banner100

banner48

21.05.2022, 12:45

Kapitalizmin kirliliğine en güncel örnek Atatürk Havalimanının yıkılması oldu

Kapitalizmin kirliliğinin müsilaj halini aldığı ve faşizmin zifiri karanlık bir dönemi ile karşı karşıyayız. Böylesi bir dönemde işçi ve emekçileri, toplumsal ve siyasi muhalefeti zor günlerin beklediği açıktır. Bu durum güvenlikçi devletin, risk devletinin topyekün saldırısı giderek faşizmin iktidarını hedeflemektedir. Bu yoğun saldırı kapitalizmin üretim ve yeniden üretim kanallarının tıkandığı noktada devam ediyor. Bu saldırının paradoksu kapitalizmin ve var olan devlet-iktidar ortaklığının en güçlü olduğu dönemde değil, tersine en güçsüz olduğu döneme denk geliyor oluşudur.

Dolayısıyla kapitalizmin ve devlet-iktidar ortaklığının en güçsüz olduğu noktada bu saldırının adeta rahatlıkla yapılması ne anlama geliyor. Ona bakmalıyız ve nasıl ve nedenini anlamaya , kavramaya çalışmalıyız. Bu durum nesnel ve stratejik olarak toplumsal ve siyasi muhalefetin güçlü olması, öznel ve taktik olarak güçsüz olması sonucu yaşanmaktadır. Kapitalizmin bu kağıttan kaptan durumu kör, karavana bir saldırıyı gündeme getirmektedir. Bu anlamda egemenlerin yenilgisi çok mümkün olduğu için karamsarlığa, güvensizliğe, atalete yer yoktur.

İşçi ve emekçilerin ve toplumsal ve siyasi muhalefetin lokal ve yerel direniş ve isyanları yeterli olamamakta ve hızla bastırılmaktadır. Ülke çapında ve hedefleri belli, talep ve kazanımları bilinçli, örgütlü olsa bu saldırılar rahatlıkla püskürtülür, geriletilir. Bu noktada temel görev ve sorumluluk, toplumsal ve siyasi muhalefetin öncüleri olan sosyalist- komünistlere düşmektedir. Sosyalist- komünistlerin faşizme karşı kendi iç birliklerini sağlamakta engel yoktur. Bu sağlanır ve faşizme karşı en geniş işçi ve emekçi birliği gerçekleşirse, nasıl ki yükselen faşizm varsa, yenilmeyecek faşizm de olmayacaktır. Bunu başarmak için ajitasyon, propaganda, örgütlenme faaliyeti için adeta seferberlik şeklinde yoğun çaba gerekmektedir.

Gelinen noktada bir yandan Türkiye kapitalizminin yıkım politikaları bu arka plan gerçekliği ile güncel ve somut gelişmeleri devam etmektedir. Diğer yandan savaş görünüşte sessiz şekilde sürse de, yakmaya, yıkmaya da devam etmektedir. En riskli olanda Rusya’nın devlet kanalında nükleer savaştan söz ediliyor ve stratejik olmasa da taktik nükleer silah kullanımının opsiyonu konuşuluyor. Nükleer silahların varlığı nükleer savaşların potansiyel varlığını göstermektedir. Aynı zamanda topyekün insanlığın sonu olacağı için de bir caydırıcılık da yaratmaktadır. Ama kapitalizmin, faşizmin ürettiği çılgınlık durumunun bir düğmeye baktığı da unutulmamalıdır.

Bu dönemde savaşın en somut ve güncel hali Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmalarının daha yoğun gündeme gelmesi ve tartışılması olmuştur. İsveç’in bir yandan “barış endüstrisi” yaratırken, diğer yandan etkin bir savaş sanayine sahip bir ülke olduğunu belirtelim. Ayrıca Finlandiya ve İsveç komünist partilerinin NATO’ya girmeye karşı çıktıklarını da belirtelim. Bu durum bir kez daha net olarak göstermiştir ki bu savaşın yalnızca Ukrayna’dan ibaret olmadığını da gösterdi . Yani bu savaşın arka plan gerçekliği olarak kapitalist- emperyalizmin egemenlik mücadelesi olarak ABD-NATO’nun saldırganlığının görünür hale gelmiş olmasıdır.

