banner94

banner100

banner48

15.10.2022, 12:42

Din ve milliyetçilik her boydan kullanıldı ama yine iktidar istediğini alamadı

Küresel kapitalizmin kirliliği ve saldırganlığı ile birlikte Türkiye kapitalizminin kirliliği ve güvenlikçi devletin, risk devletinin, faşizmin karanlığı ve despotik saldırganlığı kendi sonuçlarına doğru hızla ilerlemektedir. Bu durum işçi ve emekçileri daha da açlık ve yoksulluğa itmekte adeta nefes alamaz noktada cendere, anafor içinde tutmaktadır. Kapitalist mülkiyet ( Özel ve devlet mülkiyeti olarak) var olan savaşları devam ettirmekte, yeni savaşlar üretmenin de zeminini oluşturmaktadır.

Kapitalizm rıza üretmede zorlandığı noktada doğal olarak savaş ve şiddete başvurmaktadır. İşte 7 ayı aşan süredir devam eden Rusya-Ukrayna savaşı Rusya’nın roket saldırısı ve yeni gelişmeler ile adeta yeniden başlamıştır. Küresel kapitalizm ve kolektif emperyalizmin yeni konseptlerle yayılmacı ve pazar ve yeni pazarlar için kapışması ve kavgası da sürmektedir. Özgün bir kapitalizmin adı olan Rusya ve Çin’in ( Devlet ve özel kapitalizmin birleşikliği olarak ) kendi çapında yayılmacı tutumu da devam etmektedir.

Bu somut durum var olan ve yeni savaşların ve şiddetin dinamik zemini demektir. İşte Rusya işgal ve savaşa başlamadan öncesi amacı doğrultusunda ele geçirmeler ve egemenlik olarak istediği sonucu alamamıştır. Sadece Ukrayna’nın dar bir alanı olan Doğuda bazı kentleri egemenliğine almıştır. Bu kentlerde referandumla egemenliğini de tahkim etmiştir. Ama Rusya’nın işgal ve savaşının temel amacı olan bütünsel egemenliği yani Ukrayna’nın başat olarak ele geçirilmesini özellikle Ukrayna’nın direnci ile başaramamıştır.

İşte Rusya’nın son günlerde sivil yerleşim ve enerji alanlarına 70 in üzerindeki füze saldırısı yarım bıraktığı işgalin tamamlanması için yapılmıştır. Masum sivillerinde öldüğü bu saldırı devam edecektir. Burada riskli durum Ukrayna’da savaşın yeni cephelerle yayılması dışında temelde çevre ülkelere ve giderek dünyaya yayılma potansiyeli taşımasıdır. Bu durum kapitalizmin bir dünya sistemi olarak tıkanması ve çürümesi nedeniyle daha da belirgin hale gelmiştir.

Ayrıca Çin’in özellikle dijital alanda sürekli gelişmesi ve Rusya’nın da Ortadoğu ve Kafkaslarda egemenlik alanlarını genişletme veya var olanları koruması ABD, NATO, AB kapitalizminin bu ülkeleri baskılama ve çevreleme şeklinde devam etmektedir. Bu durum karşılıklı yaptırımlarla ve kültürel şiddetle de sürmektedir. Rusya’nın doğal gaz akışını azaltması veya kesmesi gündemdedir. Bu durum açıktır ki Avrupa’da kışın zorlu geçeceğini göstermektedir. Kültürel şiddet olarak Almanya’da ilkokullarda Rus kökenli öğrencilere uygulanan “Putin’e karşı mısın, değimlisin?” sorusu baskının devlet destekli olduğunu da somut olarak göstermektedir.

Diğer taraftan Ermenistan- Azerbaycan arasında ki tarihsel olarak devam eden savaş durumu son günlerde tekrar alevlenmiş olup kalıcı ve radikal olarak barışçıl şekilde çözülmediği sürece devam edecektir. Ermenistan oligarşisinin savaş yanlısı tutumu ve Azerbaycan oligarşisinin tek millet- iki devlet ırkçı ve savaş yanlısı tutumu bölgesel savaş riskini giderek yükseltmektedir.

