banner100

24.09.2022, 12:36

Tek çözüm ve alternatif faşizme karşı en geniş birliğin sağlanmasıdır

Bugüne kadar hemen tüm yazılarımızda kapitalizmin kirliliğinin, güvenlikçi devletin, faşizmin karanlılığının güncel gelişmelerini değerlendirdik. Gelinen noktada bu olayların diyalektik ve kümülatif toplamına baktığımızda finale yaklaşıldığının, bir başka anlatımla niceliksel birikimin, niteliksel patlama olarak yaşanmasının mümkün olabileceğini görebilmeliyiz. Bu durum siyasi ve toplumsal muhalefetin ne yapmalı anlamında görev ve sorumluluğunu da belirlemektedir.

Öyle bir kırılganlık, kaos, açmaz ile karşı karşıyayız ki seçime kadar ve seçimden sonra ister iktidar kazansın, ister Millet İttifakı kazansın burjuva temsili sisteminin işinin zor olduğu açıktır, kesindir. Partiler içinde parçalanmalar, birbirlerine transferler, Güneş Motel benzeri satışlar, Üst düzey görevde olan insanların yolsuzluk ve rüşvet çarkının içinde olmaları, mafyanın yalnız dışarıya dönük değil kendi içinde de kapışmalar, siyasi suikastler vb. sürpriz olmayacaktır. Giderek devlet-iktidar ortaklığının çelişkileri ve bozulması, devletin daha görünür haldeki resen saldırganlığının da görülmesi mümkün olabilecektir.

Bir tarafta iktidarı bırakmamak için Cumhur İttifakı başat olarak baskı ve şiddetini artıracaktır. Ayrıca seçimi kazanmak içinde rıza ve ikna araçlarını da kullanacaktır. Son seçim yasası ile Cumhurbaşkanının sınırsız harcama bütçesi kesinleşmiştir. Bu durum iktidarın popülist küçük iyileştirmeler ile seçime kadar devam edeceğini de göstermektedir. Zaten asgari ücretin iki kez artırılması, ÖTV indirimi, memur ve emeklilerin maaşlarının yükseltilmesi, 3600 ek gösterge, EYT sorunun çözümünün masada olması şimdiye kadar yapılanlar olmuştur. Bu durum yeni iyileştirmeler ile ( Örneğin toplu konut gibi ) özellikle ocak ayı ile birlikte yeniden maaş vb artırılması da gündeme gelecektir.

İktidarın değişmesi sonucu Millet İttifakının iktidara gelmesi ile var olan kırılganlık ve kaos durumu yer yer daha da şiddetlenecektir. Bu durum özellikle İstanbul Belediye seçimlerini kaybetmesini sindiremeyen iktidarın ( Bu durum İmamoğlu’na dönük 4 yıla kadar ceza davası ile de görülmektedir ) tüm iktidarı kaybetmesiyle daha da netleşecektir. İktidardan düşmesi sonucu burjuva yasalarla bile bugüne kadar suçlarının hesabının sorulması geniş kitlenin de talebi olacaktır. Bunun korkusunu yaşayan iktidar, olası yeni iktidar olan Millet İttifakını her yönden yıpratmak ve açmaza düşürmek için saldırısına devam edecektir.

Millet İttifakının parçalı yapısı ve kırılgan durumu bu saldırılara karşı direnç göstermede zafiyet taşıyacağı açıktır. Ayrıca olası Millet İktidarında devlet içinde faşist ve siyasal İslamcı unsurların değiştirilmesi hem bu unsurlardan ciddi tepki çekecektir. Ayrıca Millet İttifakı içinde farklı eğilimlerin bulunması ile özellikle üst düzey değişiklerde anlaşmazlık ciddi krize aday olabilecektir. Bu somut durum zaten çok sağlam olmayan bu ittifakın bozulması getirirse de sürpriz olmayacaktır.

Hem böylesi bir durum yani Millet İttifakına karşı hem iktidarın saldırıları, hem de kendi içinde çelişkileri sonucu bozulması yeni bir kırılma ve kaos yaratacaktır. Daha da olumsuzu yeniden bu iktidarın seçimi kazanması ayrıca bir kriz, kaos yaratacaktır. Siyasi muhalefet ve özellikle toplumsal muhalefetin bileşenleri olan işçi ve emekçilerin nefes almak için bu iktidarın gitmesini beklerken tersi olması ciddi bir yenilgi anlamında kırılganlık yaratacaktır. Bu noktada paradoksal olumsuz durum geniş emekçi kitlesinin yine tek umudunu Millet İttifakına bağlamasıdır. Ve yine Cumhur İttifakının gitmesinin de tek seçenek olarak görülmesidir. Böyle bir durum ( Yani var olan iktidarın devamı ) kişisel ve kitlesel olarak ciddi bir moral çöküntü yaşatacak, daha da olumsuzu savrulmalar, içe kapanıklık, yoğun bir pasifimiz durumu, hareketsizlik yaşanacaktır. İşte bu noktada çok kez söylediğimiz gibi Devrimci Komünist İşçi Partisi oluşturulmuş olsaydı diyalektik saiklerle bu sorunların adeta panzehiri olacak, gerçekçi temelde çözümler üretecekti.