Bu noktada kapitalist –emperyalizmin iç birliği kadar iç çelişkileri de devam etmektedir. Almanya ve Fransa her ne kadar savaşta Ukrayna’dan yana açık bir tutum almış olsalar da karşı karşıya kaldıkları siyasi ve ekonomik sıkışmışlıktan kurtulmak için savaşın Rusya ve Ukrayna arasında bir “uzlaşı” ile sonuçlanmasını istiyorlar. Buna karşın ABD ve İngiltere ise savaşı derinleştirip uzun bir sürece yaymak için ne yapmak gerekiyorsa onu yapıyorlar.

ABD’’nin teşvik edip güvenceler verdiği, Almanya ve Fransa’nın destek açıklamaları yaptıkları Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelikleri konusunda Erdoğan “olumlu bakmadıkları açıklamasını yaparak dikkatleri üzerine çekti. Dışişleri Bakanı ise bu ülkenin üyeliklerine neden karşı oldukları sorusuna “ Çünkü bunlar PKK ve YPG terör örgütlerini destekleyen ülkeler” diyerek yanıt veriyor. Dışişleri Bakanı ayrıca Türk halkının büyük bir kesiminin bu ülkelerin üyeliklerine karşı olduğunu da söylüyor.

Elbette öyle olsaydı büyük çoğunluğu Türkiye’nin de NATO üyeliğine karşı olan halkı dinlerler ve bu ülkelerin üyeliklerine itirazdan önce Türkiye’nin NATO’da çıkması için adım atarlardı. Oysa bırakın NATO’dan çıkmayı, bu savaş örgütünün genişlemesini savunarak kapitalist-emperyalist savaş tehdidin giderek büyümesine açık destek veriyorlar.

Peki bu noktada Erdoğan iktidarı Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği karşısında “veto” kartıyla ne yapmak istiyor. Çoklu bir çıkar ve hedefle hareket ediyor. Yani hem Rusya’ya yakın gözükmek istiyor. Hem de Kürt direnişinden ürkmüş olacak ki bu ülkelerden destek istiyor. Yine içerde kaybettiği desteği yeniden toparlamak istiyor. Yine “uzlaşma umudunun” yani pazarlıkların devam ettiği de anlaşılıyor. Zaten Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü de “ Türkiye, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılması konusunda kapıyı kapatmadı, İskandinav ülkelerindeki terörist faaliyetlerine ilişkin kısıtlama istiyor “ diyerek pazarlıkların devam ettiğine işaret ediyordu.

Savaş konusunda bu güncel durum devam ederken, Türkiye kapitalizminin ve faşizmin yıkıcılığı ve saldırganlığı da hız kesmeden sürmektedir. Gelinen nokta da kısa bir arka plan gerçekliği çerçevesinde bir toparlama yapmak önemli ve zorunlu olmuştur.

Bu dönem kapitalizmin normal insanlık hali olmadığını örtüye ihtiyaç duymadan açık şekilde göstermektedir. Bu anlamda çürüme hali ve gebermesinin sonlarına giderek yaklaşılmaktadır. Sermaye birikimi ( Bir servet birikimi, zenginlik kaynağı olarak ) giderek en küçük oligarşide temerküz ettiği için yoksulluğun yanına açlıkta yoğun seyri ile eklenmiştir. Bu anlamda literatüre “derin yoksulluk”, “çalışan yoksullar” kavramları girmiştir. Nihai kriz ve çöküşün dönemsel en önemli ekonomik özelliği, durgunluk içinde enflasyon olan stagflasyon olmuştur.