Bu arada korsan şeklinde kurulan bu anlamda adeta sürekli kriz içinde yaşayan Lübnan’ın birde İsrail ile sürekli savaş durumu ve Lübnan Hizbullah’ının potansiyel varlığı Lübnan’ın gidişatını belirlemektedir. Lübnan’ı gündeme almamızın temel nedeni son günlerde yüzde 200 ü aşan enflasyon oranı ile birlikte kriz içinde olan ülkede 1 ay içinde 15 banka soygununun olmasıdır. Bu durum yani ekonomik çöküş öyle bir noktada ki daha önce haftalarca elektrik kesintileri ile yaşam çok zor sürerken, artık kadınlar banka soygunlarına başvurmaktadırlar. Çocukları veya yakınlarının özellikle ağır hastalıkları ( kanser gibi ) tedavi ettirmek için. İşte kapitalizmin vicdanının, merhametinin kuruduğu, kirlendiğine somut bir örnek.

Son günlerin öne çıkan ve önemi giderek yükselen bir olayı da, bir aya yaklaşan isyan ve direniş dalgası İran’da hız kesmeden devam etmektedir. Bir Kürt kadının saçının bir kısmı görülüyor diye vahşice öldürülmesi yalnızca bir şeriatçı vahşeti değil, Kürt düşmanlığı çerçevesinde ırkçı bir saldırganlık olduğu da açıktır. Bunun farkında olan Kürtlerin direnişi de yükselerek sürmektedir. Yine bu direnişe egemenlerin bilinen bir tutumu olarak dış güçler, beka sorunu olarak yaklaşım manipülasyon olarak İran’da da görülmesi sürpriz olmamıştır.

İran’daki isyan iç dinamiklerin belirleyiciliğinde devam ederken, İran oligarşisi isyanı ABD ve İsrail’in kışkırtmasına bağlayarak, sınıfsal şekillenen isyan hareketini milliyetçilik ile kamufle etmek çabasındadır. Bir temel özgürlük hakkı olan giyim olayı Şah zamanında modernlik, Batılılaşma olarak örtüye karşı tavır olarak baskıya dönüşmüştür. Humeyni ile başlayan süreçte de örtünme zorunluluğu başka bir biçimde baskı ya dönüşmüştür. İki dönem de kapitalist devletin baskı ve şiddeti olarak hayata geçmiştir. Gelinen noktada örtü yasağı genç bir kadını öldürme boyutunda vahşetle devam etmektedir.

Şeriatçı vahşet vinçlerde insan asma, recm uygulama, şeriatın kestiği parmak acımaz anlayışından ilham almış olsalar gerek parmak kesmek, kör etme uygulamaları ile devam etmektedir. Elbette bu durum basit bir teolojik üst yapısal sorun değildir. Kapitalizmin ürettiği bir sorun olduğu için “kahrolsun diktatörlük” sloganları başat olarak sınıfsallığı çağrıştırır şekliyle başat olarak atılmaya başlamıştır. Şeriatçı kapitalist devletin şiddeti sonucu resmi olarak 100 ün üzerinde resmi olmayan sayılara göre 300 ün üzerinde insan hayatını kaybetmiştir.

Açıktır ki “evrim ve devrim karşılıklı gelişirler” mottosu İran somutunda da yaşanmaya başlamıştır. Direniş ülke çapında yayılma potansiyelini göstermektedir. Gençliğin direnişi üniversitelerden, liselerden, orta okullara kadar inerek yayılmaya devam etmektedir. En önemlisi de işçi sınıfının sahneye özne olarak çıkmasıdır. Geçmişte de özellikle petrol işçilerinin grev ve direnişi kapitalizmi alabora ederek ciddi ölçüde sarsmıştır. Bugünde özellikle petrol işçileri tekrar greve çıkarak, mücadelenin öznesi olmuştur. Kendi öz örgütleri olan meclisler ile ürettikleri gibi yönetebileceklerini de net olarak göstermişlerdir.

Artık İran’da önemli bir sol geleneğin örgütleri olan yapılar geçmişte yaptıkları yanlışları yapmazlar. Radikal sosyalist silahlı Halkın Fedaileri Örgütü, TUDEH ve Halkın Mücahitleri örgütünün mollaları anti emperyalizm ve feodalizme karşıtlığı temelinde desteklemezler. Şeriatçı mollaların eğiliminin anti emperyalizm ve feodalizme karşıtlık değil, iç pazarında korunması anlamında kapitalizmin varlılığı ve sürekliğinin devamı olmuştur. Açıktır ki süreç içinde diğer tüm ülkelerde de , İran’da da kalıcı ve radikal kurtuluş ve kapitalizmin ortadan kaldırılması için proleter devrim ve sosyalizm-komünizm damarı doğacak ve ortaya çıkacaktır.

