31.12.2022, 11:53

EYT, Kılıçdaroğlu-CHP söylemiş ve Erdoğan yapmış şekliyle anılacaktır

Burjuva sivil siyaset alanının bile giderek daraltıldığı, keyfilik, kuralsızlık, cezasızlık döneminden geçiyoruz. Böylesi bir dönem ancak güvenlikçi devlet, risk devleti, faşizmin kurumlaşması ve giderek iktidarı ile sonuçlanacak süreç olarak ilerlemektedir. Bu noktada İktidar, burjuva muhalefet ve sol-sosyalist muhalefetin durumunu, güncel gelişmeleri ile değerlendirmek daha önemli hale gelmiştir.

İktidar için tek ve yegane çözüm iktidarda kalmaktır. Bunun içinde seçim tarihi yaklaştığı için seçimi kazanmaktan başka çözüm gözükmemektedir. Bu anlamda sopa ve havuç politikasının gereği olarak, devletin baskı ve şiddet araçları ile rıza araçları birlikte uygulanmaktadır. Elbette baskı ve şiddet araçlarının başatlığında bu süreçte, seçimi kazanmak için ( Tencerenin kaynaması anlamında ) ekonomik iyileştirmeler çok daha önemli hale gelmiştir.

İktidarın bu noktada handikabı, açmazı, kırılganlığı yüzde 75 e yakın asgari ücret yükseltilmesi, yüzde 40 lara yakın memur ve emekli maaşlarındaki artırma, bir dizi ÖTV vb. indirimi, son EYT düzenlemesi yapmasına rağmen hala hemen tüm anketlere göre seçimi kazanmasının mümkün gözükmemesidir. Bu durumun temel nedeni ekonomik iyileştirmelerin de artık seçim kazandırmaya yetmediği değildir.

Gelinen noktada kapitalizmin varlığından kaynaklı kriz-çöküş hali ve bunun getirdiği yıkım durumu çoklu uygulamaların aynı dönem ve ana tekabül etmesi sonucu iktidarın ekonomik iyileştirmeleri çözüm olmamaktadır. Yani bu iyileştirmeleri enflasyon, temelde de pahalılığın hiper oranlara yaklaşması, yüksek işsizlik, ücret- gelir düşüklüğünün varlığı kısa zamanda anlamsız hale getirmektedir. Asgari ücret artımı ile değişen etiketler, EYT düzenlemesi ve memur , emekli maaşlarının yükseltilmesi ile bir kez daha etiket değişecek bu süreç rutin sarmal olarak devam edecektir.

Kapitalizmin bu kendi varlığından kaynaklı açmazları, kırılganlıları, ekonomik saiklerle devam etmektedir. Bu durum aynı zamanda güvenlikçi devlet, risk devleti, faşizmin kurumsallaşmasının hızlanmasını getirerek burjuva siyasetin güncel gelişmelerine görünür ve aleni şekilde yansımaktadır. Bazı seçme örnekler bu durumu teyit etmektedir. Görevi Mecliste kavga çıkarmak olan AKP milletvekili, İyi Partili bir milletvekiline fiziki saldırıda bulunarak hastanelik etmiş, yoğun bakımda bu milletvekili ölümden dönmüştür. Bu burjuva Meclisin burjuvaziyi savunan kabadayı milletvekili, saldırıyı görünüşte bile özür dilemeyerek aleni savunmuştur.

Bir parti başkanı bıçaklanarak yaralanmıştır. Artık HDP ‘ye saldırılar rutin aşan keyfilikte devam etmektedir. HDP milletvekilinin dışarıya çıkışı engelleniyor. Muhalif medyaya mimiklerden terör savunusu ile yayın kapatma cezası veriliyor. Yüksek idari para cezaları, ilan vermemekle de birleşince bu medyayı adeta çalışamaz duruma getirmektedir. Daha da olumsuzu bu medyanın oto sansüre başvurmasıdır. Bu durum sol-sosyalist medyanın çok güçsüz olduğu koşullar da emekçilerin nefes almasının bile engellenmesi demektir.