Yine bir yandan kapitalizmin üretim ve yeniden üretim kanallarının açılması için rıza üretmek zorunludur. Artık dönemsel rıza üretmek için adeta matematik hesaplama ile siyasi mühendislik, toplumsal mühendislik yapılmaya çalışılmaktadır. Diyalektiğe aykırı bu durum yap-boz olarak çöküşü getirmektedir. Diğer yandan kapitalizm fazla değer, yeni değer, artı değer üretmede giderek zorlanmaktadır. Bu noktada kapitalizmin ”yapıcı yıkıcılıktan”, “yıkıcı yıkıcılığa” dönüşme hali ve “yapıcı kaostan”, yıkıcı kaosa” dönüşme hali kendi sonuna hızla yakınlaştırmaktadır. Bu durum elbette kendiliğinden başlasa da, bilinçli ve örgütlü müdahale ile başarılacaktır. Bu anlamda işçi sınıfının kendiliğinden sınıf olma yerini kendisi için sınıf olmaya bırakacak, dönüşecektir. Bu aynı zamanda işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacak demektir.

Bu arka plan gerçekliğinden referansla güncel gelişmelere baktığımızda kapitalizmin yıkıcılığı ve ırkçı-faşizan ve siyasal İslam eğilimli saldırılar hız kesmeden devam etmektedir, Özellikle hiper enflasyona yaklaşan enflasyon, pahalılık el ve cep yakmayı sürdürüyor. Mayısta TÜİK’e göre enflasyon yıllık yüzde 69, ENAG göre ise enflasyon yıllık yüzde 156, gıda enflasyonu TÜİK’e göre ortalama yüzde 131 olmuştur. Günlük değişen etiketler yalnız alt sınıfları değil , özellikle alt-orta sınıfları da boğmaya başlamıştır. Bu koşullarda yoksullar asgari sağlıklı beslenmeye ulaşamayacaklardır. Bu durum da nesnel olarak başta obezite olmak üzere beslenme eksikliğinden kaynaklı her türden hastalığa adeta davetiye çıkartmak olacaktır. Felaket tellallığı yapmıyoruz, bir gerçekliği ifade etmek için hazırlıklı olmak gerekir diyoruz. Toplu ölümler ve intiharlar da sürpriz olmayacaktır.

Gezi davası ile 7 aktivistin 18 yıl ceza alarak tutuklanması, Kaftancıoğlu’nun ceza alarak, siyasi yasaklama getirilmesi son günlerin önemli , bilinçli saldırısı ,uygulaması olmuştur. Yetmemiş olacak ki ılımlı muhalif olan kanallara idari cezalar devam etmektedir. Aziz Nesin Vakfının banka hesapları İstanbul Valiliği tarafından bloke edildi. Siyasal’ın (Mülkiye’nin ) geleneksel İnek Bayramına soruşturma açıldı. DEVA Partisinin Gaziantep mitingi yasaklanıyor. Saadet Partisi Genel Başkanının pasaportu iptal ediliyor. Eskişehir’de festival bizim gibi yaşamıyorlar gerekçesi ile valilik tarafından yasaklanıyor. Belki de en çarpıcı olanı ( ırkçılığın tavan yapma hali olarak ) Kürt şarkıcısı Aynur Doğan’ın konserinin yasaklanması olmuştur. Uluslar arası çapta bir sanatçıya bu tutum hangi gerekçe sunulursa sunulsun yine rutin Kürt düşmanlığı sonucudur.

