01.06.2025, 21:13

GENEL DEĞERLENDİRME 

Kürt sorununun çözümü doğrultusunda gelinen aşama özellikle egemen ulus sosyalistleri komünistleri açısından bir test ve turnusol olacaktır. Bu süreç aynı zamanda Kürt sorununa şovenizm ve ırkçılık temelinde yaklaşım içinde olanların artık siyasi olarak yok olma veya giderek daha da küçüldükleri bir süreç olacaktır. Bugüne kadar PKK ve Öcalan’ın ismini bile söylemek suç teşkil ettiği ve oto sansür başat olduğu için kimin neyi, nasıl savunduğu net değildi. Gelinen aşamada bu durum aşılmasa da bir ölçüde de olsa önceki süreçten biraz daha normallik mümkün olabileceği için test ve turnusol işlevi daha görünür ve net olarak anlaşılacak kavranacaktır.

    Bu yazı rutin yazılar dışında tek bir konuyu yani Kürt sorununun gelinen aşamadaki genel değerlendirmesini kapsayacaktır. Bu kapsam başlıklar olarak Ekim ayından bugüne gelişmelerin temel yanlarını bir kez daha hatırlamak ile başlayacaktır. Devamında PKK’nın silah bırakması ve feshini kapsayacak ve bu noktada yayınlanan muhtevaya dönük metinin önemli yanları ele alınacak ve bu metinde geçen bazı konuların polemiklerine değinilecektir. Ayrıca sürece dair sosyalist-komünistlerin tutumu ne olmalıdır değerlendirilecektir. Yazının böylesi bir seyri “hakikat bütündedir” mottosuna bağı ve diyalektik saikleri kapsadığı için konunun doğru anlaşılması ve içselleştirmesine de katkı sağlayacaktır. Elbette yeni gelişmeler yeni yazılarla devam edecektir.

    Ekim ayında kısa bir zaman önce HDP’nin kapatılmasını, Öcalan için bebek katili, DEM Parti milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve milletvekili maaşlarının kesilmesini vb. savunan Bahçeli adeta vahiy gelmiş gibi bu durumun tam tersi bir tutum içine girdi. Elbette Bahçeli’nin bu tavrı birçok kişi ve çevrede doğal olarak beklenmeyen bir şok yarattı ve sürprizle karşılandı. Bahçeli DEM Partililerle tokalaşarak başlattığı süreci giderek adeta el yükselterek Öcalan’ın PKK’nın feshi için Meclise gelip konuşabileceğini, umut hakkından yararlanacağı mealli açıklama ile sürdürdü. Elbette Bahçeli’nin bu açıklamaları bir çok kişi ve çevrede illüzyon yaratma ve manipülasyon olarak algılanıp blöf ve sahte olarak görüldü. Bizlerde elbette Bahçeli’nin böyle bir açıklama yapmasını beklemiyorduk. Ama bizler Bahçeli’nin bu açıklamalarını blöf ve sahte olmadığını ısrarla gerekçeleriyle belirttik. Gelinen aşamada Öcalan’ın önderliğini bile dillendiren Bahçeli’nin tavrının blöf ve sahte olmadığı daha da netleşti.

    Bizler Devrimci Marksizm’in ilkesel referansıyla bu blöf ve sahte olmayan gerekçeyi şöyle değerlendirdik. İç ve dış egemenlerin bazı kanatları Kürt sorununun çözümünü tarihsel olarak geçmişte de özellikle yakın geçmiş olarak birinci çözüm süreci ile daha net olarak başlattılar. Elbette egemenlerin bu tavrında belirleyici ve özne olan adı konsun veya konmasın yükselen Kürt hareketinin varlığı ve mücadelesi olmuştur. Nasıl ki egemenlerin Kürt sorununu kendi istemleri ve çıkarları çerçevesinde çözme tutumları varsa, aynı zamanda süreç Kürt hareketinin istemleri ve çıkarları çerçevesinde sorunu çözme tutumu olarak da şekillendi. Bu durum nesnel olarak uzlaşma ve tavizlerin de varlığını göstermekte olup Kürt hareketinin ilkesel duruşu uzlaşma ve tavizlerin kazanımların önünde engel olmayacaktır.

    Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü için iç ve dış egemenlerin istemleri ve çıkarları doğrultusunda da olsa çözümün önünde potansiyel engel olarak faşist hareketin ana partisi olarak MHP-Bahçeli görülüyordu. Bu anlamda Bahçeli’nin ikna edilmesi gerekiyordu. Zaten Bahçeli görevi gereği sistemin tıkandığı ve olağanüstü koşullarda derin yerlerin istemi doğrultusunda devreye girmiştir. ( Örneğin kritik erken seçim kararı ve yine koalisyon hükümetleri oluşturma gibi ) Sonuçta MHP’nin çizgisi gereği Bahçeli tek şef olarak gelinen aşamaya kadar tabanını tutmayı ve yönlendirmeyi yerine getirmiştir. Bu noktada ırkçı-faşist diğer daha küçük partilerin Bahçeli’nin bu tavrına dönük şiddetli tepkileri de devam etmektedir. Ama nasıl ki MHP-Bahçeli şimdilik bile olsa adeta tam bir dönüşle hareket ediyorsa diğer ırkçı-faşist eğilimli partilerin de Bahçeli çizgisine gelmeleri sürpriz olmayacaktır. ( Derin yerlerin telkin, tehdit vb. gereği olarak) Ama elbette ki yine derin yerlerin diğer kanatların yönlendirmesi çerçevesinde ve uzun vadede ihtiyaç olur diye bu ırkçı-faşist eğilimler sürekli olacaktır.

    Uzun bir zaman kesitinden bugüne Kürt sorununun çözümü sistemin varlığı ve sürekliliği için olmazsa olmaz noktada belirleyen olmuştur. Devlet –iktidar eğiliminin tekellerden alıp savaş bütçesine aktarması mümkün olmadığı için, savaş bütçesi için genel bütçenin kullanılması tek aparat olmuştur. Bu durum doğrudan geniş emekçi kitlesini ilgilendirdiği için devlet-iktidar rıza üretmek amacıyla bile olsa ve istese de artık gelinen noktada bırakalım orta düzeyde ekonomik destek yapmayı adeta kırıntılardan bile verecek durumda değildir. Bir de buna giderek ekstra yükselen yolsuzluk, rüşvet, komisyon, kara para vb. eklenince egemenler için bu yükü emekçilere yıkmak en kolayı olmuştur. Bu durum nesnel olarak işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini daha da radikalleşmesini getireceği de açıktır, bilinmektedir. Bunun somut işaretleri de toplumsal muhalefet bileşenlerinin son günlerdeki direnişleri ile görülmüştür. Önceleri sessiz olan başta gençlik olmak üzere, çiftçi-köylülerin de meydanlara,  sokakları çıkmaları da egemenler için korku ve kabus olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla Kürt sorununun asgari çözümü, negatif barış çözümü dahi radikalliği engelleyeceği ve direnişlerin sönümleneceğini getireceği için geniş emekçi kitlesine kırıntı bile olsa destek yapılmasını zorunlu hale getirecektir.

    Dolayısıyla Ekim ayında Bahçeli’nin açıklaması ile başlayan süreç ( Bu sürecin hazırlık anlamında öncesi olduğu da bilinmelidir ) gelişmelerle devam etmiştir. Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlayan süreçte somut adım Öcalan ile görüşmenin gerçekleşmesi gerekiyordu. Uzun zamandır aile ve avukat görüşmesi yaptırılmayan Öcalan ile milletvekili yeğeninin görüşmesi adeta kapıyı açmıştır. Bu noktada İmralı Heyetinin görüşmesine izin çıkmış olup 3 saati aşan görüşme gerçekleşmiş ve Öcalan’ın içerik olarak belirli sınırdaki mesajı paylaşılmıştır. Bu mesajın başat yanını negatif barış olarak PKK’nın kongresini toplayarak silahların bırakılması ve feshinin gerçekleşmesi oluşturmuştur. Öcalan’ın bu mesajının içeriği de bazı çevrelerde yine beklenmeyen şok ve sürpriz yaratmıştır. Süreç böyle devam ederken Öcalan’ın bu açıklamaları sonucu devlet-iktidarın nasıl bir tutum alacağı veya hangi adımlar atacağı beklenmeye başladı. Bu noktada devlet –iktidarın DEM Partiye dönük kayyum atamaları ve CHP’ye dönük de kayyum ve operasyonlar devam ettiği için ve Savunma Bakanı- Eski Genel Kurmay Başkanının Kürt hareketini dikkate almayan tek özne olarak kendilerini görme ve savaşın devamına dönük açıklamaları da sürecin kesintiye uğrayabileceği beklentisini, endişesini yarattı.