Bu noktada Erdoğan ve Soylu şov devam etmektedir. Seçimi kazanması için havuç politikası yani rıza ve ikna araçlarının önemli aparatları olan din ve milliyetçilik politikalarının da artık yetmediği koşullarda devlet-iktidar ortaklığının elinde iki yöntem, araç kalmaktadır. Bunlardan biri kendi seçmen kitlesinin kaybedilmemesi için konsolidasyonu, daha da başat olan ise Millet İttifakının var olan kendi iç istikrarını bozmak ve giderek parçalamak, bölmek noktasında çoklu saldırılar devam ettirmektir.

Bu durum Erdoğan’ın Akşener’e dönük 6 lı Masayı bırak gel çağrısı ( Daha önce de benzeri çağrıyı Bahçeli yapmıştı ) netleşmiş ve somutlanmıştır. Erdoğan’ın bu çağrısı seçmeli ve bilinçli yapılmıştır. 6 lı Masada Erdoğan-AKP ye yakın , ondan kopanlar olmasına rağmen, Akşener’in seçilmesi rastlantı değildir. İyi Partinin parçalı yapısı, tabanının faşist eğilimlerinin başatlığında aktif olmaları ve Akşener’inde bu eğilim içinden gelmesi Erdoğan’ın çağrısının neden Akşener’e yapıldığının somut karinesi olmuştur.

Akşener’de bu görevi muhalefete, muhalefet yaparak, Kürt sorunu ve HDP’ye saldırı olarak başlatmış, son günlerde ise bu tavrını, Kılçdaroğlu, CHP’ye döndürmüştür. Bir adım ileri iki adım geri veya tersi Akşener salvoları devam edecektir. 6 lı Masanın birbirlerine muhtaç hali ve çelişkileri yakın vadede veya olası Millet İttifakı iktidarında her boydan istikrarın ve olumsuzluğunun da zemini olacaktır.

Bu noktada Soylu atmasyonları, salvoları da hız kesmeden devam etmektedir. İBB’de 500 lerle başlayan terörist sayısı yetmemiş olacak ki 1600 ü aşan sayılara adeta el yükselterek devam etmiştir. Bu atışlarda yetmemiş olacak ki İBB ve İmamoğlu’na dönük yeni tezgahlar planlamaya başlamış olup atışların devam edeceği de açıktır. Soylu bu saldırılarını bir yanıyla İBB’ye kayyum atanması ve İmamoğlu’nun siyasi yasaklı hale getirilmesini için yaparken, diğer yanıyla burjuva yasalarına göre bile suçlarının kabarmasının rahatlığı ile yapmaktadır.

Burjuva muhalefetin diğer kanadı olan 6 lı Masaya baktığımızda ise bir yanıyla seçimler sonrası olası Millet İttifakı iktidarı mümkün olur, kazanılırsa diye program doğrultusunda ( Özellikle Anayasa çalışması gibi ) rutin çalışmalar devam etmektedir. Tek tek Partilerde de rutin toplantılar devam etmektedir. Yeni yılda 5 Ocakta Gelecek Partisinde yapılacak bu toplantıda yakın zamanda açıklanacak olan Cumhurbaşkanı adaylığı da daha net ve detaylı görüşülecek gibi durmaktadır.

Diğer yanıyla ise ilkesel birlik yerine sonuçta başat olarak çıkar ortaklığı olan 6 lı Masa bileşenlerinin kavgası özellikle CHP ile İyi Parti arasında devam etmektedir. Akşener’in anketlere göre oy oranları yükseldiği koşullarda 6 sı Masayı belirlemesi için özellikle el yükseltmesi durmak bilmez noktada devam edeceğe benzemektedir. Özellikle Cumhurbaşkanlığı adaylığında kendi adayları ( Önce Mansur Yavaş, son günlerde de daha başat olarak İmamaoğlu ) konusunda bastıracakları da açıktır.