Bu girizgahtan sonra bu bölüme son günlerde öne çıkan olay ve konuların genel değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

Kaftancıoğlu ile başlamak istiyoruz. Önceki yazılarımızda İmamoğlu, Kaftancıoğlu ve Özgür Özel ile karşı bilinçli, planlı saldırıdan bahsetmiştik. Bu öngörümüz Kaftancıoğlu nezdinde somutlandı ve ceza ve siyasi yasak ile şimdilik bir noktaya geldi. Kaftancıoğlu’na karşı bu saldırgan tutumun bilinçli bir hazırlığı olduğu açıktır. Kaftancıoğlu’nun özellikle seçilmesi de elbette tesadüf değildir. Uzun yıllar AKP’nin olan İstanbul Belediyesinin son yerel seçime kadar CHP ne yaparsa yapsın kazanamadı. İşte son yerel seçimde belediye CHP’ye geçmişse bunun başat ve belirleyici öznesi Kaftancıoğlu olmuştur. Yine ileride milletvekili olması, CHP Genel Başkanlığı ve beklide hiç gündeme gelmese de Cumhurbaşkanlığı adaylığı da saldırının çoklu olduğunun göstergesidir diye düşünüyoruz.

Kaftancıoğlu’nun örgütçülüğü, kadın olmasından da kaynaklı direngenliği, tutarlılığı, kitle ilişkilerinde kazanım boyutunda başarısı onu saldırı için hedef yapmıştır. İstanbul’u Türkiye ile eş değer olarak gören Erdoğan için bu yenilgi adeta bozgun olmuş , kabus olmuştur. ( Unutmadan bu konu ile ilgili sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Bu değerlendirmemiz yanlış bir anlama ile sanki Kaftancıoğlu’na önemli, yüksel misyon yüklüyormuş gibi gelebilir. Kaftancıoğlu’nu kendi sınırlarında yani CHP kimliği ile değerlendirdiğimiz açıktır. CHP kimliğinin sosyalist-komünistlere yakınlığı ve uzaklığını tartışıyor değiliz )

Kaftancıoğlu’na saldırı yalnızca egemenlerin saldırısı değildir. Ayrıca içerden saldır da şu veya bu şekilde İl Başkanlığına seçildiğinden bugüne devam etmiştir. PKK’lı Sakine Cansız’ın planlı olarak katledildiği zaman bir yanıyla da kadın ortaklığından kaynaklı duyarlılıktan dolayı mesaj atması, ırkçılık olarak cezaya ve linçe dönüştü. Yine Mustafa Kemal ile birlikte Atatürk’ü söylememesi nedeniyle yine özellikle içerde ulusalcı- ırkçıların saldırısına uğradı. Ulusalcı 3 CHP Milletvekilinin Partiden ayrılmalarının önemli nedeni olarak, Kaftancıoğlu’nun il başkanlığından alınmamasını göstermeleri de sürpriz olmamıştır. Bir de gazeteci Barış Pehlivan’ın daha önce, Ahmet Şık’ın ise son günlerde Kaftancıoğlu’nun tutuklanacağını açıklaması ciddi bir duyum değil , bilgi olmasına rağmen CHP ‘nin yeterince sahip çıkmadığını düşünüyoruz. Ciddi bir sahip çıkılsaydı caydırıcı olması mümkün olabilirdi.

Sonuçta somut duruma baktığımızda Kaftancıoğlu’nun ceza alması ve siyasi yasaklı hale gelmesi sonucunda ciddi bir siyasi ve toplumsal tepki oluşmuştur. Eski AKP’li yöneticilerinden Hüseyin Çelik ve Arınç da kararı eleştirmişlerdir. 7 ittifak sosyalist partileri de karara karşı çıkmışlar ve Kaftancıoğlu’nun yanında olduklarını belirtmişlerdir. Kılıçdaroğlu’nun karara karşı tüm CHP milletvekillerini ve örgütlerini il başkanlığına çağırması gündemi belirlemeye devam ettiğini göstermiştir. İl Başkanlığında toplanan kitleye yaptığı konuşmayla sertleşmenin başladığını açıklaması da sürekliliği sağlanırsa önemli olacaktır. Bursa mitinginin İstanbul’a alınması ve SADAT önüne gidilmesi CHP adına ayrıca ekstra önemli olmuştur.

