26.11.2022, 12:06

Seçime kadar özellikle iktidar kanadın da bölünme, parçalanmalar, milletvekili transferleri mümkün

Gelinen noktada Taksim saldırısının rengi giderek daha da netleşip, belirginleşmektedir. Bağlantılı olarak Suriye’den atılan roketlerle yine 5 yaşında bir çocuk ve 22 yaşında bir kadın öğretmen öldürülmüştür. Yine diyalektik süreç olarak Suriye ve Irak’a karşı şimdilik hava saldırısı başlatılmıştır. Diğer tarafta seçim tarihi yaklaştıkça burjuva temsili sistemin iç çelişkileri, açmazları, kırılganlığı, kaos durumu güncel gelişmeleri ile devam ediyor.

Taksim saldırısında yeni bilgiler geldikçe veya servis edildikçe senaryo, kurgu, mizansen durum daha da netleşmektedir. Yani artık bir kesim bile devletten aldıkları bilgileri sorgulamadan hemen bu saldırıyı PKK, PYD, YPG yapmıştır derken, yeni bilgilerle bu tavırlarından ya vazgeçmişler ya da nötr hale gelmişlerdir. Bu durum saldırıyı yapanın verdiği yeni bilgiler ve diğer bilgilerle saldırının cihatçılarca yapıldığını giderek netleştirmektedir. Saldırıyı yapan kadın abisinin İŞİD’in genel komutanlardan olduğu bilgisini de vermiştir.

Bu noktada bir analoji yaparsak, nasıl ki Deniz Poyraz’ı katleden faşist katilin hemen yakalanması bilinçli, planlı ,hazırlıklı olduysa, Taksim saldırısını yapan kadının da kısa zaman içinde yakalanması da aynı saikle yapıldığını çağrıştırmaktadır. Çünkü iki saldırı da saldırıyı yapanlara bakıldığında, arka plan olarak üst yerlere çıkmasının engellenmesi doğrultusunda yapıldığını göstermektedir. Yine bağlantılı olarak kısa zamanda 50 in üzerinde yakalama ve bunların bir çoğunun tutuklanması, mizansenin parçaları olarak gözükmektedir.

Yine saldırı ile bağlantılı olarak tutuklananlardan Ahmad Haj Hasan’ın savunmasında “ Ben asla PKK’yı tutmuyorum. Benim ağabeyim Suriye Özgür Ordusu’nda şehit edilmiştir “ dediğini öğrendik. Devamla Suriye Demokratik Güçleri’nin komutanı Mazlum Kobani, 13 Kasım’da İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırıyı gerçekleştiren Ahlam Albashir’in ailesinin radikal İslamcı terör örgütü İŞİD’le bağlantılı olduğunu iddia etti. Kobani “ Bombayı yerleştirdiği için tutuklanan kişinin üç kardeşi İŞİİD için savaşırken öldü. Biri Rakka’da, diğeri Münbiç’te, üçüncüsü ise Irak’ta dedi. Kobani “ Bu kadın üç farklı İŞİD savaşçısıyla evliydi ve ailesi Halep’ten diye konuştu.

Zaten nesnel bir bakışla değerlendirdiğimizde PKK eylemcilerinin kesinlikle telefon kullanmadıkları, eylemden sonra hemen alandan ayrıldıkları, silahlı çatışmaya girerek , zafer işareti yaparak veya canlı bomba olarak eylemlerini gerçekleştirirler. Oysa bu olayda saldırıyı yapan kadının telefonlu olması, 40 dakikadan fazla olay yerinde oturması, o yerlerde markete girerek adeta gezici olması, son derece pasif, yıkılmış ve korku içinde olması saldırıyı yapanın PKK eylemcisi olmadığını net olarak göstermektedir. Bu noktada olayın rengi cihatçılara döndükçe önceden PKK, YPG diyenler, şaşkınlıktan, saçmalayarak PKK’nı konsept değişikliği yapmış olacağını söyleyerek bir kez daha absürt duruma düşmüşlerdir.

