GENEL DEĞERLENDİRME
Küresel kapitalizm-emperyalizm pazar ve tedarik zincirlerinde tıkanmalar ve etnik ve mezhepsel üstünlük anlamında birbirlerini yok etme noktasında bütünsel olarak savaş üretmeye devam ediyor. Son dönemde bu savaş Rusya-Ukrayna, İsrail’in Suriye, İran’a saldırısı olarak dış savaş, bugünlerde ise Suriye’de mezhepsel anlamda iç savaş olarak devam etmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu sıcak savaşın merkezi olarak insanlık dramı ve yıkımının yaşandığı ana halkadır. Ama aynı Ortadoğu görünür görünmez şekliyle sürekli, isyan, ayaklanma, devrim biriktirmeye, üretmeye nesnel ve öznel saiklerle devam etmektedir. Ortadoğu’nun alt-yapı ve üst yapı olarak çoklu yapısı ve kurumsal ve kuralsal olarak sağlam zemini olmamasından kaynaklı bu birikim ve üretimin zamansal olarak beklenmeyen koşullarda patlamaya dönüşmesi sürpriz olmayacaktır. Bu anlamda Ortadoğu’da güncel gelişmelere gözlem, araştırma-inceleme noktasında vakıf olmak enternasyonal görev olarak da ders ve örnek niteliğindedir.
Gelinen aşamada Suriye, Esad yönetiminin devrildiği 8 Aralıktan bu yana bir kez daha kanlı çatışmalara sahne oldu. Suriye’de adeta rutin olan kaos ve belirsizlik hız kesmeden devam ediyor. Somut duruma bakıldığında sahadaki silahlı radikallerden ve yağma- güç amacıyla hareket edenlerden oluşan silahlı yapılar, cezasızlık sayesinde cesaretlenip daha da güçlendiler ve büyüdüler. Bu duruma rağmen Eş Şara yönetimi kendisine bile tehdit olan bu başıboş güruha değil azınlıklara gözünü dikti. Tamamen insani korkularla hareket eden azınlıklar ise elbette silah bırakmak istemedi ve istemiyor. Suriye’deki 700 bin civarında Dürzi de defalarca “ Kalıcı ve kapsayıcı bir anayasa hazırlanmadan, can ve anayasal hakları garanti altına alınmadan, devletin inşası aşamasında kendilerine de yer verilmeden silah bırakmayacaklarını açıkladı”. Bu durumda hem Dürziler hem de Kürtler ve gruplara yakın olan ılımlı Sünniler için silah bırakmak demek, sahadaki radikallerin, yağmacıların, kanunsuzların açık hedefi haline gelmek demek. Bu yüzdendir ki, bu kesimler Alevileri gösteriyor ve “ Silahları bırakalım da sonumuz Aleviler gibi mi olsun? “ diyor.
Somut duruma bakıldığında, iç savaş şeklinde başlayan Şam ile, Dürzilerin yoğun olarak yaşadığı, dini ve kutsal mekanlarının olduğu Süveyda kenti arasındaki yolda Dürziler ile Bedevi Arap aşiretler arasında çatışma olduğu duyuruldu. Sonuçta beklenen oluyor ve Şam’daki geçici yönetime bağlı güvenlik birimleri olaya dahil oluyor, çatışmaları yatıştırmak üzere Süveyda’ya giriyor ve aylardır silahlarını teslim etmek istemeyen kentin çok büyük bir kısmını kontrolü altına alıyor. Şam ne derse desin ortada açık bir provokasyon var ve Dera’daki Bedevi Arapları Dürzilere saldırtan Şara yönetimi, Dürzilere boyun eğdirmeyi başardı. Sonrasında yerlerde sürüklenen cesetler, dövülen yaşlı Dürziler, kutsal sayılan bıyıkları zorla tıraş edilen Dürzi erkekler. Süreç kirli ve kanlı olayların varlığı ile devam ediyor.
Yine bu iç savaş önemli başka güncel gelişmeleri de kapsayarak ilerlemektedir. Suriye’nin güneyindeki Süveyda kentinde Dürzi topluluk mensupları ile Bedevi güçler arasında patlak veren çatışmalar artık karşısında direnebilecek herhangi bir güç bulunmayan İsrail içinde yeni fırsat kapılarının açılması demek. Beşar Esad yönetiminin sona erdirilmesinden sonra uzun süre işbirliği yaptığı Dürzileri koruma kılıfı altında İsrail Suriye Cumhurbaşkanlığı ile Savunma Bakanlığı binalarını bombaladı. Böylelikle zaten mezhep kaynaklı bölünmenin yaşandığı, başta Aleviler olmak üzere azınlıkların katledildiği cihatçılar yönetimindeki Suriye’de gerilimi kendi lehine tırmandırmış oldu.