önce de gündeme gelen SADAT yeni gelişmelerde güncelliğini korumaya devam etmektedir. Önceki bazı yazılarımızda o dönemin özelliğine göre SADAT hakkında değerlendirmelerde bulunmuştuk. Özellikle silah sevkiyatı yaparak , silahların Türkmenlere değil de şeriatçı Nusra’ya gönderilmesini sağladığı için ciddi önemine dikkat çekmiştik. Bu durum yani SADAT’ın silah sevkiyatı ancak devlet desteği ve bilgisi dahilinde olabilirdi. Burjuva yasalarına bile aykırı olan silah sevkiyatı açıktır ki SADAT’ın gücünü göstermektedir.

Geldiğimiz noktada ise SADAT’ın yeniden gündeme gelmesi Kılıçdaroğlu’nun ve bir kısım partilinin adeta baskın şeklinde SADAT’ın merkezine gitmeleri sonucu olmuştur. Bu tavır kendiliğinden ve bir duyum üzerine olmamıştır. Devletin bir kanadından gelen bilgi, belge veya her ikisinin sonucunda bu eylem gerçekleşmiştir. Bu bilgi, belge akışı Erdoğan ve AKP’nin güçlü olduğu dönemde olsa çok inandırıcı ve doğru olmayabilirdi. Ama bu bilgi ve belge akışı Erdoğan ve AKP’nin en güçsüz olduğu döneme denk gelmiştir. Dolayısıyla bu iktidarın gidici olduğunu gören, yaşayan bürokrasinin eli güçlenmiş , rahatlamıştır. Olası iktidar değişiminde yerlerini korumak ve göreve başka yerlerde de devam için bu tasarruflarda bulunmuşlardır.

Elbette devletin bir kanadından gelen bilgi ve belge dışında, gelişmelerde ve sokak hareketlerinde etkin ve uzman olan bu yapılar, diğer yönlendirmeleri de yapmışlardır. Yani SADAT’ın önüne toplu gitme, Kılıçdaroğlu’nun SADAT’a savaş açar şeklinde çok sert konuşması ve CHP’nin Bursa mitinginin İstanbul’a alınması gibi. Daha öncede muhtemelen aynı kanaldan gelen bilgi üzerine Kılıçdaroğlu siyasi cinayetler olabilir açıklaması yapmıştır. KIlıçdaroğlu’nun SADAT önüne gitmesi olası siyasi cinayetlerin ( özellikle kendilerine dönük ) önünü kesmek ve mitingin güvenliği anlamında caydırıcı olmak saikiyle yapılması mümkündür.

Bu giriş değerlendirmesinden sonra SADAT’ın ideolojik şekillenmesi ve pratik faaliyetlerine geçebiliriz. SADAT yasal bir şirket görünümünde adeta tam teşeküllü bir paramiliter veya kontrgerilla örgütlenmesidir. Yalnız ulusal çapta değil özellikle bölgesel ve uluslar arası faaliyetlerde bulunan bir yapılanmadır. Özellikle silah sevkiyatını bölgesel çapta yapması ( Bu alanda Tanrıverdi’nin asker olması NATO ile bağlantılı olması da sürpriz olmayacaktır ) ve son günlerde gündeme gelen Ukrayna’nı silah alımı için SADAT’a başvurması adeta devlet içinde devlet gibi hareket ettiğinin de göstergesidir. Libya, Suriye, Afganistan, Irak patentli faaliyetleri yalnızca silah sevkiyatı değildir, ayrıca eleman yetiştirme faaliyeti olduğu da bilinmektedir.

SADAT’ın devlet içinde devlet olması , adeta devlet olması TSK’nın yeniden yapılanması olan askeri hastanelerin kaldırılması, Jandarmanın İçişleri Bakanlığına bağlanması, Genelkurmayın Milli Savunma Bakanlığına bağlanması, Harp okullarının yapısının değiştirmesi vb gibi bir çok değişikliğin SADAT ve Başkan Tanrıverdi tarafından biz istedik yapıldı açıklaması ile itiraf edilmiştir.

