18.06.2023, 11:42

Seçimler üzerine (3)

Kapitalizmin bir dünya sistemi olmasından kaynaklı diyalektik olarak birleşik ve eşitsiz gelişim yasasına bağlı olarak devrevi ve dönemsel kriz ve çöküş hali rutin olarak devam etmektedir. Özel ve devlet mülkiyet olarak kapitalist mülkiyet çevrimsel olarak uzun dalgalar ve kısa dalgaları kapsayarak sürmektedir. Dönemsel olarak fazla değer, yeni değer, artı değer üretmede alt-yapısal olarak zorlanan kapitalizm, üst-yapısal olarak da duygusal ve kültürel kodlar olarak hemen her şeyin meta olması ile rutin çevrim içinde toparlanmada ciddi zorlanmaktadır. Bu anlamda “yapıcı yıkıcılıktan”, “yıkıcı yıkıcılığa” ve nihai krize dönüşen bir kapitalizm ile karşı karşıyayız.

Küresel kapitalizmin yıkım uygulamaları gelişmiş kapitalist ülkeleri de kapsayacak şekilde ortak ve benzeri sorunlar olarak devam etmektedir. Yüksek enflasyon- pahalılık, yüksek işsizlik, ücret- gelir düşüklüğü, kazanılmış emekli haklarına saldırı, kapitalizmin hemen her açığını kapatmak için tabana- emekçilere yayılan vergiler, her boydan yolsuzluk, rüşvet sarmalı kapitalizmin çürümesini, geberen olmasını, vahşiliğini, modern barbarlık halini göstermektedir. İşte bu küresel kapitalizmin zombi hali iki turlu ( Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler olarak) seçimlerde de kendini açık ve net olarak gösterdi.

Daha önceki bazı yazılarımızda da değindiğimiz gibi, seçim öncesi iç ve dış egemen kanatların bir kesimi ekonomik ve politik vb. çıkarları gereği bu iktidarı desteklemişlerdir. Ama özellikle Gezi ile başlayan bu iktidarın yıpranması, 15 Temmuz askeri darbe kalkışması ile hızlanmış ve yerel seçimlerde özellikle İstanbul’un ve diğer büyük kentlerin kaybedilmesi ( İktidarın tıkandığı noktada tek dayanağı hile vb. şeklinde de olsa seçimlerin adeta güvenoyu olarak kazanılması olmuştur ) ile tavan yapmıştır. İşte bu diyalektik süreçten sonra iç ve dış egemenler yeni alternatif iktidar arayışına başlamışlar ve Millet İttifakı ( Büyük koalisyon ve memleket koalisyonu olarak ) böylece gündeme gelmiştir.

İşte bu noktada kapitalizmin görünür kirliliği devreye girmektedir. Yani seçim öncesi Millet İttifakının Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri kazanması daha başat olduğu için destekleyen iç ve dış egemenler, sınıfsal kirliliklerinden kaynaklı omurgasız ve çark etme hali rutin olduğu için seçimleri kazanan iktidarı desteklediklerini yüksek sesle ifade etmeye başlamışlardır. Başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri ve ABD kendi stratejik çıkarları gereği bu iktidarla çalışmanın öneminden bahsetmişlerdir. Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri mültecilerin kanı üzerinden küçük ekonomik çıkarları gereği pazarlıklarla bu iktidarın seçimleri kazanmasını alkışlamışlar, desteklemişlerdir. ABD ise başta F-15 lerin satışı ve diğer stratejik çıkarları gereği, seçim öncesi Bıden’in ihtiyatlı yer yer muhalefeti destekleyeceği açıklamaları iktidarın kazanmasıyla iktidara dönmüştür. Rusya’nın dijital manipülasyon dahil iktidarı desteklemesi de zaten sürpriz olmamıştır. Ayrıca şeriat yanlısı monarşilerin egemenliğindeki körfez ülkelerinin iktidarı her durumda desteklemeleri adeta eşyanın tabiatı gereği rutin olmuştur.