Bu bölüme son dönemde Türkiye’de kapitalizmin kirliliği ve güvenlikçi devletin, risk devletinin ve faşizmin güncel gelişmelerinin genel değerlendirmesi ile devam ediyoruz. Gelinen noktada siyaset dünyası tüm kanatları ile seçime kilitlenmiş durumda. Bu anlamda bizler de bir kez daha komünistlerin seçimler ve parlamento konusunda tutumları ne olmalı üzerinde durmak istiyoruz. İktidar için seçimler ve parlamento, özellikle devlet arpalığını kullanarak yasal saiklerle zenginleşme aracı olmuştur. Var olan zenginleşmeleri ve yeni servet edinmek yetmemiş olacak ki eski servetlerini korumak içinde yeniden seçilmek için ve dolayısıyla parlamentoyu çıkarları çerçevesinde kullanmaları da zorunlu olmuştur.

Burjuva muhalefet ve özellikle CHP için seçimler ve parlamento sermaye ve emeğin barut, mayın gibi uzlaşmaz olduğu açıkken seçimler yoluyla iktidara geldiklerinde, parlamentoyu emekçiler lehine kullanmak isteseler de sermaye egemenliği buna geçmişte izin vermemiştir. ( Örneğin 1970 lerde Ecevit iktidarını aleni yaptırımlarla dönemin TÜSİAD ‘ı yıkmıştır ) Bugün ise kapitalizmin çöküş şartlarında kırıntıları bile vermekte cimrileştiği koşullarda CHP ‘nin işi daha da zorlaşmıştır. Ayrıca CHP içinde sağ ve sol kanatların varlığında sağ kanatın parlamentoyu kişisel zenginleşme aracı olarak kullanması da sürpriz olmayacaktır. Ayrıca resmi ideoloji ve devlet geleneğine sahipliği de seçimler ve parlamentoyu kullanmak anlamında emekçilere dönük olmayan bir açmazları da olmuştur.

Sosyalist muhalefetin ise seçimler ve parlamento konusunda homojen bir durumu olmamıştır. Her örgütün ideolojik, siyasi çizgisine göre tavır alması ilk bakışta bir zenginlik olarak görülebilir. Ama bu durum ancak doğru bir hat izlenirse zenginlik olarak döner. Tersi durumda açık bir illüzyon olarak döner. İşte bu noktada yeni kurulan iki sol-sosyalist yapılanmanın seçim ve parlamento konusunda konusun da çok açık ve net görüşleri olmamıştır. Burjuva muhalefetin güçlendirilmiş parlamento programına karşı nasıl bir parlamento olmalıdır anlayışı burjuva parlamentonun ortadan kaldırılmasını değil başka bir şekilde parlamentonun güçlendirilmesi içindir. Bu başat olarak var olan parlamentonun demokratikleştirilmesi ve yani parlamentonun dönüşümü demektir.

Devrimci Marksizm için seçimler kendi Komünist Partisi ile seçimlere katılması ve işçi sınıfının nicel ve nitel olarak gücü , olgunluğunun ölçülmesi demektir. Seçim sürecinde temel faaliyeti nasıl daha çok oy alırım pragmatizmi olamaz. Temel faaliyeti bütünlüklü olarak komünizmi savunmak olmalıdır. İşçi sınıfı ve diğer emekçileri de içinde ve çeperinde olmak üzere komünizme kazanmaktır. Bütün ajitasyon, propaganda, örgütlenme faaliyeti komünizmi savunmak adına inşa edilmelidir.

Bütün temel işler devlet kurumlarında ve kapitalist mülkiyetin egemenliğinde olan üretim yerlerinde döndüğü için burjuva parlamento Marks’ın söylemiyle burjuvazinin yasal işlerinin çözüm yeri olarak ahır dan çok da farklı değildir. Bu anlamda kapitalist mülkiyet ve kapitalist devletin egemenliği koşullarında parlamento demokratikleşse de istenilen sonuç alınamayacaktır. Daha da olumsuzu işçi ve emekçilerin parlamentoyu kutsaması anlamında bir manipülasyon ve illüzyon olacaktır. Elbette bu sağ , reformist anlayış ne kadar yanlışsa aynı saikle sol anlayış da ( Seçimler ve parlamentoyu yok sayan anlayış da ) yanlış olacaktır.

