banner94

banner100

banner48

26.03.2022, 13:08

Savaşın kirli yüzü

Kirli savaş ve işgal tüm yıkımı ile devam ediyor. Bir aya yaklaşan savaşın ne zaman sonuçlanacağı da belirsizliğini koruyor. Normalde iki insan arasında husumet varsa bunu barışla çözmek çok zordur, hatta mümkün değildir. Dolayısıyla barışı sağlayacak arabulucuya ihtiyaç vardır. Bu arabulucu iki tarafa da güven veren, inandırıcı olan kişi veya kişiler olmalıdır. Bu kişiler husumeti sonlandırır ve barış sağlanır. Elbette bu barış hiç bozulmayacak anlamına gelmez, ama en azından bir süre devam eder.

Bu örneği Rusya, Ukrayna arasındaki husumete uyarladığımızda açık ki ateşkes ve barışı sağlamak için arabulucuya ihtiyaç var. Bu arabulucular da iki tarafa da güven vermeli inandırıcı olmalılar. Ama seçilen arabulucular da savaş yanlısı veya çıkarları olanlardan seçildiği için kalıcı ateşkes veya barış çoğu zaman mümkün olmuyor. İşte bu noktada devreye barışçı dünya halkları giriyor. Onların toplumsal basıncı var olan arabulucuların doğru karar vermesini sağlıyor, ya da yeni barışçı arabulucular bulunuyor. Gelinen noktada somut durum böyle seyrediyor. Sonuçta elbette geçici bile olsa ateşkes ve barış sağlanacaktır.

Bir aya yaklaşan savaşın başat olması dolayısıyla bizde yazılarımızı zorunlu olarak savaşa ayırdık. Bu yazımızda ise yine savaşın son ve yeni gelişmelerine değineceğiz. Ayrıca bu savaştan nasıl dersler, sonuçlar çıkarılmalı kısaca üzerinde duracağız. Ama egemenlerin istediği insanlığın ve özellikle emekçilerin temel sorunlarının üzerinin örtülmesi tuzağına da düşülmemelidir. Dolayısıyla bu yazıda bir aylık dönemde ortaya çıkan konu ve olayların öne çıkanlarını ve önemli gördüklerimizi de değerlendirmek istiyoruz.

Savaş uzadıkça somutta yeni insanlık dramları yaşanması bir yana daha riskli olanlar gündeme gelmektedir. Rusya ve Ukrayna sözcülerinin yer yer nükleer savaştan ima yolu ile de olsa bahsettiklerine şahit olduk. Son günlerde ise Zelenskiy’in açıktan değindiği nükleer savaş riskine Putin de katılmış durumdadır. Bu açıklamalar normalde karşılıklı caydırıcılık saikiyle yapılmaktadır. Ama küresel kapitalizmin kırılganlığı, açmazları ve özellikle yıkıcı kaos şeklinde tıkanmışlığı nükleer savaş riskini yükseltmektedir. Dolayısıyla Putin ve Zelenskiy bu açıklamaları spontane yapmamaktadırlar. Bu ateşin nesnel zemini vardır. Onlar ise yalnızca kibrittirler.

Yine bir başka gelişme Rusya’nın işgalinin son günlerdeki en somut göstergesi Ukrayna şehirlerinden olan Mariupol’un adeta haritadan silinir şeklinde yoğun bombalanmasıdır. Bu bombalamanın bir yanıyla insansızlaştırma için yapıldığı da açıktır. Sivillerin yaşam alanlarını kapsayan bu saldırı sonucu 20 bini aşan sivil kayıp olduğunu söyleniyor. Sivillerin tahliyesi engellenirken, elektrik, su vb. gibi hayati, temel ihtiyaçlar karşılanamaz durumdadır.

Diğer yandan Zelenskiy’in 10 yakın muhalefet partisinin faaliyetini durdurma kararı alması da sürpriz olmamıştır. Savaş baronları ve egemenleri için savaşa hayır ve barış isteyenler her zaman sakıncalı bulunmuştur. Dolayısıyla bu savaşta Ukrayna ezilen de olsa sistem olarak özgün bir kapitalizm işler durumdadır. Sonuçta bu durumun teyidi olarak şunu söyleyelim. Rusya’da dahil oligarklar hiciv, ironiye konu oluyorlar, yoldaşlık yerini dolardaşlığa bırakmış deniyor.