Gelinen noktada HTŞ şefi Ahmet Şara’nın Devlet Başkanlığına oturtulmasından sonra Dürziler de, Hıristiyanlar ile Aleviler gibi ayrımcılığa tutuldular. Şara’nın cihatçı/ İslamcı yönetimi, tersini söylese de Dürzilere de baskı yaptı. Ancak silahlı bir güce sahip olmaları nedeniyle yerleşik bulundukları Süveyda’da Dürziler en son Bedevi Araplarla yaşadıkları çatışmalara müdahil olan Şaraa güçleriyle çatıştı. İhlal edilse de sonunda bir ateşkes anlaşması yapılmışa benziyor. Ayrımcılığa uğradıkları gerekçesiyle İsrail’den destek beklediklerine inanılıyor Dürzilerin. Bunda, İsrail’de yaşayan Filistinli Arap vatandaşlarının aksine, birçok Dürzi’nin Gazze’deki savaş da dahil olmak üzere İsrail ordusunda, polisinde görev yapıyor olmalarının payı var. İsrail’deki Dürzilerin çoğu kendilerini İsrail vatandaşı olarak tanımlarken, İsrail işgal altındaki Golan’da yaşayan 20 binden fazla Dürzi kendisini Suriyeli olarak tanımlıyor. Bu durum İsrail’in Dürzilerin haklarını savunuyor görüntüsünün de ortaya çıkmasını sağlıyor.
Bu noktada Dürziler eğer tuzağa düşerlerse kendileriyle beraber Suriye’yi içinden çıkılmaz bir kaosa sürükleyebilirler. Şaraa yönetimine karşı çıkmaları baskı gören bir azınlık olarak doğal ancak bu İsrail korumasını istemeye kadar giderse haklılıklarını yitirebilir Dürziler. Lübnan Dürzilerinin liderlerinden, Lübnan Dürzi İlerici Sosyalist Parti lideri Velid Canbolat İsrail’in Dürzileri koruma niyetini samimi bulmayanlardan. Canbolat Suriye Dürzilerini uyarırken ulusal birlik çağrıları da yaptı. Sonuçta Suriye için yakın tehlike kimi haklı nedenlerle Şaraa yönetimine direnen Dürzilerin müttefik arayışlarında yapacakları bir yanlışla Suriye’yi İsrail’in kucağına atabilir. Sonuçta sosyalist-komünistlerin tutumu bu iç savaşta azınlıkların birinin yanında olmak değil, tüm azınlıkların yıkımına neden olan kendi egemenlerine silahlarını çevirmelerini savunmak olacaktır.
Burada da önemli gördüğümüz bir başka güncel dış gelişmenin değerlendirilmesi ile devam ediyoruz.
Trump’ın ABD’de vahşete dönük, yıkım politikaları, uygulamaları devam ediyor. Trump’ın yeni bütçesinde 30 milyar dolar ayırdığı ve giderek işçi ve emekçilere karşı topyekun savaşın gizli polisi haline gelen göçmenlik ve sınır polisi, ICE’nin askeri operasyon ve teçhizatlarla Kaliforniya’daki kenevir çiftliklerinden birine düzenlediği operasyonda bir işçi öldü, onlarcası yaralandı ve iki yüz civarında işçi ise ICE tarafından gözaltına alındı. ABD’de 2.6 milyon civarında tarım işçisi var, bu işçilerin en az 1 milyonu göçmen ve bu göçmen işçilerin de yaklaşık yarısı vizesi ya da çalışma izni olmayan, “belgesiz” olarak adlandırılan işçiler. Göçmen ve özellikle belgesiz göçmen işçiler düşük ücret ve ağır çalışma koşullarının yanında sigortasız ve kötü barınma şartlarında çalıştırılıyor. Sadece tarım değil, örneğin restoran, otel, et işleme gibi sektörlerde bu ucuz ve hemen hiçbir hak vermek zorunda olmadıkları belgesiz göçmen emeği ile yüksek kârlar elde ediyor.
Trump yönetimi askeri tarzdaki ICE saldırılarının yanında bu yoğun sömürü koşullarına yasal zemin kazandıracak geçici çalışma vizesi programları üzerinde çalışıyor. Mevcut yasal hazırlıklara göre belgesiz işçilerin önce ülkeyi terk etmesi, ardından da geçici çalışma vizelerine başvurarak tekrar ülkeye girmeleri gerekiyor. “Misafir işçilik” denen bu programlar işçinin tüm yasal zeminini çalıştıkları spesifik şirketin keyfine bırakan, göçmen işçi giriş çıkışını yukarıda saydığımız sektörlerin ucuz iş gücü ihtiyacının zirve yaptığı dönemlere göre düzenleyip daha iyi kontrol edebilen, dolayısıyla iş yerindeki kontrolün işçinin günlük yaşamının her anına genişletildiği ve tarihsel olarak da köle emeğine sistemleriyle benzerlikleri olan programları.