Akşener’in bu el yükseltmesi bir yanıyla da Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı seçilebilecek adayı gündeme getirmesi olmuştur. Bunu Saraçhane mitingiyle başlatan abla-kardeş güzellemesi ile sürdüren Akşener, sert açıklamalarına televizyon ekranlarında da devam ederek ( İBB seçimlerini yalnız siz mi kazandırdınız diyerek CHP ‘ye gönderme de bulunmaktadır) bundan sonra da bu ve benzeri sert açıklamaları sürpriz olmayacaktır. Kılıçdaroğlu’nun da Akşener’e dönük içişlerimize karışmayın mealli açıklaması 6 lı masanın açmazı ve kırılganlığını göstermektedir. Normalde bu sert açıklamalar 6 lı masanın sonu olabilir ama birbirlerine muhtaçlık ve birlik dışında nicel ve nitel olarak güç olamamaları Masanın devamını sağlamaktadır. Tabi bu noktada bir illüzyon ve manipülasyon durumu da bu altılının birbirlerine benzemezliği noktasında bir araya gelmelerinin olağanüstü bir başarı olarak gösterilmesidir. Oysa temel ve başat olan bu altılının kapitalizmi ve onun kapitalist devletini savunmakta bir farklılıkları yoktur. Biçimsel farklar bu temeli değiştirmemektedir. Dolayısıyla bu yapıya altılı benzemezler değil, altılı benzerler daha yakışmaktadır. Birliktelikte böyle sağlanmıştır.

Diğer yandan elbette Akşener’in sert açıklamalarının önemli nedenlerinden biri olan İmamoğlu’nun ceza alması ve siyasi yasaklı hale gelmesi süreci yeni gelişmelerle belki seçimlere veya cezanın onaylanmasına kadar devam edecektir. Güncel gelişme olarak devlet-iktidar ortaklığı şimdiden adeta elini çabuk tutmak istemektedir. Belki İstinaf ve Yargıtay’dan istedikleri bir sonuç çıkmayabileceğini düşündükleri için bugünlerde İBB’ye kayyum atanması, İmamoğlu’nun siyasi yasaklı olması ve ilk yerel seçimlere İmamoğlu’nun aday olmasının engellenmesi istenmektedir. Dolayısıyla İmamoğlu’na dönük bu çoklu tasarruflar, terör kapsamında savcılığa verilen dosya ile bugünden, şimdiden İmamoğlu’na dönük bütünsel siyasi tasfiye yapılmak istenmektedir.

Bu ablukayı dağıtmak için Saraçhane ile başlayan özünde faşizme karşı birlik mitingi ve eylemliliği, ülke çapında yaygınlık kazanmalıdır. İller, dışında ilçelere ve mahallelere kadar örgütlü olan 12 milyon oy potansiyeli olan CHP ‘nin suskunluğa girmesi, ataleti, pasifiz mi, devlet-iktidar ortaklığının bu benzeri kararları rahatlıkla almasını sağlamaktadır. Sivil itaatsizlik eylemleri ile mücadele devam etmesi gerekirken, hala yine süreç seçimlere havale edilmektedir. Bu durum kendi elleriyle İnce’nin Cumhurbaşkanlığını teslim ettikleri gibi. Bu ataletle İBB yi de teslim etmeleri sürpriz olmayacaktır.

Sol-sosyalistlere geldiğimizde bu aşamada en akut olan bu İBB ve İmamoğlu tasarrufuna karşı bizim görebildiklerimiz kadarıyla, suskunluk ve ataletin devam etmesidir. Bu durum bir yanıyla da bazı handikaplardan kaynaklıdır. CHP kuyrukçuluğu ve ondan kopuş devrimciliğin ak kara şeklinde ki indirgemecilik veya nobran tavır olarak uygulanmaktadır. Oysa sosyal demokrasi- reformizm ile faşizme karşı ittifak, devrimci adım olarak ondan kopuş şeklinde çizgi izlense bu atalet mümkün olmazdı diye düşünüyoruz.