Bu savaşın bir garabet durumu da, Batı, bir yanıyla Rusya’ya karşı sanat-kültür alanlarını da kapsar şekliyle yaptırımlarına devam etmektedir. Diğer yanıyla İtalya’da ve Fransa ‘da Neo- Nazilerin, aşırı sağ partilerin Putin’i desteklemeleri bizce sürpriz olmamıştır. Faşizmin bütünsel olarak doğru kavranması bu desteğin nedenini açık ve net olarak göstermektedir. Faşizm için başat olarak ülkeyi savunmak değil de, ideolojik saikler belirleyici olmuştur. Faşizmin milliyetçilik ve ırkçılıkları da ideolojik arka plan gerçekliğinden kaynaklıdır.

Bir de Putin’in “deli” olduğu tartışmaları üzerine kısaca bir şeyler söylemek istiyoruz. Aynı “deli” durumu geçmişte Hitler için de söylenmiştir. Dönem ve konjonktüre göre Hitler’in yaptığı soykırımın vahşeti ( Nazi toplama kamplarındaki insan cesetlerinden sabun yapılması vb. gibi ) ona deli denmesini getirmiştir. Benzer saikle Putin’in bu savaş ve işgal durumu ve diğer uygulamaları ( Sivil ve çocuk katliamları ,yoğun çocuk, kadın, yaşlı göçü gibi ) Putin’ede deli denmesini getirmiştir.

Bu durum elbette gerçek değildir ve bir yanıyla da manipülasyondur. Hitler’in vahşet uygulamaları kişisel tercihi değildir. Kapitalizmin kurtarılması saikiyle yapılmıştır. Faşizmin sınıfsal ve sosyolojik tanımında da Hitler’in adı geçmemektedir. Finans- kapitalinin açık diktatörlüğü olarak özgün tanımı yapılmaktadır. Dolayısıyla Putin’in de vahşet uygulamaları kişisel tercihi değil , Rusya kapitalizmi ve Rus oligarklarının servetlerinin katlanması için yapılmasının sonucudur. Ama elbette başkanların ( ‘ kahramanların’ ) kişisel ideolojik-siyasi duruşları olarak savaşın gidişatında etkileri vardır.

Bu savaştan çıkaracağımız dersler ve sonuçlar üzerinde önceki yazılarımızda yeterince detay bulunmaktadır. Bu yazıda ise genel başlıklar halinde üzerinde duracağız.

Öncelikle bu savaşta taraf olmak siyasi çizgi olarak nasıl bir sosyalizm-komünizmi savunmak anlamında netleşme ile örtüşmektedir. Dolayısıyla nasıl bir sosyalizm-komünizm olmalı, savunmalı ezberlerden, mutlaklardan, vulgerizmden azade tekrar tekrar sorgulanmalıdır.

Bu savaşın bir özelliği de bir yanda fiziki savaş , işgal durumu yıkım ile devam ederken, karşılık vermek şimdilik de olsa fiziki yani silahla olmamıştır. Sanat- kültür alanları da dahil olmak üzere her boydan yaptırım bu savaşın ve olası savaşların alameti- farikası olacaktır.

Yine bu savaş göstermiştir ki ülkelerin tümüyle işgal edilme durumu olmasa da doğu-batı diye ikiye veya kuzey güney olarak da bölünmesi mümkün olacaktır. Bu olası düşmanlıklara yenilerinin eklenmesini getirecektir. İç savaşlar dahil yeni savaşları tetikleyecektir.

Rejim ihracı ve ithali sol ve sağ tandanslı olsa da yukardan aşağıya, çoğunluk kitle rızası alınmadan yapıldığında tutmamıştır. Bu anlamda enternasyonalin dayanışmacı yanından farklıdır. Bir sistemin nesnel ve öznel saiklele inşası ancak iç dinamiklerle mümkündür.

savaş bir kez daha göstermiştir ki kapitalist küreselleşme, ulus devletleri ortadan kaldırmamış, tersine daha da güçlendirmiştir. Komünist küreselleşme ise sınıf ve sınırların kaldırılması olarak ulus devletlerinde sonu olacaktır.

