11.06.2022, 11:42

Böylesi koşullar havuçla değil ancak sopa ile uygulanabilir

Gelinen noktada Marksizm’in bütünsel ilkelerinin adeta sınandığı, test edilip tekrar tekrar doğrulandığı dönemden geçiyoruz. Bu dönem Marksizm’in kapitalizm üzerine evrensel ilkeleriyle, güncellenen ilkelerinin diyalektik olarak en açık, somut, net olarak görüldüğü bir döneme tekabül etmektedir. Yani kapitalizmin evrensel ilkeleri olan üretim ve tüketim araçları üzerinde özel mülkiyet , ( Yine kolektif sermaye olarak devlet mülkiyeti ) işgücünün meta olması, artı-değer, ücret, fiyat, kâr işleyişi devam etmektedir. Güncellenen ilkeler olarak hemen her şeyin meta olduğu ,( Havaya da sıra gelecek şekilde ) ekolojik yıkımın ekstra yükselişi, sanal paranın piyasaya girişi, hizmet sektörünün giderek yükselmesi, finans kapitalin başat hale gelmesi gibi.

Küresel kapitalizmin bu bütünsel işleyişi ve kriz, çöküş hali birleşik ve eşitsiz gelişim yasalarının diyalektik işleyişi ile devam etmektedir. Yakın geçmişte ABD’de siyahinin polis tarafında boğularak katledilmesi ve ekonomik saiklerle başlayan direniş, Avrupa’ya sıçrayan ( Özellikle Fransa’da Sarı Yelekliler direnişi gibi ) direniş, Ortadoğu, Kafkaslarla devam eden direniş, isyan, bugünde Sri Lanka, İran’da başlayan direniş ile devam etmektedir. Aynı veya benzer talepler ( enflasyon-pahalılık sarmalı, işsizlik, yolsuzluk vb.) ile başlayan bu direniş, isyan dalgası burada sönümlense daha önceki yerlerde tekrar aktifleşecek, bu diyalektik sarmal kapitalizmin bir dünya sistemi olmasından kaynaklı devam edecektir.

Küresel kapitalizmin bir parçası olan Türkiye kapitalizminin çöküş hali de bütün hız ve şiddeti ile sürmektedir. Somut duruma baktığımızda Lenin’in “ Yönetenlerin eskisi gibi yönetemedikleri, yönetilenlerinde eskisi gibi yönetilmek istemediği durumda” tespiti daha da görünür hale gelmiş durumdadır. Bu durum şu gelişmeler ile de daha netleşmiş ve anlaşılır olmuştur. Aynı anda yaşanan ekonomik, siyasal, toplumsal kriz, aynı anda yaşanan enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, ücret düşüklüğü, aynı anda yaşanan enflasyon, devalüasyon, stagflasyon sarmalı gibi.

Kapitalizmin altyapıdaki bu yıkım şeklindeki çaresizliği, üst yapısal işleyişe de diyalektik olarak yansımış olup bütünsel bir tıkanmışlığı getirmektedir. Bu durum devlet aparatının işleyişinde de daha açık şekliyle görülmektedir. Marksist devlet anlayışının açılımı olan devletin egemenlerin baskı ve zor aparatı olması ve ideolojik aygıtlarının diyalektik toplamı bütünsel veya genişletilmiş devlet olarak ifade ediliyor. Bu noktada devletin ideolojik araçlarıyla üretmesi gereken rıza ve ikna üretimini de devletin şiddet araçlarının yapması ayrıca ve ekstra kırılma ve tıkanma getirmektedir. Bu durum da devlet biçimi olarak oligarşiler ile değil, ancak güvenlikçi devlet, risk devleti ve faşizm ile uygulama alanı bulmaktadır. Bu somut durum ise nesnel olarak yönetememe, sürdürülemezlik olarak pratiğe dönmektedir. ( Bu durum burjuva anlamda kuralsızlığı ifade eden yönetme ve sürdürülebilirliği dışlamamaktadır )