Buraya kadar yaptığımız değerlendirme de açık ve net olarak göstermektedir ki , iktidarın görünüşte saldırganlığının hedefi burjuva muhalefet anlamında Millet İttifakı, Altılı Masa olsa da, derinlikte Güvenlikçi devletin, faşizmin fiili saldırısının hedefinde her durumda başat olarak sosyalistler-komünistler olacaktır. Bu anlamda devlet ekstra istisnalar dışında sosyalistler-komünistler arasında çok ayrım yapmamaktadır. İşte son günlerde Cumartesi Annelerinin duruşmasına katılan Alper Taş, Ahmet Şık’a dönük fiziki darp saldırısı parti yöneticisi ve milletvekili olsa da değişmiyor. İşte bu noktada daha da yükselecek saldırılara karşı sosyalist-komünistler hazırlıklı mı bu durum bütünsel saiklerle tartışılmalı, gerçekçi çözümler üretilmelidir.

Gelinen noktada yaklaşık son bir aylık olayların diyalektik süreci ve toplamına baktığımızda gelişmelerin seyri yukarıda yaptığımız değerlendirmenin teyidi ve somut göstergesi olacaktır. Irkçılıkta yarış halinde olan Akşener ve Ümit özdağ’ın ziyaret ve açıklamaları konumlarının da anlaşılmasının sağlayacak açıklıktadır. Akşener’in Susurluk artığı Sedat Bucak’la Urfa’da görüşmesi, ayrıca ırkçılıkta şampiyonluğu kimseye kaptırmayacak olan Bolu Belediye başkanı Tanju Özcan ile görüşmesi bizce sürpriz olmamıştır. Bu görüşmeler adeta malumun ilanı olmuştur.

Burada önemli bir durum gerçeklerden kaçılamayacağıdır. Yani Akşener’in Partisinin merkez partisi olmadığı artık yalnızca Kürt sorunu ve HDP’ye karşı ırkçı, şahin tavrı dışında, kontrgerilla unsurlarıyla hemhal olması noktasında daha da netleşmiştir. Ayrıca Akşener’in Gürsel Tekin’in açıklamasına karşı açıktan CHP’yi hedef alan açıklaması ortadayken, CHP tarafından ihraç istemiyle disipline verilen Tanju Özcan ile görüşmesi açıkça burjuva siyasetin liyakar ve takiyesinin somut göstergesi olmuştur.

Yine Ümit Özdağ’ın derin yerlerin anlayışına benzer açıklamaları hız kesmede devam ediyor. Özdağ’ın “ Kılıçdaroğlu kazanırsa iç savaş çıkar” sözü bir yanıyla korku yaymak saiki ile yapılmıştır. Diğer yanıyla ise derin yerlerin görevlisi olarak kapalı kapılar ardında ( Açık kapılar ardında da sivillerin silahlandırılması gündeme gelmiştir ) bu tartışmaların yapılması sürpriz olmayacaktır. Bu durum açıkça önceki yazımızda da değerlendirdiğimiz gibi kapitalizm artık reformize bile yol vermeyeceğinin göstergesi, teyidi olmuştur. Özdağ bu açıklaması ile aslında iç savaş güzellemesi yapmaktadır. Bir İç savaşta düşman gördüğü Kürtler, Mülteciler, Ermenilerin kırılmasını arzulayan açıklamalar yapmaktadır.

Yine Özdağ’ın Soylu ile devlet içi ve dışında yüksek yerler için kapışmaları devam etmektedir. Soylu ile başlayan mültecilerin vatandaşlık alma sayılarının çok farklı olması ile küfürleşmeyle başlayan kavga Özdağ’ın Soylu’ya dönük son açıklama ile devam etmektedir. Özdağ Soylu’nun parti kurma hazırlığı içinde olduğu bunun için ABD’ye adamlarını gönderdiği, istihbarat ile ilişkileri olduğunu açıklamıştır. Bu çıkar ve post kavgası belli ki devam edecektir.

