banner100

04.02.2023, 11:57

Nüfusun yarısının toplam serveti 13 milyarderinkine eşit

Önceki bir dizi yazımızda enternasyonal görev ve sorumluluk olarak tüm ülkelerdeki olayların, direnişlerin, mücadelenin öne çıkan ve önemli gördüklerimizi değerlendirmeye çalıştık. Bunu bir yanıyla kapitalizmin bir dünya sistemi olması, uluslararası olması noktasında Türkiye kapitalizminin de bunun bir dinamik ve aktif parçası olması saikiyle yapıyoruz. Diğer yandan bu değerlendirmeleri yerel-ulusal sosyalizm-komünizmden kopup enternasyonalist olarak hareket ederek her boydan ırkçılığın, şoven ve sosyal şovenizmin panzehiri olduğu için yapıyoruz.

Yine işçi sınıfı ve sosyalizm- komünizmin bütün yeni gelişmeler ve değişmeleri dikkate alarak değerlendirmeye almayı da insanlığın bütünsel kurtuluşunun işçi sınıfının kendi sınıfını da reddederek komünizme ulaşmasını sağlayan sınıf olması saikiyle yapıyoruz. Tüm sömürü, sınır ve sınıfların diyalektik olarak ortadan kalktığı sistemin adının enternasyonal olarak sosyalizm-komünizm olduğu için üzerinde duruyor, değerlendirmeye alıyoruz. Özellikle bu konularda ezberlerden, mutlaklardan, vulgarizmden, indirgemecilikten azade olmak, güncelliği yakalamak, düşünce bazında bile olsa önemli olduğu için bu konuların bazı kesitlerini ele alıyoruz.

Öncelikle ABD’de doğal insanlık özelliklerinden bile kopan bir zombi polisin siyahi bir vatandaşı boğarak katletmesi ile başlayan rutin seri devam etmektedir. Son günlerde yine 29 yaşında bir siyahi 5 polis tarafından dövülerek katledildi. ABD’nin kolonyalist tutumundan kaynaklı Kızılderililere karşı başlayan ırkçı ve yok etme tavrı devam etmektedir. O dönem Kızılderililerin battaniyelerine de bulaşıcı hastalık eklenerek başlayan yok etme süreci bugün boğarak veya döverek katletmeye dönüşmüş durumdadır.

Elbette ki gelinen noktada bu ırkçı, yok etme sürecinin yükselmesinin temel saiki ABD kapitalist- emperyalizmin konumu ile doğrudan ilişkilidir. Yani dünyanın en büyük kapitalist ekonomisine sahip olup, yine dünyada en etkin dolaşımdaki para birimi olarak dolara sahip olmasına rağmen dünyanın en fazla borçlu ülkesi olan ABD’de bu ve benzeri ırkçı saldırıların yükselmesi sürpriz olmayacaktır. Çünkü ABD’nin rutin doktrini olan içerde istikrar ve huzur, dışarıda korku yayma siyaseti ciddi bir yara almış durumdadır.

Bu durum bir yanıyla da ABD hegemonyasının artık giderek gerilediği ve AB, Japonya, Hindistan, Avustralya, G. Kore emperyalist, alt- emperyalist ülkeleri kendi hegemonyasına ortak etmede ciddi zorlandığı belirtilmektedir. Birde buna Çin kapitalizminin özellikle dijital alanda geçmesi eklenmelidir. Çin’in büyüme oranlarının yüksekliği, askeri alanda da yükselişe geçmesi ABD için tehlike çanlarının çalması demektir. Kapitalizmin bu kriz, çöküş hali koşullarında bu hegemonya savaşının süreç içinde daha da boyutlanacağı ve sıcak hale gelmesi de sürpriz olmamalıdır.

Bu durum aynı zamanda geniş kitlelerin ( Özellikle de işçi ve emekçilerin ) ırkçılığa karşı ülke çapında direnişini getirmiştir. Sokakların, meydanların mücadele alanı olması devam edecektir. Bu mücadele akut sorun olarak böyle bir katliam ile başlasa da daha derinlikte barınma , sağlık, sosyal güvenlik, eğitim gibi ABD yoksullarının temel sorunlarının paralı olmasından kaynaklı olduğu bilinmektedir. ABD kapitalizmin kırılganlığı ve açmazları bu sorunları daha da yükseltmiştir. Dolayısıyla giderek bu ırkçılıkla başlayan süreç sınıfsallığı da dönüşerek daha açıktan sürecektir.