Oysa İBB’ye karşı bu saldırı yalnızca İBB ve İmamoğlu’na karşı değil, hareketli göçlerle 20 milyona yaklaşan nüfusuyla İstanbul emekçi halklarının iradesine karşı yapılmış bir saldırıdır. Bu anlamda diyalektik olarak da tüm ülke emekçi halklarının iradesine karşı yapılmıştır. Dolayısıyla sosyalistler bu saldırıya karşı örgütlülük bazında toplu ve birlikte karşı çıksalar önemli ölçüde bu siyasi karara karşı caydırıcı olacaklardır. ( Unutmayalım sosyalistlerin etkinlikleri sayılarından her durumda önünde olmuştur ) Ayrıca sosyalistlerin kitselleşmesi de bu ve benzeri faaliyetlerden geçtiği de bilinmektedir. Yine HDP ‘ye karşı saldırılar devam ederken, atalet ve suskunluk sonucu saldırı sırasının da topyekun sosyalist-komünistlere gelmesi de sürpriz olmayacaktır.

Bu genel değerlendirme anlamında girizgahtan sonra bu bölüme ekonominin güncel gelişmeleri ile devam ediyoruz. Öncelikle yine asgari ücret konusunda gelişmeler ile devam ediyoruz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının Habertürk TV canlı yayınında “ Ben bütün sendikalarla görüştüm, İşçi sendikaları başkanlarının taleplerini aldım. Bana siz 8 bin liranın ne kadar üzerinde asgari ücret verirseniz biz zor durumda kalırız dediler. Çünkü bizim toplu sözleşmelerde aldığımız ücreti aşmanızı istemiyoruz, o zaman sendikalar fonksiyonsuz hale gelirler. 8 binin çok üzerine çıkmayın diyerek açıkladı. Elbette bakanın açıklamasında “Bütün sendikacılarla görüştüm dese de bu sendikacıların sarı sendikaları kapsadığı ( Türk-İş ve Hak-İş gibi ) açıktır. Nitekim Bakanın açıklamasından hemen sonra DİSK Bakanın Çerkezoğlu DİSK’ten herhangi bir sendikacının Bakanla görüşmediğini açıklamıştır. Elbette bu noktada Bakan bir taşla çok kuş vurma hesabıyla asgari ücretin 8 bin 500 TL olarak belirlenmesinin sorumluluğunu sendikacılara atarak , kendilerinin patronlarla işbirliği yaparak sorumluluklarının üzerini örtmeye çalışmaktadır.

Bakanın bu açıklaması anlaşılabilir. Çünkü Bakan sermaye iktidarının bakanıdır ve bu anlamda sermayenin çıkarından yana davranması adeta fıtratında vardır. Ama bu tartışma içinde “ Asgari ücreti 8 bin TL’nin üzerine çıkarmayın. Yoksa bizim toplu sözleşmelerde aldığımız ücreti aşarsanız o zaman sendikalar fonksiyonsuz hale gelir” diyorsa o sendikalar ,sınıf düşmanı, sınıf işbirlikçileri olarak anılacaklardır. Çünkü sendikalar 200-250 yıl önce, işçilerin arasındaki rekabete son vererek, onları daha iyi yaşama ve çalışma koşulları için mücadele etmek üzere birleştiren örgütler olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Dolayısıyla böyle açıklama yapan sendikacılar ancak sınıf örgütünün yönetimini ele geçirmiş sendika bürokratları ve sınıfı içinde sermayenin uzantıları olacaklardır.

Sonuçta işçilerin yarısından fazlasının ücreti olan ve bu anlamda artık ortalama ücret olan asgari ücreti bırakalım “yoksulluk sınırının” üzerine çıkarmayı, açlık sınırı içinde tutulması için Çalışma Bakanından ricacı olan sendikalar tarihin çöplüğüne dökülmeye adaydır, Özellikle Avrupa’da asgari ücretli sayısı yüzde 5 leri geçmezken, diğer yerlerde ise yüzde 20 leri geçmezken, Türkiye’de asgari ücretlilerini oranının yüzde 60 lara yaklaşması bile somut yıkımı net olarak göstermektedir. Bu anlamda tek çözüm olarak sendika bürokratlarının yerine sınıf bilinçli işçiler sendika yönetimine gelmelidirler. Elbette diyalektik olarak özel ve devlet sektöründe ücretler de uzlaşmazlık halinde grev hakkı ile birlikte toplu sözleşme ile belirlenmelidir.