SADAT’’ın diğer paramiliter örgütlerden temel farkı adeta yazılı bir anayasası olmasıdır. Bu durum aynı zamanda bir ideolojik-siyasi çizgisi olduğunun da somut göstergesidir. İslam-Türk sentezinde ifade bulan bu ideolojik-siyasi hat anayasal olarak şeriat demektir.Bu anayasanın en başat özellikleri, Başkentin İstanbul olması, dilinin Arapça olması, pratik olarak Mehdinin beklenilmesi için hazırlığın meali ise önüne çıkan tüm engellerin ( İnsan kırımı başta olmak üzere ) temizliğinin yapılması demektir.

SADAT’ın paramiliter veya kontrgerilla yapılanması olması tipik işleyişinden ve faaliyetlerinden de bellidir. Yani sabotaj, baskın, pusu kurma, tahrip, suikast ve tedhiş gibi uygulamalar SADAT’ın amaç ve hedefini net olarak göstermektedir. Özellikle Arapça tedhiş Türkçe terör bu yapılanmanın sol muhaliflere dönük olduğunu da açıkça göstermektedir. Tanrıverdi’nin gayri nizami harp uzmanı olduğu da bilinmektedir. Bunun somut teyidi de Nizami, Gayri Nizami ve Özel Harekat Eğitmeni Personel Alım duyurusu ile de bellidir. Bu duyuruda “iyi derecede İngilizce ve Arapça bilme” şartı dikkat çekiyor. İlanın muhatabı ise “45 yaşından genç eski TSK mensupları” Yani TSK personeli erken yaşta ayrılıp SADAT ‘ta işe başlıyor.

Birde SADAT’ın içinde yer aldığı özel askeri şirketler üzerinde önemli özelliklerine değinerek durmak istiyoruz. 11 Eylül sonrasında ABD’nin terörizme açtığı savaş özel askeri şirketler için dönüm noktası oldu. Bu noktada ‘kâr’ amacı ile çalışan özel askeri şirketler geniş bir hareket alanı buldular. Dünyada 90’a yakın özel askeri şirket bulunduğu ve 110 ülkede faaliyet gösterdikleri belirtiliyor. 100 milyar dolarlık endüstriden söz ediliyor. Özel askeri şirketlerin kurulduğu ülkeler genellikle Amerika, İngiltere ve Güney Afrika. Dünya geneline bakıldığında özel askeri şirketlerin ortalama 200-250 milyar dolarlık bir Pazar oluşturduğu tahmin edilmektedir.

Rusya’nın da Kırım ve Ukrayna’da paralı askerleri kullandığı gündeme gelmişti. Rusya’da bu paramiliter örgüt Wagnerdir. Bir de ABD ‘de kurulan Blackwater örgütü vardır. Ama bu örgütlerin SADAT ‘dan daha dar olduğu belirtiliyor. Bu durum SADAT ‘nın ahtapot gibi yayılarak gücünü göstermektedir. SADAT’ın bu gücünün somuttaki ifadesini Davutoğlu “ 1 Kasım 2015 seçimlerine giden süreçte terörle mücadele defterleri açılırsa bir çok insan, insan önüne çıkamaz”. Sözlerine açıklık getirirken, bu kişileri “Sayın Erdoğan, Binali Yıldırım, Süleyman Soylu, Berat Albayrak” olarak sıraladığı gerçeğiyle birlikte düşünülmeli. Yine Peker’in oluk oluk kan akacak, kan banyosu açıklamalarını korku yaymak saikiyle SADAT ile birlikte yaptık itiraf gibi açıklaması SADAT’ın gücünü net olarak göstermektedir.