Kapitalizmin bu krizi , çöküşü kırılganlıklar, yapıcı kaostan, yıkıcı kaosa dönüşme hali, rutin hale gelen tıkanma durumu egemenlerin kırıntıları vermelerinin bile engeli olmuştur. Aynı şekilde artık kalıcı ve süreli barışlar da kapitalizm içinde reformlar ile olmayacaktır. Tersine kapitalizmin kopuşunun özgün adı olan proleter devrimler ile sonuçta inşa edilecek olan sosyalizm-komünizm ile olacaktır.

Bu savaşla birlikte Komünist Enternasyonal örgütlenmelerinin önemi daha net görülmüştür. Kalıcı barış için dünya çapında her türden eylemlilik ve süreklilik için KE. Öncülüğü daha da önemli hale gelmiştir.

Yine ülkeler çapında işçi sınıfının devrimci komünist partisi- örgütlenmesine ihtiyaç bu savaşla birlikte adeta yakıcı şekilde görülmüştür. İşçi sınıfı ve emekçileri doğru hedeflere yönlendirmek içinde böylesi partinin önemi bir kez daha görülmüştür. Savaş koşullarında öncülük, liderlik kafa karışıklığını önleme ve netleşme konusunda ekstra daha da önemli hale gelmiştir.

İhtiyaca göre yerellerde aşağıdan yukarı kurulacak olan yatay örgütlenmeler, ( meclis, şura, konsey, Sovyet gibi örgütlenmeler ) savaşlarda daha önemli hale gelmiştir.

Bu savaşa dönük kapsamlı girişten sonra , diğer öne çıkan konuların genel değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

Bu bölüme kısa bir ekonomi ve güncel gelişmelerini değerlendirme ile başlamak istiyoruz. Bu savaş bir kez daha net olarak göstermiştir ki savaşların neden ve sonuçları kapitalizm ve onun özel mülkiyetinden kaynaklıdır. Kapitalizmin bu dönemsel özel mülkiyeti artık çevrim içinde olan toparlanmayı yeterine yapamamaktadır. Bu da çelişkileri artırmakta ve çöküşü hızlandırmaktadır. Sermaye birikim paradigması yeniden değerlendirilmektedir. Bu paradigma yeterince işlevsel olamamaktadır. Sermaye ihracına eklenen sermaye toplayıcılığı krizleri ekstra tetiklemektedir.

Teknolojiden kaynaklı bilişim, elektronik, dijital alanlar sanal ve gerçek olanaklar sağlamıştır. Diğer taraftan bu durum ekstra işsizlik, enflasyon, ücret düşüklüğü getirmiştir. Sömürü ve büyük gözaltı denetimleri çeşitlenerek yıkım şeklinde devam etmektedir. Dolayısıyla ürün satışlarından kaynaklı tıkanma ve daralmalar, pazarlar arasındaki rekabeti artırmaktadır. Ayrıca yeni pazarlar arayışı kavgaları da yükselmektedir. Bu durum yerel , bölgesel, dünya savaşlarının potansiyel zeminini oluşturmaktadır. Şu veriler bu durumun teyididir. Dünyada kapitalistlerin toplam birikimi 1980 sonrası 11 trilyon dolardan, 66 trilyon dolara çıkarak 5 kat artmış durumdadır.

Bu noktada Türkiye’de güncel ekonomik gelişmeler özellikle enflasyon-pahalılık , yıkıcı, yakıcı olarak hızlanarak sürmektedir. Günde 15 lira ile geçinen insan sayısı 4 milyon 157 bin kişiye çıkmış durumdadır. Gelinen noktada açlık sınırı 4 bin 500 lirayı aşarak, asgari ücretin üzerindedir. Yoksulluk sınırı da 15 bini aşmış durumdadır. Diğer taraftan son dönemde uygulamaya konan kur korumalı mevduatın 3 aylık maliyeti 14 milyara çıkmıştır. Bu durum emekçileri n ekstra yıkımı ve ekmeklerinin küçülmesi demektedir. Yine Migros patronu işçilere gelince küçük düzeltmeler için bile cimrileşmektedir. Ama Migros 2021 ‘de 39,3 gelir elde etmiştir. Net kârı ise 1,1 milyar olarak açıklanmıştır.