Bu bölüme dün açıklanan EYT konusundaki karara kısaca değinerek devam etmek istiyoruz. 1999 dan bugüne 1 milyon 250 bin çalışanı kapsayan bu kararla pirim gün sayısı yeterli olarak yaş sınırı kaldırılmıştır. Bu bir lütuf değil zaten olmasını gereken makul bir kararken, bugüne kadar çalışanlara adeta işkence yaşatanlar bu kararla temize çıkmamalıdırlar. Tersine burjuva yasalarına göre bile suçlu olarak hesap vermeliler ve cezalandırmalılar. Erdoğan EYT konusunda geçmişte hiçbir koşulda olmaz tavrına karşı kendi söylediklerini reddederek yine daha öncekiler gibi Kılıçdaroğlu-CHP söylemiş ve Erdoğan yapmış şekliyle anılacaktır.

Elbette ki bu olumlu karar yukardan verilmemiştir. Mücadele ile aşağından kazanılmıştır. Uzun yıllara yayılarak en zor koşullarda da kitlesel şekilde verilen bu mücadele, nasıl kazanılırın da adeta turnusolu olmuştur. Dolayısıyla EYT olayı, konusu dünya çalışma hayatına da önemli bir ilklerden olarak geçecektir. Elbette bu yasanın temel özelliği olan yaş sınırının kaldırılması önemli olsa da detayda, emekliler arsında pirim gün sayıları ve maaşlar konusunda eşitsizlikler olduğu söyleniyor. Bunları kazanmak ve eşitsizlikleri gidermek içinde mücadeleden de vazgeçilmemelidir.

Bu bölümü işçi sınıfı mücadelesi için önemli olan son günlerdeki bir grev ile sonlandırmak istiyoruz. Kocaeli’de kurulu Belçika sermayeli Bekaert’te çalışan Birleşik Metal İş üyesi 400 den fazla işçi 13 Aralık’tan beri grevde. Bekaert’in Kocaeli’de iki fabrikası var. İki fabrikada 1000 dolayında işçi çalışıyor. Bu fabrikaların birinde Hak-İşe bağlı Özçelik-İş, diğerinde DİSK’e bağlı Birleşik Metal İş örgütlü. Temmuz ayından beri süren TİS görüşmelerinin “uyuşmazlıkla” sonuçlanması üzerine iki sendika da grev kararı aldı. Grev 13 Aralık’ta başlayacaktı, ama grevin başlayacağı 13 Aralık’ın gece yarısında Resmi Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanlığı kararıyla Bekaert işçilerinin grevi rutin uygulama olarak “milli güvenliği tehdit” edeceği gerekçesiyle ( Herhalde işçiler savaş çıkaracaklardı! ) iki ay süreyle ertelendi.

Bu karar üzerine Birleşik Metal İş üyesi işçiler fabrika kapısına “Bu işyerinde grev var pankartı astılar” Özçelik ise Cumhurbaşkanlığının grevleri erteleme kararını Danıştay’a götüreceklerini öne sürerek grev kararını uygulamayacağını duyurdu. Patron ise hem cumhurbaşkanlığı kararı hem de Özçelik- İş in grev kırıcı durumundan yararlanarak adım attı. 13 Aralık’tan beri işe gelmedikleri gerekçesiyle işçilerin iş akitlerinin tazminatsız olarak feshedileceğini duyuran bir açıklama yaptı. Süreç somut gelişmelerle böyle şekillendi.