    Devamın da Öcalan’ın önerileri doğrultusunda PKK 12. Kongresini toplayarak silahları bırakma ve feshini gerçekleştirmiştir. Pozitif barış doğrultusunda da kapsamlı ve temel konuları kapsayan bildirgesini de açıklamıştır. Elbette uzun bir çatışmalı sürecin sonucu PKK’nın bu tutumuna ve bildirgenin içeriğine dönük yoğun tartışmalar başladı ve devam ediyor. Bu noktada bizler de genel bir değerlendirme yapacağız. PKK’nın kongre kararlarını devlet-iktidar Kürt sorununun barışçıl çözümü, eşit haklar temelinde ortak bir gelecek kurmanın dayanağı olarak kullanmak yerine kendi çıkarları ve bekası için araçsallaştırma peşinde koşuyor. Bu amaçla malum medyada “iktidarın büyük başarısı”,  “Erdoğan’ın gerçekleştirdiği devrimler” üzerinden bir propaganda sürdürülerek bu kararlar ekonomik ve siyasal sıkışmışlık içinde olan devlet-iktidar için bir can simidine dönüştürülmeye çalışılıyor.

    Diğer yandan ülkedeki milliyetçi- ulusalcı siyasi çevreler ile medya organları ise, Lozan Anlaşması ve 1924 Anayasasının eleştirildiği bu kongre kararlarının “bir ihanet belgesi” olduğunu, “etnikçilerin ve iktidardaki dincilerin cumhuriyeti yıkma ve ülkeyi bölme projesinde birleştiğini “ söylüyorlar. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürt sorununu inkar eden, Kürtlerin demokratik hak ve taleplerinin söz konusu olduğu her yerde “ dış güçlerin, emperyalistlerin bir oyununu” gören bu çevrelerin iktidarı eleştirme adına ortaya koydukları tutum, iktidara sorunu istismar için alan açıyor ve ne kadar karşı görünse de pratik olarak en çok onun çıkarlarına hizmet ediyor. Dolayısıyla iktidarın sorunu ve alınan kararları istismarının önüne geçebilmek için bu görüşlerin de eleştirisi yapmak gerekiyor.

    Bu arada yeri gelmişken önemli gördüğümüz bir açıklama, değerlendirme yapmak istiyoruz. Öyle sıra dışı dönemlerden geçiyoruz ki adeta diyalektiğe takla attırılıyor. Bu milliyetçi-ulusalcı güruha karşı Bahçeli’nin daha tutarlı olduğunu bizlere söylettiren bu güruhun yeteneğine ancak şapka çıkarılır. Rutin eğilimimiz ekstra zorunluluk dışında değerlendirmelerde isim vermemeye özen gösteririz. Zaten bu isimlerin adı konsun veya konmasın bir eğilimi teşkil ettikleri için isimsiz eğilime odaklanırız. Ama burada isim vereceğiz. Çünkü bu isimlerin teşhir ve tecrit edilmeleri bunların peşinden giden insanlar için de bir önemli görev olacaktır. Bu güruhun sayıları elbette daha fazladır ama bizlerin tespit ettikleri olarak şu isimleri belirtiyoruz.