İşte tüm bu olumsuzlukların panzehiri öznel şartların üretiminden geçmektedir. Mao’nun ifadesiyle “ Gök kubbenin altında tam bir kaos var , ( Şimdiki durumda “yıkıcı kaos” olarak ) koşullar çok iyi” yani nesnel koşullar uygun. Dünya büyük bir kapışmanın içinde. Bütün sorun öznelliğin oluşturma sürecinin çözümünden geçmektedir. Bunun da somuttaki ifadesi ise Devrimci Komünist İşçi Partisinin oluşturma sürecinden geçmektedir.

Böylesi bir parti diyalektik olarak Marksizm’in evrensel ve güncellenen ilkelerinin birlikteliğini kapsamalıdır. Bunun somut ifadesi ise zorunluluk alanları ile özgürlük alanlarının diyalektik birliği demektir. Böylesi bir partinin gerekliliği ve zorunluluğu Rusya Çarlık zulmü koşullarında “özgürlük” talebi akut bir ihtiyaçken bile engel olmamıştır. Tersine o koşullarda “özgürlük” de partinin varlığı ile kazanılmıştır. Dolayısıyla bugün AKP’nin gitmesi bu anlamda kazanılacak “özgürlük” bile Devrimci Komünist İşçi Partisinin oluşumunun engeli olarak görülmemelidir. Önce AKP gitsin, “özgürlüğü” kazanalım daha sonra bakarız anlayışı indirgemeci, nobran, vulger bir anlayış olup diyalektik dışı bir tutumdur. Böylesi bir durum AKP’nin gitmesinin engeli olabileceği gibi, yerine gelecek olanın AKP’den farklı olmamasının kabulü anlamına da gelecektir.

Eğer bugün son dönemde 100 aşan direniş ve grev küçük kazanımlarla ( özelliklede ekonomik kazanımla ) sönümlenmiş ise siyasi yan olan devlet şiddetinin engellenmesi, SADAT gibi kontrgerilla- paramiliter yapılanmaların kapatılması, dağıtılması veya ortadan kaldırılması ve tüm yolsuzlukların son bulması için böylesi bir partiye ihtiyaç giderek daha önemli hale gelmiştir. Ülke çapında işçi sınıfının bilinçli özne ve öncüsü olan böylesi bir parti kapitalizmin kabusu olacak, sosyalizm-komünizmin inşası sürecinin de kendi görev sınırlarında da yol göstericisi olacaktır.

Bu girizgahtan sonra somut duruma baktığımızda gelinen noktada burjuva siyaset bütünüyle seçimlere endekslenmiş durumdadır. Burjuva temsili sistem içinde iktidar ve muhalefet bütün iş ve söylemini seçimler üzerine kurmuş durumdadır. Önceki yazımızda burjuva iktidar ve muhalefetin seçimlere dönük genel durumunun değerlendirmesini yapmıştık. Bu yazıda ise sosyalistlerin- komünistlerin seçimler konusundaki tutumları ne olmalıdır konusunda bir kez daha durmak önemli hale gelmiştir.

kirliliği ve yıkımı, faşizmin karanlığı her geçen gün hızını ve yükselişini adeta katlayarak sürdürmektedir. Bu durumun gelinen noktada ki somut hali 2013 Gezi ve 2014 Kobane direnişlerinin benzer özelliklerine karşı egemenlerin saldırısı bugünde yasal kılıfı ile devam etmektedir. Gezi davasında iki, üç kez beraat verilmesine rağmen dava devam ettirilmiş ve sonuçta Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet, diğer 7 Gezici’ye de 18 yıl ceza verilmiş ve tutuklanmışlardır. Kobane davası da benzer süreçlerden geçmiş beraatler gündeme gelmiş Demirtaş’ın son duruşmada yargılayanları yargılayan konuşması ile dava yine ertelenmiştir. Bu davaların açılması ve devamında ortak özelliği sağlayan kapitalizm sarsacak boyutlardaki kendiliğinden gelişen direnişler olmuştur.