Enflasyonun yüzde 200 lere yaklaştığı koşullarda işçilerin ücretlerine yüzde 130 zam talebini bile karşılamayan patrona karşı işçilerin en doğal ve yasal hakkı, adeta uydurma bir gerekçe ile yasaklanmıştır. Bu noktada yapılacak olan işçilerin hem kendi mücadele ve birliklerini sürekli kılmak olacaktır. Hem de ülke çapında dayanışma kazanım için ekstra önemde olacaktır. Bunu Birleşik Metal işçileri diğer fabrikalarda, işyerlerine “ Bekaert işçisi yalnız değildir”, “Grev hakkı yasaklanamaz” pankartları asarak dayanışma göstermişlerdir.

Yine Bursa Prysmian fabrikası önünde yapılan açıklamada da işçiler, “Anayasal haklarını kullanıp greve çıkan ve grevleri yasaklanan Bekaert işçilerinin onurlu mücadelelerini Bursa Prysmian işçileri olarak selamlıyoruz” diyerek dayanışmalarını gösterdiler. Sonuçta Bekaert işçilerinin birlik ve mücadelesi ve işçi dayanışması kazanım ve başarı getirecektir.

SONUÇ YERİNE

Önceki yazımızda Devrim konusunun daha görünür şekilde tartışılmaya başlandığını belirtmiştik. Bu anlamda konu hakkında duyarlılık için arka plan gerçekliğinin öneminden dolayı konunun temel yanlarını öne çıkararak teorik bir başlangıç yapmak istiyoruz. Elbette nasıl bir devrim savunulmalı da daha önemli hale gelmiştir. Bu anlamda proletarya devrimi, komünizmin inşası için de olmazsa olmaz noktadadır. Bu noktada “ Devrim için savaşmayana komünist denmez” önermesi daha öne çıkmış durumdadır.

Elbette bu konuyu gündemlerinden veya programlarından çıkaranlar ve konuya yarı gönüllü yaklaşanlar için devrim arkaik kalmış, miadını doldurmuştur. Bu anlamda bu eğilimler için devrim konusu soyut kalacak, zamansız bulunacaktır. Oysa bizler tam tersine kapitalizmin kirliliği karşısında bu kirliliğin kalıcı olarak ortadan kalkması için Proletarya devriminin tek çözüm olarak öne çıktığını söylüyoruz. Bu noktada netleşmek insanlara önemli ölçüde mücadele ve kararlılık verecektir. Ayrıca gerçekliğe ve yaşama yalnız günlük değil, uzun erimli, ütopyalar ile bakmayı da sağlayacaktır.

Amaç ve hedefimiz nasıl olursa olsun bir devrim değil de Proletarya devrimi ise bu devrimin arka plan gerçekliğini içselleştirmek daha da önemli hala gelmiştir. Proletarya devrimi deyince öncelikle bu devrimin anı da kapsayan uzun süreç olduğunu belirtmeliyiz. Ayrıca konu ile ilgili ilk öne çıkaracaklarımız da konunun daha net kavranmasına katkı sağlayacaktır. Devletin tip ve biçiminin önemi Devrimin doğrudan devlet iktidarına dönük yanından kaynaklıdır. Bu duruma bağlı olarak sınıf mevzilenmesi de önem kazanmaktadır. Yani var olan kapitalist iktidarı hangi sınıfın yıkacağı ve hangi sınıfın iktidar olacağıdır. Bu sınıfın proletarya olması diyalektik olarak zorunluluk ve özgürlük alanlarının inşasının proletaryaya bağlı olması gerçekliğindendir.

Yine devrim için şu özellikleri de diyalektik olarak kavramak önemli olacaktır. Devrimci durum, nesnel şartlar ve öznel şartların diyalektik bütünlüğü. Devrimci durum yönetenlerin istediği şekilde yönetemediği, yönetilenlerin artık yönetilmek istemediği bir durumu ifade eder. Nesnel şartlar uzlaşmaz karşıtlık anlamında emek-sermaye çelişkisidir. Öznel şartlar ise proletaryanın devrimci sınıf partisinin oluşturulması ve proletaryanın kendi öz örgütlerini kapitalizm içinde de en ileri noktada oluşturmaktır.