Bu aleni, somut göstergeler yaşanırken adeta mizansenin parçası olarak düğmeye basılmış gibi Suriye’den Gaziantep Karkamış’a atılan roket saldırısı sonucu bir çocuk ve kadın öğretmenin ölümü görülmüştür. Taksim saldırısının PKK ‘ca yapıldığının tahkimi ve Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’a saldırının meşruiyet kazanmasına dönük roket saldırılarının YPG bölgesinden atıldığı servis edilmiştir. Taksim saldırısını üstlenmeyen ve bu saldırıyla hiçbir bağlantımız yok, böyle bir politikamız da yok diyen PKK’ın bu roket saldırısını yapması mantıksız ve tutarsızlık olacaktır.

Bu tip olaylarda literatüre giren yapılan eylemden kim yararlanıyorsa eylemi o yapmıştır mottosunu dikkate aldığımızda çocuk ve sivillere dönük bu tip saldırıların PKK’nın yararına değil, tersine zararına olduğu açıktır. Ayrıca hatırlarsak MİT Başkanının 8 tane füze attırırım Suriye tarafından gerekçeyi üretirim açıklaması ve yine Erdoğan’ın 400 sandalye verin bu iş huzur içinde çözülsün açıklaması bu roket saldırısının da mizansenin parçası olması sürpriz olmayacaktır. Ama şunu çok açık ve net olarak belirtelim ki bu roket saldırısını PKK-YPG yapmış bile olsa hedefi belirli olmayan ve çocukların ve sivillerin kaybına yol açan kör bir saldırı olduğu için kabullenmediğimizi ve savunmadığımızı da belirtelim.

Bu Taksim saldırısının sıcaklığı devam ederken fırsat bu fırsat diyerek adeta mal bulmuş magribi gibi devlet- iktidar ortaklığı Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’a savaş başlatmıştır. Bilerek operasyon değil savaş diyoruz. Çünkü bu saldırı, savaş durumu yalnız Kürt bölgelerini değil tüm bölge ülkelerini ilgilendirir şekliyle savaş riski taşımaktadır. Orta doğunun zaten adeta mayınlı ve bataklık durumu potansiyel savaş zemininin varlığını göstermektedir. Açıktır ki bu savaş kararı yalnızca Türkiye patentli olmamıştır. Ankara’da yapılan CIA, Rus istihbaratı ve MİT toplantısı elbette kahve, çay toplantısı olmamıştır. Halkların nasıl boğazlanmasının gerçekleşeceği toplantı olmuştur. Bu savaş kararı da burada alınmıştır.

Rusya hava sahasını açmasa bu hava saldırısı mümkün değildir. Yine Suriye ve ABD’nin hangi düzeyde olursa olsun destekleri olmuştur. Her ne kadar ulusalcılar Kürt hareketini ABD’ye bağlı diye eleştirseler de (Aslında ve arka planda Irkçı, şoven, sosyal şovenliklerinin gereği olarak ) ABD hemen her durumda PKK ‘ya ve Öcalan’a karşı olmuştur. ( Öcalan’ın yakalanmasını da ABD sağlamıştır ) ABD ve Suriye devleti kantonlar paradigmasına karşı oldukları için bu tip kantonlar sisteminin ortadan kaldırılmasını da içeren savaş durumunu onaylamışlardır.

Bu Suriye ve Irak’a dönük hava hareketi, kara hareketine dönüşürse, yalnız savaş bu muhatap ülkelerle sınırlı kalmaz, bölgesel savaşlara da dönüşebilir. Çünkü Orta doğunun adeta mayınlı ve bataklık hali potansiyel savaş üretmeye adaydır. Çünkü bölgedeki tüm ülkelerin geçmişte etnik, mezhepsel sorunlarından kaynaklı husumetleri olmuş, savaşlar yaşanmıştır. Bu durum diyalektik olarak farklı koşullarda devam etmektedir. Dolayısıyla kapitalizmin daralan, tıkanan otantiği hemen her durumda savaş üretse de, yine de özellikle Türkiye çok istese de bölgesel pazarlıklar ve dengeler kara hareketini çok olası göstermemektedir.