Yine 1 yıla yaklaşan Rusya- Ukrayna savaşı da devam etmektedir. Belki gelinen noktada savaş ilk başladığı zaman gibi sıcak olmasa da süreçte başlardan bile daha sıcaklaşması sürpriz olmayacaktır. Bu sıcaklık yalnız Rusya- Ukrayna arasında olmayacak, bölge ve dünyayı kapsama potansiyelini taşıması noktasında yayılacaktır. Kapitalist- emperyalizmin kapitalist mülkiyetten ( Özel ve devlet mülkiyeti olarak ) ve hemen her şeyin meta olmasından kaynaklı kriz, çöküş hali savaşların potansiyel zemini demektir. Bir de buna bu ülkelerin yani özellikle ABD ve Rusya’nın nükleer gücü eklenince insanlık açısından ekstra, ultra risk demektir.

Eğer başta ABD, NATO, Rusya hem kendileri hem de diğer ülkeleri silahlandırıyorlarsa herhalde barış için değildir. Bir analoji yaparsak duvarda asılı silah sonuçta patlayacağı için bu ülkelerin yoğun silahlanması olası savaşlara hazırlık içindir. Bu silahlanmanın en somut halini Almanya kapitalist-emperyalizmi göstermektedir. Kendi çapında önemli bir silah üreticisi ve dağıtımcısı olan Almanya yeni tip leopar tanklarından 14 adet Ukrayna’ya göndererek adeta Ukrayna’yı kışkırtmakta, savaşa teşvik etmektedir. Bu durum Rusya’ya da yansıyacağı için Rusya’nın tekrar caydırıcılık da dahil yeniden daha yoğun Ukrayna’ya ve özellikle bölge ülkelerine işgal de dahil saldırılarına devam etmesi de sürpriz olmayacaktır.

Alman hükümetinin sosyal demokrat başatlığında olması, muhalefette iken daha barışçı tutumda olmasına rağmen giderek iktidara gelince Ukrayna’ya savaş silahlarını göndermesi sosyal demokrat ve yeşillerin tarihsel olarak sınıf uzlaşmacı yanını açık ve net olarak göstermektedir. Ayrıca başta savaşın temel özneleri olarak Rusya ve Ukrayna’nın özellikle silahlanmak doğrultusunda savaş bütçeleri bu ülke işçi ve emekçilerini bağlantılı olarak ilgili ülkelerin işçi ve emekçilerini daha da yoksullaştıracaktır. Bu nesnel durum bu ülkeler işçi ve emekçilerini hareketlendireceği için oligarkların despot iktidarlarının da değişmesine yol açması sürpriz olmayacaktır.

Bu arada dışarı ile de bağlantılı Türkiye ile ilgili iki olayı ele alarak bu bölümü sonlandırmak istiyoruz. Öncelikle seçim tarihi artık iyice yaklaştığı için adeta seçim savaşı da kızışmıştır. Hemen her seçim döneminde dış egemenlerin belirli kanatlarının seçimin ve hükümetler üzerinde etkileyici ve bazı durumlarda belirleyici olduğu bilinmektedir. Özellikle ABD’nin bu anlamda ki sicili kabarıktır. Desteklediği ülke egemenlerine başta ekonomik destek olmak üzere her boydan destek verdiği bilinmektedir. Bu duruma son dönemde aktif olarak Rusya’da dahil olmuştur. Geçmişte daha gizli yapılan bu tasarruf gelinen noktada daha aleni ve açık şekilde yapılmaya başlamıştır.

ABD’nin bir yanıyla rejim ihraç etmek saikiyle özellikle bağımlı ülkelere seçim dönemindeki müdahalesi daha gizli devam etmiştir. Rusya ise özellikle Trump döneminde seçimlere müdahalesini medya ya yansıyacak şekilde açık hale getirmiştir. Karşılıklı despot kardeşlerin çıkar ortaklığı şeklindeki bu ABD seçimlerine dönük müdahale ve manipülasyon sonuç vermiştir. Son günlerde de Rusya’nın Putin’in yoğun çabası ile çok kez Erdoğan ile görüşmesinin önemli bir konusunu da seçimlerde Rusya’nın Erdoğan’ı destekleyecek olmasının gündeme gelmesi oluşturmuştur.