Bu rutin saldırı ve politikalar aynı zamanda siyah-beyaz, göçmen-göçmen olmayan, evraklı göçmen- evraksız göçmen, mavi yaka-beyaz yaka, sendikalı –sendikasız, misafir-misafir olmayan işçi gibi suni ayrımların sürekli körüklendiği Amerikan işçi sınıfının bölünmüş, parçalanmış halinin de devamı ve bu ayrımların derinleşmesini de hedefliyor. Sonuçta Trump ve ABD kapitalizmi-emperyalizminin geleneksel politikası olan içerde huzur, istikrar, barış anlayışı giderek yara almaya, ortadan kalkmaya aday durumda nicel birikim yaratmaktadır. Dışarıda ise korku yayma politikası da artık kanıksanmış şekliyle tutmuyor.
Bu bölüme iktidar ve muhalefetin güncel gelişmelerinin genel değerlendirilmesi ile devam ediyoruz.
İktidarın devlet aklı ve eğilimi ile birlikte yoğunlaştığı ve yoğunlaşmaya zorunlu kaldığı alan Kürt sorunu olmaya devam ediyor. Bu noktada iktidar eğilimi için PKK’nin silah bırakması ve bunun başat olarak koşulsuz olmasına rağmen tek taraflı özne olma hali de devam etmektedir. Bunun somut ifadelerinden önemli birisi iktidarın soruna bakış ve çözüm eğilimi “terörsüz Türkiye” anlayışında şekillenmektedir. Yani iktidar bileşenleri Kürt sorunu dememeye bilinçli bir tercih olarak adeta vebalı-kanserli muamelesi yapmaktadır. Bu durum Kürt hareketinin özne olma durumu etkinliğini kabul ettirip iktidarın bu katı tutumu değiştirmeye yol vermezse sorun kırılganlık, açmazlar, belirsizlik ve kaos olarak başlamadan bitmeye adaydır.
Bu noktada iktidarın bilinçli, planlı, hazırlıklı manipülasyon ve illüzyon yaratma durumu da devam ediyor. Erdoğan’ın günlerce propagandası yapılan tarihsel açıklama yapacağı konuşması bizler açısından adeta dağ fare bile doğurmadı dedirtmektedir. Öncelikle şunu belirtelim. Erdoğan’ın açıklamasında seçtikleri konuları bırakalım tarihsel olmayı güncellik anlamında da beklenen dışında dikkat çekmediği açıktır. Şayet Erdoğan tarihsel olabilecek açıklama konusu olarak işçi ve emekçilerin ücret-maaşlarını gerçek enflasyon seviyesinde artırılacağını açıklasa veya cezaevindeki siyasi tutsakların hepsinin tahliye olacağını belirtseydi bu bile tarihsel olamayacaktır. Çünkü bunlar burjuva yasalarda bile yapılması gereken uygulama olacak, tersi durum suç teşkil etmektedir. Yine bu noktada sorunlu, zaaflı bir durumda (diğer başka konularda da geçerli olan) bazı muhalif kesimlerin de açık-kapalı olarak Erdoğan’ın bu açıklamasına tarihsel demeleri olmuştur.
Erdoğan’ın “müjde” olarak sunulan ve tarihsel olacağı söylenen açıklamasının içeriğinde öne çıkan başlıklar, iktidar blokunun hangi hesapları yaptığını ve bu temelde hangi politikaların sürdürüleceğini de gösteriyordu. Son seçimlerde birinci parti olarak çıkan ana muhalefet partisi CHP, tarihinde ilk kez bu kadar açık biçimde Kürt sorununun barışçıl-demokratik çözümünden ve bu temelde Meclisin sorumluluk üstlenmesinden yana tutum almışken Erdoğan’ın konuşmasında CHP’nin adını bile ağzına almaması, iktidar blokunun asıl derdinin çözüm değil, kendi bekası temelinde bir siyasi dizayn olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Konuşmasında “ AK Parti, MHP, DEM biz üçlü olarak bu yolda beraber yürümeye karar verdik “ diyerek Öcalan ile yürütülen süreci Kürtlerde beklenti yaratma ve DEM Partiyi muhalefet blokundan koparma için kullanma niyetini açığa vuruyordu. Kuşkusuz Erdoğan, DEM Partiyi AKP ve MHP’yle birlikte anmasının ulusalcı-milliyetçi çevrelerin saldırılarına alan açacağını biliyordu ve tam da bunu istiyordu. Çünkü bu saldırıların hem DEM Parti ve Kürtleri iktidar blokuyla daha fazla yakınlaşmaya zorlayacağını ve hem de CHP’nin bu süreci sahiplenmesini daha da zorlaştıracağını hesap ediyordu.
Ayrıca Erdoğan’ın “kapı açık” dese de komisyonu AKP, MHP ve DEM Parti ile sınırlama çabasının arkasında bu süreci anayasa değişikliğine ilerletme hesabının olduğuna da şüphe yok. Yine Erdoğan’ın “sessiz devrim” diye yaptıklarını açıklarken neden binlerce siyasetçinin cezaevlerinde olduğu, neden kayyımların atanarak halk iradesinin gaspına devam edildiği, yargının nasıl iktidarın tetikçisi haline geldiği, neden sınır ötesi operasyon ve işgallerin sürdüğü sorularının yanıtını vermiyor. Öte yandan bu “sessiz devrime” rağmen en temel insan haklarından biri olan ana dilde eğitimin neden hala yasak olduğunu, neden Anayasa’da devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türk olduğunun yazdığını da açıklamıyor.
