Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ne göre "Boğazlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin kontrolünde ve Savaş gemileri, Karadeniz'de kalamıyor" Bu hüküm -güvenlik yönünden- en çok, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Rusya'nın işine yarıyor.
O nedenle Sovyetler Birliği, Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmadan önce "Boğazların kontrolünü, Türkiye Cumhuriyeti sağlayacaktır" diye özetleyebileceğim en önemli maddesinin kabul edilmesi için bizden yana tavır almıştır.
Kanal İstanbul veya daha farklı bir nedenle; Montrö Boğazlar Sözleşmesini, tartışmaya açar veya açtırırsak Rusya, karşımızda yer alabilir.
Hem o zamanki Sovyetler Birliği dağıldığı, hem de Sovyetler Birliği'nden ayrılan Ukrayna ve Gürcistan'ın ABD ile olan sıcak ilişkileri olduğu için Rusya, yeni bir pozisyon almak durumunda kalacaktır çünkü.
Karadeniz'e kıyısı olan ülkelerden Ukrayna'nın 1756, Türkiye'nin 1700, Rusya'nın 421, Gürcistan'ın 322 kilometre sınırı olduğunu bilen herkesin bana hak vereceğini sanıyorum.
Montrö Boğazlar Sözleşmesinin, anlam ve önemini bilmeden tartışmak, son modamız oldu.
Bildiğiniz gibi -birkaç gün önce- emekli 104 amiral "Kanal İstanbul, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Sarıklı Amiral ile ilgili" bir bildiri yayınladı.
O günlerde; amirallerden birkaçı gözaltına alınıp soruşturma başlatıldığı için, bir şey yazmamaya özen gösterdim.
Dava, tutuklama olmadan süreceği için bugün -kısa kısa da olsa, bir şeyler yazacağım.
Sayın Cemil Çiçek'in "Tekkeye giden amiral" ile ilgili olarak söylemiş olduğu "15 Temmuz ve FETÖ sürecinden sonra gerekli dersleri çıkaramadık" diye özetlenebilecek sözlerini çok önemsiyorum.
Darısı, sorumluluk makamında bulunanların da önemsemesine...
Devletimizin -Belediye başkanı, Bakanlık ve Siyasi Parti Genel Başkanlığı gibi- önemli makamlarında bulunmuş biri olan Sayın Murat Karayalçın'ın "Devlet Yatırım Programında, Kanal İstanbul diye bir proje yok. Biz -yıllardır- olmayan bir projeyi tartışıyoruz" sözünü de önemsiyorum.
Dün yayınlanan yazımda aktardığım gibi; 26. Genelkurmay başkanı Sayın İlker Başbuğ ve Emekli Amiral Kuzey Deniz Saha eski komutanı Sayın Atilla Kıyat'ın, Kanal İstanbul hakkındaki sözlerini de önemsiyorum.
Yadırgayarak önemsediğim "Cebimizden, hiç para çıkmadan yapılacak" diye açıklanan; Yol, Köprü, Hastane ve son olarak Kanal İstanbul gibi garanti verilerek yapılan ihaleler var.
Garantili ihalelerin tamamı, devlet bütçesinde "Kara Delik" açtığı halde, Kanal İstanbul ihalesi için garanti verilecek olmasını anlayan var mı?
Ben, anla(ya)madım.
Garanti nedeniyle, devletin ödemek zorunda kaldığı parayla, garanti verilen hizmet birimlerinin daha fazlası -birkaç yıl sonra- yapılabilir çünkü.
ABD ile Rusya arasındaki gerginlik, tırmanırken; Montrö'yü -kendi içimizde- tartışmak çok sakıncalıdır.
Tartışmaya zemin hazırlayacak olan Kanal İstanbul gibi projeleri gündemde tutarak, neredeyse kamplara ayrılmak yerine özellikle, dış politikada -çok- doğru adımlar atmalıyız.
Söz buraya gelmişken yazımı -bu konuda- birkaç ay önce, yazmış olduğum -küçük- bir metni paylaşarak bitirmek istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti'nin, Ortadoğu'ya ağabeylik yapmasının yolu; İran, İsrail, Mısır ve Suriye ile -hem "Yurtta barış, Dünya'da Barış" ilkesinden vazgeçmeden, hem de karşılıklı güvene dayalı bir dış politika izleyerek- iyi geçinmesine bağlıdır.
Böyle bir yol izlenmesi, Türkiye Cumhuriyetinin elini; Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya karşısında da güçlendirecektir.
Dış politika, satranç oynamaya benzer ve iyi oynayan her zaman kazanır.
Hiç gereği yokken, Montrö Boğazlar Sözleşmesini tartışmaya açmak; 1774 tarihli Küçük Kaynarca ve 1920 tarihli Sevr Antlaşmalarını gündeme getirmenin önünü de açar çünkü.(14.04.2021 )