Yine bir tarafta hiper enflasyona giderek yaklaşan enflasyon-pahalılık emekçileri ve hatta alt orta sınıfları da daha da yoksullaştırmıştır. Böylesi koşullar havuçla değil ancak sopa ile uygulanabilirdi. Son dönemde ki bazı gelişmeler de bunu net olarak göstermektedir. Çubuk’ta Kılıçdaroğlu’na dönük linç davası sonuçlandı. Yumrukçuya bile 2 yıl 6 ay ceza verilerek tutuklama olmadı, pişman değilim diyen de dahil diğer tümü için erteleme verildi. Bu burjuva anlamda bile cezasızlık durumunu ifade etmektedir. Ayrıca faşist ve siyasal İslamcılara da diğer eylemleri için güç ve yol göstermektedir.

Bahçeli’nin Kılıçdaroğlu’na dönük Demirtaş ve Kavala’nın yanına gideceksin , cezaevini gösteren, tehdit içerikli açıklaması, burjuva yasaları bile dikkate almayan bir açıklama olup bu açıklama ancak güvenlikçi devlet veya faşizmin hızlandığı koşullarda mümkün olurdu .Dolayısıyla Bahçeli’nin bu açıklaması da sürpriz olmamıştır. Benzerleri gelmeye devam edecektir.

bu ve benzeri kirli ve karanlık ortamın devlet ile birlikte nedenlerinden biri olan AKP’nin gitmesi önemli olup emekçilere küçük bile olsa bir nefes aldıracaktır. Ama bu durum tüm ciğerlerin teslimini getirmemelidir. Yani sosyalistlerin-komünistlerin seçimlerde ki Marksist tutumu değişmemeli, esnetilmemelidir. E. Goldman’ın “ Seçim her şeyi çözseydi yasaklanırdı” sözü ve Marks’ın “ Parlamento burjuvazinin ahırıdır” sözü muhteva olarak anlamlı olup arka plan gerçekliği vardır. Yani burjuva seçim sistemi 4-5 yılda burjuvazinin işlerini çözmek amacıyla ( belki bir kısmı değişen ) seçilen ve belirli sayı ile ifade edilen milletvekili toplamını ifade etmektedir. Milletvekilleri Türkiye şartlarında ( Asgari ücrete göre kıyaslandığında ) dolgun maaşları olan, bir çok ekonomik vb. yararlanan avantajlara sahiptirler. Seçilebilmek için harcanan seçim masraflarının yüksek olması, nesnel olarak parlamentonun işçi ve emekçilere kapalı olduğunun somut göstergesidir. Parlamentoya bir kaç sendika ağasının girmiş olması ise illüzyon yaratmamalıdır.

Ayrıca kapitalizmin temel işleyişi parlamento değil, üretim yerleridir. Kapitalist mülkiyetin varlığı burjuvazinin ücret, fiyat, kârın belirlemeleri sonucu sermaye birikimi anlamında servetleri katlanırken, işçi ve emekçilere yüksek enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik ,ücret düşüklüğü olarak dönmektedir. Yine burjuvazinin tüm kirli ve karanlık işleri parlamentoda değil bakanlıklarda, genelkurmayda, MİT’te, yüksek sivil ve askeri bürokraside icra edilmektedir.

Dolayısıyla seçimler ve parlamentoya ilişkin Marksist ilke ve tezler bu arka plan üzerine inşa edilmiştir. Yani burjuva seçimleri işçilerin olgunluğunu ölçer. Yani nicel ve nitel olarak bilinç ve örgütlülüğünün ülke çapında olgunluğunu gösterir. Bu anlamda bir özellik taşıyan seçimler sonucu parlamentonun dönüşebileceğini beklemek, yani sosyalizme ulaşmak verili durumda mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla sosyalistler-komünistler olarak parlamentoyu sosyalizm-komünizmin propagandası doğrultusunda bir kürsü olarak kullanmak ( Burjuva parlamentonun radikal eleştirisi de dahil ) somut talepleri yakalamak ve yaratıcılık çerçevesinde bugün de geçerlidir. Bebel ve Gramchi parlamentoyu sosyalizmin-komünizmin propagandası olarak kullanarak, bugünlere de ders niteliğinde örnek olmuşlardır.