Dolayısıyla Devrimci Marksizm parlamentoyu bir amaç için kullanmaz, bir araç olarak kullanır. Bu da burjuva parlamentonun da ortadan kaldırılmasını da savunmak anlamında komünizmin propagandası olmalıdır. Bu durum Türkiye’de parlamento dışında savunulurken, parlamentoya girildikten sonra adeta parlamentonun tunç yasasının cazibesi olsa gerek unutulmuştur. Bu noktada şu savunu açıklayıcı ve doğru olmayacaktır. Yasal kurulmuş bir partinin yasadışı savunusu yanlıştır,parti kapatılır, varlığını ve sürekliliğini devam ettiremez. Devrimci Marksizm’e göre bu konudaki savunduğu ilkelerden ödün vermeden parti kapatılsa da ilkelerini savunmalıdır. Bu ve benzeri bir dizi savunu dolayısıyla bir çok parti kapatılmıştır. Yeni adlarla devam etmiştir. Ya da her durumda komünistler için seçime katılmak veya parlamentoya girmek bir zorunluluk değildir. Sonuçta dünyada örnek ve ders niteliğindeki bu konudaki komünist tavırı Almanya’da Bebel, İtalya’da Gramchi tüm zorluklara rağmen göstermişlerdir.

Son günlerin öne çıkan önemli bir olayı da Kılıçdaroğlu’nun açıklaması ve CHP’in başörtüsü-türbanın yasak olmasının ortadan kalkması konusunun yasalaşması için kanun teklifi vermeleri olmuştur.( Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun muhafazakar çevreye dönük oy hesabı veya varsa diğer çıkarları bizim dışımızdadır ) Konu yine bilinen tarzda her çevre kendi durduğu yerden nesnel değil ( istisnalar dışında ) öznel saiklerle olayı değerlendirmişlerdir. Özellikle CHP dışında ki ulusalcı kanat bu açıklamayı oportünist bir şekilde kullanarak adeta CHP içindeki ulusalcıları da harekete geçirmiştir. Bu ekip Kürt sorunu konusunda çoğu durumda AKP ile yan yana durmaktan onur duyarken, sözde laiklik savunusu ile yine AKP ‘nin yanında konumlanırken, Kılıçdaroğlu ve CHP’ye dönük saldırıda hız kesmeden devam etmiştir.

Bu ulusalcı ekibin son dönemde gerek başörtüsü-türban konusunda ki ılımlı ve hoşgörülü tavırlarında samimi ve gerçekçi olmadıkları böyle bir olayda hemen açığa çıkmıştır. Gerekse Kürt sorunu konusunda da Kürt hareketinin gelişmesi sonucu ılımlı tavırları böylesi hassas konularda tekrar bağnaz ırkçılığa dönüşmüştür. Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasının yeri ve zamanı olmadığı, başörtüsü-türban sorununun kendiliğinden çözüldüğü, bunun tekrar gündeme getirmekle diğer daha önemli sorunların üzerinin örtüldüğü gerekçesi saldırılarının başat nedeni olmuştur.

Devrimci Marksizm ise bu sorunun ilk oraya çıktığı geçmiş zamandan başlayarak bu soruna özgürlük alanından yaklaşmış ve giyimime karışma diyerek bu anlayışını ısrarla ( tüm eleştirileri de göze alarak ) savunmuştur. Şöyle ucube absürtlüklerle de uğraşmamıştır. Başörtüsü başka, türban başka, türban siyasi simge dememiştir. Bir kişi dahi türbanı siyasi simge olarak takmadığını söylerse bütün yasaklayıcı tavır çöker. Kaldı ki siyasi simge olarak takılsa bile giyimime karışma özgürlük alanında yine yasaklayıcı olunamaz. Bu noktada solcuların bıyık ve diğer kendilerinin giyim tarzları da siyasi simge olarak yasaklandığında söyleyeceğimiz olamaz. Yine giyimime karışma özgürlük alanı olarak okullarda serbest, kamuda yasak anlayışı da absürt olup savunulamaz.