SADAT’ın Başkanı Melih Tanrıverdi’nin Halk TV ye çıkması bir yanıyla meşru, yasal şirket olduklarını göstermek içindi. Diğer yandan açıklamaları ile kafaları ne kadar karıştırırsa avantajdır amacıyla yapılmıştır. Tipik bir paramiliter örgüt mensubu olduğu açıklamalarında zor da kaldığında belge istemesi ve yine bazı sorulara cevap vermemesi gibi açıklamaları ile belli olmuştur.

ilginç, akıl tutulması gibi gelişme de Erdoğan’ın SADAT konusunda yakından ,uzaktan ilişkim yoktur açıklaması olmuştur. Erdoğan’ın Tanrıverdi’nin başdanışmanı olduğunu da bilmemesi doğaldır. Kendi başkanlığındaki Milli Güvenlik kurulu toplantısında olmasını da bilmemesi doğaldır . Erdoğan’ın bu rutin gafları ya danışmalarının devlet bağlantılı yıpratmak saiki ile yapılan bilgilendirmeleri olabilir. Yada ağır patolojik vaka olabilir. de kendi kitlesinin diğer medya vb haberleri olmadığı için onları tahkim etmek saikiyle yaptığı açıklama da olması muhtemeldir.

Sonuç olarak SADAT elbette Kürtlere, HDP’ye ve sol sosyalistlere dönük her türden kontrgerilla faaliyetinde bulunmasına devam edecektir. Ama şu tuzak ve manipülasyon durumuna karşı da uyanık olunmalıdır. Yani SADAT ‘ın varlığı diğer kontrgerilla faaliyetlerinin üzerini örtmemelidir. Türk İslam sentezli Ağarlı, Ekenli, Çakıcılı, Alanlı vb. gibi kontrgerilla yapılanmalarının da buhar olmadığı bilinmelidir. Eğer bu konular gündeme geldiğinde şahin açıklamaları ile susmayan Bahçeli SADAT konusunda sessizliğini devam ettiriyorsa bunun bu tip kontrgerilla örgütlerini korumak, gizlemek saikiyle yapılması mümkündür ve sürpriz olmayacaktır.

SADAT ve benzeri örgütlere karşı siyasi ve toplumsal muhalefetin mücadelesi kapitalizm sınırlarında kapatılması ve özellikle yöneticilerinin cezalandırılması şeklinde olabilir. Ama bilinmelidir ki bu tip yapılar kapitalizm ve onun devletinin varlığı sonucu kuruldukları için kapitalizm ve kapitalist devlet ortadan kalmadıkça isim veya elaman değişse de varlıklarını sürdüreceklerdir. Dolayısıyla bu yapılardan radikal ve kalıcı kurtuluş ancak proleter devrim ve sosyalizm-komünizmin inşası ile mümkün olacak, gerçekleşecektir.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin kirliliğine en güncel örnek Atatürk Havalimanının yıkılması olmuştur. Konu yoğun ölçüde tartışılmaya devam etmektedir. Konu ile ilgili teknik bilgi kendi çapında önemli olsa da bizim açımızdan konunun ekonomik-siyasi yanı önemlidir. Bu durumun somut yanı da işçi emekçileri ilgilendiren yanıdır.

Kapitalizmin gelinen noktada uygarlık krizi ile anılması, çürüyen, geberen olması kârını gördüğü her alana acımasızca saldırmakta talan, yağma etmektedir. Kapitalizm dünyasında insan ve doğa yok, eşya ve beton vardır. Enerji ve madenlerden servetlerini katlamak için organik doğayı yaşanmaz hale getirmiştir kapitalizm.

Saldıracak, yağma ve talan edilecek yerler olarak son önemde hava alanları öne çıkmıştır. Yeni hava alanları yapmak, insanların ulaşım ihtiyaçlarını karşılamanın burjuva sınırlarını bile reddetmek olmuştur.Bu havaalanları kapitalizmde sınıfsal yan olarak devlet-özel ortaklığının en görünür alanlarından biri olarak ortaya çıkmıştır. Küçük bir emek harcamadan az bir yolcu kapasitesine karşı onlarca kat yolcu karşılığında milyonlarca vurgun yapmaktadırlar.