Bu bölüme dönemde öne çıkan konu ve olayların genel değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

Öncelikle ekonomi ve tarım alanlarının güncel gelişmeleri ile başlamak istiyoruz. Kapitalizmin çöküş durumu hız kesmeden devam etmektedir. Bugünün ve geleceğin dünyasında canlıların özelliklede insanlık dünyasının varlığı ve sürekliliği tarım alanındaki gelişmelere yakından bağlıdır. Kapitalizmin bir dünya sistemi olması noktasında tarımda kapitalist işleyiş küresel olarak biçimsel farklılıklarla sürmektedir. Tarım alanlarının çok uluslu şirketler tarafından modern anlamda gaspı, talan ve yağması ( Özellikle tarım girdileri olan gübre, tohum, ilaç, mazot, elektrik tekel durumu ) artık kronik açlık sorununu gündeme getirmiştir.

The Economist dergisi dünyada yalnızca on haftalık tüketime yetecek buğday stoku kaldığına ilişkin açıklamasını “yaklaşmakta olan felaket” başlığı ile kapağına taşımıştır. Yine gıda krizi , küresel çapta açlık krizine dönüşebilecek güçte. Bu noktada şu söz önemli ve anlamlıdır. “ Çobanlar çağı bitti, zenginleri yiyeceğiz. Pek yakında ülkelerin bir bir “ancak bana yeter” deyip kapılarını gıda ihracına kapattıklarına tanıklık edileceği belirtiliyor. Gıda egemenliği ve gıda güvenliği sermaye egemenliğinde olduğu sürece açlık artarak devam edecektir. Ayrıca gıda kaynaklı öldürücü hastalıklar da giderek yükselecektir.

Kapitalizmin tarım dışındaki çöküş hali de devam etmektedir. Uzun zamandır solun bir kesiminde de yalnızca AKP dönemi sermaye grupları olan özellikle beşli çeteyi gündemlerine almak bir illüzyon ve manipülasyondur. Elbette bu beşli çete AKP döneminde daha da zenginleşmişlerdir. İhale kıyakları, vergi silme ve indirimleri, çeşitli teşvikler ile adeta beslenmişlerdir. Dünyada da ihale almada ilk beşe girmeleri de bu anlamda sürpriz olmamıştır.

Ama bu somut durum klasik sermaye gruplarının AKP döneminde de nasıl servetlerini katladıklarını unutturmamalıdır. Tersine kapitalizmin temel mahreçleri bunlar olduğu için bunları hedef almak temel önemdedir. Türkiye’nin önde gelen şirketleri ilk üç aylık bilançolarını açıkladılar. Bu şirketlerin gelirlerini ve kârlarını enflasyonun üzerinde artırdıkları görülüyor.

Örneğin Sabancı Holding yılın ilk çeyreğinde gelirlerini bir önceki yıla göre yüzde 101 artırarak 12.463 milyon seviyesine çıkardı. Net kârı geçen bir yılda 371 arttı.

Koç Holdingin satış gelirleri son bir yılda yüzde 188, net kârı yüzde 218 oranında artış gösterdi.

İş Bankası Grubu’nun cam şirketi Şişecam ilk çeyrekte gelirlerini yüzde 200 artırdı.

Demir çeliğin lideri Erdemir Ereğli’nin satış gelirlerindeki büyüme yüzde 180’i buldu.

Ama asıl patlamayı bankalar yaptı. Bu yılın ilk üç ayında kârlarını bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 285 artırdılar. Bankacılık sektörünün 2022 dönem net kârı 98.2 milyar.