Yine Erdoğan’ın “ Türk, Kürt, Arap İttifakının” zaferi olarak belirtilen bu tespit sorunlu ve hedefi, amacı belli olan açıklama olmuştur. Elbette halklar arasındaki ittifak ve birlik önemlidir. Ancak burada Erdoğan’ın “ Türk, Kürt, Arap ittifakı” üzerinden yaptığı tarih yazımı ya da okumasının nedenini sorgulamak gerekiyor. Çünkü halklar arasındaki ittifak ve birlik, bu ittifak birliğin hangi sınıfsal çıkarlar ve politikalar etrafında yapıldığından bağımsız değerlendirilemez. Erdoğan bu soruya “Türk, Kürt, Arap İttifakının tarihte Çin Denizinden Adriyatik’e serin esintiler yaydığını” söyleyerek yanıt veriyor. Başka bir deyişle bugün bu ittifakı kapitalizmin, alt-emperyalizmin çıkarları temelinde kendi iktidarının sürdürdüğü yayılmacı emellerin bir dayanağı haline getirmek istiyor.
İktidarın bir başka yoğunlaştığı hedef CHP belediyelere dönük operasyonların alt düzey görevdeki insanları da kapsayan şeklinde devam etmesidir. İktidar için hayati derece de önem arz eden iktidarı kaybetmemek için her yola başvurmasıdır. Bunun içinde bu aşamada tek korkusu CHP’nin ilk seçimde iktidar olacağının bilinmesinden kaynaklıdır. Özgür Özel’in son konuşmalarında ısrarla hesap sorulacağından, Yüce Divan’dan bahsetmesi de geniş kitlelerin taleplerinin karşılanmasının teyidi olmuştur. Dolayısıyla iktidar bütünsel saikleriyle bakıldığında bu operasyonları belli bir seviyede bitireceğini ve buradan kazançlı çıkacağını zannederken isteği olmadığı gibi, macun tüpten çıktığı misali geriye de dönememektedir. Belki de istemese de süreci en alt düzeyde görevde olanlara çevirerek istese de operasyonları bitirememekte, tersine süreç her geçen zamanda bumerang etkisiyle kendisine dönmektedir.
Ana muhalefet partisi CHP’nin güncel gelişmelerine baktığımızda ise rutin gelişmeler devam etmektedir. Belediyelere dönük operasyonlar belli ki insansız belediye olana kadar devam edecek gibi görünmektedir. Elbette uzun bir zaman kesitinde meydanları, sokakları adeta unutan CHP, son dönem kendine dönük operasyona karşı olsa da meydanları kullanması önemli olmuştur. Bu mitinglerin her hafta bir il ve ilçede yapılması da mitinglerin önemini daha da yükseltmektedir. Ayrıca mitinglerin yalnız CHP’nin güçlü olduğu yerler dışında da yapılması ve katılımın yüksek olması da ayrıca önem arz etmektedir. Bu durum kitleselleşmek açısından bir test olacaktır. Yine mitinglere yalnız CHP’liler değil hemen tüm muhalefet bileşenlerinin katılması da toplumsal muhalefetin kendiliğinden de olsa birliğine önemli katkı olmuştur.
Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen neden CHP oy oranını istenilen düzeyde artıramıyor. Yine belediyelere dönük operasyonları durduramıyor. Özellikle 20 ye yakın belediye başkanının bir kaçını bile cezaevinden çıkmasını sağlayamıyor. ( Ağır hastalığına rağmen Beylikdüzü Belediye Başkanının cezaevinden çıkamaması gibi. )CHP’nin oy oranını istenilen, beklenilen düzeyde artıramamasının önemli nedenlerinden birisi nesnel bir durum olarak AKP-MHP’nin bütün mezalim ve yıkım politikalarına rağmen hala oy oranlarının yüzde 35 lerin üzerinde olmasıdır. Normal şartlarda bu oy oranı yüzde 10 ları geçmemelidir. İktidarın hala bu oy oranlarını korumasının temel önemde nedenlerinden muhalefetin özellikle de ana muhalefet olarak CHP’nin henüz istenilen düzeyde alternatif ve çözüm olamamasıdır. Öznel neden olarak CHP oy oranını artırması ve kitleselleşmek için parti çalışmasını temel almalıdır. Bu çalışma birebir insanlarla buluşmaktan geçmektedir. Mitinglerin önemi olsa da oy oranını artırmada küçük katkısı olduğu açıktır. Ev ev geniş kitleler ile buluşmak, onlara dokunmak, yüzleşmek anlamında sürekli faaliyet oy oranlarını yükseltmek ve kitleselleşmek için temel önemdedir. Ayrıca CHP mitinglere devam etse de yeni yaratıcı eylemler bulmalı hayata geçirmelidir. Aynı gün tüm ülke çapında eylemler gibi. Özgür Özel’in de belirtiği gibi mitinglerin dağılmadan devamı, mitinglerin stratejik yerlerde yapılması, çeşitli sivil itaatsizlik eylemleri gibi.
