12.01.2023, 10:47

Ücret artışı mı enflasyona, enflasyon mu ücret artışına neden oluyor?

Bu yılın başından itibaren asgari ücretin 8,506 TL’ye yükseltilmesinin ardından beklenen tartışma da başladı: “Bu zam, beraberinde fiyat artışlarına neden olur mu, enflasyon artar mı?”

Nitekim marketler ve bir kısım esnaf, Aralık ayındaki bu zam açıklamasının hemen ardından (henüz zam uygulanmaya başlamadan) fiyat etiketlerini değiştirmeye başladı. Buradan hareketle de yüksek enflasyonun sorumlusu da en azından bazı kesimlerce tespit edildi: Asgari ücrete yapılan zam!

Acaba durum gerçekten bu mudur? Ücretler her arttığında enflasyon da artıyor mu? Bu nedenle de fiyat istikrarını sağlamak için işçi sendikaları ücret artışı talebinde bulunmasınlar mı ya da zam taleplerini sınırlasınlar mı?

İlk tepki: Fırsatçılık

Öncelikle, fiyatlara yapılan bazı zamların tipik bir fırsatçılık olduğunun altını çizmekte yarar var. “Asgari ücret zammının fiyat artışlarına yol açacağı” algısı bir kısım piyasa aktörü, esnaf, market, imalatçı-sanayici tarafından yaptıkları fırsatçı zamlara gerekçe olarak kullanılıyor. Daha atılan imzanın mürekkebi kurumadan, yeni asgari ücret uygulaması başlamadan, yani işçilik maliyetleri henüz artmadan, fiyatların artması bunun kanıtı.

Böyle bir fırsatçılığa karşı yapılacak şey belli: İşçileri suçlamak yerine bu fırsatçılığa izin vermemek ve gerekli fiyat kontrollerini etkin bir biçimde hayata geçirmek.

İşin aslı ise şu: Artık Türkiye’de neredeyse ortalama ücret haline gelen asgari ücret artışının enflasyona neden olmasından ziyade, aşırı yüksek enflasyon kaçınılmaz olarak ücretlerin yükseltilmesine yol açıyor. Üstelik de bu zamlara rağmen emeği ile hayatlarını kazanmak zorunda olanların, yani ücretli emekçilerin reel ücretleri artmıyor, azalıyor. Yaşam maliyetleri ve toplumun bir bütün olarak yoksullaşma süreci artarak sürüyor.

Bu durum, EYT düzenlemesi ile birlikte sayıları toplamda 16-17 milyonu bulacak olan ve bir zamanlar aktif biçimde emek güçlerini satarak geçimlerini sağlayan (hala bir kısmı buna devam eden) emekliler için tam bir felakete dönüşmüş durumda. Zira ortalama ücretleri yeni asgari ücretin altında kaldı.

Kaldı ki, Aralık ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 8,130 TL, yoksulluk sınırınınsa 26,485 TL olduğu bir durumda (1), yapılan asgari ücret zammının bırakın gelir bölüşümünü iyileştirmeyi, emekçileri ve emeklileri açlıktan kurtarmaya yetmeyeceği açık.

İşçilerin payı yüzde 26’ya kadar geriledi

Bir başka anlatımla, özellikle de dünya ortalamasının neredeyse 8-10 katı civarında bir resmi enflasyona sahip olan Türkiye’de asgari ücrete yapılan zamlar nominal ücretleri artırsa da reel ücretlerin artmasıyla sonuçlanmıyor, tam tersine reel ücretler yani enflasyondan arındırılmış ücretler sürekli olarak düşüyor. Bu durum genel olarak patronların kârlarını yükseltiyor zira yüksek enflasyon altında bu kesim mallarını daha yüksek fiyatlarla satabiliyor.