İç egemenler olarak geçmişte iktidarı eleştiren bu anlamda açık, gizli burjuva muhalefeti destekleyen TÜSİAD yine başat eğilim olarak çark etmiştir. Örneğin Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, yeni ekonomi yönetimine başarılar diledi ve “ Türkiye, 2023 genel seçimlerini takiben yeni dönemde finansal piyasalara güven verecek, uluslar arası tecrübeye sahip bir ekonomi yönetimiyle yola çıkıyor” dedi. Devamla “ Yeni Hazine ve Maliye Bakanımız Sayın Mehmet Şimşek’in deneyimi ve geçmiş dönemlerdeki başarılarıyla bir kez daha ülkemize önemli katkılarda bulunacağına yürekten inanıyorum.” Yine Sabancı Dinçer devamla TCMB Başkanı olarak atanan Dr. Hafize Gaye Erkan içinde ilham kaynağı olacağına inanıyorum” ifadesini kullandı.

Seçiminin üzerinden 1 ayı geçmesine rağmen seçim sonuçlarına dönük tartışmalar yoğun şekilde devam etmektedir. Beklediğimiz çerçevede seçim sonucu özellikle burjuva muhalefette ( Başta CHP ve İyi Parti olmak üzere ) başlayan adeta med-cezir, sol-sosyalistler için de kaynama olarak devam etmektedir. Öncelikle şunu tekrar belirtmek gerekmektedir. 20 yılı aşan güvenlikçi devletin, risk devletinin egemenliğinde iktidarın seçimleri kazanması sürpriz olmamıştır. Dışarıda da bu tip iktidarlar ( Macaristan gibi ) seçimleri kazanmaktadırlar. Bu durum devlet ile ortaklaşmanın sonucu her boydan şaibe, hile ve manipülasyon sonucu seçimler kazanılmaktadır.

Özellikle Gökçek ve Yavaş arasında Ankara Belediye seçimleriyle başlayan hile ile ( Çöplüklerde pusulalar, sandık hırsızlığı gibi ) seçim kazanma süreci, önemliler olarak İnce’nin “adam kazandı” açıklaması , mühürsüz oylar ve son iki turlu seçimlerde de ilk tura göre İmamoğlu’nun açıklamasına göre “adam kazanamadı” ile devam eden, dijital kaydırma şeklinde hileler, vatandaşlık verilen mültecilerin seçim sonucunu değiştirecek düzeyde iktidardan yana oy kullanma vb. hileli seçimleri ve son seçimde YSK manipülasyonu ( Erdoğan’ın 3. dönem Cumhurbaşkanlığı seçilemez olayı gibi ) koşullarında muhalefetin seçimleri kazanması zor hatta mümkün değildir. Bir istisna ezici, açık ara seçim kazanılması ( İstanbul yerel seçimlerinde ikinci turu gibi ) ancak hileli seçimlerin önüne geçerek seçimlerin kazanılmasını sağlayacaktır. Bu durum bile her koşulda mümkün olmayacaktır.

İşte özellikle burjuva muhalefetin Gökçek dönemi ile başlayan ve 2015 den bugüne devam edilen hilelerle seçim kazanma süreci bilinmesine rağmen bu seçim yenilgilerini kabullenmek, kanıksamak ancak devlet ve sermaye yanlısı siyasi çizgilerin sınıfsal bir gereği olarak şekillenmiştir. Daha da önemlisi bu muhalefetten beklentisi yüksek olan milyonlarca emekçinin küçük bir nefes almasının bile dikkate alınmamasıdır. Burjuva muhalefet için bu tutum vatan, devlet, sermaye bağlantısı noktasında emekçiler ancak teferruattır demektir. Bu noktada bu iki turlu seçimlerin şaibe, hile ve manipülasyon durumu henüz sonuçlanmamış olup süreç içinde yeniden bu seçimlerin gündeme gelmesi de sürpriz olmayacaktır.

Gelinen noktada resmi olarak seçimler sonuçlansa da iktidar, burjuva muhalefet ve sol- sosyalist arenada med-cezir ve kaynama devam etmektedir. İktidar için bu süreçte yeni hükümet ve bakanların açıklanması ile süreç yeni bir evre olarak sürmektedir. Özellikle bazı bakanların isimleri bu hükümetin amaç ve muhtevasını şekillendirmektedir. Ekonomik alanda Mehmet Şimşek’in varlığı çürüyen, vahşi kapitalizmin uygulanması demektir. Özellikle yerel seçimler sonrası Şimşek uygulamaları açlık ve yoksulluğun yıkım şeklinde daha da yükselmesini getirecektir. Zaten Şimşek iç ve dış sermaye gruplarının önündeki küçük engellerin de kalkması için göreve getirilmiştir.