İşte bu zenginlik ve sermaye birikimi olarak servet artışı sonucu açlık sınırı 6 bin, yoksulluk sınırı 19 bin olmuş durumda. Yine 30 milyonu aşan açlık ve yoksulluk sınırında yaşayan insan sayısı bu tüm burjuvazinin katlanan servetleri sonucudur. Yine bir tarafta bazı marketlerde sütler kelepçelenirken, Sarayın günlük masrafı 20 milyon, Erdoğan’ın korumalarının günlük maliyeti ise 1.3 milyon lira. Bu 9 bin çalışanın asgari ücretine denk geliyor.Dolayısıyla Erdoğan’ın açlık falan yok , vicdansızlar açıklaması ve Nebati’nin yine itiraf gibi açıklaması dar gelirliler hariç, firmalar, ihracatçılar kâr etti açıklaması adeta malumun ilanı olmuştur.

Yine ne tedbirler alınırsa alınsın, kapitalizmin otantiğinden kaynaklı kırılganlık ve tıkanma var olan sorunu çözmediği gibi yeni sorunlar da üretmektedir. Örneğin doların düşmesi için getirilen Kur korumalı Mevduat uygulaması doları düşürmediği gibi ( 17 lira civarında ) emekçilerden çalınan 160 milyarın iç edilmesini getirmiştir. Şimdide yeni kurtarıcı olarak “gelire endeksli devlet iç borçlanma senedi” gibi bir uygulama da aynı akıbete uğrayacaktır.

Bir illüzyon durumu da büyümenin yüzde 7 olarak açıklanması olmuştur. Bu büyüme sermayenin büyümesi olurken, işçi ve emekçileri yoksulaştıran büyümedir. Yani bu büyüme sermaye için gerçek, emekçiler için sanal büyümedir. Böylesi büyüme sonucu 5 yaş altı çocukların yüzde 6 sı kronik beslenme sorunu ile karşı karşıya. Bu öyle bir büyüme ki bir yanda lüks araç alma kuyruğu, diğer yanda uzun ucuz ekmek kuyruğu adeta turnusol olmuştur. Anlamlı ve özgün ifadeyi Brecht söylemiştir. “ Olmasaydın yoksul, olamazdın zengin”

Yine bu dönemin diğer öne çıkan konusu Kılçdaroğlu’nun açıkladığı TÜRKEN’e para transferi olmuştur. TÜRGEV ve Ensar Vakfında biriken emekçilerin paraları ABD ‘ye transfer edilmiş olup, Erdoğan ailesinin kaçacağı tartışmalarını gündeme getirmiştir. Bu kaçış hikayesi geçmişte de gündeme gelmiş ve tartışılmıştı. Gezi’de Erdoğan’ın Fas ‘ta olması ve yerel seçim bozgun ve kabusu sonucu da Erdoğan’ın kaçacağı gündeme gelmişti. Sonuçta bu para transferin de önemli olan ( kaçma, kaçmama dışında ) tipik bir yolsuzluk olmasıdır.

Uzun zamandır devam eden bu para transferinin yasal kılıfı nesnel olarak patlamıştır. Yani ABD’nin en zengin yerlerinden olan Miami’de yurt açmak, M.Ali’nin çiftliğinin satın alınması bu yolsuzluğun somut teyidi olmuştur. Man Adaları ile başlayan ve Yargıtay’ca onaylanan yolsuzluk olayı gibi, bu para transferi de zaman içinde burjuva yasaları çerçevesinde bile Man Adası davası gibi onaylanırsa sürpriz olmayacaktır.