Daha önce Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi sonucu adeta savaştan dönülen uçak krizi ile düşman kardeşler, bugün yine çıkarları gereği sarmaş dolaş şekilde olsalar da yine yarın tersi düşman kardeşleri oynamaları sürpriz olmayacaktır. Bu durum nesnel olarak da Putin’in oligarkların, Erdoğan’ın oligarşinin temsilcileri olmasının gereği ve sonucudur. Rusya’nın- Putin’in bu seçim desteği görünürde ve şimdilik, 50 milyar dolar vermek ve BOTAŞ’ın borçlarının ertelenmesi aşamasındadır. Elbette Rusya bu seçim kıyağını boşa yapmayacağı için bölgesel olarak bir dizi askeri, ekonomik vb. çıkarlarını en küçük kalıntı bırakmadan alacaktır. Bu da yine nesnel olarak kapitalizmin askeri, ticari ve tarımsal yıkımından kaynaklı olarak emekçilere dönecek onlardan çıkarılacak, karşılanacaktır.

Diğeri “okul polisi” uygulaması ise kapitalizmin önceden ve hala gizliden uygulaması olan okullar da adeta büyük gözaltı şeklindeki denetimin gereğinin bugün için açıktan resmileşmesi, yasallaşması durumudur. Yani ABD ‘de kurulan ve Türkiye’de de faaliyete geçen “okul polisi” vakası bir sorunun çözümünden ziyade sorunun kaynağı olacaktır. Özellikle ABD’de yoğun yaşanan öğrencilerin silahlı cinayetleri için ( İntiharlar ve uyuşturucu da dahil ) tedbir olarak getirilen bu uygulama tutmamıştır, tutmayacaktır. Bu derece öldürücü silahlara çocukların bile rahatlıkla ulaştığı yasal koşullarda bu cinayetler nasıl önlenecektir. Hastalığı önceden görüp, olgunlaşmadan önlemek esas olmasına rağmen ”okul polisi” nin onlarca cinayetten sonra devreye girmesi bu cinayetleri vb. ortadan kaldırmayacaktır. Kapitalizmden kaynaklı yoğun ırkçılık ve sosyolojik, psikolojik, pedagojik yıkım durumuna “okul polisi” çözüm ve çare olmayacaktır. Türkiye’de de bu durum ABD’den özünde farklı olmadığı için şimdilik ( Gelişmelere göre dönmek üzere ) ayrıca değinmeyi gerekli görmüyoruz.

İşçi sınıfı ve sosyalizm-komünizmin için güncellemeye de katkısı olacak ve bu anlamda alameti- farika olacak konularla değerlendirmeye devam ediyoruz.

Özellikle güncelliğe katkısı anlamında şöyle başlamak istiyoruz. Üretimin siyaseti kavramı, üretim sürecinin iktisadi, siyasi ve ideolojik yapılara içkinliğini vurgular. Üretimin siyasetinin temel unsurları, emek sürecinin örgütlenmesi, fabrika ve piyasa ilişkileri, fabrika ve devlet ilişkileri ve emek gücünün yeniden üretim koşullarıdır.

Yine bütün ürünleri meta, bütün emeği ücretli emekçiye dönüştüren kapitalizm “hizmet” i ve hizmet emeğini de metalaştırır. Hizmet emek gücü kapitalist hizmet üretimi içinde yer alan bir metadır, bu alanda çalışan ücretli işçiler üretken emekçidir. Gerçekte ücretli olmayan alanlarda çalışan ücretli proleterler ise işçi sınıfının üterken olmayan parçasıdırlar.

Kent yoksullarının önemli bir bölümü işsiz, bir bölümü enformel sektör emekçisidir. Üretim araçlarından yoksunluk dışında, eğitimsizlik, niteliksizlik, evsizlik vb. özelliklere gösterir, toplumsal proletaryanın en alt dilimini oluştururlar. Marx bunlar için yoksulluğun aktif emek ordusunun “hastanesi”, yedek işçi ordusunun “safrası “ olduğunu yazmıştı.

Yine kavram kargaşasını önlemek ve muhteva olarak da farklı olan şu tespitlerle devam ediyoruz. “işçi” ve “işçi sınıfı” ile daha çok fiilen çalışanlar, ücretliler. “proletar-proletarya” ile mülksüz ve sömürülmeye hazır emek gücü sahipleri kastedilmektedir.

Toplumsal proletarya ekonomik olmaktan çok toplumsal bir ilişki olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla toplumsal proletarya geniş, büyük, çok katmanlı, kendi içinde bölünmüş bir sınıfsallıktır. İşçi sınıfından daha genel ve daha soyut emeğe denk gelen bir kavramdır. Bu anlamda toplumsal proletarya, ancak “politik proletarya” olduğu zaman tarihsel-toplumsal özne olma yeteneğini kazanır.

Yine sosyalizm-komünizm için önemli gördüğümüz bir tespit ile devam ediyoruz. Marx’a göre , sosyalizm-komünizm için üretici güçlerin büyümesi gereklidir ama bunların genişletilmesi görevi sosyalizmin değil kapitalizmin görevidir. Sosyalizm maddi zenginliğin yaratılmasıyla değil bunun yönetilmesi ile ilgilidir. Marx değil Stalin sosyalizmi, üretim güçlerinin geliştirilmesini meselesi olarak gördü.