Bu noktada bir traji- komik durum ironik de olsa mizah ustalarına yeni iş alanları açmaktadır. Bir yandan Erdoğan ‘ın Çanakkale Köprüsünden geçişler için 200 lira cık açıklaması alay konusu olmuştur. Erdoğan oradaki kitlesine 200 lira cık ın küçük olduğunu da onaylatmıştır. Ama belki 10-20 liralık olan erzak dağıtımında adeta izdiham yaşanmıştır. Elbette sonradan zenginlik halktan kopmaya getirmiştir.Asgari ücretin beşte biri olan 200 lira cık onlar için sakız parası değerindedir. Kapitalizm kaynaklı sonradan zenginleşmenin de bilinen böbürlenme halidir.

Diğer taraftan ekmek ve benzin kuyruğundan sonra et kuyrukları da görülmeye başlanmıştır. Bir kilo et almak için eksi derecede soğukta kilometrelerce uzun kuyruklar adeta eziyet, işkencedir. Bu durum insanların ağlamaklı halini göstermektedir. Ama aynı zamanda gülmece, hiciv durumu da yaşanmıştır. Sivas’ta Et ve Süt Kurumunun kırmızı ete yüzde 48 zammın nedenini bakan kuyrukların azalması için yaptıklarını açıklamıştır. Emekçilerin akıllarıyla oynayanlar önce kendi akıllarıyla oynuyorlar, bize de tek kelimeyle pes demek düşüyor.

Bu dönemin öne çıkan konularından biride 6 parti başkanlarının bir araya gelerek “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni” üzerinde uzlaşmaları ve bu metni kamuoyuna duyurmalı olmuştur.

Elbette 20 sayfayı aşan bu metinde geniş kitleleri ilgilendiren bir dizi alanda iyileştirmeler bulunmaktadır. Bu anlamda emekçilere dönük küçük çaplı reform adımlarını bile önemseriz. Güvenlikçi devletin zorba uygulamalarına, faşizmin iktidarına giden sürecin asgari engellenmesini de dikkate almalıyız. Dolayısıyla güçlendirilmiş parlamenter sistemin metinde geçen şekliyle avantajlarını önemli buluruz.

Ama bu süreci doğru kavramak için öncelikle yine Marksizm’e başvurmamız gerekmektedir. Marksizm’in seçimler ve parlamento konusundaki önermelerini tekrar hatırlamalıyız.

Öncelikle Marksizm açısından parlamenterizm ile parlamento arasında muhteva olarak farkı görmeliyiz. Parlamenterizm kapitalizmin ve onun devletinin yasama işlerini çözen bir aparattır. Burjuvazinin sermaye birikiminin önündeki engelleri kaldırmakla yükümlüdür. Bu engelleri kanun ve yönetmeliklerle çözmeye çalışır. Bu arada seçilmiş olması sonucu geniş kitlelere de adeta kırıntılardan vermek zorundadır. Kendi geleceği ve sürekliliği için emekçilerin taleplerini asgari ölçüde yasalaşmasına da karar verir.

Marksizm için parlamento ise ortadan kaldırılması gereken bir burjuva kurumdur. Bu anlamda ortadan kaldırılması için bir kürsü olarak kullanılmalıdır. Seçimlerle oluşturulan bir kurumsal yapılanma olsa da 4 yılda burjuvazinin işlerini çözen bir aparat olarak 5 dakikalık bir aldatmacadır. Onun için Marks “ Burjuvazinin ahırı “ demiştir. Goldman “ Seçimler çok şeyi çözseydi yasaklanırdı” demiştir.

Dolayısıyla parlamentoyu dönüştürmek, seçimle sosyalizme- komünizme ulaşmak mümkün gözükmemektedir. Çünkü burjuvazinin egemenlik işlerinin döndüğü mekanizmalar bakanlıklar, genelkurmay, istihbarat , ( şimdi Saray ) vb. yerlerdir. Parlamentoya sol-sosyalistlerde gelseler ( Örneği Şili’de Allende örneğinde olduğu gibi ) bir tarafta kapitalist üretim devam ettiği müddetçe, parlamento ile radikal dönüşüm sağlanamaz. Sosyalizm-komünizm inşası gerçekleşemez. Bu durum somut ve net olarak görüldüğü için Marksizm devletin ele geçirilmesinden değil, parçalanmasından bahsetmektedir.