Bu olayın bir başka önemli yanı da solun bir kesiminin dahil tipik bir illüzyon ve manipülasyona uğramasıdır. Yani bu para transferinin 60 milyon dolar olmasının miktar küçük diye önemsenmemesidir. Bu meblağın binlerce asgari ücrete eşit olmasına rağmen miktarın küçük görülmesi o insanların elitist düşünme ve tavırlarıdır. Daha da vahim ve olumsuz durum ise 1 milyarı aşan bu servetin geniş kitlelerce kanıksanmasını getirecek olmasıdır. Yani bunun meali miktar küçükse çalınması normaldir demektir. Bunun bilinçli veya bilinçsiz olması özü değiştirmeyecektir. Bu durum bir yanıyla da çalıyorlar ama çalışıyorlar demekle örtüşmektedir.

Yine bu dönemin önemli gördüğümüz bir olayı da ABD’de adeta rutin hale gelen çocuk cinayetleri olmuştur. Son olayda ABD ‘de bir ilk okulda 21 çocuk ve 2 öğretmen 18 yaşında bir genç-çocuk tarafından öldürülmüştür. ABD nüfusu 335 milyon olmasına rağmen silah sayısı 4oo milyona yaklaştığı söyleniyor. Bu 100 kişi başına 120 silah demektir. Bu son çocuk ölümleri Trump vari faşist - ırkçıların çocuklar üzerindeki etkisi ile işlenmiş olsa da gerekli ama yeterli değerlendirme olmayacaktır.

Eğer aynı çocuk çok sayıda hemcinsini çok rahat öldürüyorsa bunun sosyolojik veya diğer boyutları üzerinde yoğun şekilde durmak gerekmektedir. Rakel Ding’in ifadesi ile çocuktan katil üreten sistemin adı kapitalizmdir. Faşizmi- ırkçılığı yaratan, üretende kapitalizmin bütünsel ( Alt ve üst yapılar olarak ) varlığıdır.

SONUÇ YERİNE

Son günlerdeki olan olayları sıralarsak yorumsuz bile kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığını rahatlıkla görürüz. SADAT yönetiminde olan birinin sandıkta da teslim etmeyiz açıklaması ve ayrıca kandan bahsetmesi bilinçli ve merkezi bir tavır olup sonradan silinmesi de bilinçli ve merkezi tavırdır. Peker’in kan banyosu açıklamasını korku yaymak için SADAT ile kararlaştırdık açıklaması gibi bu açıklama da korku yaymak için başka bir versiyonun kullanılmasıdır. Ama unutmayalım bu ve benzeri yapılar sivilleri de silahlandırarak yalnızca korku yaymak dışında da fiilen kapışmaya, savaşa da hazırlanmaktadırlar.

Son günlerin bir başka gelişmesi de Peker, BirGün kapışması olmuştur. Sonda söyleyeceğimizi baştan söyleyelim. Amasız , fakatsız BirGün’ün yanında, tarafında olduğumuzu söyleyelim. Peker’in açıklamalarına karşı başından itibaren temkinli ve ihtiyatlı olduk. Bunun arka planı olarak Peker’in bu açıklamaları tek başına yani kişisel yapmadığını söyledik. İç ve dış egemenlerin bir kanadının destek, himayesinde açıklamalar olduğunu belirttik. Ayrıca her durumda bozkurt işareti yapacak düzeyde faşistliğinin devam ettiğini de çok kez belirttik. Dolayısıyla BirGün yöneticisi Yaşar Aydın’ın konu ile ilgili açıklamalarını bizzat dinleyen birisi olarak Peker hakkındaki değerlendirmesi bizim değerlendirmemiz ile örtüşmektedir. Sol içinde bazılarının da açık- gizli Peker ‘den medet ummaları sonuçta kendi güçsüzlükleridir. ( Bu değerlendirme Peker’in bazı ifşalarının önemini , katkısını dıştalamaz ) Peker’in cevap şeklinde ki açıklaması ise faşist özelliğin tipik yansımasını çağrıştırmaktadır.