Dolayısıyla kapitalizm kendi varlığı ve otantiğinden kaynaklı savaş üretmeye devam ediyor. Rusya-Ukrayna arasında savaş devam ederken, Polonya’ya düşen füzeler ( Rusya’nın attığı söylenirken, sonradan yanlışlık olduğu belirtildi ) üçüncü dünya savaşı, nükleer savaş çağrışımlarını da gündeme getirdi. Yani Rusya-Ukrayna savaşı bütünsel bir alan açtığı için o alandan ilerlemek kapitalizm için artık parça parça da rutin bir savaş zemini demektir.

Kapitalizmin kriz-çöküş hali kapitalist mülkiyetten kaynaklı tıkanma ile yıkım üretmeye devam ediyor. “ Yapıcı yıkıcılıktan”, “Yıkıcı yıkıcılığa” dönüşen “ Yıkıcı kaos” durumu giderek daha görünür hale gelmiştir. Servetin ve zenginliğin kaynağı olan yeni değer, fazla değer, artı değer üretmede zorlanan, sıkışan bir kapitalizm ile karşı karşıyayız. Bu durum sürekli ve belirsiz kriz durumundan, nihai kriz durumu ile farkındalığını göstermektedir. Bir de bu altyapısal yıkıma, üst yapısal olarak hemen her şeyin meta olması eklenmiştir. Dolayısıyla kapitalizmin bu nesnel durumu, yerel, bölgesel, süreç içinde dünya savaşı ( Nükleeri de içinde taşıyan ) çıkmasının potansiyel zeminini oluşturmaktadır. Yakın zamanda başlayan ve devam eden Rusya-Ukrayna savaşı ve Türkiye’nin Suriye ve Irak’a dönük savaş durumu, savaş makinesinin aktif durumunu, savaş tamtamlarının aktif çaldığını da göstermektedir.

Elbette Türkiye’nin Suriye ve Irak’a dönük bu savaş durumu yeni değildir. Orta ve uzun zamandır gündeme getirilen sloganı da bir gün ansızın gelebilirimle ifade edilmiştir. Bu savaş ilanı içe dönük, seçim yatırımı anlamında milliyetçi saikle yapıldığı gibi bundan da daha fazlasını yani sistem-rejim değişimini de kapsamaktadır. Yine bu savaş kendi içinde çelişkiler ve illüzyon durumu oluşturmuştur. Bir tarafta AKP’nin HDP ile görüşmesi, AKP’li Miroğlu ve Metiner’in yeni çözüm süreci kapsamında çalıştay toplaması, tescilli AKP destekçisi olan Periçek’in PKK’ya dönük silahları bırakın kucaklaşalım açıklaması, Kobane davası sanıklarından ikisinin tahliyesi, Cumhuriyet tarihinde ilk kez Diyarbakır’da milli maçın oynatılması, Ahmet Kaya’nın Paris’teki mezarının naklinin düşünülmesi somut ve aktif olarak gündemdeyken , Suriye ve Irak’a dönük savaş ilanı devlet, iktidar çelişkisini veya iktidarın devlete teslimi ve ikna olma durumunu göstermektedir.

Kuşkusuz bu savaş ilanı ve pratiğe şimdilik hava hareketi olarak geçmesi içerde her türden rıza, ikna ve baskı ve zor araçlarını kullanan iktidarın bir kaç küçük puanlar dışında seçimleri kazanacak durumda olmaması noktasında yeniden savaş ilanıyla milliyetçi refleksten medet umar halini göstermektedir. Ama bu savaş ilanı daha fazlasını ihtiva etmektedir. Yani bu savaş durumu yalnızca içe dönük değil, temelde sistem-rejimi değiştirmek saiki ile başlatılmıştır. Öz yönetimin bir önemli versiyonu olan kantonlar sistemi özellikle bölge için bir emsal teşkil etmesi iç ve dış egemenler için bir kabus olmaya devam etmektedir. Çeşitli etnik ve mezhepsel kimlikte olan halkların barış içinde yaşamasının adı olan kantonlar sistemi her boydan karşıtlarına korku verirken , dostlarına güven ve cesaret vermektedir. Bu durumu sistemin ( Yani kantonlar sisteminin ) en somut yaşanmasının alanı olan Kobane’ye dönük ( Geçmişte de Erdoğan’ın düştü, düşecek dediği ) savaş ilanı da teyit etmekte, göstermektedir.