Bu dönem için CHP ve Özgür Özel için turnusol ve test olacak bir başka önemli ve temel önemde konu da Kürt sorunu konusunda alacağı tutum olacaktır. Elbette yeni CHP kendi içinde ırkçılardan kurtuldukça dışa dönükte daha barışçı olmaya başlamış olup bu süreç devam etmektedir. Son günlerin önemli gelişmesi Mecliste komisyon kurulması ve buna üye vermek için partilerin tavrı olacaktır. Bu noktada CHP’nin nicel-nitel gücü anlamında Kürt sorununun geldiği bu aşamada komisyona katılması ekstra önem arz etmektedir. DEM Partinin ve Kürt hareketinin de ısrarla CHP’nin bu sürece( komisyona da dahil )aktif katılmasını istemesi de bilinçlidir.
Bu noktada CHP’nin Özgür Özel’in Mecliste kurulacak komisyona üye vermek de dahil sürece aktif katılımı başat olarak turnusol ve test olacaktır. Özellikle de ırkçı-faşist eğilimli ve derin yerlerin görevlisi olarak satış ve provokatörlükte tescilli olan Ümit Özdağ’ın CHP’ye dönük yüksek sesle ve anlamlı vurgu ile komisyona katılmama çağrısı mutlaka boşa çıkarılmalıdır. Özdağ’ın cezaevinden çıkmasının karşılığı olarak CHP’nin mitinglerine katılmama da dahil CHP’nin bu komisyona katılmama çağrısı ve bilmediğimiz görevleri yerine getirdiği açıktır. Bu arada bir kirli-karanlık dönemin simgesi olan “beyaz torosların” maketinin savcının masası üzerinde görülmesi ve bunu deşifre eden Özgür Özel’e soruşturma açılması da CHP’ye dönük saldırganlığın bir başka teyidi olmuştur.
Dolayısıyla CHP, Özgür Özel hem barış adına hem de Özdağ’ın çağrısını reddetmek için komisyona üye de vererek sürece aktif katılmalıdır. Elbette CHP bu komisyondan belediyelere dönük operasyonların durdurulmasını ve tutukluların tahliyesini ve benzeri talep de bulunabilir. Tersi durumda Özdağ nasıl Kılıçdaroğlu’nu alabora edip, açmaza düşürmüşse benzeri akıbete Özel’in uğraması da sürpriz olmayacaktır. Nasıl ki Kılıçdaroğlu gömleğin düğmesinin yanlış iliklenmesi sonucu bir daha toparlayamamış ve adeta miadını doldurmuşsa, aynı yıkıma Özel’de uğrayacaktır. Birde konu ile bağlantılı ve önemli gördüğümüz konu derin yerlerin nicel-nitel güç olarak birinci partisi olan MHP- Bahçeli ikna edilip yola getirildiyse, ırkçı-faşistlikte MHP’nin türevi olabilecek partilerin (başta Zafer ve İyi Parti gibi ) yola getirilmesi rahatlıkla mümkündür. Ama derin yerler şimdilik bu partilerin özellikle Kürt sorunu konusunda ırkçı-faşist, şahin tavırlarının süreçte kendi çıkarlarının gereği olarak kendilerine zorunlu katkı sağlayacağını bildikleri için bu eğilimleri yedekte tutmaktadırlar.
Bu bölüme toplumsal muhalefet olarak Kürt hareketi ve DEM Partinin dönemsel ve güncel gelişmelerinin değerlendirmesi ile devam ediyoruz.
Öncelikle ve özellikle Kürt sorunu gibi olağanüstü dönemlerde tekrar da olsa ezen ulus sosyalisti-komünisti olarak şoven ve sosyal şovenizmden azade olmak için dikkatli, ihtiyatlı, temenni, öneriler çerçevesi dışına çıkmadan değerlendirme yapmak istiyoruz. Yine öncelikle şunu belirtelim. Tarihsel saiklerle100 yılı aşan yalnız bölgesel değil uluslararası olmuş böylesi devasa ve bütünsel bir sorun olan Kürt sorunun uzun erimli bir süreç olduğu unutulmamalıdır. Bu anlamda yapılacak değerlendirmelerin bir sonuç değil, başlangıç olduğu da bilinmelidir. Dolayısıyla özellikle irademiz dışında böylesi çok boyutlu bir konuda yanlışlar, eksiklikler, hatalar olması sürpriz olmamalıdır. Elbette bunların düzeltilmesi atlamadan yapılmalıdır.