İşte bu noktada proletarya devriminin biçim ve özellikleri de daha öne çıkmakta ve önemli hale gelmektedir. Dolayısıyla Rusya’da devrimin üç kavranışının anlaşılması çözüm için önemli argümanlar sunmaktadır.

Devrime ilişkin Menşevik tavrın şekillenmesini sağlayan Plehanov olmuş, Plehanov’un Marksizm’i, Rusya ile Batının tarihsel gelişme yollarının ilkesel özdeşliğini tanımlamak üzerine yoğunlaşmıştı. Rus burjuva devriminin zaferi, ancak liberal burjuvazinin önderliği ile anlaşılabilir bir şeydir ve iktidarı onun eline teslim etmelidir. Demokratik rejim, ardından, Rus proletaryasına sosyalizm mücadelesinde şimdiye kadar görülenlerle karşılaştırılmayacak bir başarıya ve Batıya yetişmek olanağını verecektir.

Lenin’in perspektifi ise şöyle ifade edilebilir. Geç kalmış Rusya burjuvazisi kendi devrimini sonuna kadar götürmekten acizdir. “ Proletaryanın ve köylülüğün diktatörlüğü” aracılıyla devrimin eksiksiz zaferi, ülkeyi ortaçağlıktan temizleyecek, Rus kapitalizminin gelişmesini sağlayacak, kentlerde ve kırda proletaryayı güçlendirecek ve sosyalizm mücadelesi için geniş olanaklar açacaktır. Öte yandan Rus devriminin zaferi, Batı’da sosyalist devrim için güçlü bir etki sağlayacak ve Batı böylelikle yalnızca Rusya’yı geri dönüş tehlikesinden kurtarmakla kalmayacak, aynı zamanda Rus proletaryasının görece kısaca bir aralıkta iktidarı zapt etmesine olanak sağlayacaktır.

Sürekli devrim perspektifi ise şöyle özetlenebilir. Rusya’da demokratik devrimin eksiksiz zaferi, köylülüğe dayanan proletaryanın diktatörlüğü biçimi dışında anlaşılır bir şey değildir. Gündeme kaçınılmaz olarak yalnızca demokratik görevleri değil, sosyalist görevleri de getirecek olan proletarya diktatörlüğü aynı zamanda uluslar arası sosyalist devrime güçlü bir ivme verecektir. Rusya’yı burjuva geri dönüşünden kurtaracak olan ve ona sosyalist inşasının tamamlanması olanağını verecek olan Batı proletaryasının zaferidir.

Bu devrim biçimlerine bütünsel saiklerle bakmadığımızda sanki bu üç biçimin aralarındaki farkların öze dönük değil biçimsel farklar olarak anlaşılabilir. Oysa Plehanov’un devrim çizgisi burjuvazini önderliğinde ve kapitalizmin geliştirilmesi için önerildiği için daha net anlaşılabilecek özellikler taşımaktadır. Lenin’in devrim çizgisi ve Troçki’nin sürekli devrim çizgisi ise sanki aralarında öze dönük fark yokmuş olarak anlaşılabilir. Oysa Lenin’de, Plehanov’dan farklı öncülüğü burjuvazi değil de proletarya alsa da yine amaç kapitalizmin geliştirmesine tekabül etmektedir. Troçki’de sürekli devrim çizgisi ise Proletarya öncülüğünde yalnız demokratik görevler için değil , temelde sosyalizm- komünizmin inşasını kapsayacaktır.

Dolayısıyla Lenin Şubat Devriminde kesintisiz devrimi savunmasına rağmen iktidara proletarya gelmemiş, burjuvazi iktidar olmuştur. Bu durum yani proletarya hegemonya kuramadığı için ikinci bir devrim gerekmiştir. Elbette proletaryanın köylülüğün desteği olmaksızın bir devrim yapamayacağını kabul eden Troçki, proletaryanın öncülüğünü ise kaçınılmaz görüyordu. Yine proletaryanın öncülüğünde gerçekleşecek bir devrim demokratik bir program uygulasa bile Troçki’ye göre demokratik bir devrim olarak adlandırılamazdı. Oysa Lenin daha önce Ekim Devrimini bile zaman zaman burjuva demokratik devrim olarak adlandırmıştır. Ama sonuçta Lenin Troçki’nin sürekli devrimine yaklaşmış ve Ekim Devrimi başarıya ulaşmıştır.