    CHP’ye yeni katılan Cemal Enginyurt. Bu zat Kürt sorununun çözümü için adımların atılmaya başladığı koşullarda ve CHP saflarında ırkçı-faşist eğilimin giderek azaldığı var olanların da yüksek sesle renk vermediği halde hemen her yerde konu olmasa da ırkçı-faşist özelliğini sürekli tekrarlayarak milyonlarca insanının önderi kabul ettiği Öcalan’a dönük bebek katili sözünü ısrarla söylemektedir. Enginyurt’un Irkçı- düşmanlaştırıcı bu dili kullanmasına açıktan karşı çıkmayan özellikle CHP yönetiminin pragmatik ve makyavelist tutumuna da dikkat çekilmelidir. Diğerleri Murat Ağırel, Emre Kongar,  Özdemir İnce, Yılmaz Özdil, Zühal Kalkandelen, Işık Kansu. Bu güruh PKK’yı öne çıkararak Kürtlere dönük ırkçı, düşmanca tavırlarını linçe vardırarak sürdürmeye devam ediyorlar. Kürt coğrafyasında yaşanan mezalim, yok etme ve  ( kısaca belirtirsek çocukların onlarca mermi ile katledildiği ve polis akrepleriyle onlarca çocuğun katledildiği devlet kayıtların da bile açıktır, sabittir) işkenceleri görmezlikten gelip, sağır ve dilsizliği oynamaktadırlar. Bunlara ilişkin geniş değerlendirme yapmak zül olup gereksiz zaman harcaması olduğu için uzatmıyoruz ve bu eğilimin solcu olamayacakları halde solculuğu kullanan tavırları her yerde ve zeminde teşhir ve tecrit edilmelidir.

    Önemli gördüğümüz bu değerlendirmeden sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ülkedeki milliyetçi-ulusalcı çevreler, kongre kararlarını “ PKK; kaynağını Lozan Antlaşmasın ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkar imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” ifadesi üzerinden tartışıyorlar. Ancak PKK’nın Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün bir sonucu olduğu gerçeğine gözlerini kapatıp “cumhuriyet karşıtlığından” girip “bölünme tehdidi” ve “vatana ihanetten” çıkıyorlar.

    Öncelikle şöyle başlayalım Marks “ Tarih işini tam yapar” demektedir. Dolayısıyla tarih Lozan’da da işini tam yapmış. Türkiye’nin ulusal devlet olarak sınırlarını belirlemiştir. Ama aynı tarih bir ulusu dört parçaya bölmüştür. Bu noktada Türklerin hanesine birlik ve bu anlamda başarı düşerken, Kürtlerin hanesine ise bölünme ve mezalim, yıkım düşmüştür. Dolayısıyla bu tarihsel gerçekliği görmek için tarihin nesnelliğinden dolayı muhalif olmaya, Marksist tarihçi olmaya gerek yoktur. Vakanüvis tarihçiler dışında nesnel ve bu anlamda taraflı olmayan her insan için bu tarih doğrulanmış ve bu anlamda gerçek olmuştur.

    Dolayısıyla Lozan Antlaşması cumhuriyetin iki kurucu unsurundan birinin inkarının ve ülkede yüz yılı aşkın bir süredir devam eden bir sorunun temellerinin atıldığı bir metindir. Lozan’da TBMM hükümetini temsilen katılan İsmet İnönü ve İngiliz kapitalist-emperyalizmin temsilcisi olarak katılan Lord Curzon arasında Musul ve Kerkük’ün aidiyeti konusunda yapılan tartışmalar ile süreç başlamıştır. İnönü, Kürtlerin Türkiye’nin iki kurucu unsurundan biri olduğunu, dolayısıyla Kürtlerin nüfus olarak çoğunluğu oluşturduğu Musul ve Kerkük’ün Türkiye’ye bırakılması gerektiğini savunuyordu. Curzon ise, Misakımilli’nin Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerle sınırlı olduğunu, dolayısıyla Kürtlerin ve Arapların çoğunluğu oluşturduğu Musul ve Kerkük’ün kendi yönetimlerinde kalması gerektiğini ileri sürüyordu.

    Bu tartışma ve pazarlıklar sonucunda bir “azınlık” olarak bile kabul edilmeyen Kürtler için Lozan, taslağı İngiliz ve Fransız kapitalist emperyalistleri tarafından Sykes-Picot Anlaşması ile çizilen ve Kürdistan coğrafyasının dörde bölünmesinin (paylaşılmasının) belirginleştirildiği bir anlaşma olarak anlam kazanmıştır. Her ne kadar İnönü, Lozan’da Kürtlerin iki kurucu unsurdan biri olduğunu söylese de Cumhuriyetin ilanından sonra Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde bir “ulus devlet” inşasına yönelik politikalar uygulanmış ve devamında 1924 Anayasasında “ Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk “ olduğu değişmez bir anayasa maddesi olarak kabul edilmiştir. Kürtlerin ortak vatanda kurucu bir unsur olduğunun reddi, cumhuriyetin ilk dönemlerinde Ağustos 1924’teki Beytüşşebap isyanından 1938’deki Dersim katliamına kadar acılı ve kanlı bir sürecin yaşanmasına neden olmuştur.