Savaşların kör ve kuralsız olması savaş baronlarının sivil alanlara zarar vermiyoruz açıklamasını da yalanlamaktadır. Şimdilik bu savaşla bir çok sivil insanın öldürüldüğü, hastanenin isabet aldığı söylenmektedir. Dolayısıyla bu kirli savaş hemen durdurulmalı ve savaşa hayır demeyi ısrarla vurgulamalıyız. Öyle bir siyasi körlük ve sığlık yaşanıyor ki, özellikle Avrupa’da muhafazakarlar bile rahatlıkla savaşa karşı çıkarlarken, Türkiye’de sosyal demokratlar bile sorun Kürtler olunca rahatça savaş hayır diyememektedirler. Öyle ki kendisini muhalif ve merkezde gören, altılı masanın bir parçası olan İyi Parti, Demirtaş’ın bu savaşa dönük savaşa hayır ve barış talebine açıkça karşı çıkmaktadır. Bir kez dahi olsa CHP’nin içinde de solda olanlar bile askerimizin ayağına taş değmesin derken, bu Kürtlere dönük savaşa karşıyız diyememektedirler. Bu savaşı başlatan devlet-iktidar ortaklığına başka alanlarda karşı çıkarlarken ( Belli ki bunda da samimi, gerçekçi değiller ) konu Kürt sorunu olunca rahatlıkla devlet ve iktidardan yana hizaya girmektedirler. Muhalefetin bu tavrı adeta çoğu kez boğulmakta olan iktidarın, tekrar tekrar kurtarılması olarak bir somut paradoks olmaktadır.

Dolayısıyla bu devlet-iktidar ortaklığının Suriye ve Irak’a dönük savaş ilanı yalnız bu ülkeleri kapsamıyor. Daha öncede ve devam eden Suriye’nin on binlerce asker ile işgali, Libya’ya asker çıkarma, özellikle Afrika ülkelerinin bazılarında asker bulundurma vb. durumu, literatürde son dönemde de olsa önemli yeri olan alt- emperyalist olma özelliği ile bu savaşı başlatma durumunu gösterdiği için üzerinden atlanmamalıdır. Bu noktada Türkiye’nin bu alt-emperyalist eğilimli ülke olarak yayılmacı ve saldırgan savaş politikalarının ne anlama geldiği, arka plan saiklerinin ne olduğunun kavranması ve içselleştirilmesi için, alt emperyalizm konusunun önemli özelliklerini kapsayan bir teorik değerlendirme yapmanın yeri gelmiş olarak uygun olacağını düşünüyoruz.

Elbette alt-emperyalist ülkelerin hepsinin aynı düzeyde olması ve aynı özellikleri taşıması indirgemeci, vulger bir anlayış olarak doğru değildir. Emperyalist ülkelerin bir alt eğilimini kapsaması olarak alt emperyalizm, üretimin ve sermayenin yoğunlaşması, meta ihracından daha başat olarak sermaye ihracı, banka sermayesi ve sanayi sermayesinin iç içe veya birleşik olması anlamında finans kapital, toprak ve siyasi bakımından işgal ve yayılmacılıktır. Bu özelliklerin hepsini veya çoğunu Türkiye’de dahil diğer alt- emperyalist ülkeler kendi yapısal özellikleri olarak taşımaktadırlar. Hatta bu özelliklere yine kapitalizmin-emperyalizmin özelliği olarak sermaye ihracı yanına sermaye toplayıcılığı da eklenmiştir. ( Örneğin, son dönemde Katar, Arabistan, BAE ve Türkiye arasında toplayıcılık anlamında para transferleri gibi )

Gelinen noktada Türkiye’nin somut durumu alt emperyalizme uygun olmasına rağmen hala yarı-sömürgeyi savunanlar kapitalizmin sömürgeci aşaması ile kapitalizmin emperyalist aşamasını aynılaştırarak bir ve aynı olduğunu savunarak muhafazakarlıklarını devam ettirmektedirler. Bu durum bir rastlantı değil siyasi çizgi yanlışlığıdır. Bu anlayışlar açık ve kapalı Üçüncü dünyacı, ulusalcı, popülist veya sol-popülist, halkçı, küçük-burjuva sol hareketlerdir. İşçi sınıfının öncülüğünü halk içinde eritip görmeyen bu hareketler Lenin’in özgün sözü ile “İşçi sınıfına yarı gönüllü yaklaşanlar olarak ondan kopmuşlardır”.