Sonuçta tüm bu değerlendirme ve tespitlere diyalektik ve bütünsel baktığımızda kendi içinde yeterlilik olduğu için ekstra bir değerlendirme ve yoruma gerek duymuyoruz. Bizce bu ve benzeri değerlendirme ve tespitlerin yeniden yeniden düşünme, sorgulama, yüzleşme, tartışma zemini oluşturması yeterli olacaktır.

Bu bölüme rutin olarak başladığımız iktidar, burjuva muhalefet ve sol-sosyalist muhalefetin güncel gelişmeleri ve durumunun değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

İktidar için şok yaratan somut iki konu yakıcı olarak devam etmektedir. Bunlar seçim tarihinin 14 Mayıs olması kesinleşirse 3,5 ay gibi kısa bir zaman kalmasına rağmen devletin her türden baskı ve şiddet aparatı ve rıza ve ikna üretimi ile yapılan tüm iyileştirmelere rağmen ( Bu iyileştirmelerin sahici ve gerçekçi olmadığı için ) önemli anketlere rağmen seçimi kazanacak oy oranına yakalayamamak iktidara adeta kabus ve şok olarak dönmektedir. Çünkü kendilerinin de yer yer ifade ettikleri gibi iktidarı kaybettiklerinde bütünüyle her şeylerini kaybedeceklerdir. Bu anlamda seçim tarihini netleştirmelerinden de pişman olmaları sürpriz olmayacaktır.

Bu durumla bağlantılı ve devamla yasal olarak Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına aday olması mümkün değilken, adeta burjuva yasalarını zorlayarak adaylığını açıklaması ile bir çıkmaz ve açmaz olarak kendilerini bağlamışlardır. Bu noktada yeni cambazlık üretiminde mahir oldukları için yeni yollar bulmaları zor olmuyor. Burjuva yasalarına bile adeta takla attırarak eskiyi sıfırlayarak ve yeniden başlayarak Cumhurbaşkanlığı adaylığını bir de böylece ilan etmişlerdir. Bu durumun kendileri için de burjuva yasalarına göre suç teşkil ettiği için aynı suç durumuna YSK yı da alet edeceklerdir. Bir dizi şaibeleri de olsa burjuva seçim sisteminin varlığı ve devamı için en yüksek organ olarak, değişmeyen kararları ve son merci olarak Erdoğan’ın aday olması kabul edilirse YSK ‘da suçlu olarak zaten sarsılan güven endeksi iyice negatif olacaktır.

Diğeri ise eski Ülkü Ocakları başkanının öldürülmesinin üzerinden bir ay geçmesine rağmen, hemen her gün eklenen yeni gelişmeler ile suikastin seyri genişlemeye devam ediyor. Erdoğan ve Soylu dışında konuya aktif olarak muhalefet cephesinden Kılıçdaroğlu’nun yanına Akşener’de aktif olarak eklenmiştir. Birde Sinan Ateş’in dayısı ve ailesi 40 ının geçmesini bekleyerek olaya aktif olarak katılacaklarını söylüyorlar. Bu noktada bu açıklamalar içinde en anlamlısı ve ilginci Akşener’in Erdoğan’a dönük adeta zehir zemberek açıklaması olmuştur. Akşener belirli bir bekleyişten sonra Erdoğan’a dönük saldırıyı her konuşmasında ve seçimlere kadar devam ettireceğini açıklamıştır.

Bu durumun bizce başat nedeni Erdoğan’nı yıpratarak AKP’den oy devşirmek, bu olayın merkezinin MHP- Bahçeli olmasına rağmen onlardan bahsetmeyerek eğer suikast bir düzeyde aydınlanır ve sivri uçlar MHP ‘ye dönerse onlarında ekstra yıpranma dışında adeta dağılmaları mümkün olacağından oyların İyi Partiye akması sürpriz olmayacaktır. Buna kişisel ve partisel güvenlik kaygılarını da ekleyebiliriz. Kılıçdaroğlu’nun rutin yüksek perdeden olayın çözülmesine dönük söz vermeleri de kesintisiz devam ediyor. Bu arada bir anlamlı açıklama da Sinan Ateş’in dayısı ve ailesinden gelmiştir. Normal koşullarda bu açıklamalar çok önem arz etmeseler de faşizmin katı doktrininden kaynaklı metafizik ve idealist özelliği bilindiği için masumane olarak görünen açıklama bile “kana kan intikam”, “davadan döneni vurun” retoriği işlediği için dayı ve ailenin “ Bize verilen sözler tutulmazsa herkes bildiğini söyleyecek, aile olarak kenarda oturacak halde değiliz” açıklaması anlamlı olup her şeyi kapsamaktadır.