    Lozan gerçekliğine bütünsel olarak vakıf olmak için dönemdeki diğer temel gelişmelere de bakmak önemli olacaktır. Milliyetçi çevreler Lozan Antlaşması üzerinden propagandalarını sürdürüyorlar. Kürtlerin “devletin tapusunu” yırtmak istediğini söylüyorlar. Oysa Kürtlerin Lozan konusunda ne söyledikleri bellidir. Söylediklerini ilk kez de söylemiyorlar. Hep söylediler. Özetlersek şunları söylüyorlar. Lozan Antlaşması öncesi Mustafa Kemal ve o zamanın iktidarı Kurtuluş Savaşının Türk ve Kürtler ( tabii azınlık halklardan insanlar da ) tarafından yapıldığı, 1921 Anayasasında, birinci maddede halkın bizzat kendi kendini yöneteceğinin yazılı olduğu belirtiliyor. Üçüncü maddede devletin Türk Devleti olarak tarif edildiği, on birinci maddede illerin özerk olduğu askeri, adli ve uluslararası işler birden fazla ilin ortak işleri dışında eğitim, sağlık, ziraat, vakıfların güvenlik vb. işlerin seçilecek meclis ve yürütme organı tarafından yönetileceği belirtiliyor. Ve Mustafa Kemal’in 1923 Ocak ayında İzmit’te yaptığı basın toplantısında özerklik vadettiği ve Lozan Antlaşmasında Müslüman olmayan yurttaşlara mahkemelerde dillerini konuşma, resmi dil dışında dillerin eğitim dili olarak kullanacaklarını da belirtiyorlar. Okular açabilme, din ve kültürlerini kullanabilme haklarının tanındığını fakat Müslüman oldukları için bu hakların Kürtlere tanınmadığını, bu hakların 1921 Anayasası ile kullanılabilecekken 1924 Anayasası ile kaldırıldığını söylüyorlar. Yani Rum ve Ermenilere verilen hakların Kürtlere de verilmesini istiyorlar kuruluş sürecindeki vaatlere dayanarak

    Bu dönemde yaşanan somut durum da gösteriyor ki aslında Lozan Antlaşmasının azınlık hakları ile ilgili bölümleri süreç içinde devlet tarafından ihlal edilmiş. Şimdi Lozan bizim tapumuzdur diyenler bu durumu gizliyor.

    Yine dönemin gerçekliği olarak Lozan’ın önünü açan İzmir İktisat Kongresinde İttihat ve Terakki hükümetlerinin izlediği iktisat politikalarına yön veren “ekonomide Müslüman-Türk unsurları egemen kılmayı “ amaçlayan milli iktisat görüşünün devamı olan “ Misak-ı İktisadi ilkeleri” kabul edilir. Mustafa Kemal’in Kongrenin açılış konuşmasında da belirttiği gibi, yabancı sermaye karşı olmayan “iktisadi milliyetçilik” olarak ifade edilebilecek bu anlayış, Müslüman-Türk olmayanlara ait varlıklara el konularak milli burjuvazinin yaratılmasını hedeflemektedir. Lozan Antlaşması ve Cumhuriyetin diğer kurucu belgelerine de yansıyan iktisadi milliyetçilik ya da ekonominin Türkleştirilmesi, Müslüman-Türk olmayanların sadece iktisadi alandan değil tüm toplumsal yaşamdan dışlanmasını da beraberinde getirmiştir. Dışlananlar önceleri gayrimüslimler olurken ilerleyen yıllarda Kürtler ve Aleviler de bundan nasibini almış, iktisadi milliyetçiliğin türevi olan ırkçılığın hedefi haline gelmişlerdir.

    Bu noktada yeri gelmişken Cumhuriyet ve Lozan’ın anti- emperyalist olduğunu söyleyenlere dönük değerlendirme yapmak konunun bütünsel olarak anlaşılması ve kavranması içinde önemli olacaktır.