Bu anlayışlar ideolojik arka planları ve siyasi çizgileri gereği kapitalizmin sömürgeci döneminde kalmış olup , gelinen noktayı, bugünü anlama ve kavramaları mümkün gözükmemektedir. Kapitalizmin sömürgeci dönemi yağmayı temel alırken, emperyalizm ( Lenin’in emperyalizm tezleri muhteva anlamında doğruluğunu devam ettirmektedir ) diyalektik bir süreç olarak, üretimin ve sermayenin yoğunlaşması, tekellerin egemenliği anlamında meta ihracı yerine başat olarak sermaye ihracının alması, sanayi sermayesi ile banka sermayesinin birleşerek finans kapitali oluşturması, toprak bakımından ve siyasi olarak pazarların paylaşılması ve yeniden paylaşılmasıdır. Dolayısıyla kapitalizmin emperyalizm aşamasının bu özellikleri kavradığımızda kapitalizmin emperyalizm olduğunu onun yağma, talan, yayılma özelliğini belirleyenin de emperyalizmin bu özgün kapitalizmin muhtevası olması daha net anlaşılacaktır.

İşte emperyalizmin bu özelliklerini içselleştirdiğimizde onun altında şekillenen alt-emperyalizm ( artık sömürgeci dönemin yalnız hammadde deposu olmayan ) ülkelerinde bir ve aynı olmasa da ortak özellikler görülmektedir. Bu ülkeler Türkiye, Brezilya, İsrail, Hindistan, Arjantin, Güney Kore gibi ülkeler olup bu ülkelerde emperyalizmin bir alt aşaması olan işleyişinde üretimin ve sermayenin yoğunlaşması, sermaye ihracı, finans kapital ve yayılmacılık kendi otantiğinde varlığını sürdürmektedir. Bu ülkelerin alt emperyalist özelliklerinde farklılıklar olması da diyalektiğin gereğidir. Bu ülkelerde alt-orta-üst gelişimin yaşanması da diyalektiğin gereğidir. Ayrıca bu özelliklerin indirgemeci ve mutlak olarak hepsinin olması gerçekleşirse alt- emperyalizm olur anlayışı da tutucu ve yanlış bir anlayıştır.

Bu genel tespitlerden sonra Türkiye somutuna geldiğimizde kısa bir tarihsel girizgah yaptığımızda alt- emperyalizmin aşamasına ulaşmak hemen birden kısa bir süreç olarak değil, diyalektik olarak uzun bir süreç sonucunda şekillenmiştir. 1960 larda gelişen sanayi kapitalizmi tekelci aşamaya evrilerek rüşeym halindeki finans kapital olarak gelişerek, 12 Eylül 1980 ile birlikte finans kapitalin egemenliği netleşmiştir. Böylesi bir alt-emperyalist özellikler ile hareket eden Türkiye kapitalizmi dünyada 17 ekonomi içinde yer almış ve yine dünyada 500 şirketin içine sermaye olarak Türk şirketleri de girmiş ve askeri olarak da NATO içinde ikinci ordu durumundadır. Böyle bir dünyada alt-emperyalist olan Türkiye artık emperyalizmin her dediğini yapan bir aparat değil, kendi özerkliği olan bir şekilde hareket etmeye başlamış, bir dünya sistemi olan kapitalizm de üretilen artı değerden pay alır noktaya gelmiş olup, Suriye, Libya, Kıbrıs, Kafkaslar, Doğu Akdeniz’de yayılma emelleri ( Özal’ın bir koyup üç alma somutluğunda ) devam etmektedir.