Görevdeki Genelkurmay Başkanının Milli Savunma Bakanı yapılması, yine görevdeki MİT Başkanının Dış İşleri bakanlığına getirilmesi rutin dışı bir tasarruf olarak şekillenmiştir. Güvenlikçi, risk devletinin adı artık aynı zamanda militarist, istihbarat devleti olarak anılacaktır. Özellikle Fidan’ın MİT başkanlığında da gölge Dış İşleri bakanı gibi davrandığı, salladığı füzelerle yayılmacı, alt-emperyalist özelliğini tutarlı şekilde uyguladığı bilinmektedir. Bu durum özellikle Suriye, Irak, Libya’ya dönük yayılmacı, saldırgan tutumla daha görünür hale gelmiştir. Gerek Erdoğan’ın “sır küpüm” dediği Fidan ve Genel Kurmay Başkanının yeni bakanlıklara atanmalarının tekil değil, bütünlüklü bir hedef ve amacı da olduğu açıktır.

Tekil olarak kapitalizmin ve kapitalist devletin korunması ve varlığı ve sürekliliği için bu iki atama önceki dönemdeki atama veya seçimle gelen bakanlardaki örtük yanın ortadan kalkması ve açık hale gelmesini göstermektedir. Erdoğan ve İktidar için ise bu iki atama çeşitli pazarlıklar sonucu Erdoğan iktidarının devamı ve kendisi ve çevresinin servet ve zenginliğinin korunması içindir. Elbette bu atamalar süreçte iktidara dönük radikal muhalif hareketlerin bastırılması için militarist ve istihbarata önemli ölçüde ihtiyaçtan kaynaklıdır diye düşünüyoruz.

Bu arada burjuva yasalarına göre de suçları katlanan Soylu’nun İç İşleri Bakanlığından alınmasında bir yanıyla artık dayanılmaz yıpranmışlığı ve özelliklede muhalefetin basıncının etkili olduğu açıktır. Ama yerine gelen yeni bakanın gerek İstanbul valisi dönemindeki muhaliflere karşı tutumu ve daha önce Gaziantep Valisi olduğu dönemdeki siyasi İslamcılara dönük yanlı tavrı bilinmektedir. Yeni İç İşleri Bakanın Soylu gibi tüm muhaliflere dönük aleni saldırganlığı zor olsa da devletin ve iktidarın güvenlikten sorumlu bakanı olması yeterlidir. Yine ekonomiden sorumlu olarak Şimşek’in liberaller ve bir kısım solda olanlar tarafından destekleneceği açıklamaları, bu kesim tarafından kısa zaman içinde tarihsel bir illüzyon olarak görülmesi de sürpriz olmayacaktır.

Burjuva muhalefetin güncel gelişmelerindeki konumu ve durumuna baktığımızda öncelikle zaten seçim öncesi özellikle Akşener’in bir operasyonla masadan kalkması ve tekrar dönmesi noktasında yaşanan kırılma ve kaos durumu seçim yenilgisi üzerine beklenildiği gibi Millet İttifakının dağılması ile sonuçlanmıştır. Bu noktada başat olarak İttifakın belirleyicisi durumundaki CHP de yaşanan adeta iç savaş devam etmektedir. Yüksek beklenti ile kesin kazanılacak denen seçimlerin ikisinin de kaybedilmesi sonucu özellikle tabanda ki çöküş devam etmektedir. Bu anlamda Merkez Yürütme yenilense de, değişse de, Kılıçdaroğlu tüm danışmalarının görevlerine son verse de, kurultay takvimi, değişim sözleri verilse de, CHP de sular durulmayacak , kaynama devam edecek gibi gözükmektedir.