11 Temmuzda 30 kadın-erkek PKK’lının Süleymaniye’de tarihi anlamı olan mağara yakınında silahlarını yakmaları ile yeni bir dönem ve süreç başlamış oldu. Bu silah yakma olayı simgesel de olsa silahların bırakılmasının başlangıcı olması anlamında önemli olmuştur. Önceki yazılarımızda da belirtiğimiz gibi bir insanın ölmemesi için barışı istemek afaki bir istem değil, gerçekliğin kendisidir. Bu anlamda bu süreci desteklemek demokrat bir görev olmuştur. Dolayısıyla gelinen aşamada somut olarak silahların yakılması ile başlayan süreç ile değerlendirmelerimizi güncel saiklerle daha net ve bütünsel yapabiliriz.
Yine öncelikle şunu belirtelim. Kürt sorununun ulusal-demokratik çerçevede çözümü ( kalıcı çözümün Sosyalist Kürdistan olduğunu dışarda tutarak ) bile ortadayken ve negatif ve pozitif barış süreci olumlu sonuçlanmadığı noktada Kürt varlığı temel, PKK sonuç olduğu için, yeni PKK benzeri örgütlenmelerin ortaya çıkması sürpriz olmayacaktır. Dolayısıyla bu durumda ezen-ezilen ilişkisine diyalektik saiklerle bakıldığında şiddet bir ve aynı değildir. Bu anlamda ezilenlerin şiddetinin meşru olması noktasında istemlerden, temennilerden bağımsız olarak şiddet ve silahların varlığı ve devamı da nesnel saiklerle meşru olacaktır. Önceki yazımızda silahların bırakılmasına karşı olan görüşlerin bastırılmaması ve ikna ve eleştiri-özeleştirinin esas olmasına değinirken, bu sosyolojik gerçeklikten hareket ettiğimizi de belirtelim.
Bu süreçte kendi otantiğinden kaynaklı CHP’li belediyelere dönük operasyonların varlığından kaynaklı yeni başlayan Kürt sorununun etkin tartışılması yeterince görülmese de elbette bir zaman sonra CHP’ye dönük operasyonlar sonuçlanacaktır. Bu anlamda yeni başlayan Kürt sorunu süreci daha başat olacak hemen her şeyi kesen, belirleyen, etkileyen olarak net ve açık olarak görülecek ve yoğun olarak tartışılacaktır. Bu noktada sosyalist-komünistlerin süreçteki her gelişmeye vakıf olup taraf olarak görüş belirtmeleri daha da önemli hale gelmiştir.
Önceki yazılarda Kürt sorununa dönük program ve güncel çerçevede değerlendirme yaptığımız için ve bu değerlendirmelerin referansıyla konuyu ele aldığımızda geldiğimiz noktada genel çerçevede ve öz ve başlık olarak şöyle bir değerlendirme önemli olacaktır. Gelinen aşamada nesnel-öznel saiklerle negatif ve pozitif süreci diyalektik olarak birleşmiş durumdadır. Bunların öncelikleri muhtevayı değiştirmeyecektir. Bu anlamda Büyük Barış Kürt hareketinin bütün bileşenleri ve DEM Parti tarafından ulusal-demokratik ve sol çizginin savunulan taleplerinin gerçekleşmesiyle çözülecek, hayat bulacaktır. Bu anlamda kapitalizm sınırları içinde çözüm süreci taviz ve uzlaşıları kapsayacak da olsa sonuçta Kürt hareketi ve DEM Partinin başarılı olması ve kazanımla çıkması sürpriz olmayacak mümkün olacaktır.
Bunun içinde kısaca ifade edecek olursak, Kürt dili üzerindeki tüm baskıların kalkması (Meclisteki bilinmez dil garabeti gibi ) Kürtçe anadilde eğitimin kabulü, yerel yönetim şartlarının kabulü ve tüm hasta ve diğer siyasi tutsakların tahliyesi vb. gibi savunulmalıdır. Yani ulusal-demokratik ve sol çizginin gereği olan talepler net olarak ortaya konmalı ve tutarlı olarak arkasında durulmalıdır.
Bu noktada geriye dönülmesi mümkün olmayan ve sonuçta olası yıkım yaşanması mümkün olacak bazı tasarruflardan, tutumlardan aleni şekilde kaçınmak gerekmektedir. Önceki bir yazımızda da belirttiğimiz gibi olası bir erken seçim veya zamanın da yapılacak seçimde Kürt hareketi ve DEM Parti sol çizgisinin gereği olarak iktidarı desteklemeden kesinlikle kaçınmalıdır. ( Bu durum dönemsel ve konjonktür olarak kendi adaylarını desteklemek veya oy vermemek şeklinde de olabilir )Süreç pozitif barış anlamında önemli kazanımlarla devam etse veya sonuçlansa da bu devlet-iktidarın verdiği bir lütuf olmayacaktır, yüksek bedeller ödenecek alınan kazanım olacaktır. Ayrıca bu iktidar değil de başka bir parti de iktidarda olsa çözüm devlet aklına bağlı olduğu için yine aynı saiklerle çözülecektir. Yine bu iktidarın bugüne kadar burjuva yasalarda bile yeri olmayan işlediği suçlardan azade olmayacağının da göstergesi olacaktır.