Bu gelişmenin sonucunda işçiler, emekçiler daha da yoksullaştığı gibi, reel ücretlerdeki bu düşüş sonucunda kârları artan sermaye sınıfının milli gelirden aldığı pay artarak yüzde 55’e yükselirken, işçilerin aldığı pay bunun yarısına bile erişemiyor ve yüzde 26’ya kadar geriliyor. (2)

‘Daha verimli çalış daha az kazan’ dönemi

Reel ücretlerdeki gerileme (bu kadar sert gitmese de), dünyada da gözlemlenen bir olgu. Öyle ki ILO’nun son raporu, 21’nci yüzyılda ilk kez reel ücret artışının negatif değerlere düştüğüne (binde - 9) ve aynı zamanda reel verimlilik artışı ile reel ücret artışı arasındaki uçurumun büyüdüğüne vurgu yapıyor.

Nitekim 2022’nin ilk yarısında, gelişmekte olan G20 ülkelerinde reel ücretler (Covid-19 salgınından önceki yıl olan 2019’a göre), yüzde 2,6 daha az olmak üzere sadece yüzde 0,8 artarken, gelişmiş G20 ülkelerinde yüzde - 2,2 düştü. (3) G20 üyesi Türkiye’de enflasyon G20 ortalamasının yaklaşık 8- 10 katı olduğundan, reel ücretteki düşüş G20 ortalamasının çok üstünde oldu.

Kısaca işçilerin verimliliği artarken, ortalama reel ücretler bundan daha az arttığı için emek sömürüsü de, gelir dağılımı adaletsizliği de artıyor. Kapitalizmin temel yasalarından biri olan ‘Yoksullaştırma Yasası’nın gereği, kapitalizmin bu yüzyılda emekçileri karşı karşıya bıraktığı durum tam olarak budur.

IMF: Ücret-fiyat spirali işlemiyor!

Bu savımızı doğrular nitelikte, IMF’nin Ekim ayı ‘Dünyanın Görünümü Raporu’nun ikinci bölümünde (4), Covid-19 salgını sonrasında ortaya çıkan katı emek gücü piyasalarından hareketle, “ücret-fiyat spirali” ya da işçi ücretlerinin yüksek enflasyonun kaynağı olup olmadığını sorgulanıyor.

Rapor, IMF uzmanlarının yaptığı deneye dayalı ve ekonometrik modelleme çalışmaları sonucunda, bu beklentinin gerçekleşmediğini ve dünyada genelde nominal ücret artışlarının enflasyonun gerisinde kaldığını, reel ücretlerinse ya hiç artmadığını ya da azaldığını ortaya koyuyor.

Öyle ki, 2021 yılı sonu itibarıyla; gelişkin ekonomilerde TÜFE 105’e çıkarken, nominal ücret endeksi de 105’e çıktı, ancak reel ücret endeksi 102’de kaldı. Türkiye’nin de içinde yer aldığı yükselen ekonomiler ve diğer azgelişmiş ekonomilerde ise TÜFE 110’un üzerine çıkarken, nominal ücret endeksi 118’e çıktı ama reel ücret endeksi 107 civarında kaldı. Bu durum, raporu hazırlayanlar tarafından, ücret artışlarının yüksek enflasyonun sebebi olmadığı şeklinde yorumlanıyor.

Rapordan bizi çıkardığımız sonuçsa, dünya işçi sınıfının, artan nominal ücretlere rağmen, reel ücretlerin yüksek enflasyon karşısında erimesi nedeniyle, giderek daha da yoksullaştığı ve bu durumdan ancak birlikte mücadele ile kurtulabileceğimiz gerçeği.

Farklı enflasyon teorilerinin farklı çıkarımları var

Enflasyonu açıklamaya çalışan ve buna karşı hangi araçların kullanılabileceği konusunda önerilerde bulunan çok sayıda teori var. Kabaca bunlardan bir kısmı enflasyonun nedenleri konusunda aşırı yüksek talebin varlığına (talep çekişli) dikkat çekerken, diğerleri maliyetlere odaklanıyor ve maliyetler üzerinde yukarı yönlü baskı yaratan unsurları (maliyet itici) ön plana çıkartıyor. Marksist gelenekten gelen iktisatçılar ise bu iki akımın dışında çözümlemelerde bulunuyorlar.