Tabanda başlayan moral çöküntü tavana da sirayet etmiş durumdadır. Özellikle İmamoğlu’nun değişim adı altında CHP Genel Başkanlığına adaylık konusunda örtük, açık söylemleri, Kılıçdaroğlu ile kısa zaman içinde çok kez yüz yüze görüşmesi, kendi tabanından , halktan gizlendiği için ( Demokratik düzey ibretlik noktadadır ) hangi pazarlıkların döndüğü bütün boyutları ile bilinmemektedir. İmamoğlu üzerinde seçim öncesi başlayan Akşener manipülasyonun seçim sonuçlandıktan sora da devamı sürpriz olmayacaktır. Bu noktada Kılıçdaroğlu, İmamoğlu baba oğul ilişkisi Ankara’da yüz yüze görüşme ile herhalde kahve içim ve ağaçlara bakmayı kapsayandan daha fazlasıdır. İmamoğlu’nun bir dönem daha İBB Başkanlığını kabul etmesi uzun vadede genel başkanlık ve cumhurbaşkanlığı adaylığına yeşil ışık yakılması ile sonuçlanması da sürpriz olmayacaktır.

Bu arada Kılıçdaroğlu’na yakınlık olarak Özgür Özel’in bizzat ve açık olarak genel başkanlığa adaylığını, Grup Başkanı olmasına rağmen şimdiden açıklaması da İmamoğlu ve diğer çıkabilecek adayların önünü kesmek için Kılıçdaroğlu’nun manipülasyonu olması da sürpriz olmayacaktır. Elbette ki Özel’in İmamoğlu’na göre daha sol çizgide olduğunu da belirtelim. İmamoğlu’nun hitabet gücü ve kitle bağlarındaki yeteneği dışında değişim konusunda Kılıçdaroğlu ve Özel’den ideolojik ve siyasi çizgi farkı olarak ne savunduğunu kimse bilmemekte sanırız kendiside yeterince bilmemektedir. Dolayısıyla CHP ‘de temel sorun yalnızca genel başkan değişikliği, teknik-örgütsel-tüzük değişikliğine indirgenerek çözülmeyecek noktayı gelmiş ve onu aşmıştır. Bu anlamda tabandan tabana bütünsel bir değişim, yenilenme ve gelişim yalnız gerekli değil zorunlu olmuştur. Bu değişim, yenilenme ve gelişim öncelikle CHP’nin kapitalizm içinde olması ile elbette sermaye ve devletten bütünsel bir kopuş beklenmese de, emek ağırlıklı ve devlete asgari mesafeli olması da siyasi çizgi olarak sosyal demokrasinin gereği olarak beklenmektedir.

Gelinen noktada burjuva siyasetin kirliliği, çürümüşlüğü bu seçim sonrasında daha da görünür hale gelmiştir. Seçim öncesi Kılıçdaroğlu’nun kazanmasına kesin olarak bakan bir kesim kendi kişisel çıkarları gereği fırsat bekleseler de sessiz kalmayı veya çok uç noktada muhalefet yapmamışlardır. Ama Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi ile aynı ekip adeta bir yerlerden düğmeye basılmış gibi aynı ve benzeri şekilde Kılıçdaroğlu’na dönük hakaret ve dalga geçmeyi de kapsayan saldırganlığa istim arkadan gelir mantığıyla devam etmektedirler.

Bu saldırgan ekip daha başat olarak ulusalcılardan oluşmaktadır. Durdukları yerden bakarak sanki Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesi onların kazanımı olarak haklı ve doğruyu savunduklarının teyidi olarak görülmekte ve bu ekip bu durumdan adeta şenlik yaparcasına sevinç içindedirler. Kılıçdaroğlu’nun Cunhurbaşkanlığı seçimini kaybetmesi dışında CHP’nin yüzde 25 leri aşılamaması bu ekip tarafından yine KIlıçdaroğlu’nun başarısızlığı olarak acımasız noktada eleştiriye tabi tutulmaktadır. Ama o ekip ne kadar modern görünse de diyalektikten bihaber olarak tek yanlı bir arkaik bakış ile doğruyu savunduklarını sanmaktadırlar. Oysa bir ölçüde burjuva anlamda bile olsa dürüst, adaletli ve hakkaniyetli olarak davransalar evet Kılıçdaroğlu partiyi yüzde 25 ler üzerine yükseltememiştir ama milliyetçiliğin ve siyasal islamın bu derece güçlendiği koşullarda CHP’nin yüzde 25 lerden de daha aşağılara düşmesi, Baykal CHP si gibi yüzde 8,5 ile baraj altında kalmasının yaşanması bilinirken yüzde 25 bile başarılı olarak görülmeli ve bunda Kılıçdaroğlu’nun katkısı küçümsenemez ve yok sayılamaz.