Yine Peker gündem olmaya devam etmektedir. Kendisine dönük suikast durumu devam ederken, İstanbul’da evinde görevli olan bir adamının ağır yaralanması ve daha da güncel olan danışmanının Arnavutlukta yakalanarak İstanbul’a getirilip gözaltı ve sonrasında tutuklanması olmuştur. Danışmanının BAE Peker ile görüşmeye gitmesi ve Peker’den olası bir suikast durumunu düşünerek belgeleri alması da mümkündür. Çemberin daraldığını gören Peker adeta vasiyetini açıklamıştır. Açıktır ki Peker olayı gelinen noktada her duruma evrilirse kendi otantiğine bağlı olarak sürpriz olmayacaktır.

Bir başka konu ile bağlantılı sürpriz olmayan durumda yakın zamanda 16 Kürt gazetecileri “milliyetçi” olmakla eleştiren özellikle ince ırkçılıkta birinciliği kimseye kaptırmayan Yılmaz Özdil, Peker’i “ fahri gazeteciler cemiyeti başkanı” ilan ediyor. Ne diyelim ırkçılıktan nemalanan Özdil’le bu tavrı da fazlasıyla yakışır.

Diğer öne çıkan ve önemli gördüğümüz konuların değerlendirmesi ile devam ediyoruz.

İzmir’de Tarkan konseri ve Belediye başkanı Soyer’in Osmanlı’ya dönük açıklamaları ve Vahdettin’i hain ilan eden Atatürk’ün sözlerini açıklaması, Siyasal İslamcı cephede yoğun infiale ve tartışmaya yol açmıştır. Hala devam eden tartışmaların bizce önemi konuyu bütünsel ele alarak, yeniden ezberleri bozmak ve mutlaklardan, indirgemecilikten azade olmanın bir kez daha hatırlatmasının öneminden olacaktır.

Elbette ki bu makale çerçevesinde bir tarih tartışması yapacak değiliz. Dolayısıyla dönemlerin önemli gördüğümüz yerlerini ele alarak devam edeceğiz. Bilimsellikten ve gerçeklikten uzak dönemleri ( Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi olarak ) resmi tarih anlatımı ile açıklamak ancak vakanüvislerin işidir. Yaşanmış tarih kesitlerini kişilere indirgemek ve buradan kalkarak hain ve kahraman yaratmak, Vahdettin’den mi, Atatürk’ten mi yanasın, Osmanlıdan mı Cumhuriyetten mi yanasın düalist tartışmaları sığ bir tartışma olup bizim alanımızda değildir. Biz bu alanda da üçüncü yolu tercih ediyoruz.

Bu anlamda ikisini de tercih etmiyoruz. Ama bu durum tarafsız olduğumuz anlamına gelmiyor, tersine doğru ve gerçek tavır bu olduğu için daha net tarafız. Dolayısıyla sınıf ve sömürü ilişkilerinin özgün adı olan feodal Osmanlı ekonomik olarak padişahların topraktaki mülkiyetin sahipliği ile reayanın sömürüsü üzerine inşa edilmiştir. Mültezim vergi sistemi ile padişahların ve dönemin bürokratlarının zenginleştiği bir sistemin adıdır. Üst yapısal olarak meşruti ve mutlak monarşi sistemlerinin egemen olduğu, yer yer anayasalı monarşilerin olmasına rağmen Meclisin kapatıldığı monarşinin ( Örneğin Abdülhamit Dönemi gibi ) egemenliğindeki dönemin de adıdır.

Özellikle padişahların kişisel zenginliği ve mutlak monarşi olarak devletin varlığı ve sürekliliği için görünüşte azınlıklara hoşgörülü tavır zorunluluk olmuştur. Ama bu durum Yavuz Selim döneminde Alevi kırımının engeli olmamıştır. Dolayısıyla feodal devlet şiddeti kendi kardeşlerini bile öldürmek noktasında acımasız bir kör şiddet olarak tarihe geçmiştir.

Cumhuriyet ve Kemalizm-Atatürk üzerinde biraz daha geniş duracak olmamız, Cumhuriyet ve Kemalizm’in bugünleri de belirleyen zeminden kaynaklı olmasındandır. Bugün tekelci holdingler olan Koç ve Sabancıların zenginliklerinin temelleri o dönem özellikle İzmir İktisat Kongresi ile atılmıştır. Bu anlamda kapitalizmin ( Bu kapitalizmin gelişmiş sanayi kapitalizmi olmayışı bir illüzyon yaratmaktadır. Oysa genelde kapitalizmin tarihi 500 yıl olmasına rağmen sanayi kapitalizmi tarihi 200 yıllara tekabül etmektedir ) adı olan Cumhuriyet burjuva cumhuriyet olarak şekillenmiştir.