Seçimleri ve parlamentoyu sosyalist-komünistler kendi sınıfsal kimliklerine göre değerlendirmelidirler. Yani seçimler işçi sınıfının olgunluğunun ölçümüdür. İşçi sınıfı ve emekçilerin nicelik ve niteliğinin ölçümü demektir. Yine işçi ve emekçilerin bilinçlenmesi ve örgütlülüğü için ajitasyon, propagandanın alanı demektir.

Parlamentonun kürsü olarak kullanılması ise sosyalizm-komünizmin propagandası olarak kullanılması demektir. Parlamentonun hangi anlamda olursa olsun kutsanması değildir. Parlamentonun kurumsal olarak reforme edilmesi , dönüştürülmesinin propagandası değildir. Geniş emekçi kitlesinin aldatmacası ve manipülasyonun aracı olan parlamentonun ortadan kaldırılmasının propagandası demektir. Bu ilkesel duruş bugün de özü itibariyle geçerlidir. Biçimsel ve yaratıcı eklemeler ise diyalektiğin gereğidir.

Almanya’da Bebel, İtalya’da Gramcsi burjuva parlamentoyu sosyalizm-komünizmin propagandası olarak kullanmışlardır. Bu kullanış bugün içinde örnek ve ders niteliğindedir. Dolayısıyla somut duruma baktığımızda bu alanda ciddi bir illüzyon yaşanmaktadır. Dışarıda genelde sosyalist-komünistler seçim ve parlamento konusunda Marksizm ilkeleriyle hareket etmektedirler. Ama seçilip parlamentoya girdiklerinde istisnalar dışında tavırları değişmektedir. Kendi pratiklerinin teorisi için gerekçeler üretmektedirler. Bu noktada aleni ifade etmeseler de tavırları, sözleri Marksizm’in ilkelerinin geçmişte kaldığı veya eskidiği anlamına gelmektedir.

Sonuçta işçi ve emekçiler burjuva parlamentodan umutlarını, güvenlerini kaybetmemişlerdir. Ama bu durum sosyalist- komünistler için ilkelerinden vazgeçmeyi getirmemelidir. Veya ilkelerini esneterek , gerekçeler üretmek de değildir. Tersine ısrarla, saydamlığı bırakmadan Marksizm’in seçim ve parlamento konusunda ilkelerini savunmaktır. Bu konuda da doğru ve gerçeklere ulaşmak için bu ilkeler savunulmalıdır. Bu ve benzeri alanlar reformizmin geçici başarıları ile devrimin kalıcı başarıların sınandığı alanlardır. Sonuçta bu konuda da kazanımla çıkan her durumda Marksizm olmuştur.

Bu girizgahtan sonra Marksizm’in referansıyla somut konuya geçmek istiyoruz. Öncelikle şunu belirtelim. Bu 6 parti başkanının bir araya gelip güçlendirilmiş parlamenter sistemi onaylamaları yalnızca kendi tutumları değildir. İktidarın yıpranması ve oy oranlarının sürekli düşmesi sonucu egemenlerin bir kanadının da bu iktidardan vazgeçtiği bilinmektedir. Dolayısıyla iç ve dış egemenlerin uzun bir süredir yeni iktidar arayışında olduğu da açıktır. Bu noktada büyük koalisyon, memleket koalisyonları arayışları gündeme gelmiştir. İşte 6 partinin bir araya gelmesi, daha sonra başkanların bir araya gelmesi sürpriz olmamıştır.

Arka plan gerçekliği ise iç ve dış dinamiklerin olur vermesiyle yaşam alanı bulmuştur. Buna somut bir örnek vermek istiyoruz. Etkin ve önemi olan The-Economist dergisinin ( Marks’ın bu dergiyi her gün düzenli okuduğunu da bilgi olarak verelim ) Kılıçdaroğlu’nun adaylığı üzerinde analizlerini yalnızca bir yorum değil, Avrupa’da bazı egemen kanatlarının savunusu olarak da okumalıyız.

Bu değerlendirmeden sonra “ Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni” nin içeriğine baktığımızda bu metnin yeni bir başlangıç için değil, tipik bir restorasyon programı olduğu açıktır. Dolayısıyla bu programda neler olduğuna değil de neler olmadığına baktığımızda programın burjuva sınırlarda bile yeterli olmadığı görülecektir. Ayrıca bu programların yazılı olarak , yani düşünce bazında olumlu olması değil, pratikte uygulanması önemlidir. Bu noktada burjuva siyasetler ( genelde sosyal demokratlar da dahil ) sınıfta kalmışlardır. Muhalefette savunduklarını iktidara geldiklerinde unutmuşlardır . Ya da istenilse de kapitalizm zeminde bunun uygulamasının mümkün olmamasıdır.