Gelinen noktada hala yarı-sömürgeyi savunanlar bu tezin artık savunmanın nesnel şartları ortadan kalktığı noktada yeni sömürgeciliği savunmağa başlamışlar, bu tezin de yanlışlığı yukarıda yaptığımız tespitler sonucu da tutmayacağı açıktır. Yarı-sömürge ve yani sömürgeyi savunmak istenilse veya istenmese de nesnel olarak ittifakları değiştirecek, kendi burjuvazisini emperyalizme karşı savunma noktasına getirecek, Kürt sorununda enternasyonal yanı görülmeyecek ırkçı, militarist, milliyetçi yan savunulur olacaktır. Yine kapitalizm aşılmayacak, Kurtuluş Savaşı emperyalizme karşı ulusal bir savaş olarak görülmeyecek, anti emperyalist bir savaş olarak görülecektir. Emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşaması değil, kapitalizmin emperyalizmin en yüksek aşaması olduğu tezi görülmeyecektir. Kapitalizmin önemli ölçüde geliştiği bugünkü aşamada hala yarı-sömürge veya yeni-sömürge tespiti demokratik devrim, demokratik halk devrimi veya yarı gönüllü sosyalist devrimi savunmayı getirecek, faşizme karşı mücadele de halk cephesi anlayışını savunmak nesnel olarak burjuva demokrasileri, oligarşileri savunmak anlamına gelecektir.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin bütünsel kirliliği ve yıkım getiren politikaları ve güvenlikçi devletin, faşizmin karanlık saçan saldırıları güncel gelişmeleri ile hız kesmeden devam etmektedir. Burjuva temsili sistemin açmazları, kırılganlığı, kaos durumu, özellikle iktidar kanadında giderek her boydan sorunun kaynağı olmaktadır. Seçime kadar özellikle iktidar kanadın da bölünme, parçalanmalar, milletvekili transferleri mümkün olabilecektir. Seçim yenilgisi ve sonuçta iktidarı bırakmanın kabusu her geçen gün iktidar yöneticilerini saldırgan hale getirmektedir.

Burjuva temsili sistemin tüm temayüllerini ve geleneklerini bile yıkan buna rağmen Bahçeli’nin iktidardaki gücü ile göreve devam eden bir İç İşleri Bakanı ile karşı karşıyayız. Her boydan kirli işlere bulaştığı aleni hale geldiği halde hiç bir şey olmamış gibi hareket etmektedir. Suçluluğunun telaşı ve söyleyeceği ve cevaplayacağı hiç bir şey olmadığı için tek kullandığı yöntem saldırı, küfür, hakaret olmaktadır. Son olarak bu görevini bakanlığının yıkım bütçesi görüşülürken, Kılıçdaroğlu’na şerefsiz diyerek yerine getirmiştir. Elbette bu saldırganlık ve hakaretlerde Soylu yalnız değildir. Asker olmanın da getirdiği hiyerarşinin gücü ve burjuva disiplinin yıkıcılığının üstünlüğü ile Milli Savunma Bakanı Akar’da saldırganlığa ve hakaretlerine devam etmektedir. Önce CHP ‘li Özgür Özel’le dönük bu saldırgan dil ( Özgür Özel’den beklemediği bir ders alarak ) şimdi de İyi Partili Aytun Çınar’a dönmüştür. Elbette bu içsel kriz durumunda bu saldırgan anlayış devam edecektir.

Kapitalizmin kirliliğine bir örnekte dışarıdan vermek istiyoruz. Katar’da devam eden dünya kupası futbol sadece futbol değildir mottosunun gerçekliğini bir kez daha gösterdi. Amacımız bir futbol değerlendirmesi olmayacağı için endüstriyel futbolun, oyun değil ticaret olduğu , taraftar emekçiler dışında futbolun tüm aktörleri bu endüstrinin, ticaretin parçaları olmuştur diyerek, Katar’daki dünya kupasına işçilerin kanı karıştığı için protesto edilmelidir diyoruz. Paranın gücü ile dünya kupası maçlarının oynanmasını çeşitli rüşvetlerle Katar almıştır.