Bu açıklamalara dönük Bahçeli’nin de içe dönük ince tehdit şeklindeki açıklaması yine hazırlıklı ve bilinçli olarak yapılmıştır. Hedefi belirli bu açıklamada Bahçeli ülkücülerin bıyıklarını kesmesine atıf yaparak tehdidin boyutlarının kimleri kapsadığını belirtmektedir. Bu arada suikaste dönük açıklamaya bilinçli saiklerle Türkeş’in eşi de katıldı. Türkeş’in eşinin açıklamasının bilinçli olması bir yanıyla suikaste dönük olması, diğer yanıyla Türkeş dönemini aklamasıdır. Seval Türkeş, “ MHP ‘yi arkada karanlık birtakım güçler yönetiyor. Türkeş sağ olsa hiçbir şekilde MHP’de böyle bir şey söz konusu olamazdı.” Diyor. Davadan dönenler dışında MHP’lilere bir şey olmazdı ama, Türkeş yaşarken çok genç olan 7 TİP’linin katliamından haberi dışında talimatı da olduğu açıktır. Daha fazla söze gerek var mı ?

Görünen o ki sonuçta bu suikast son açıklamalar ve servis edilmeler ile olaya MİT ‘in de doğrudan katılması ile bir devlet operasyonunu da kapsaması anlamında dallanıp budaklanacaktır. Devlet kanatları arasında kapışmalar devam edecektir. AKP’nin hem kendi içinde kanatların çarpışması ve hem de MHP ile kapışma açık ,gizli devam edecektir. Tersi durumda MHP ‘nin AKP ile kapışması yüksek ve düşük dozda devam edecektir.

Burjuva muhalefetin durumuna ve güncel gelişmelerine baktığımızda ise adı Millet İttifakı olan oluşum olası iktidarlarında hükümet programını da kapsayan Ortak Mutabakat Metnini açıkladı. 9 ana başlık, 2 bin 500 maddeden oluşan 244 sayfalık programı özellikle iktidar bu genişlikte hemen her şeye değinen boyutlarda olacak şekliyle beklemiyordu. Bizim için ise önceki bazı yazılarımızda da belirttiğimiz gibi programda işçi ve emekçilere dönük iyileştirmeleri savunmak olacaktır. Bu kadar yüksek dozda nefessiz bırakılan yoksullar için küçük nefesinin önemi olduğu açıktır.

Özellikle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz, programa temel ve akut konuların girmemesi bir yana, açıklanan 2 bin 300 i aşan maddelerde bile işçi ve emekçilere dönük iyileştirmeleri cımbızla arasak bile bulmak zor olmuştur. Öncelikle programın muhtevası dışında genel durumuna, arka planına bakmak programın kavranmasına da önemli katkı sağlayacaktır. Süreç özellikle Gezi’den önceki oligarşinin baskı ve şiddet araçları ile rıza ve ikna araçlarının iç içe geçme sürecinin gereğini yaparak ilerliyordu. Gezi ile birlikte başlayan süreç ise bugünlere kadar oligarşinin sınıfsal yanının artık güvenlikçi devlet, risk devleti, faşizmin iktidarına giden sürecin gereği yapılarak hayata geçti. Yani bu süreç artık rıza ve ikna araçlarının bile baskı ve şiddet araçlarının varlığı ile uygulandığını göstermektedir.

Bu siyasi analizle birlikte somuta baktığımızda burjuva anlamda bile kuvvetler ayrılığının, bile ortadan kaldırılarak merkezileşmesi, devletin hemen tüm kural ve kurumlarının ortadan kaldırıldığı süreçte iç ve dış egemenler için yeni alternatif arayışları gündeme geldi. Bugünün Millet İttifakı, o günün Memleket İttifakı veya büyük koalisyon olarak tartışılıyordu. Aranan ise burjuva anlamda normalleşmenin sağlanmasıydı. İşte Millet İttifakının bu programı devletin yıpranan veya ortadan kaldırılan tüm kural ve kurumlarının ve yasama, yürütme, yargının merkezileşmesi noktasında burjuva anlamda bile kaybettiği tarafsızlık ve bağımsızlığın yeniden inşası için bir restorasyon programıdır. Bu durum yasal bazda devletin yeniden düzenlenmesi, süreç içinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin yerine parlamenter sistemin yeniden inşasını kapsamaktadır.