    Milli Mücadelenin anti-emperyalist bir mücadele olmadığı ancak emperyalistlere karşı yürütülmüş bir ulusal mücadele olduğu bilinmelidir. Yine emperyalist bir ülkeyle ya da ülkelerle savaşa tutuşmakla,  anti-emperyalist mücadele ayını değildir. Çünkü emperyalizmin muhtevasını belirleyen kapitalizm olduğu için dönemsel ve özgün olarak emperyalizme tekelci kapitalizm denmiştir. Dolayısıyla anti- emperyalizm dönemsel ve özgün olarak anti-kapitalizmdir. Yukarı da değerlendirmede de görüldü ki, Cumhuriyet kuruluş amacı olarak da devlet eliyle kapitalist özel mülkiyet üzerine inşa edilmiştir.

    Ayrıca açık işgal ve savaşa dönük zorunlu olarak İngiltere ve Fransa’ya karşı ulusal mücadele yürütülse de Emperyalizme bağımlılık da devam etmiştir. ABD’nin Chester demiryolu projesi ve karşılığında ABD şirketlerine her türlü maden ve petrol rezervlerinin 99 yılığına verilmesi Atatürk zamanında 1923’de kabul edilmiştir.

    Cumhuriyet konusunda bu illüzyon ve manipülasyon durumu kendiliğinden bir süreç veya rastlantı değildir. Arka plan saikleri olarak ideolojik ve kültürel kodlarla şekillenmiştir. Dolayısıyla Resmi tarih, egemen sınıfların bilinmesini istediği tarihtir. Resmi tarih, yalan, tahrifat, yok saymaya, adıyla çağırmamaya, sansür ve oto sansüre dayanan bir tarih versiyonudur. Yine okullarda okutulan tarih her zaman “kaybedenlerin” değil kazananların, kitlelerin değil komutanların, kralların, padişahların, imparatorların, ulu önderlerin yazdıkları, yazdırdıkları tarihtir.

    SONUÇ YERİNE

    PKK’nin silah bırakması ve feshinin arka plan saiklerini belirten bildirge üzerine yaptığımız bu genel değerlendirme ile birlikte sürece dönük sosyalist-komünistlerin tutumu ne ve nasıl olmalıdır üzerine değerlendirme yapmak istediğimiz bu bölüme önemli gördüğümüz şu tespit ve açıklama ile başlamak istiyoruz. Daha öncede yer yer belirtiğimiz gibi ezen ulus sosyalisti- komünistleri olarak sömürgeden daha da geri olarak alt-sömürge özelliği taşıyan Kürt Coğrafyası-Kürdistan üzerine analiz ve analitik önermeler yaparken azami dikkatli,  duyarlı, ihtiyatlı olmalı ve bu anlamda şoven ve sosyal şovenizmden azade olmak zorundayız.

    Özellikle ve öncelikle şunu belirtelim son süreç de dahil olmak üzere somut ve pratik sürecin nasıl şekilleneceği elbette önemli olsa da sosyalist ve komünistler olarak progmatik ilkeleri ısrarla ve tutarlılıkla savunmalıyız. Elbette sosyalist-komünistlerin nihai amacı ve hedefi sosyalizm-komünizm olduğu için Kürt coğrafyası için de birleşik sosyalist-komünist Kürdistan inşa süreci temel olmalıdır. Bu anlamda Devrimci Marksizm’in sosyalizm-komünizm programı-ilkeleri diyalektik süreçlerle Kürdistan içinde kalıcı ve radikal alternatif olarak geçerlidir.

    Bu progmatik ilkeleri öncelik gözetmeden maddeleyerek kısaca değerlendirmek istiyoruz.

    1.Marks ve Engels “Başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz” derken Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkını devlet kurma hakkını da kapsayacak şekilde genişletmek demokratik, siyasi bir tutum almadır.