Enflasyona karşı izlenecek politikalar konusunda da bu yaklaşımlara paralel öneriler geliyor. Örneğin birinci gruptakilere göre toplam talebi düşürebilmek için daha sıkı para ve maliye politikasının uygulanması gerekiyor. Bu kesim, merkez bankalarının bağımsız hale getirilmesinin ve faiz oranlarının yükseltilmesinin gerekli olduğunu ileri sürüyor. Nitekim başta FED ve ECB olmak üzere dünyanın birçok yerinde merkez bankaları bu yaklaşıma uygun olarak faiz oranlarını yükselttiler ve bu artışları daha düşük oranda olsa da sürdürüyorlar.

Diğer yandan yüksek enflasyonu küresel tedarik zincirlerinde yaşanan aksamalara ve Rusya- Ukrayna savaşının neden olduğu enerji ve gıda maliyetlerindeki hızlı artışlara bağlayanlar açısından faiz oranlarının yükseltilmesi çözüm değil, aksine mevcut ekonomik durgunluğu daha da artıran bir faktör. Bu yüzden onlar tedarik zincirlerini dönüştürecek, uzun vadede üretimi ve verimlilikleri artıracak, daha fazla yatırım yapılmasını sağlayacak önlemlerin enflasyonu düşüreceğini ileri sürüyorlar.

Merkez Bankası kimden bağımsız olmalı?

Enflasyonla mücadele konusunda uygulanan para politikasının patronu olan merkez bankalarının (MB) bağımsızlığı konusu Türkiye’de de çok tartışılan bir konu. Türkiye’deki rejim MB’yi doğrudan Saray’a bağlamış durumda olduğundan ana muhalefet (6’lı Masa) bunun bağımsız olması gerektiğini savunuyor.

Aslında merkez bankası bağımsızlığı son 40 yıla damgasını vuran neo liberalizmin olmazsa olmazı. Bu yolla merkez bankalarının küresel ve ulusal finans piyasaları, FED’i, LIBOR’u rehber edinmesi isteniyor. Ekonomi yönetiminin kontrolünü tam olarak sağlayamayan, daha ziyade otoriter karakterli rejimlerse merkez bankasını doğrudan siyasal iktidara bağlıyor ve özellikle de faiz oranlarını istediği gibi belirliyor.

Türkiye’de faiz oranlarının düşürülmesinin neden olduğu yüksek ve kalıcı kur artışlarından yola çıkan muhalefetin iktidara ve MB’ye itirazı da asıl olarak buradan kaynaklanıyor. Kısaca muhalefet MB’nin ekonominin gereklerine göre serbestçe faiz oranlarını belirlemesini, dolayısıyla da bankanın bağımsız olmasını talep ediyor.

Ancak, muhalefetin neredeyse tamamının savunduğu bu merkez bankası bağımsızlığından kast edilen şeyin sadece siyasal iktidardan olan bağımsızlık olduğunun altını çizelim. Çünkü muhalefetin bu savunusu altında bankanın finans piyasalarına olan bağımlılığının sürmesi zımni olarak kabul ediliyor.

İşin aslı, merkez bankası kapitalist sistemin en önemli araçlarından biri, dolayısıyla da böyle bir kurumu emekçilerin lehine olmak üzere reforma tabi tutabilmek ya da kullanmak son derece güç. Ya da bunu yapabilmek için ülkede çok radikal siyasal değişikliklerin olması lazım.

Asıl sorgulanması gereken şey: Kapitalizm

Bu bağlamda, verili koşullar altında “merkez bankalarının finans sektörü yerine emekçilerin çıkarına hareket etmesini istemek, aç bir kurdun önüne konulan tavuğu yememesini ummak kadar safça” (5) bir tutum olarak özetlenebilir.