Elbette restorasyon programı halksız olamayacağı için devletin yeniden yapılanmasında kapitalizmin varlığı ve sürekliliği için önemli olan devlet toplum arasında kopan rıza ve ikna araçlarının yeniden tanzimi içinde programda maddeler olması da sürpriz olmamıştır. Dolayısıyla programın özü ve biçimi kapitalist devletin işleyişinin burjuva anlamda normalleşmesini kapsamaktadır. İç ve dış egemenlerin güçlü bir kanadı için bu normalleşme sağlanamadığı noktada kitlesel radikalleşmenin risk taşıdığı tarihsel olarak dünya deneylerinden bilinmekte ve tecrübe edinilmiştir.

Programın içeriğine baktığımızda ise elbette bu genişlikte programın işçi ve emekçileri, kadınları, gençleri, çocukları ilgilendiren maddeleri ancak bizler için önemli olduğundan bunlar üzerinde duracağız. Elbette bu genişlikte programın tartışılması kısa zamanda bitmeyeceği için tekrar dönmemiz de gerekecektir. Programda olmayanlara değinmek üzere olanlara baktığımızda cımbızla bulduklarımız bile küçük nefes almayı sağlayacağı için önemli olacaktır. Çocuklara dönük okullarda yemek, süt, suyun parasız verilecek olması, yoğun okul terklerinin yaşandığı koşullarda caydırıcılık anlamında da önemli olacaktır. YÖK’ün kaldırılması, sansür yasasının kalkması şimdilik ilk dikkatimizi çeken iyileştirmeler olmuştur.

Bu iyileştirmelerle birlikte özellikle Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı 418 milyar doların getirileceği konusunda üst düzeyde söz vermesi ve bunun denetiminin dijital olarak çetemetre panosunda gün gün ilan edileceği ciddi ve üst düzeyde bağlayıcı iddia olmuştur. Elbette bu iyileştirmelerin yazılı belge olması önemli olsa da daha da önemlisi bunların uygulanmasının gerçekleşmesidir. Komünizmde işçi sınıfı ve emekçiler kendi Sovyet, konsey, meclis, şura gibi doğrudan oluşumları ile iktidara geldikleri için zaten anayasa veya yasalar otomatikman hayata geçer. Kapitalizmde ise iktidarda egemenler olduğu için bu anayasa ve yasaların kağıt üzerinde kalması rutin bir işleyiş olmuştur.

İşte bu noktada tek yapılması gereken bu iyileştirmelerin gerçekleştirilmesi için toplumsal ve siyasal muhalefetin toplumsal ve sınıfsal baskısını kazanıncaya kadar sürekli hale getirilmesidir. Ayrıca 418 milyar dolar gibi milli gelirin veya bütçenin önemli bir bölümünü kapsayan bu meblağın tahsilinin kolay olmayacağı da açıktır. Bu noktada bu meblağın sahipleri kolayca bu büyük serveti vermeyecekleri ve dirençle karşılaşmada sürpriz olmayacaktır. Bu durumda söz ve iddia sahibi olarak Kılıçdaroğlu’nun tavrı nasıl olacaktır, yaşayarak görülecektir.

Ama başat olarak Yunanistan’da sol eğilimli Çipras muhalefet döneminde işçi ve emekçilere dönük bir dizi söz vermesine rağmen iktidara geldikten sonra bunlardan çark etmiştir. Egemenlerin yoğun baskısına karşı direnerek kitle desteği ile bu vaatlerini yerine getirmesi mümkün olabilecekti. Veya yine bu vaatlerini gerçekleştirmesi mümkün olmazsa yapacağı istifa etmek olacaktı. Oysa Çipraz bunları seçmeyerek gücümüz yetmiyor bahanesi ile egemenlere teslim olmuş ve onların taleplerini yerine getirmiştir.

Diğer bir örnek ise Şili’de Allende’nin muhalefette söylediklerini iktidara gelince yapmaya başlaması noktasında iç ve dış egemenlerin çıkarları Allende’nin işçi ve emekçilere dönük bütünsel iyileştirme reformlarına karşı olduğu için yoğun bir abluka ile Allende’yi teslim almaya çalışmışlar ama Allende hiçbir bahaneye sığınmadan ölümü de göze alarak teslim olmamıştır. Elbette amacımız sol ve sosyalist eğilimli Allende ile devlet ve sermaye bağlantılı sosyal demokrat Kılıçdaroğlu’nu bir ve aynı görüyor değiliz. Amacımız tarihsel bu örneklerden ders alarak yaratıcı ve diyalektik tavır belirlemenin önemini belirtmek içindir.