Dolayısıyla kurtuluş savaşı, cumhuriyet, Kemalizm resmi tarih tezleri olarak bir illüzyon ve manipülasyonun adı olmuştur. Çünkü resmi tarih, egemen sınıfların bilinmesini istediği tarihtir. Resmi tarih, yalan, tahrifat, yok saymaya , adıyla çağırmamaya, sansür v e oto sansüre dayanan bir tarih versiyonudur. Okullarda okutulan tarih her zaman “kaybedenlerin değil” kazananların, kitlelerin değil komutanların, kralların, padişahların, imparatorların, ulu önderlerin yazdıkları, yazdırdıkları tarihtir.

Yine Milli Mücadelenin anti-emperyalist bir mücadele olmadığı, ancak emperyalistlere karşı yürütülmüş bir mücadele olduğudur. Emperyalist bir ülkeyle yada ülkelerle savaşa tutuşmakla, anti emperyalist mücadele aynı değildir. Dolayısıyla kapitalizmin gelişmesinin zemininin adı olan Kemalizm anti kapitalist olmadığı noktada anti emperyalist de olmamıştır. Milli mücadele gerçekte başat olarak Anadolu’nun gayrimüslümlerine karşı verilmiş bir savaştır ve soykırımdan sağ kalanların öldürülerek veya sürülerek, kaçırılarak yok edilmesi, servetlerinin Müslüman nüfusa devredilmesini tamamlamıştır.

Ayrıca Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyete geçişin, bir halk hareketi sonucu değil de bir hükümet darbesi olarak gerçekleşmesi rejimin bir bakıma “ padişahsız padişah rejimi” olarak yoluna devam etmesini sağladı. Dolayısıyla 1923’te saltanatın tasfiye edildiği doğruydu, ama onun yerini alan rejimin cumhuriyet olduğu aynı ölçüde doğru değildi. Öyleyse 1923 sonrasında kurulan “yeni rejim” bir padişahsız padişah rejimi değilse, bir paşalar cumhuriyetiydi. Yine feodal devlet şiddeti yerine gelen Cumhuriyet döneminde kapitalist devlet şiddetinin somut göstergeleri yaşandı. Komünistlere karşı ( Özellikle Mustafa Suphilerin öldürülmesi ) ve Kürt hareketine karşı ( Özellikle Şeyh Sait ayaklanması ve Dersim ayaklanması gibi) kırım ve şiddet devlet politikası olarak uygulandı.

Bu değerlendirme Kemalizm’in ve Cumhuriyetin Osmanlının diyalektik devamı olduğunu göstermektedir. Ama bu durum Osmanlı ile Cumhuriyetin bir ve aynı olduğu anlamına da gelmemektedir. Kemalizm’in şeri hükümlerin egemen olduğu bir dönemden, yer yer dinsel ideoloji ve onun kurumlarıyla hesaplaşması sonucu, İslamın resmi din olmaktan çıkarılması bu anlamda “yarı laiklik” döneme geçiş bile ileri bir adım olmuştur. Ayrıca saltanat ve halifeliğin kaldırılması da ileri adımlar olmuştur.

Somut duruma gelirsek iktidarın bu saldırısı bir yanıyla siyasal İslamcı anlayışın gereği olarak dağılan ( Seçmen ve oy kaybetme bazında ) kendi kitlesini tutmak için Vahdettin güzellemesi elbette sürpriz olmamıştır. Ama iktidarın saldırısı başat olarak 2 milyon olduğu söyleyen kitle katılımlı Tarkan konserinin korku ve endişesinden kaynaklıdır. Böyle bir tarih tartışmasını açması da bu konu dışında da ( Örneğin Abdülhamit tartışması gibi ) rutin olmuştur. Ayrıca 2 milyonluk kitle yalnızca Tarkan konseri için değil, bütünsel yıkıma karşı muhalefet tavrı olarak o alana gelmiştir. Bu arada bir illüzyon durumuna değinerek bu bölümü sonlandırmak istiyoruz. Bir kısım sol eğilimli olanların da Osmanlı ve Cumhuriyette bizimdir ama diye başlayarak açıklamaları en hafif deyimle takiyedir.