    2.Lenin’in tespitiyle, proletarya eşitliği ve ulusal devlet kurma hakkı eşitliğini tanırken, her ulusal istem, her ulusun ayrılma hakkını, işçilerin sınıf savaşımı açısında değerlendirir. Yani ezilen ulusun burjuvazisi, ezen ulus burjuvazisine karşı savaşırsa, biz her zaman ve her durumda,  herkesten daha kararlı olarak bu savaştan yanayız, çünkü biz zulmün en acımasız düşmanıyız. Ama ezilen ulus burjuvazisi, kendi öz burjuva milliyetçiliğinin çıkarlarını savunuyorsa biz ona karşıyız. Ezen ulusun ayrıcalıklarına ve zulmüne karşı savaşırız, ama ezilen ulusun kendisi ayrıcalıklar yolunda çabalarına destek olmayız.

    2.Ezen ulus sosyalistleri ayrılmayı, ezilen ulus sosyalistleri birleşmeyi savunmalıdırlar. Bu durum özünde ezen ve ezilen ulus arasındaki sömürgecilerin suni yarattığı düşmanlığın reddi olacak ve güveni sağlayacaktır. Bu durum aynı zamanda özünde ezen ve ezilen uluslar içindeki işçi sınıfı ve emekçilerin sömürgeciliğe karşı birlikteliğinin önemini gösterir.

    4. İç sömürge olan Kürdistan sömürgeden daha geri ve alt kategoride olan bir alt sömürgedir. Sınırları belirsiz, devletsiz, dillerinin yok edilmesi alt-sömürgenin  ( Filistinlilerin bile dilleri yok edilmemiştir ) somut göstergelerdir. Sömürge, alt-sömürge ilhakı da kapsadığı için Lenin’in dediği gibi “Herhangi bir ulusun belli bir devletin sınırları içinde zorla tutulması anlamına gelir.”

    5.Kültürel özerklik de somut duruma bağlı olarak savunulmalıdır. Kültürel özerklik Türkiye gerçeğinde esas olarak dil üzerindeki engellerin kaldırılmasını istemek ve onun gerçekleşmesi için yazılı ve görsel medyanın önündeki engellerinde kaldırılması gereklidir. Bu anlamda Kürt halk gelenek ve göreneklerinin yaşatılması da önemlidir.

    6.Konfederasyon, federasyon, otonomi, bağımsızlık vb. önemli biçimlerdendir.  Bunlar diyalektik olarak kendi içlerinde egemenliği kapsaması anlamında ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmanın somuttaki ifadesidir. Bunun belki de en temel argümanı otonom bölgede güvenliğin sağlanmasını bölgeden oluşacak güvenlik kurumsallaşmasına bırakmaktır. Bu durum Türk devletine bağlı olmaya engel teşkil etmemektedir.

    Bütün bu temel ilkesel tespitler ulusal demokratik muhtevalı tespitler olarak önemini korumaktadır. Ama Sosyalist-Kürdistan ulusal sorununun tek, gerçek ve kalıcı çözümüdür. Ayrı bir bağımsız devlet sonuçta ezen ve ezileni kapsayan kapitalizm ve kapitalist devlet olacağından ekonomik yıkım da dahil, her türlü ulusal baskı ve zorun gündeme gelmesi mümkündür. Sosyalizm ve sosyalist devlet ise uzlaşmaz sınıfları ortadan kaldırdığı için ekonomik yıkım ve aynı zamanda ulusal baskı ve zorun yaşam zemini olan tüm olumsuzlukları da ortadan kaldırır. Giderek sosyalizm-komünizmde sönümlenerek ortadan kalma süreci ulusların da ortadan kalkmasını getirecektir. Dolayısıyla birlikte, güvene dayalı tek çözüm sosyalist Kürdistan olacaktır. Bir önceki yazımızda değerlendirdiğimiz Devrimci Marksizm’in sosyalizm- komünizm progmatik ilkeleri diyalektik saiklerle Sosyalist Kürdistan içinde geçerlidir. Elbette çözümü Kürt halkı kendi belirleyecektir. Yukarıdaki çözüm önerilerinin kabulü ve reddi onun kendi eseridir. Bu anlamda her türlü dayatma şoven ve sosyal şovenizme düşmek demek olacaktır.

