I0 ) çünkü faiz oranı (i) düştü. Bu analizde pasif bir maliye politikası izlendiğinden G (kamu harcaması) sabit tutulmaktadır.

Şimdi bu gelişmenin işgücü piyasası üzerindeki etkilerine bakalım. İlk olarak, fiyat artışları (enflasyon) reel ücretleri düşürür (W0/P1 < W0/P0). İstihdam reel ücretlerin bir fonksiyonu olduğundan, yani düşük reel ücretler işgücüne olan talebi artırdığından bu durum istihdam artışına (n1 > n0 ), bunun yanı sıra işsizlikte azalmaya neden olur (un1 < un0).

4) Özetle, Merkez Bankası tarafından para arzının artırılması, faiz oranlarını düşürerek ekonominin canlanmasını ve büyümesini sağladı. Yani milli gelir (GSYH) büyüdü ve faiz oranları düştü. C (tüketim) ve I (yatırım) arttı, n (istihdam arttı, un (işsizlik) azaldı. Bu sürecin tek olumsuz yanı ise enflasyonun kaçınılmaz olarak artması ve ekonominin giderek ısınmasıdır.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 36 99
2. Fenerbahçe 36 93
3. Trabzonspor 36 61
4. Başakşehir 36 58
5. Beşiktaş 36 55
6. Kasımpasa 36 52
7. Sivasspor 37 51
8. Alanyaspor 36 50
9. Rizespor 36 49
10. Antalyaspor 37 48
11. A.Demirspor 37 44
12. Samsunspor 36 42
13. Kayserispor 36 41
14. Konyaspor 36 40
15. Ankaragücü 36 39
16. Gaziantep FK 36 38
17. Hatayspor 36 37
18. Karagümrük 36 37
19. Pendikspor 36 36
20. İstanbulspor 37 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 34 75
2. Göztepe 34 70
3. Sakaryaspor 34 60
4. Bodrumspor 34 57
5. Ahlatçı Çorum FK 34 56
6. Kocaelispor 34 55
7. Boluspor 34 53
8. Gençlerbirliği 34 51
9. Bandırmaspor 34 50
10. Erzurumspor 34 44
11. Ümraniye 34 43
12. Manisa FK 34 40
13. Keçiörengücü 34 40
14. Adanaspor 34 39
15. Şanlıurfaspor 34 38
16. Tuzlaspor 34 38
17. Altay 34 10
18. Giresunspor 34 7
Takımlar O P
1. M.City 37 88
2. Arsenal 37 86
3. Liverpool 37 79
4. Aston Villa 37 68
5. Tottenham 37 63
6. Chelsea 37 60
7. Newcastle 37 57
8. M. United 37 57
9. West Ham United 37 52
10. Brighton 37 48
11. Bournemouth 37 48
12. Crystal Palace 37 46
13. Wolves 37 46
14. Fulham 37 44
15. Everton 37 40
16. Brentford 37 39
17. Nottingham Forest 37 29
18. Luton Town 37 26
19. Burnley 37 24
20. Sheffield United 37 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 36 93
2. Barcelona 36 79
3. Girona 36 75
4. Atletico Madrid 36 73
5. Athletic Bilbao 36 62
6. Real Sociedad 36 57
7. Real Betis 36 56
8. Villarreal 36 51
9. Valencia 36 48
10. Getafe 36 43
11. Deportivo Alaves 36 42
12. Sevilla 36 41
13. Osasuna 36 41
14. Las Palmas 36 38
15. Rayo Vallecano 36 38
16. Celta Vigo 36 37
17. Mallorca 36 36
18. Cadiz 36 32
19. Granada 36 21
20. Almeria 36 17