Elbette proletarya devriminin bu arka plan gerçekliği güncelik anlamında da önemini korumaktadır. Asgari program veya geçiş programları önemli olsa da, “ Demokratik, Sosyal ve Özgürlükçü Laik bir Cumhuriyet” savunulup bunu azami programa bağlamayanlar yani Proletarya devrimi, sosyalizm-komünizmi savunmayanlar sonuçta nesnel olarak kapitalizmi, burjuvazinin iktidarını savunur olacaklardır.

Yorumlar (1)
Sedat Şahin 1 yıl önce
Üzerinden geçen 100 yılı aşkın bir zamanı görmezden gelen proleter devrim değerlendirmesi artık arkaik bir görüş olmaktan öteye gitmiyor. Marksistler diyalektik yasaların ve tarihsel materyalizmin sonraki yüzyılı daha da aydınlatacağını görmeli, buna göre mücadele yöntemleri geliştirmelidirler. Kapitalizmin önüne geçemediği, aksine dinamikleri nedeniyle destek olduğu bilimsel gelişmeler geleceğin modern sınıfsız / yöneticisiz toplumunu bugünden çok net bir şekilde göstermeye başlamıştır.
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 32 87
2. Fenerbahçe 32 85
3. Trabzonspor 32 52
4. Beşiktaş 32 48
5. Rizespor 32 48
6. Başakşehir 32 46
7. Kasımpasa 32 46
8. Sivasspor 32 44
9. Antalyaspor 32 42
10. Alanyaspor 32 42
11. A.Demirspor 32 40
12. Samsunspor 32 38
13. Ankaragücü 32 37
14. Kayserispor 32 37
15. Konyaspor 32 36
16. Hatayspor 32 33
17. Gaziantep FK 32 31
18. Karagümrük 32 30
19. Pendikspor 32 30
20. İstanbulspor 32 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 30 68
2. Göztepe 30 60
3. Kocaelispor 30 52
4. Ahlatçı Çorum FK 30 52
5. Sakaryaspor 30 51
6. Bodrumspor 30 49
7. Boluspor 30 46
8. Bandırmaspor 30 46
9. Gençlerbirliği 30 44
10. Erzurumspor 30 41
11. Keçiörengücü 30 36
12. Şanlıurfaspor 30 34
13. Ümraniye 30 34
14. Manisa FK 30 33
15. Tuzlaspor 30 32
16. Adanaspor 30 32
17. Altay 30 15
18. Giresunspor 30 7
Takımlar O P
1. M.City 32 73
2. Arsenal 32 71
3. Liverpool 32 71
4. Aston Villa 33 63
5. Tottenham 32 60
6. Newcastle 32 50
7. M. United 32 50
8. West Ham United 33 48
9. Chelsea 31 47
10. Brighton 32 44
11. Wolves 32 43
12. Fulham 33 42
13. Bournemouth 32 42
14. Crystal Palace 32 33
15. Brentford 33 32
16. Everton 32 27
17. Nottingham Forest 33 26
18. Luton Town 33 25
19. Burnley 33 20
20. Sheffield United 32 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 31 78
2. Barcelona 31 70
3. Girona 31 65
4. Atletico Madrid 31 61
5. Athletic Bilbao 31 57
6. Real Sociedad 31 50
7. Valencia 31 47
8. Real Betis 31 45
9. Villarreal 31 39
10. Getafe 31 39
11. Osasuna 31 39
12. Las Palmas 31 37
13. Sevilla 31 34
14. Deportivo Alaves 31 32
15. Mallorca 31 31
16. Rayo Vallecano 31 31
17. Celta Vigo 31 28
18. Cadiz 31 25
19. Granada 31 17
20. Almeria 31 14