Asıl sorgulanması gereken merkez bankalarının önemli bir parçasını oluşturduğu kapitalist sistem ve özellikle de onun son 40 yılına damgasını vuran neo liberalizm. Çünkü kapitalist piyasalar, tekellerin, dev sanayi kuruluşlarının ve finans sermayenin çıkarlarının bileşik ifadesinden başka bir şey değil. Bu yüzden de, merkez bankası bağımsızlığı gibi kavramlarla bu piyasalara daha da fazla özgürlük sağlamak değil, onları kısıtlamak ve onları toplumsal yarar için denetim altına almak gerekiyor.

Buradan hareketle de, ülkedeki muhalefetin mevcut sorunu çözmekten uzak sözde reformların özlemini çekmek yerine, insan ve toplum ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlanmış demokratik katılımcı bir ekonomiyi yaratmanın peşinde olması lazım.

Ücret-fiyat spirali nedir?

Ana akım enflasyon teorilerinin içinde en çok kabul gören teorilerden biri Keynesyen enflasyon teorisidir. Yani şirketlerin üretim maliyetlerinin, özellikle de işçilik maliyetlerinin (ücretler) arttığında fiyatların da artacağını öngörür.

Bu bağlamda Keynesyen teori aslında bir ‘ücret-itme teorisi’dir. Enflasyon emek gücü arzına ve ona olan göreli talebe bağlıdır. Yani işsizlik oranı ne kadar düşükse (piyasada ne kadar az işsiz varsa) ve mevcut arza göre emek gücüne olan talep ne kadar yüksekse, ücretler, dolayısıyla da fiyatlar o denli artacaktır. Böylece Keynesyen teori ücret-fiyat sarmalı çerçevesinde artan reel ücretlerin enflasyonu körüklediğini ileri sürer.

Bu teorinin temel kusuru emek, artı-değer gibi konuları ele alışıyla ilgilidir. Çünkü teori kârın (artı değerin) emeğin sömürülmesinden değil, yatırımdan (sermaye stokundan) geldiğini varsayar. Dolayısıyla, teoriye göre, eğer sermaye stoku sabitse, artı değer de sabittir, böylece herhangi bir fiyat artışı sadece ücretlerdeki artıştan gelmek durumundadır.

Oysa Marx’ın 1865’te sendikacılara yaptığı konuşmasında söylediği gibi, ücretlerdeki artış, genelde fiyat artışlarına değil artı değerde yani kârlarda düşüşe neden olur. Kapitalistlerin ücret artışlarına şiddetle karşı çıkmalarının asıl nedeni de budur. (6)

Ücret-fiyat spirali ve Türkiye’deki yüksek enflasyon

Türkiye’deki yüksek enflasyonu ‘Ücret-Fiyat Spirali Yaklaşımı’ ile açıklamaya çalışmak zorlama bir yaklaşım olur. Öncelikle, ülkedeki yüksek enflasyon nedeniyle bir süredir reel ücret artışı söz konusu değil. Yani bu yıl yapılan zamlarla asgari ücrette geçmişe göre ciddi oranda bir artış yapılmış olsa da, bu enflasyonun üzerinde reel bir artış değil, sadece nominal bir artıştır. Zaten sendikaların bu denli güçsüz, işçi hareketinin bu denli zayıf ve sendikacılığın sermayenin ve devletin bu denli güdümünde olduğu bir dönemde reel ücret artışları mümkün olamazdı.

İkincisi, ülkede işçilik maliyetlerinin (ücret, sigorta primi vs) üretim maliyetleri içindeki payı üçte birin altındadır. Bu yüzden de örneğin tekstil ve hazır giyim sektörü patronları bugünlerde asgari ücret zammından ziyade, EYT düzenlemesinin getireceği kıdem tazminatı yükü ve döviz kurlarındaki durumdan şikâyet ediyorlar. Bu bağlamda özellikle de üretimde kullandıkları ithal hammaddeyi daha ucuza temin edebilmek için, elde ettikleri ihracat gelirlerinin yüzde 50’sinin daha yüksek bir spot döviz kurundan (1 $= 22-23 TL) bankalarda bozdurulabilmesi imkânının tanınmasını istiyorlar. (7)