Elbette ki bu değerlendirmeyi nesnelliğin bir gereği olarak yapıyoruz. CHP’nin uzun yıllardır emekçi tabanının beklentisi anlamında tek başına iktidar olamaması ( bir, iki konjonktürel ve dönemsel koalisyonlar dışında ) ve oylarının yüzde 25 de kilitlenmesi bir zafiyet ve başarısızlıktır ve savunulamaz. Gelinen noktada CHP içinde uzun dönemdir hemen her seçim sonucunda adeta iç savaşın başlaması önemli bir yanıyla da uzun yıllar iktidar olamaması ile de bağlantılıdır. Ayrıca CHP’nin Ecevit dönemi konjonktürel durumun gereği ve sosyalistlerin güçlendiği bir dönemdeki katkı ile 1970 lerde yüzde 40 ları geçen oy yüzdesi dışında CHP yalnızca Kılıçdaroğlu döneminde değil diğer bütün seçimlerde yüzde 25 leri küçük artı-eksiler dışında geçememiştir.

Yine ulusalcılar için Kılıçdaroğlu’na dönük saldırgan tutum yalnızca Kılıçdaroğlu’nun siyasi İslamcılara karşı verdiği tavizler dışında ırkçı faşistleri kapsamamaktadır. Demokratik ülkücülerin rutin HDP düşmanlığı devam etse de bu durum olağanüstü istisnalar dışında bu ekip tarafından sessizce geçiştirilmektedir. Ayrıca bu ekip içinde kendilerine sol- sosyalist diyen bir kesimin CHP’nin sağa kayışına karşı çözüm ve alternatif olarak Kemalizm’i, cumhuriyeti göstermeleri de arkaik ve sorunludur. Gelinen noktaya kadar vahşileşen, çürüyen ve insanın normal halini dışlayan kapitalizmin gelişmesinde ve özellikle Kürt sorunu konusunda ırkçı yaklaşımda da, siyasi islamın gelişmesinde de ( özellikle Diyanetin kuruluş ve devamında ) Kemalizm’in katkısını görmemek en hafif tabirle siyasi körlüktür.

Yine CHP milletvekili olan Abdülkadir Şener’in açıklamaları CHP’nin siyasi ve örgütsel anlayışının adeta turnusolu olmuştur. Bu durum ( Şener’in açıklamaları ) ulusalcıların yalnızca CHP içinde siyasi İslamcılara dönük saldırısını haklı çıkarmaz. Bu burjuva siyasetin kirliliği ve çürümüşlüğünün somut halini göstermektedir. Daha modern ve seküler gözüken bazılarının da ( yakın zamanda teğmen Çelebi’nin CHP ‘den AKP’ye geçmesi gibi ) aynı kirlilik içinde olduklarına bu topraklarda çokça örnek bulunabilir.

Kılıçdaroğlu ve CHP ye dönük değerlendirme boyutunda bir dizi yazımızda istim arkadan gelir anlayışı ile hareket etmemeye özel dikkat gösterdik. Devrimci Marksist çizginin referansıyla CHP’ye dönük en ağır eleştiriler de yaptık. Yakın dönemde bir kesim sol-sosyalist dahil eski Ülkü Ocakları başkanı Ateşin öldürülmesi üzerine sessiz kalmaları, bir yanıyla da aklamalarına karşı Kılıçdaroğlunun yakın ilgisini, faşistler tarafından katledilen 200 e yakın CHP’liyede saygısızlık olduğunu sonuçlarından korkmadan çok kez gündeme getirdik. Seçim öncesi ve sonrasındaki siyasi İslamcılar ve faşistlere verdiği tavizlerinden de kaynaklı seçim başarısızlığının önemini vurgulamaya çalıştık. Örgütlenme ve çalışma tarzı olarak da yanlış olan CHP’nin emekçi sağ kitleye açılması değil, bu kitleye sol politikalar ile değil sağ politika ile gitmesidir ve siyasi İslamcı ve faşistlerin milletvekili yapılması ve üst düzey görevlere getirilmesidir.