Bu programda nelerin olmadığı konularının önemli olanlarına bakmak istiyoruz.

İşçi sınıfının sendikal hakkının önündeki engellerinin kaldırılması, işyeri ve işkolu barajlarının kaldırılması, dayanışma grevi, siyasi grev ve genel grev gibi talepler yok.

Mutabakat metninde demokrasinin olmazsa olmazı olan, Kürt sorunun demokratik çözümünün adı bile anılmamaktır.

Alevilerin talepleri temel muhtevasıyla ele alınmayıp, “inanç özgürlüğü” veya “din ve vicdan özgürlüğü “ arkasında geçiştirilmektedir.

Kadınlar ilgili uzun vaatler yapılmasına rağmen, kadınlar için zorlu mücadele ile kazanılmış olan bu anlamda önemli olan “ İstanbul Sözleşmesine” geri dönüşten bahsedilmemektedir.

Var olan durumda “yarı laikliğin” bile ortadan kaldırılması hız kazanmıştır. Bu koşullarda da burjuva anlamda bile demokrasinin önemli özelliklerinden olan laiklik üzerinde durulmamaktadır.

Yine mutabakat metninde mülteci hakları ve mülteci sorununun çözümüne dair bir madde de bulunmamaktadır.

Dolayısıyla bu programda geniş emekçi kitlesinin temel taleplerinin olmaması programın handikapı olmuştur. Henüz taslak halinde bile bu program kadük doğmuştur.

SONUÇ YERİNE

Bir tarafta savaşın kirli yüzü ve yıkımı devam ederken, diğer tarafta kapitalizmin kirliliği ve faşizmin karanlığı güncel gelişmelerle sürmektedir. Genelde kapitalizm kaynaklı özelde savaş zamları emekçileri adeta nefes alamaz noktaya getirmiştir. Savaş sırasında yeterince hissedilmeyen savaş zamları savaş sonuçlanınca görünür olacak ve katlanacaktır. Övündükleri pahalılık var ama bütün mallar bulunuyor efsanesinin çökmesinin zemini de vardır. Rusya ve Ukrayna bağlantılı tedarik zincirinin savaş sonrası kopması adeta bazı ürünlerde yokluğu değil kıtlığı getirecektir.

Erdoğan’ın öğrenilmiş çaresizlik anlamında adeta potları devam etmektedir. Sağlık alanında özellikle pandemi ile birlikte hekimlerin önemi daha da artmıştır.Erdoğan kendi yaşamını bile doktorların varlığına borçludur. Ama buna rağmen hekimlerin yurtdışına gitmeleri konusunda giderlerse gitsinler, asistanlarca idare ederiz açıklamasını yapmıştır. Erdoğan’ın bu açıklaması pandemide yüzlerce insanını kaybeden sağlık camiasında şok etkisi yaratmıştır.

Saldırılara doktorlar sessiz kalmadılar. Ülke çapında hem Erdoğan’ın açıklamalarına karşı, hemde ücret ve özlük haklarının düzeltilmesi saikiyle eyleme geçtiler. Kararlı bu direnişten sonra Erdoğan geri adım atıp, tevil yoluna gitse de artık geçmiş olsun.

Yine bir başka olay ise ırkçılığı ve faşistliği ile övünen CHP'li Bolu belediye başkanının mültecilere dönük düşmanlığına yenisi eklenmiştir. Kürt ve HDP ‘li bir işçiyi Demirtaş’ın fotoğrafını paylaştı diye işte atmıştır. İşten atma nedenini o işçinin çok siyaset konuşmasına bağlayarak daha da vahim olarak faşizm suçu işlemektedir. Çok daha vahim olan ise CHP’nin Bolu beyi Tanju’yu görevinden alamamasıdır. Küçük oy hesapları bir kez daha CHP’nin zaafını, açmazını göstermektedir.