Yüksek enflasyonun asıl kaynağı

Kısaca, ülkedeki yüksek enflasyonun kaynağını; yanlış faiz politikası sonucunda hızla artan döviz kurunda, ithalata aşırı düzeyde bağımlı üretimde ve ihracatta, yaklaşan seçimler nedeniyle pompalanan krediler, genişletilmiş para ve maliye politikaları gibi popülist politikalarda, dört kata yakın artan banka kârlarında ve sanayi sektöründeki yüksek reel kâr artışında, spekülatif fiyat artışlarında, hız kesmeyen güvenlik harcamalarında ve son olarak siyasal iktidarın yüksek enflasyonu hem yoksuldan zengine doğru bir servet transferi aracı hem de bir vergi gibi kullanmak istemesinde aramak gerekiyor.

Bu noktada yüksek kâr elde etmeye dönük spekülatif davranışlar sadece, A101, BİM, Ekonomini, Şok gibi oligopolist marketlerin, tüccarların ve aracıların fırsatçı davranışları ile de açıklanamaz. Bu aynı zamanda, ülkedeki bankaların da, imalatçıların da hatta çok uluslu şirketlerin de aşırı kâr elde etmeye dönük fiyatlandırma davranışlarının bir sonucudur.

Öte yandan, çoğu ana akım iktisatçının, politikacının, sermaye örgütünün, hatta güdümlü işçi sendikasının enflasyon hikâyesinde böyle kârlar hakkında tek bir sözcüğe rastlamak çok zordur yani işin kâr kısmına bu hikâyelerde yer verilmez. Ne ana akım iktisatçılar ne de sermaye iktidarının sözcüleri bunun açık edilmesinden hoşlanırlar. Oysa yüksek kârları konuşabilsek, yüksek enflasyon sorununu emekten ve toplumun bütününden yana çözme imkânına sahip olabiliriz.

Sonuç

Ülkede, yüksek enflasyonun nominal ücret artışlarına (üstelik de gerçek enflasyonun gerisinde kalan), neden olduğu gerçeğini anlatmak yerine, asgari ücret artışının enflasyonu azdıracağını ileri sürmek, bilerek ya da bilmeden egemenlerin çıkarına hizmet eden bir yaklaşımdır.

Bu yaklaşım, işçilerin emeğini değersizleştiren, onların en azından artan yaşam maliyetleri karşısında kendilerini koruyabilmek için verdikleri ekonomik mücadeleyi küçümseyen bir bakışın bir ürünüdür.

Bu yüzden de asgari ücret zammı ya da emeklilere yapılan zamlar konuşulurken artık toplumdaki asgari gelirleri konuşmak yerine azami gelirleri yani kâr, faiz, rant gibi sermaye gelirlerini konuşmak gerekiyor.

Kısaca, ancak emekten, düşük gelirliden, yoksuldan yana olmak üzere gelir politikaları ve yeniden bölüştürücü vergi ve harcama politikaları uygulandığında, gelir bölüşümü adaletsizliği, yoksulluk gibi ciddi sorunların yanı sıra, yüksek enflasyon sorunu da etkin ve adil bir çözüme kavuşturulabilir.

Ülke tarihinin en önemli seçimlerinden birinin arifesinde olduğumuz çok açık. Öyle ki emeğin hakları kadar, demokrasi ve barış da çok ciddi çok ciddi tehdit altında.

Diğer taraftan, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında cumhuriyeti bir halk demokrasisi ile birleştirme yani demokratik bir cumhuriyeti inşa edebilme imkânı da söz konusu.

Bu yüzden, emek mücadelemizi verirken, kurtuluşumuzun sadece ekonomik ücret ve sosyal hak mücadelesi ile sağlanamayacağının, bunun nihayetinde bütünleşik bir politik mücadele ile gerçekleşebileceğinin bilincinde hareket etmemiz gerekiyor.