Elbette Kılıçdaroğlu’nun 418 milyar doların tahsilatını yapması ne kadar önemli ise , ondan daha da önemlisi eğer bu meblağın tahsili gerçekleşirse nerede nasıl kullanacağıdır. Bu 418 milyar dolar mili gelirin veya bütçenin önemli bir bölümünü oluşturduğu için miktar olarak da önemlidir. Bu alamda bu meblağın hazineye aktarılmasına karşı uyanık olunmalıdır. Kapitalizmde devletin bir aparatı olan hazineyi işçi ve emekçilerin artı değer ve vergileri oluşturmaktadır. Dolayısıyla hazine sermayenin kolektif bir mülkiyetinden başka bir şey değildir. Bu anlamda hazineye aktarılan bu 418 milyar dolardan işçi ve emekçilere dönecek olan kırıntılardan başka bir şey olmayacaktır. İşte bu noktada yapılacak olan bu 418 milyar doların hazineye aktarılması değil tümüyle ihtiyaçlar doğrultusunda ve eşit şartlarda işçi ve emekçilere aktarılma noktasında her durumda toplumsal ve sınıfsal baskıyı kazanıncaya kadar hayata geçirmektir.

Programda olmayanların üzerinde genel çerçevede durduğumuz da bunlar başta Kürt sorununa hiç değinilmemesi, Alevi sorununa, emek sorunlarında özellikle grev yasaklanmalarına, İstanbul Sözleşmesine, LBGT-İ haklarına, laiklik ve siyasal İslam doğrultusunda tarikatlar ve cemaatlere değinilmemesi noktasında Programın devlet ağırlıklı, toplumdan kopuk bu anlamda kadük olduğu açıktır. Millet ittifakındaki partilerin eğilimine göre şekillendiği içinde ve bu temel konuların programa alınmaması sürpriz olmamıştır. Elbette hayatın temel gerçekleri olan bu konular buhar olmayacağı için olası Millet İttifakı iktidarında nesnel olarak sürekli ortaya gelecektir. İttifak için asıl kapışma o aşama da gündeme gelecek ve Millet İttifakı İktidarının akıbetini de belirleyecektir.

Sol-sosyalistlerin durumunun güncel gelişmelerine baktığımızda ise özellikle HDP’nin somut durumu gündemi belirlemeye devam ediyor. Bir yanıyla kapatılma durumu sıcaklığını korurken, diğer yandan aday çıkarma durumu da gündemi belirlemeye devam ediyor. Gelinen noktada tartışılan Anayasa Mahkemesi Başkanının Erdoğan’ın desteklediği aday değil de eski başkanın tekrar başkanlığı kazanması olmuştur. Bu durum kapatılma davasının seçim sonrasına ertelenmesi veya kapatılmanın durdurulmasını kapsarsa sürpriz olmayacaktır. Ayrıca elbette tersi bir durumda olağan olacaktır. Çünkü Anayasa Mahkemesinde Başkanının özellikle oyların eşit olduğunda iki oyu olması anlamında bir önceliği olsa da 15 kişilik mahkeme bileşenin de 10 üyenin atamasını Erdoğan yaptığı için HDP’nin kapatılmasının gerçekleşmesi de sürpriz olmayacaktır.

Bu noktada yapılması gereken HDP ve ittifakı ile en geniş dayanışma ve birliğin hayata geçmesidir. Üretimden gelen güç de dahil, sivil itaatsizlik eylemleri olarak da meydanların, sokakların mücadele alanları yapılması caydırıcı olabilecektir. HDP’nin seçimlerde kullanmak üzerine hazine yardımına bloke konmasına sonucu, açtığı kampanya başarılı olmuştur. Şimdilik 10 bin kişilik bir kitlenin bu kampanyaya katılması ve gücü oranında desteği özellikle öğrencilerin ve yoksul insanların harçlıklarını göndermeleri dayanışmanın somut göstergesi olmuştur. Bu dayanışma elbette kapatılmaya karşı ve diğer tüm olumsuzluklara karşı hayata geçmelidir.