SONUÇ YERİNE
Dönemsel ve konjonktür olarak bakıldığında gelinen nokta olarak küresel kapitalizm-emperyalizmin kriz-çöküş koşulları artık kapitalizmin çevrim yasalarındaki toparlanmanın mümkün olmadığı şekliyle devam etmektedir. Bu anlamada kriz nihai krize evrilmiş durumdadır. Alt-yapısal ve üst-yapısal olarak yıkım bütün şiddetiyle sürmektedir. Tüm alt-yapısal yıkımların ansal ve dönemsel olarak çoklu şekilde görülmesi ( yüksek enflasyon-pahalılık, yüksek işsizlik, ücret-gelir düşüklüğü ve gıda, su, enerji, eğitim, sağlık, barınma, ekoloji alanında yaşanılan yıkımın aynı anda ve çoklu olarak varlığı gibi ) ve koruma kalkanlarını giderek ortadan kalkması ( örneğin yüksek enflasyon-pahalılığın koruma kalkanı olarak düşük işsizliğin ortadan kalkması gibi ) dönemin adeta alameti-farikası olmuştur.
Gelinen noktada zenginlik yoksulluk arasındaki makas ekstra açılmış olup, zenginlik ve servet sahipliği kapitalist özel tekeller ve devlet tekellerinin egemenliğinden kaynaklı oligarşi içinde bile daha sınırlı azınlığın elinde toplanan sermaye temerküzünün oluşumu zorunlu ve nesnel olarak açlığı öne çıkarmıştır. Yine sermaye ile devlet arasındaki olası çelişkilerin giderek yükselmesi kapitalizm için bir başka sorunlu alan olmuştur. Teknolojik gelişmeler olarak dijital sermaye birikiminin varlığı başat olarak finans kapitalin palazlanmasını getirirken, sanayisizleşme daha görünür hale gelmiştir. Fazla değer, yeni değer, artı değer üretmede giderek zorlanan bir kapitalizm diğer bir sorunlu alan olmuştur.
Üst-yapısal olarak da kapitalizmin-emperyalizmin varlığı demokratik hak ve özgürlükler anlamında siyasi gericiliğe tekabül ederken, devlet biçimi olarak da burjuva demokrasileri, oligarşilere dönüşmüştür. Gelinen noktada ise sermaye birikim sürecinin engelsiz sürekliği için (oligarşilerin sermaye bileşenleri diyalektik olarak değişmese de) güvenlikçi devlet egemen olarak rıza üretmede bile baskı ve zor aparatlarını kullanmaktadır ve giderek faşizm iktidarı için taşlar döşenmektedir. Bu anlamda kapitalizm ultra olarak vahşi, çürümüş, geberen ve zombi olarak geniş işçi ve emekçi kitlelere ekonomik ve hak ve özgürlükler anlamında kırıntı bile vermekte cimrileşmiş durumdadır. İşte böylesi bir kapitalizm koşullarında önemli görsek de reform hatta radikal reformlar bile çözüm olamayacak tarihsel olarak da görüldüğü gibi kazanımlar başat olarak geri alınmış ve yıkım daha artmıştır.
İşte böylesi özellikle Türkiye kapitalizmi koşullarında ve 100 yılı aşan bir Kürt sorunu gerçekliğinde doğru, gerçek( gerçeğin devrimci olduğunu belirterek ) analiz-analitik çözümlemeye vakıf olmak ve ulaşmak için Devrimci Marksizm’in bugün de doğru olan evrensel-temel ilkelerinden diyalektik hareketle güncelliği yakalamak önemli ve zorunlu olmuştur. Tersi bir durumda yaptığını hemen bozan, kafa karışıklığı, belirsizlik ve kaos içinden çıkılmaz bir yıkım olacaktır.
Bu anlamda bazı konu ve kavramlara açıklık getirerek yazıyı sonlandırmak istiyoruz. Öncelikle tekrarda olsa şunu belirtelim. Kürt sorununda ulusal –demokratik ve sosyal-toplumsal çözüm çabalarını her zaman önemli ve değerli bulduk ve destekledik. Özellikle Öcalan’ın geliştirdiği ve Rojava’da uygulama alanı bulan kantonlar paradigmasını da kapsayan( kadın, ekoloji ağırlıklı ) tezlerini küçümsemeden önemli ve değerli bularak destekliyoruz. Demokrasinin praksis olarak geniş kitleler için okul olması önemli olup başka bir kategori olup, devrim adımları ile karşılaştırma anlamında bir ve aynı değildir. Yani sosyalist devrimin koşulları varsa ( Türkiye’de kapitalizm alt ve üst yapı olarak egemendir) demokratik devrim aşamasından geçmek zorunluluk değildir. Diyalektik saiklerle tek bir sürekli-kesintisiz devrim süreci demokratik devrimin görevlerini eksiksiz yerine getirecektir. Bu duruma bakıldığında Ekim Devrimi ile toprak, savaş ve ilhaklar gibi demokratik devrimin görevlerini sürekli-kesintisiz sosyalist-devrim yerine getirmiştir. Tersine önce demokratik devrim sonuçlansın sonra kesintisiz sosyalizme geçeriz tezi yanlışlanmıştır. Bu durum ikili iktidar döneminde net olarak görülmüş ve proletarya değil burjuvazi iktidar olmuştur.. Yine başka bir tez olarak kapitalist devletin egemenliğinde siyasi devrim yukardan devrim olarak devletin parçalanarak burjuvazinin siyasi mülksüzleşmesi demektir. Bağlantılı olarak burjuvazinin ekonomik ve toplumsal olarak mülksüzleşmesinin adı olarak aşağıdan gerçekleşecek olan toplumsal devrimdir.