Dolayısıyla gelinen noktada siyasi İslamcılar ve faşistlere karşı tek çözüm, alternatif ve adeta panzehir anlayışı Devrimci Marksizm’in tutarlı ve doğru çizgisi olmuştur. Bu anlamda Kılıçdaroğlu’nun istifa etmesi veya kurultayda aday olmaması bir değişim anlamında da yanlış olmayacaktır. Önemli olan KıIıçdaroğlu’nun yerine gelecek olanın daha emek ağırlıklı sol çizgide olmasıdır. Devrimci Marksizm olarak bizlerin CHP üzerinde bu derece yoğun ve ciddi olarak durmamızın önemli bir arka planı vardır. Bu arka plan bir yanıyla komünistlerin geniş emekçi kitlesine dönük duyarlı olmasıdır. Diğer yanıyla CHP’nin faşizmle karşı geniş bir emekçi kitlesine sahip olmasıdır ve komünistlerin kitleselleşmesinin en uygun zemininin CHP tabanı olmasıdır.

Gelinen noktada faşizme karşı mücadelenin önemli zeminlerinden olan ve geniş emekçi kitlesinin küçük de olsa nefes almasını sağlayan muhalif belediyelerin yakında yerel seçimlerde kaybedilmemesi için ne yapılması gerekir konusunda kısa bir değerlendirme yapmak da önemli olmuştur. Açıktır ki muhalefette bulunan belediyelerin yeniden kazanılması ve o kazanılmış belediyelere yenilerinin eklenmesini kent yoksulları dikkatle beklemektedir. Bu belediyelerden başta İstanbul olmak üzere birinin kaybedilmesi bile muhalefet bileşenlerinin üzerinde ağır bir yük olarak kalacaktır.

Dolayısıyla bu belediyelerin kaybedilmemesi, genel başkanlığın kazanılmasından da daha önemlidir. Bu anlamda kişisel ikbal ve kariyer hesaplarından kaynaklı bu belediyeler kaybedilirse bu belediye sınırlarında yaşayan kent yoksulları ve tüm emekçilerin öfkesinin nerelere evrilebileceği yaşayarak görülecektir. Bu noktada yapılması gerekenler olarak öncelikle ve acilen uygun adayların tespiti yapılmalıdır. Amasız, fakatsız tüm unsurlar adeta seferberlik çerçevesinde faaliyet içinde olmalıdırlar. Bu faaliyet başat olarak ( istisna mitingler dışında ) yüz yüze görüşme şeklinde olmalı mümkün olduğu koşullar varsa kazanıma kadar sürekliliği sağlanmalıdır.

Sol-sosyalist muhalefetin konumu ve durumuna geldiğimizde ise o cenahta da seçim yenilgisi kırılmalar ve sorunlar yaratarak devam etmektedir. Bu anlamda bu cephede değişim, yenilenme ve gelişme çabaları daha başat ve akut durumdadır. Özellikle buradaki muhalefetin nicel ve nitel olarak en güçlü partisi olan HDP üzerinde değerlendirme yapmak daha önemli hale gelmiştir. Ama öncelikle şunu belirtelim HDP ile organik ve resmi bir bağımız olmadığı için iç tartışmaları ve gelişmeleri ancak gözlem ve takip ile yaptığımız için yaptığımız değerlendirme sadece öneri düzeyinde olacaktır. Bu anlamda çok iddialı analiz ve analitik önermeler yapmadığımızı ve ihtiyatlı ve dikkatli bir şekilde hareket edeceğimizi özellikle belirtmek istiyoruz.