Son günlerin faşizmi çağrıştırır bir olayı da Furkan Vakfı adlı bir selefi, siyasal İslamcı çevreye polisin saldırısı olmuştur. Elbette vakfın tarihini önemseyip anlatmaya gerek yoktur. Bu çevrenin şeriatçı olması da bu insanlara polis saldırısını meşrulaştırmaz. Solculara karşı yapılan rutin saldırılara bu insanların karşı çıkmayışı da çok önem arz etmez. Bu saldırının bir özgün yanı saldırının ( yer yer solculara da yapılan ) sokakta adeta işkenceye dönüşen uygulamalarıdır.

Bu durum da gösteriyor ki bu saldırı yukardan aşağıya emir komuta zinciri içinde gerçekleşmiştir. Saldırının önceden planlı ve hazırlıklı olduğu da açıktır. Baş örtülü bir kadın polisin baş örtülü bir sivil kadına fiziki saldırısı abartılacak bir olay değildir. Tersine devlet refleksi kadın polis nezdinde burada da sınıfsal görevini yerine getirmiştir.Bu saldırıyı göstermelik bile olsa Soylu ve bazı AKP lilerin bile savunamamışlardır.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen bir umut Newroz’un bütün baskılara rağmen kutlanması olmuştur. Bu kutlama aynı zamanda bir direniş, mücadele kararlığıdır. HDP'nin kapatılması için her türden tezgahın döndüğü koşullarda ve milletvekilinin yakalanması için karar çıkarıldığı koşullarda daha da anlamlı olmuştur . Özellikle Diyarbakır’daki Newroz mitingi karşı cepheye kabus yaşatırken, dostlara azami güven vermiştir. Mitinge katılım ve coşku ayrı bir güzellik olmuştur. Katılımı engellemek için saldırı ve gözaltılar da çare olmamıştır.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 30 81
2. Fenerbahçe 30 79
3. Trabzonspor 30 49
4. Beşiktaş 30 46
5. Kasımpasa 30 43
6. Başakşehir 30 42
7. Rizespor 30 42
8. Antalyaspor 30 41
9. A.Demirspor 30 39
10. Alanyaspor 30 39
11. Sivasspor 30 38
12. Samsunspor 30 36
13. Kayserispor 30 36
14. Ankaragücü 30 33
15. Hatayspor 30 33
16. Konyaspor 30 33
17. Gaziantep FK 30 31
18. Karagümrük 30 30
19. Pendikspor 30 29
20. İstanbulspor 30 13
Takımlar O P
1. Eyüpspor 27 64
2. Göztepe 27 56
3. Sakaryaspor 27 47
4. Ahlatçı Çorum FK 27 45
5. Kocaelispor 27 45
6. Bodrumspor 27 44
7. Boluspor 27 43
8. Bandırmaspor 27 41
9. Gençlerbirliği 27 40
10. Erzurumspor 27 37
11. Ümraniye 27 33
12. Keçiörengücü 27 32
13. Manisa FK 27 31
14. Şanlıurfaspor 27 27
15. Tuzlaspor 27 27
16. Adanaspor 27 27
17. Altay 27 15
18. Giresunspor 27 7
Takımlar O P
1. Arsenal 28 64
2. Liverpool 28 64
3. M.City 28 63
4. Aston Villa 29 56
5. Tottenham 28 53
6. M. United 28 47
7. West Ham United 29 44
8. Brighton 28 42
9. Wolves 28 41
10. Newcastle 28 40
11. Chelsea 27 39
12. Fulham 29 38
13. Bournemouth 28 35
14. Crystal Palace 28 29
15. Brentford 29 26
16. Everton 28 25
17. Luton Town 29 22
18. Nottingham Forest 29 21
19. Burnley 29 17
20. Sheffield United 28 14
Takımlar O P
1. Real Madrid 29 72
2. Barcelona 29 64
3. Girona 29 62
4. Athletic Bilbao 29 56
5. Atletico Madrid 29 55
6. Real Sociedad 29 46
7. Real Betis 29 42
8. Valencia 28 40
9. Villarreal 29 38
10. Getafe 29 38
11. Las Palmas 29 37
12. Osasuna 29 36
13. Deportivo Alaves 29 32
14. Mallorca 29 30
15. Rayo Vallecano 29 29
16. Sevilla 29 28
17. Celta Vigo 29 27
18. Cadiz 29 22
19. Granada 28 14
20. Almeria 29 13