Ama stadyum inşaatında 6 bin 500 işçi iş cinayetlerinde öldü. İşçiler göçmen Hindistan, Pakistan, Nepal, Bangladeş, Sri Lanka gibi Güney Asya ülkelerinden. Kimi kaynaklar ise bu iş cinayetlerinde ölen işçi sayısını 14 bin olarak vermektedirler. Tüm bu kirliliğine rağmen, temizliğin, gerçeğin tarafını görmek anlamında bir önemli gelişme olmuştur. İran Milli Takımı kendi ulusal marşlarını söylemeyerek bir ilki başlatmıştır. İngiltere’ye yenilen İran Milli Takımını protesto etmek için İran’lılar, İngiltere bayrakları ile protestolarına devam etmişlerdir. Nasıl ki İran halkları isyan ve direnişlerine devam ediyorlarsa bunun gereği ve sahiciliğini İran milli takımı da göstermiştir. Bu noktada İranlı Ali Şeriati’nın şu açıklaması futbolun afyon olma özelliğini de net ve anlamlı olarak göstermektedir. Şeriati savaş vb. gibi toplumsal olayları protesto etmeyen geniş kitleler, stadyumları doldurmaktadır bu anlamda futbol afyondur demektedir.

sonlandırırken kapitalizmin kirliliğine karşı son dönemde dünyada da sosyalizm tartışmaları yeniden yoğun tartışmaya başlanmıştır. Bu tartışmaların önemli başlıkları Eko Sosyalizm, 21. Yüzyıl Sosyalizmi, sınıf mücadelesi olarak şekillenmiştir. Elbette bu tartışmalardan azami yararlanmalıdır. Devrimci Marksizm’e bu ve benzeri katkılar da önemsenmelidir.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 32 87
2. Fenerbahçe 32 85
3. Trabzonspor 32 52
4. Beşiktaş 32 48
5. Rizespor 32 48
6. Başakşehir 32 46
7. Kasımpasa 32 46
8. Sivasspor 32 44
9. Antalyaspor 32 42
10. Alanyaspor 32 42
11. A.Demirspor 32 40
12. Samsunspor 32 38
13. Ankaragücü 32 37
14. Kayserispor 32 37
15. Konyaspor 32 36
16. Hatayspor 32 33
17. Gaziantep FK 32 31
18. Karagümrük 32 30
19. Pendikspor 32 30
20. İstanbulspor 32 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 30 68
2. Göztepe 30 60
3. Kocaelispor 30 52
4. Ahlatçı Çorum FK 30 52
5. Sakaryaspor 30 51
6. Bodrumspor 30 49
7. Boluspor 30 46
8. Bandırmaspor 30 46
9. Gençlerbirliği 30 44
10. Erzurumspor 30 41
11. Keçiörengücü 30 36
12. Şanlıurfaspor 30 34
13. Ümraniye 30 34
14. Manisa FK 30 33
15. Tuzlaspor 30 32
16. Adanaspor 30 32
17. Altay 30 15
18. Giresunspor 30 7
Takımlar O P
1. M.City 32 73
2. Arsenal 32 71
3. Liverpool 32 71
4. Aston Villa 33 63
5. Tottenham 32 60
6. Newcastle 32 50
7. M. United 32 50
8. West Ham United 33 48
9. Chelsea 31 47
10. Brighton 32 44
11. Wolves 32 43
12. Fulham 33 42
13. Bournemouth 32 42
14. Crystal Palace 32 33
15. Brentford 33 32
16. Everton 32 27
17. Nottingham Forest 33 26
18. Luton Town 33 25
19. Burnley 33 20
20. Sheffield United 32 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 31 78
2. Barcelona 31 70
3. Girona 31 65
4. Atletico Madrid 31 61
5. Athletic Bilbao 31 57
6. Real Sociedad 31 50
7. Valencia 31 47
8. Real Betis 31 45
9. Villarreal 31 39
10. Getafe 31 39
11. Osasuna 31 39
12. Las Palmas 31 37
13. Sevilla 31 34
14. Deportivo Alaves 31 32
15. Mallorca 31 31
16. Rayo Vallecano 31 31
17. Celta Vigo 31 28
18. Cadiz 31 25
19. Granada 31 17
20. Almeria 31 14