İşte böylesi arka plan gerçekliği ile Atatürk Havalimanı yıkılmaya başlanmıştır. Yapılırken şirketler kazanmakta, yıkılırken yine şirketler kazanmakta, yerine ister millet bahçesi yapılsın, ister, AVM, lüks oteller yapılsın yine kazanacak olan şirketler olacaktır. Kaybedenler ise artı değer, vergi, pahalılık-zamlarla işçi ve emekçiler olacaktır. Ayrıca kapitalizmin vahşiliği bu hava alanlarının yapımında binlerce işçinin iş cinayetlerinde kaybı ve yaralanması ile de görülmüştür.

Sonuçta her alanda olduğu gibi bu Atatürk Havalimanının yıkılmasının engellenmesi için özellikle CHP ‘nin kitlesel olarak havalimanına gidip protestoda bulunması önemli olmuştur. Pistlerin yıkılmayacağı açıklaması caydırıcı olarak bu eylemliliklerin önemini göstermektedir.

noktada tüm bu olumsuzluklara karşı düşünce ve pratik olarak ayakta kalmak için ve düşmemek ve yalpalamamak için Marksizm’in bütünsel kavranması diyalektik olarak zorunlu olmuştur. Bunun somut ifadesi ise Marksizmin evrensel ilkeleri olan devlet, devrim, politik ekonomi, emperyalizm, faşizm, felsefe ( Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm ) gibi konularını tekrar, tekrar okumak, anlamak, kavramak ve diyalektik olarak güncellemek gerekmektedir.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 33 90
2. Fenerbahçe 33 86
3. Trabzonspor 33 55
4. Beşiktaş 33 51
5. Başakşehir 33 49
6. Rizespor 33 48
7. Kasımpasa 33 46
8. Antalyaspor 33 45
9. Alanyaspor 33 45
10. Sivasspor 33 45
11. A.Demirspor 33 41
12. Samsunspor 33 39
13. Ankaragücü 33 37
14. Kayserispor 33 37
15. Konyaspor 33 36
16. Gaziantep FK 33 34
17. Hatayspor 33 33
18. Karagümrük 33 33
19. Pendikspor 33 30
20. İstanbulspor 33 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 31 69
2. Göztepe 31 63
3. Ahlatçı Çorum FK 31 55
4. Sakaryaspor 31 54
5. Bodrumspor 31 52
6. Kocaelispor 31 52
7. Bandırmaspor 31 47
8. Boluspor 31 47
9. Gençlerbirliği 31 47
10. Erzurumspor 31 42
11. Ümraniye 31 37
12. Manisa FK 31 36
13. Keçiörengücü 31 36
14. Şanlıurfaspor 31 34
15. Tuzlaspor 31 33
16. Adanaspor 31 32
17. Altay 31 15
18. Giresunspor 31 7
Takımlar O P
1. Arsenal 34 77
2. Liverpool 33 74
3. M.City 32 73
4. Aston Villa 34 66
5. Tottenham 32 60
6. Newcastle 32 50
7. M. United 32 50
8. West Ham United 34 48
9. Chelsea 32 47
10. Brighton 32 44
11. Wolves 33 43
12. Fulham 34 42
13. Bournemouth 33 42
14. Crystal Palace 33 36
15. Brentford 34 35
16. Everton 33 30
17. Nottingham Forest 34 26
18. Luton Town 34 25
19. Burnley 34 23
20. Sheffield United 33 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 32 81
2. Barcelona 32 70
3. Girona 32 68
4. Atletico Madrid 32 61
5. Athletic Bilbao 32 58
6. Real Sociedad 32 51
7. Real Betis 32 48
8. Valencia 32 47
9. Villarreal 32 42
10. Getafe 32 40
11. Osasuna 32 39
12. Sevilla 32 37
13. Las Palmas 32 38
14. Deportivo Alaves 32 35
15. Rayo Vallecano 32 34
16. Mallorca 32 31
17. Celta Vigo 32 31
18. Cadiz 32 25
19. Granada 32 18
20. Almeria 32 14