Son günlerin en önemli konularından biri de HDP’nin kendi adayını çıkarmasını gündemine almış olmasıdır. Elbette önceki bir yazımızda da belirttiğimiz gibi ayrı ve bağımsız bir parti olarak HDP’nin kendi adayını çıkarması meşru bir tutumudur. Ayrıca diğer aday olacak kişiye de desteklememesi de HDP’nin meşru hakkıdır. Bu durum yalnız Millet İttifakının HDP’ye karşı duyarsızlığı, onu bir oy deposu olarak görmesi değildir. Ayrıca ilke bazında da böyle tavır alışı başat özelliğidir. Ama aynı HDP kendi somut ve yakıcı gerçekliğine bakarak en azından bu iktidardan kurtulmak için küçük bir nefes almanın önemini en bilinçli kavrayan bir halk gerçekliği olduğunu da bilmektedir. Dolayısıyla uygun özellikler taşıyan ortak bir adayı desteklemeyi de rezerve getirmeden tereddütsüz onay verip, desteklemesi de mümkün olacaktır.

SONUÇ YERİNE

Gelinen noktada kapitalizmin kirliliğinin, modern barbarlığının en açık göstergesi olan bir kesimin sürekli servetini büyütürken, milyonların bu büyüyen servetten kaynaklı açlık ve yoksulluk sınırında adeta ömür tüketmeleridir . Son verilere baktığımızda bu durumu yani servetlerin nasıl büyüdüğünü rahatlıkla görürüz. Türkiye’de 13 milyarderin serveti 38,9 milyar dolara ulaşmış durumda. Nüfusun yarısının toplam serveti ise 38,5 milyar dolar.

Ford Otosan’ın 2022 yılının ilk 9 ayında net kârını bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 119 artırarak 10 milyar 332 milyon 171 liraya çıkarmıştır. Ford Otosan, 9 ayda işçi başına 504 bin 697 lira net kâr elde ederken, aylık bazda işçi başına 56 bin 77 lira kâr eder hale gelmiştir. Koç Holdinge ait olan TÜPRAŞ’ın 9 aylık net kârı ise 23 milyar 500 milyon lira olmuştur.

Bu bir kısım servet büyüklüğü bile sermayenin çürümüşlüğünü, zombiliğini gösterirken işçi ve emekçilerin nominal değil, gerçek ücret skalasına baktığımızda açlık sınırı 8864 lira, yoksulluk sınırı ise 28 bin 875 olmuştur. İşte bu somut gerçekler bile nihai ve kalıcı çözüm ve kurtuluşun bir kez daha adresinin komünizm olduğunu gösteriyor.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 33 90
2. Fenerbahçe 33 86
3. Trabzonspor 33 55
4. Beşiktaş 33 51
5. Başakşehir 33 49
6. Rizespor 33 48
7. Kasımpasa 33 46
8. Antalyaspor 33 45
9. Alanyaspor 33 45
10. Sivasspor 33 45
11. A.Demirspor 33 41
12. Samsunspor 33 39
13. Ankaragücü 33 37
14. Kayserispor 33 37
15. Konyaspor 33 36
16. Gaziantep FK 33 34
17. Hatayspor 33 33
18. Karagümrük 33 33
19. Pendikspor 33 30
20. İstanbulspor 33 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 31 69
2. Göztepe 31 63
3. Ahlatçı Çorum FK 31 55
4. Sakaryaspor 31 54
5. Bodrumspor 31 52
6. Kocaelispor 31 52
7. Bandırmaspor 31 47
8. Boluspor 31 47
9. Gençlerbirliği 31 47
10. Erzurumspor 31 42
11. Ümraniye 31 37
12. Manisa FK 31 36
13. Keçiörengücü 31 36
14. Şanlıurfaspor 31 34
15. Tuzlaspor 31 33
16. Adanaspor 31 32
17. Altay 31 15
18. Giresunspor 31 7
Takımlar O P
1. Arsenal 34 77
2. Liverpool 34 74
3. M.City 32 73
4. Aston Villa 34 66
5. Tottenham 32 60
6. M. United 33 53
7. Newcastle 33 50
8. West Ham United 34 48
9. Chelsea 32 47
10. Bournemouth 34 45
11. Brighton 32 44
12. Wolves 34 43
13. Fulham 34 42
14. Crystal Palace 34 39
15. Brentford 34 35
16. Everton 34 33
17. Nottingham Forest 34 26
18. Luton Town 34 25
19. Burnley 34 23
20. Sheffield United 34 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 32 81
2. Barcelona 32 70
3. Girona 32 68
4. Atletico Madrid 32 61
5. Athletic Bilbao 32 58
6. Real Sociedad 32 51
7. Real Betis 32 48
8. Valencia 32 47
9. Villarreal 32 42
10. Getafe 32 40
11. Osasuna 32 39
12. Sevilla 32 37
13. Las Palmas 32 38
14. Deportivo Alaves 32 35
15. Rayo Vallecano 32 34
16. Mallorca 32 31
17. Celta Vigo 32 31
18. Cadiz 32 25
19. Granada 32 18
20. Almeria 32 14