Açıktır ki HDP ‘de de görünür gerçeklilik var olan sorunların yalnızca kişisel sorunlar olmadığı, tekil sorunlar da olmadığı bilinmektedir. Dolayısıyla sorunların bütünlüklü olduğu noktada çözümlerin de bütünsel olacağını açıktır. Elbette ki kapitalizmin rutin hiyerarşik varlık koşularında liderlik önemini korumaktadır. Ama gelinen noktada kolektif liderlik oluşmadığı gibi kişisel liderlikler de artık yeterince ve yer yer de hiç çıkmamaktadır. Elbette doğal başkanlar ile liderliklerin farkının içselleştirdiği koşullarda. Dolayısıyla başta HDP olmak üzere diğer sol-sosyalist çevrelerde de ideolojik, politik, örgütsel, çalışma tarzı olarak ciddi bir tıkanma yaşanmaktadır. Bu alanlarda istenilen düzeyde yaratıcı değişim, yenilenme ve gelişim üretimi yapılamamaktadır.

Özellikle HDP ye dönük insan kaynaklarını, kadrolarını bitirme saldırıları hız kesmeden devam ettiği için başlarda canlı organizma gibi yeni takviyeler giderek doğal ve nesnel süreç olarak durma nokrasına gelmiştir. Bu anlamda bu canlı organizmayı yeniden harekete geçirmek için ideolojik, politik, örgütsel, çalışma tarzı noktasında tıkanıklığı aşmak ve yeniden üretime geçmek belirleyici ve öncelikli çözüm olarak beklemektedir. Ama açıktır ki bunları çözmek ve aktif harekete geçmek içinde iç kişisel çekişme ve kavgalara derhal son verilmelidir. Yalnızca bu kişisel sorunların çözümü için “akil insanlardan” oluşan bir heyet veya komisyon hemen harekete geçmelidir. Belki tüm kişisel sorunlar tamamen ortadan kalmasa da bütünsel yeniden üretimin engeli olmadığı noktaya kadar gerilemesi yeterli olacaktır.

Bunun içinde bir yanıyla tartışmalar devam ederken diğer yanıyla dışa dönük yürüyüş de devam etmelidir. İçteki sorunların önemli ölçüde aşılması için kitleselleşme yükseldiği noktada iç sorunlarda giderek azalacaktır. Zaten böylesi aktif bir dışa dönük faaliyette istenilse de kişisel çekişme ve kavgalara yer ve zaman bulunamayacaktır.

Somut duruma gelirsek Demirtaş’ın uzun zamandır cezaevi koşullarında bile siyaset üretmesi ve bu üretimin HDP ile paylaşılması noktasında gördüğümüz kadarıyla HDP yönetiminin bu paylaşımları yeterince dikkate ve gündemine almadığı anlaşılıyor. Ama gelinen noktada bu durum Demirtaş’ın haklı , HDP yönetiminin haksız olduğu veya tersi noktada kalır ve adeta kilitlenirse buradan çıkış zor olacaktır. Dolayısıyla gelinen noktada çözüm, kimin haklı veya haksız noktada ki durumunu aşmış şekilde akut hale gelmiştir. Bu noktada faşizmin iktidarı için yeni kurulan militarist, istihbarat devletinin saldırılarının daha artacağı muhtemel olduğu için tüm özneler birlik olarak, ortaklaşarak sorunları çözmelidirler. Başka hiçbir gerekçe doğru ve gerçekçi olmayacaktır.

Bu noktada eş başkanlar olarak Sancar ve Buldan’ın aday olmayacakları açıklaması bizce doğru ve isabetli olmuştur. Değişim için yenilenme kaçınılmaz olup bunun da en üsten başlaması gerekmektedir. Ama açıktır ki değişim, yenilenme ve gelişim öncelikle ilkeler ve program bazlı olmalıdır. Bu ilkeler ve program diyalektik olarak klasik, evrensel yanlarla, uygulama doğrultusunda güncelliği de kapsamalı ve praksis şekilde hayata geçmelidir.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin, burjuva siyasetin kirliliğine ve çürümesine en somut örnek son günlerdeki Abdüllatif Şener’in itirafları olmuştur. Şener kişisel çıkarları gereği milletvekili yapılmadığı için CHP milletvekili olarak seçim çalışmalarına katılmasına rağmen seçimlerde Cumhurbaşkanlığında Oğan’a, milletvekili seçimlerinde de geçersiz verdiği açıklamasını duyduğumuzda bizler Şener’in Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde de Erdoğan’a verdiğini düşündük, bunun doğru olduğun kesinleşmiş durumdadır. ( Şener’in oy kullandığı sandıkta geçersiz oy çıkmaması yeterlidir ) Şener’in bu tavrı muhtemelen kendi yakın çevresine de pes dedirtmiştir. Uzun olmayan bir süreçte Şener’in ( Oğlunun da AKP tarafından yüksek bir mevkide işe alınmasıyla ) AKP’ye kapağı atması da sürpriz olmayacaktır.