Kamudaki insan türbanlı olup görevini doğru şekilde yapması mı olumludur. Yoksa türbansız olup yanlış ( Yolsuzluk ve rüşvette dahil ) yapması mı olumludur. İşte bu noktada giyimime karışma anlayışı kişisel bir insan hakkı ve özgürlük hakkı olarak önemini korur. Dolayısıyla Devrimci Marksizm bir kısım ulusalcı veya diğer eğilimlerin tersine giyim yasağına karşı olmayı sağ bir anlayış değil temel sol bir anlayış olarak görür. Faaliyetlerde milyonlarca sağ eğilimli emekçiye yaklaşımı yanlış bulmaz. Onlara sol değil sağ anlayışla yaklaşımı yanlış bulur.

Yine İran’da örtünmeye karşı olmakla , Türkiye’de örtünmeyi savunmak, giyimime karışma anlamında özgürlük olarak çelişki değildir, engel de değildir. Tersine gerçek tutarlılığın gereğidir. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun giyim konusundaki açıklamasına karşı Erdoğan ve AKP’nin bu talebin Anayasal hale gelsin diyerek anayasa içine aile ve LGBT-İ de girsin ince tuzağına karşı olmak başka şey, giyim yasağının iptalinin yasal hale gelmesini savunmak başka şeydir. Yani Kılıçdaroğlu’nun giyim konusunda talebini özgürlük alanı olarak savunmak, Erdoğan’ın ve AKP’nin anayasal hale gelsin talebine karşı çıkmak yine özgürlük alanına sahip çıkmaktır. Tersi durumda özü kaçırıp iki çelişkili anlayışı kıyaslamak yanlış olacaktır.

Dolayısıyla Devrimci Marksizm giyim konusunda yasaklayıcı anlayışı Kılıçdaroğlu’dan bağımsız temel bir insan hakkı ve özgürlük hakkı olarak savunur. Bu yasağın ortadan kalkması ve elbette yasalaşması radikal bir çözüm olmasa da kapitalizmde yasalaşmak sistemin sürekliği için bir caydırıcılık anlamda avantajlı olacaktır. ( Komünizmde ise yasallığın önemi ancak fiiliyatta yani işçi sınıfı kendi yönetici organları ile egemen olursa anlamlı olmuştur ) İşte bu noktada zamanı değildi, bir dizi önemli konunun tartışılmasının üzeri örtüldü vb gibi konular türev olup, temel özgürlük alanı olan giyimime karışma anlayışı ile kıyaslanması doğru olmayacaktır. Gelinen noktada siyasi İslamcı, gericilik ciddi bir risk olarak İslam-Türk anlayışı olarak kurumlaşmasına devam ederken bu anlayışa karşı gerçek ve sahici sonuç alıcı mücadele bu tip yasaklayıcı anlayışa karşı ısrarla özgürlük alanlarını savunmaktan geçmektedir. Sonuçta bu ve benzeri tüm özgürlük alanlarının savunulması sol bir anlayış olarak Devrimci Marksizm’in programının önemli bir parçasıdır.

Yine son günlerde öne çıkan ve sonuçları bakımından daha da önemli hale gelen dezenformasyona karşı değil, dezenformasyon yasasını değerlendirmek istiyoruz. Bu yasa taslağının 3 ay öncede yasalaşması istendi. Ama yoğun bir tepki sonucunda bu sansür ve oto sansür yasası ertelendi. Bugünlerde tekrar gündeme getirilen 30 madde olan dezenformasyon yasası Mecliste yasalaştı , bazı maddelerin nisanda yürürlüğe gireceği söyleniyor.

Bu 30 maddelik Dezenformasyon Yasasına bütünsel ve diyalektik olarak baktığımızda öznel saiklerle muhaliflerin zaten kısılan sesinin tamamen konuşulamaz hale getirilmesidir. Fermanda her yana çekilebilecek öznel saiklerin egemenliği olarak şunlar yazılıdır. “ Halk arasında endişe,korku veya panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacaktır”. Egemenler eliyle dışarıdan getirilen bu sansür yasası, içerde de oto sansür ile ekstra özgürlük gaspıdır. Elbette bu yasanın tekrar gündeme alınıp yaslaşmasının arka plan saiklerine bakmak da önemlidir. Seçimler yaklaştıkça iktidarın kendi yaptırdıkları anketlerde bile seçimi kaybedeceği bilindiği için iktidarda kalmak için seçimi yeniden kazanmak gerekiyor. İşte iktidar bunun için baskı, şiddet ve rıza, ikna araçlarının kendi çapında hepsini kullandı ama yine başarılı olamadı.