Anahtar sözcükler: Asgari ücret, Emek gücü, Enflasyon, Nominal ücret, Reel ücret, Ücret-Fiyat Spirali.

Dip notlar:

  1. https://www.turkis.org.tr/aralik-2022-aclik-ve-yoksulluk-siniri (30 Aralık 2022).
  2. TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, III. Çeyrek: Temmuz-Eylül 2022, https://data.tuik.gov.tr (30 Kasım 2022).
  3. https://www.ilo.org/global/about-the-ilo/newsroom/news/WCMS_862321/lang--en/index.htm, s. 38 (30 November 2022).
  4. https://www.imf.org/en/Publications/WEO/Issues/2022/10/11/world-economic-outlook-october-2022, s. 53-68.
  5. https://systemicdisorder.wordpress.com/central-banks-symptom-capitalism-the-cause (5 January 2023).
  6. https://thenextrecession.wordpress.com/inflation-and-financial-risk (9 May 2021).
  7. https://www.ekonomim.com/sektorler/tekstil/tekstil-ve-hazir-giyim-sektoru-durgunluga-karsi-ozel-kur-korumasi-talep-ediyor-haberi (3 Ocak 2023).
Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 15 36
2. Fenerbahçe 14 32
3. Trabzonspor 14 31
4. Göztepe 14 26
5. Samsunspor 15 25
6. Beşiktaş 14 24
7. Gaziantep FK 14 22
8. Kocaelispor 14 18
9. Başakşehir FK 14 16
10. Alanyaspor 14 16
11. Konyaspor 14 15
12. Çaykur Rizespor 14 14
13. Antalyaspor 14 14
14. Kasımpaşa 14 13
15. Eyüpspor 14 12
16. Kayserispor 14 12
17. Gençlerbirliği 14 11
18. Fatih Karagümrük 14 8
Takımlar O P
1. Pendikspor 15 32
2. Bodrum FK 15 30
3. Amed SK 15 29
4. Esenler Erokspor 15 28
5. Erzurumspor FK 15 26
6. Çorum FK 15 25
7. Iğdır FK 15 25
8. Serik Belediyespor 15 25
9. Bandırmaspor 15 23
10. Van Spor FK 15 21
11. Boluspor 15 20
12. Sivasspor 15 20
13. Sakaryaspor 15 19
14. Keçiörengücü 15 18
15. İstanbulspor 15 15
16. Ümraniyespor 15 15
17. Sarıyer 15 14
18. Manisa FK 15 13
19. Hatayspor 15 5
20. Adana Demirspor 15 2
Takımlar O P
1. Arsenal 14 33
2. Manchester City 14 28
3. Aston Villa 14 27
4. Chelsea 14 24
5. Crystal Palace 14 23
6. Sunderland 14 23
7. Brighton & Hove Albion 14 22
8. Manchester United 14 22
9. Liverpool 14 22
10. Everton 14 21
11. Tottenham 14 19
12. Newcastle United 14 19
13. Brentford 14 19
14. Bournemouth 14 19
15. Fulham 14 17
16. Nottingham Forest 14 15
17. Leeds United 14 14
18. West Ham United 14 12
19. Burnley 14 10
20. Wolverhampton 14 2
Takımlar O P
1. Barcelona 15 37
2. Real Madrid 15 36
3. Villarreal 14 32
4. Atletico Madrid 15 31
5. Real Betis 14 24
6. Espanyol 14 24
7. Getafe 14 20
8. Athletic Bilbao 15 20
9. Rayo Vallecano 14 17
10. Real Sociedad 14 16
11. Elche 14 16
12. Celta Vigo 14 16
13. Sevilla 14 16
14. Deportivo Alaves 14 15
15. Mallorca 15 14
16. Valencia 14 14
17. Osasuna 14 12
18. Girona 14 12
19. Real Oviedo 15 10
20. Levante 14 9