Sonuçta geniş emekçi kitlelerine dönük en küçük reform ve demokrasi taleplerin karşılanmasını önemli ve değerli bulsak da kalıcı ve radikal olarak kapitalizmin bütünsel yıkımının çözümü ve alternatifi sosyalizm-komünizmdir. Bilimsel saiklerle adına ve aslına uygun bir sosyalizm-komünizmi ütopya da ( bugün veya kısa erimde olmasa da gerçekliğinden kaynaklı sonuçta olacak olması anlamında ) olsa bitmez bir enerjiyle ısrarla savunmalıyız.
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Konyaspor | 1 | 3 |
2. Galatasaray | 1 | 3 |
3. Göztepe | 1 | 3 |
4. Antalyaspor | 1 | 3 |
5. Samsunspor | 1 | 3 |
6. Trabzonspor | 1 | 3 |
7. Alanyaspor | 0 | 0 |
8. Başakşehir FK | 0 | 0 |
9. Beşiktaş | 0 | 0 |
10. Fatih Karagümrük | 0 | 0 |
11. Fenerbahçe | 0 | 0 |
12. Kayserispor | 0 | 0 |
13. Gençlerbirliği | 1 | 0 |
14. Kasımpaşa | 1 | 0 |
15. Kocaelispor | 1 | 0 |
16. Eyüpspor | 1 | 0 |
17. Çaykur Rizespor | 1 | 0 |
18. Gaziantep FK | 1 | 0 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Keçiörengücü | 1 | 3 |
2. Çorum FK | 1 | 3 |
3. Erzurumspor FK | 1 | 3 |
4. Van Spor FK | 1 | 3 |
5. Iğdır FK | 1 | 3 |
6. Ümraniyespor | 1 | 3 |
7. Esenler Erokspor | 1 | 1 |
8. Bandırmaspor | 1 | 1 |
9. Bodrum FK | 1 | 1 |
10. Pendikspor | 1 | 1 |
11. Sakaryaspor | 1 | 1 |
12. İstanbulspor | 1 | 1 |
13. Serik Belediyespor | 1 | 1 |
14. Boluspor | 1 | 0 |
15. Manisa FK | 1 | 0 |
16. Sarıyer | 1 | 0 |
17. Hatayspor | 1 | 0 |
18. Amed SK | 1 | 0 |
19. Sivasspor | 1 | 0 |
20. Adana Demirspor | 1 | 1 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Arsenal | 0 | 0 |
2. Aston Villa | 0 | 0 |
3. Bournemouth | 0 | 0 |
4. Brentford | 0 | 0 |
5. Brighton & Hove Albion | 0 | 0 |
6. Burnley | 0 | 0 |
7. Chelsea | 0 | 0 |
8. Crystal Palace | 0 | 0 |
9. Everton | 0 | 0 |
10. Fulham | 0 | 0 |
11. Leeds United | 0 | 0 |
12. Liverpool | 0 | 0 |
13. Manchester City | 0 | 0 |
14. Manchester United | 0 | 0 |
15. Newcastle United | 0 | 0 |
16. Nottingham Forest | 0 | 0 |
17. Sunderland | 0 | 0 |
18. Tottenham | 0 | 0 |
19. West Ham United | 0 | 0 |
20. Wolverhampton | 0 | 0 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Deportivo Alaves | 0 | 0 |
2. Athletic Bilbao | 0 | 0 |
3. Atletico Madrid | 0 | 0 |
4. Barcelona | 0 | 0 |
5. Celta Vigo | 0 | 0 |
6. Elche | 0 | 0 |
7. Espanyol | 0 | 0 |
8. Getafe | 0 | 0 |
9. Girona | 0 | 0 |
10. Levante | 0 | 0 |
11. Mallorca | 0 | 0 |
12. Osasuna | 0 | 0 |
13. Rayo Vallecano | 0 | 0 |
14. Real Betis | 0 | 0 |
15. Real Madrid | 0 | 0 |
16. Real Oviedo | 0 | 0 |
17. Real Sociedad | 0 | 0 |
18. Sevilla | 0 | 0 |
19. Valencia | 0 | 0 |
20. Villarreal | 0 | 0 |