Din ve milliyetçilik her boydan kullanıldı ama yine iktidar istediğini alamadı. Muhaliflerin yasal hakkı olan sokağın kullanılmasını baskı ve şiddetle engelledi. Bu noktada muhaliflerin tek asgari özgürlük alanları olan medya ve özellikle sosyal medya mecraları kalmıştı. Devlet-iktidar ortaklığı bu dezenformasyon yasası ile adeta muhalifleri dilsiz bırakmak istedi. Kendi bekaları için beklide ellerinde kalan tek argüman bu Dezenformasyon Yasasını çıkarmaktı, sonuçta kendilerine bile dönecek bu yasayı çıkardılar.

Bu sansür ve oto sansür yasası temelde işçi ve emekçilerin zaten grev yasaklarıyla kısılan seslerini tamamen kısmak amacıyla da tezgahlanmıştır. Örneğin Türk-İş’in açıkladığı yoksulluk sınırı 4 kişilik aile için 23 bin 599 TL. Yeni yasadan sonra bu rakamı TİS görüşmelerinde referans yapmak, pekala işçileri kışkırtan ve kamu düzenini bozan bir tehlike olarak algılanabilir. Açlık sınırı 7 bin 245 TL. Türkiye’de çalışanların yarısı asgari ücretle çalışıyor, yani aç, yani yeterince beslenemiyor. DİSK-AR diyor ki , toplumun en yoksul yüzde 20’lik kesiminde gıda enflasyonu yüzde 137. TÜİK de ise bu oran çok daha düşük çıkıyor. Peki işçi ve emekçiler hangi veriyi baz alacaklar. Bu noktada işçi sendikalarını referans alanlar tepelerinde dezenformasyon kılıcını görecekler.

Yine BDDK verilerine göre yılın ilk 8 ayında bankalar kârını 5’e katladı. Banka sermayedarları ekonomik kriz ve pandemiye rağmen yüzde 420 kâr artırdı. İşçi ücretleri ise Temmuz 2022 de asgari ücret 329 dolar ederken şimdi 296 dolara geriledi. Asgari ücret resmi enflasyon karşısında reel olarak 250 TL küçüldü. İşte bunları konuşmak sansür yasaklarına takılacak “ Dezenformasyon yapıyorsun” denilerek ceza sopası sallanacak.

Sonuçta bu yasa 3 ay önce çıkmayıp, ertelendiyse, tüm muhatap çevrelerin yoğun bir tepki vermesi sonucu ertelendi. Bugün ise tekrar çıktıysa yoğun bir tepkisizlik sonucu yasalaştı. Henüz her şey bitmiş değil ,eğer bugünden başlayarak tepki ve mücadele hattı işyerleri ve sokakları kullanmak anlamında hayata geçerse bu yasa en azından önemli sansür yasalarının kaldırılması ile sonuçlanabilir. Açıktır ki Parlamento muhalefeti ne yaparsa yapsın bu benzeri yasaları engelleyemiyor. Bu yalnızca oylarının yetmemesi sonucu değildir. Aynı zamanda iktidarı caydırmak anlamında da gücü olmaması demektir.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin kirliliğine ve faşizmin karanlığına dönük konu ve olaylar öyle çok ki içinden öne çıkan ve önemli gördüklerimizi seçerek değerlendirme yapıyoruz. Öncelikle Ankara’da emekçi bir müzisyenin elini kanlı faşistlerce bardak kırıkları ile boğazı kesilerek vahşice katledilmesi ile başlamak istiyoruz. Faşistlerin müzisyenden faşistlerin hit türküleri olan “çırpınırdı Karadeniz” veya “ölürem Türkiye’m” parçalarını çalmadı veya bilmediği için çalamadı, yada başka tarza çaldı diye pusu kurularak katledildi. Faşist katillerin 2 sinin Çalışma bakanlığında, birinin mühendis olması bu cinayetin rahatça işlenmesinin arka planını göstermektedir.

Aynı günlerde eski Alperen Ocakları başkanı eşini öldürüp, daha sonra intihar ediyor. Ayrıca Küpe taktığı için, Kürt olduğu, LGBT-İ li olduğu için insanların saldırıya uğradıklarını düşündüğümüzde bunun potansiyel bir zemini olduğu açıktır. Yani burjuva anlamda bile cezasızlık durumu, faşistlerin yüksek yerlerden korunmaları , daha da önemlisi , insanlık düşmanı faşizmin ideolojik olarak kendilerinden olmayan herkese karşı düşman olmaları vahşi katliamların temel nedenleridir.