    Marksizm’in siyasi ufku çok geniş ve zengin olup onun içinde tüm demokrasi talepleri var olacak ve tüm toplumsal hareketler özgür ve özerk olarak yer alabileceklerdir.  (Bu durum elbette konumuz olan Kürt sorunun çözümü içinde geçerlidir)   Bunun için Stalinist aşamalı devrim anlayışı değil, Leninist-Troçkist kesintisiz-sürekli devrim anlayışı esas olacaktır. Yani önce demokratik süreç tamamlansın daha sonra sosyalizme kesintisiz geçeriz anlayışı demokrasisinin egemenliği ile sonuçlanacak ve sosyalizme geçişte başarısız olunacaktır. Dolayısıyla diyalektik olarak tek bir süreç olarak sürekli devrim tüm demokrasi muhtevalı talepleri de karşılayacaktır. Bunun temel örneği Ekim Devrimi ile yaşanmıştır. Ekim Devrimi sürekli devrim olarak toprak sorunu, savaş ve ilhaklar vb. kapsayan demokratik muhtevalı talepleri de çözerek birlikte sosyalizm-komünizme evrilmiştir.

    Sonuçta devrimci Marksizm’in ulusal sorun ve Kürt sorunu konusunda progmatik ilkeleri ısrarla ve tutarlılıkla savunulmalıdır. Ama Kürt siyasi hareketinin belirli dönmelerde geliştirdiği özellikle kadın ve ekolojik hedefli demokratik ulus, demokratik konfederalizm, radikal demokrasi, demokratik cumhuriyet, demokratik sosyalizm ve demokratik toplum sosyalizmi gibi açılımlara önyargılı yaklaşılmamalı, önemsenmeli, ciddi bir emek ürünü ve yaratıcılığı kapsadığı için ilerici ve sosyalizan içerikli olduğu için de desteklenmelidir.     

                                                                      

                                               

                                                                        

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Konyaspor 1 3
2. Galatasaray 1 3
3. Göztepe 1 3
4. Antalyaspor 1 3
5. Samsunspor 1 3
6. Trabzonspor 1 3
7. Alanyaspor 0 0
8. Başakşehir FK 0 0
9. Beşiktaş 0 0
10. Fatih Karagümrük 0 0
11. Fenerbahçe 0 0
12. Kayserispor 0 0
13. Gençlerbirliği 1 0
14. Kasımpaşa 1 0
15. Kocaelispor 1 0
16. Eyüpspor 1 0
17. Çaykur Rizespor 1 0
18. Gaziantep FK 1 0
Takımlar O P
1. Keçiörengücü 1 3
2. Çorum FK 1 3
3. Erzurumspor FK 1 3
4. Van Spor FK 1 3
5. Iğdır FK 1 3
6. Ümraniyespor 1 3
7. Esenler Erokspor 1 1
8. Bandırmaspor 1 1
9. Bodrum FK 1 1
10. Pendikspor 1 1
11. Sakaryaspor 1 1
12. İstanbulspor 1 1
13. Serik Belediyespor 1 1
14. Boluspor 1 0
15. Manisa FK 1 0
16. Sarıyer 1 0
17. Hatayspor 1 0
18. Amed SK 1 0
19. Sivasspor 1 0
20. Adana Demirspor 1 1
Takımlar O P
1. Arsenal 0 0
2. Aston Villa 0 0
3. Bournemouth 0 0
4. Brentford 0 0
5. Brighton & Hove Albion 0 0
6. Burnley 0 0
7. Chelsea 0 0
8. Crystal Palace 0 0
9. Everton 0 0
10. Fulham 0 0
11. Leeds United 0 0
12. Liverpool 0 0
13. Manchester City 0 0
14. Manchester United 0 0
15. Newcastle United 0 0
16. Nottingham Forest 0 0
17. Sunderland 0 0
18. Tottenham 0 0
19. West Ham United 0 0
20. Wolverhampton 0 0
Takımlar O P
1. Deportivo Alaves 0 0
2. Athletic Bilbao 0 0
3. Atletico Madrid 0 0
4. Barcelona 0 0
5. Celta Vigo 0 0
6. Elche 0 0
7. Espanyol 0 0
8. Getafe 0 0
9. Girona 0 0
10. Levante 0 0
11. Mallorca 0 0
12. Osasuna 0 0
13. Rayo Vallecano 0 0
14. Real Betis 0 0
15. Real Madrid 0 0
16. Real Oviedo 0 0
17. Real Sociedad 0 0
18. Sevilla 0 0
19. Valencia 0 0
20. Villarreal 0 0