Güvenlikçi devletin, faşizmin saldırıları hız kesmeden devam etmektedir. Gezi’nin 9. Yıldönümünde yapılan gösteriye polis saldırısı sonucu 170 kişi gözaltına alınmıştır. Söylenecek tek şey her durumda Gezi kabusu, hayalet olarak dolaşmaktadır. Ayrıca Batman’da 11 kadın HDP’linin gözaltına alınması ve son günlerde Kürt basınına dönük yoğun tutuklamalar Kürt hareketine dönük siyasi tasfiye operasyonu ve HDP’nin kapatılmasının provası olmuştur. İstedikleri nihai sonuca ulaşamamak ise ( uzun zamandır konuşulmasına rağmen ) şimdiye kadar da olsa Kürt Hareketi ve HDP’nin potansiyel gücünden kaynaklıdır.

Erdoğan’ın rutin, tipik bir açıklamasının değerlendirmesi ile yazıyı sonlandırmak istiyoruz. Erdoğan’ın özellikle kadınlara dönük “çürük”, “sürtük” açıklaması ister bilinçli, ister bilinçsiz yapılsın ve hatta dil sürçmesi olsun, özünde kadınlara bakışın ideolojik yanının dışa vurma halidir.( Affedersiniz Ermeni sözü gibi ) Daha öncede kadınlara dönük ( kadın mı, kız mı açıklaması gibi ) açıklamaları olduğu için bizce sürpriz olmamıştır. Bu noktada önemli olan geniş kitlelerin bu açıklamaya karşı duyarlılıkları ve tepkileri olmuştur.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 35 96
2. Fenerbahçe 34 89
3. Trabzonspor 35 58
4. Başakşehir 35 55
5. Beşiktaş 35 54
6. Alanyaspor 35 49
7. Kasımpasa 35 49
8. Rizespor 35 49
9. Sivasspor 35 48
10. Antalyaspor 34 45
11. A.Demirspor 35 44
12. Samsunspor 35 42
13. Kayserispor 35 41
14. Ankaragücü 35 39
15. Karagümrük 35 37
16. Konyaspor 34 36
17. Gaziantep FK 35 35
18. Hatayspor 35 34
19. Pendikspor 34 30
20. İstanbulspor 35 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 33 72
2. Göztepe 33 69
3. Sakaryaspor 33 57
4. Bodrumspor 33 56
5. Ahlatçı Çorum FK 33 56
6. Kocaelispor 33 55
7. Bandırmaspor 33 50
8. Boluspor 33 50
9. Gençlerbirliği 33 50
10. Erzurumspor 33 44
11. Manisa FK 33 40
12. Ümraniye 33 40
13. Keçiörengücü 33 39
14. Tuzlaspor 33 37
15. Adanaspor 33 36
16. Şanlıurfaspor 33 35
17. Altay 33 9
18. Giresunspor 33 7
Takımlar O P
1. Arsenal 36 83
2. M.City 35 82
3. Liverpool 36 78
4. Aston Villa 36 67
5. Tottenham 35 60
6. Newcastle 35 56
7. Chelsea 35 54
8. M. United 34 54
9. West Ham United 36 49
10. Bournemouth 36 48
11. Brighton 35 47
12. Wolves 36 46
13. Fulham 36 44
14. Crystal Palace 35 40
15. Everton 36 37
16. Brentford 36 36
17. Nottingham Forest 36 29
18. Luton Town 36 26
19. Burnley 36 24
20. Sheffield United 36 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 34 87
2. Girona 34 74
3. Barcelona 34 73
4. Atletico Madrid 34 67
5. Athletic Bilbao 34 61
6. Real Sociedad 34 54
7. Real Betis 34 52
8. Valencia 34 47
9. Villarreal 34 45
10. Getafe 34 43
11. Deportivo Alaves 34 41
12. Sevilla 34 41
13. Osasuna 34 39
14. Las Palmas 34 37
15. Celta Vigo 34 34
16. Rayo Vallecano 34 34
17. Mallorca 34 32
18. Cadiz 34 26
19. Granada 34 21
20. Almeria 34 17