Yine Afyonkarahisar İl Jandarma Komutanının Afyonspor, Amedspor maçı öncesi Mersin’de ki eyleme gönderme yaparak 5-0 eze eze yenersiniz buradan göndeririz demişti. Görevli bir üst düzey askerin böylesi açıklaması ırkçı saldırganlık çerçevesinde bizce sürpriz olmamıştır. Konu Kürtler olunca görevi ne olursa olsun bu ve benzeri açıklamaları rahatlıkla yapmaktadırlar. İşte bu ırkçı tavır şu veya bu tarza maçlara da yansıdığı için Amedspor adeta aforoz ediliyor. Daha da vahimi bu ırkçı, düşmanlaştırıcı açıklama maçlara yansıyıp bugüne kadar tam beceremedikleri Türk, Kürt çatışmasına yol açması, bunun ülkeye yayılması zaten gergin zemin sonucu mümkündür.

Sonuçta hiç uzatmadan kısaca şunları söyleyerek yazıyı sonlandırmak istiyoruz. Yaşanan açlık ve yoksulluk, hak gaspı anlamında giderek kısıtlanan özgürlükler, işçi ve emekçileri ve muhalifleri nefes alamaz noktaya getirmiştir. Ama yinede karamsarlığa, tereddütlere, edilgenliğe yer yoktur. Bir dinamik damar olarak proleter devrim ve sosyalizm-komünizm tüm dünyada yükselecek, bunu engellemek mümkün olmayacaktır.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 30 81
2. Fenerbahçe 30 79
3. Trabzonspor 30 49
4. Beşiktaş 30 46
5. Kasımpasa 30 43
6. Başakşehir 30 42
7. Rizespor 30 42
8. Antalyaspor 30 41
9. A.Demirspor 30 39
10. Alanyaspor 30 39
11. Sivasspor 30 38
12. Samsunspor 30 36
13. Kayserispor 30 36
14. Ankaragücü 30 33
15. Hatayspor 30 33
16. Konyaspor 30 33
17. Gaziantep FK 30 31
18. Karagümrük 30 30
19. Pendikspor 30 29
20. İstanbulspor 30 13
Takımlar O P
1. Eyüpspor 27 64
2. Göztepe 27 56
3. Sakaryaspor 27 47
4. Ahlatçı Çorum FK 27 45
5. Kocaelispor 27 45
6. Bodrumspor 27 44
7. Boluspor 27 43
8. Bandırmaspor 27 41
9. Gençlerbirliği 27 40
10. Erzurumspor 27 37
11. Ümraniye 27 33
12. Keçiörengücü 27 32
13. Manisa FK 27 31
14. Şanlıurfaspor 27 27
15. Tuzlaspor 27 27
16. Adanaspor 27 27
17. Altay 27 15
18. Giresunspor 27 7
Takımlar O P
1. Arsenal 28 64
2. Liverpool 28 64
3. M.City 28 63
4. Aston Villa 29 56
5. Tottenham 28 53
6. M. United 28 47
7. West Ham United 29 44
8. Brighton 28 42
9. Wolves 28 41
10. Newcastle 28 40
11. Chelsea 27 39
12. Fulham 29 38
13. Bournemouth 28 35
14. Crystal Palace 28 29
15. Brentford 29 26
16. Everton 28 25
17. Luton Town 29 22
18. Nottingham Forest 29 21
19. Burnley 29 17
20. Sheffield United 28 14
Takımlar O P
1. Real Madrid 29 72
2. Barcelona 29 64
3. Girona 29 62
4. Athletic Bilbao 29 56
5. Atletico Madrid 29 55
6. Real Sociedad 29 46
7. Real Betis 29 42
8. Valencia 28 40
9. Villarreal 29 38
10. Getafe 29 38
11. Las Palmas 29 37
12. Osasuna 29 36
13. Deportivo Alaves 29 32
14. Mallorca 29 30
15. Rayo Vallecano 29 29
16. Sevilla 29 28
17. Celta Vigo 29 27
18. Cadiz 29 22
19. Granada 28 14
20. Almeria 29 13