Elbette bu tekil olay dışında bir dizi yeni Şener’ler olduğu geçmişte de vardı, gelecekte de olacaktır. Bu müsilaj şeklindeki kirlenme açıktır ki Marks’ın parlamentoya dönük “burjuvazinin ahırıdır” tespitini daha da hem doğru hem de anlamlı ve isabetli hale getirmektedir. Dolayısıyla kapitalizmin bu ve benzeri kirliliği, çürümesi , vahşi halinin, karanlığının temizlenmesi ve aydınlık hale gelmesi artık gelinen noktada kapitalizm içinde kalınarak, reformlarla çözülemeyeceği her geçen zamanda daha net görülmektedir. Bu anlamda tüm toplumsal hareketleri ( Kadın, gençlik, tarım, ekolojik vb. gibi ) kapsayarak diyalektik olarak proletarya devrimi ve bağlantılı olarak komünizmi savunmak ütopya boyutunda bile olsa kalıcı ve radikal çözüm için önemli ve zorunluluk haline gelmiştir .

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 34 93
2. Fenerbahçe 34 89
3. Trabzonspor 34 58
4. Başakşehir 34 52
5. Beşiktaş 34 51
6. Kasımpasa 34 49
7. Rizespor 34 49
8. Alanyaspor 34 48
9. Sivasspor 34 48
10. Antalyaspor 33 45
11. A.Demirspor 34 41
12. Kayserispor 34 40
13. Samsunspor 34 39
14. Ankaragücü 34 38
15. Konyaspor 34 36
16. Gaziantep FK 34 34
17. Hatayspor 34 33
18. Karagümrük 33 33
19. Pendikspor 34 30
20. İstanbulspor 34 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 32 72
2. Göztepe 32 66
3. Sakaryaspor 32 57
4. Kocaelispor 32 55
5. Ahlatçı Çorum FK 32 55
6. Bodrumspor 32 53
7. Boluspor 32 50
8. Bandırmaspor 32 47
9. Gençlerbirliği 32 47
10. Erzurumspor 32 44
11. Keçiörengücü 32 39
12. Manisa FK 32 37
13. Ümraniye 32 37
14. Şanlıurfaspor 32 34
15. Tuzlaspor 32 34
16. Adanaspor 32 33
17. Altay 32 15
18. Giresunspor 32 7
Takımlar O P
1. Arsenal 35 80
2. M.City 34 79
3. Liverpool 35 75
4. Aston Villa 35 67
5. Tottenham 33 60
6. M. United 34 54
7. Newcastle 34 53
8. West Ham United 35 49
9. Chelsea 33 48
10. Bournemouth 35 48
11. Wolves 35 46
12. Brighton 34 44
13. Fulham 35 43
14. Crystal Palace 35 40
15. Everton 35 36
16. Brentford 35 35
17. Nottingham Forest 35 26
18. Luton Town 35 25
19. Burnley 35 24
20. Sheffield United 35 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 33 84
2. Girona 33 71
3. Barcelona 32 70
4. Atletico Madrid 33 64
5. Athletic Bilbao 33 58
6. Real Sociedad 33 51
7. Real Betis 33 49
8. Valencia 32 47
9. Villarreal 33 45
10. Getafe 33 43
11. Osasuna 33 39
12. Deportivo Alaves 33 38
13. Sevilla 33 38
14. Las Palmas 33 37
15. Rayo Vallecano 33 34
16. Mallorca 33 32
17. Celta Vigo 33 31
18. Cadiz 33 26
19. Granada 33 21
20. Almeria 33 14