Bu bölüme İran’da şeriatçı vahşet ile başlamak istiyoruz. 22 yaşında genç bir kadının az bir saçı açık diye ahlaksız polis tarafından sokakta dövülerek katledilmesi başta İran olmak üzere, tüm dünyada eylemlerle lanetlendi. İran’da başta kadınlar olmak üzere, üniversite gençliği ve tüm duyarlı insanlar, İran’ın bir çok kentinde eyleme geçtiler. Yaratıcı eylemler adeta egemenlerin kabusu oldu. Kadınların saçlarını kesmesi, örtülerini çıkarmaları, saçlardan bayrak yapmaları önemli bir farkındalık yarattı.

Türkiye’de de toplumsal muhalefetin öznesi olan kadınlar, başta saç kesme olmak üzere eylemleriyle İranlı kadınlara destek oldular, diğer ülkelerde de yaratıcı eylemler devam ediyor. Elbette şeri yasalarla yönetilen bir ülke olan İran’da bu tip eylemlere başvurmak İran’lı kadınların geleneksel ( Şaha karşı mücadele olmak üzere ) bilinç ve kültürel yetkinliğinin sonucudur. Pers ve Acem kültürünün özümsenmesi, içselleştirilmesi sonucu mücadeleci gelenek hemen her olağan üstü dönemlerde kadınları özne yapmıştır.

Elbette genç bir kadını katletme münferit, bireysel bir olay değildir. Arka plan saiklerine baktığımızda İran kapitalizminin kriz hali, şeri yasalarla kapatılmaya çalışılsa da, bir tarafta seçkin bir azınlığın zenginliği ve bu durumdan kaynaklı yoksulluk, İran emekçilerini geçmişte yer yer sokağa çıkarmış, mücadeleye sevk etmiştir. Tüm dünyada kapitalizmden kaynaklı enflasyon-pahalılık, işsizlik, ücret düşüklüğü İran kapitalizminden kaynaklı olarak da emekçilerin yıkımı olmuştur. İşte genç bir kadının katledilmesi ve eyleme geçen kitleye devlet şiddeti sonucu şimdilik 8 kişinin katledilmesi kapitalizmin ve şeriat özellikli kapitalist devletin varlığı, sürekliliği, bekasının devamı içindir.

İranlı kadınların başlattığı bu yaratıcı eylemlilik, bazı taleplerinin kazanımı ile devam edecektir. Özellikle saç kesme eylemi adeta saç kesme “ devrimi “ şeklinde tüm dünyaya yayıldığında, egemenlerin korkusu tavan yapacaktır. Bu yaratıcı eylemlilik sınıfsal boyut kazanarak süreç içinde proleter devrimlere dönüşme potansiyelini de taşımaktadır. İran’da Komünist Parti geleneği ile başlayan süreç İran Devriminde Komünist Tudeh Partisinin etkinliği bilindiği için bu gelenek kendi sonuçlarına ulaşma potansiyeli ve zeminine sahiptir.

Yine şeriatçı, siyasal İslamdan kaynaklı bir olayda Şeytan Aletleri kitabının yazarı Salman Rüşdi’nin ABD’de genç bir kişi tarafından bıçaklanması olmuştur. Metafizik, bilim dışı, mutlak, arkaik hurafeler toplamı olan din olgusu, otantik geleneğinin gereği olarak Rüşdi’nin öldürülmesi için fetvalar çıkarmıştır. Rüşti adeta yeraltında yaşamaya mahkum edilmiştir. Rüşti ile bağlantılı olduğu düşünülen 50 nin üzerinde insan öldürülmüştür. Nasıl ki 11 Eylül ikiz kuleler saldırısının düzenlenmesi veya yol verilmesinde ABD’nin eli olduğu ( Özellikle başta CIA ve diğer istihbarat örgütleri gibi ) söylenmektedir. Dolayısıyla ABD’nin merkezinde ( zaten öldürülmesi için fırsat beklenildiği bilinmektedir ) insanların adeta nefesinin kontrol altında olduğu koşullarda bu eylemi genç bir insanın gerçekleştirmesi, FBI, CIA ve diğerlerinden habersiz gerçekleşemez diye düşünüyoruz.

Gerek İran’da genç bir kadının katledilmesi, gerekse Salman Rüşdi’nin bıçaklanması gelinen noktada artık şeriatçı güruhun gerilediği, düşüşe geçtiği koşullarda yaşanmıştır. Geçmişte görünüşte veya takiye şeklinde de olsa tebliğ şeklindeki siyasal İslamcı akımların faaliyetleri artık yerini açık şiddete bırakmıştır. İŞİD ve El-Kaide ve benzerleri gibi kafa kesen şeriatçı yapılanmalar böylesi koşullarda ortaya çıkmıştır.

Ayrıca İslam da hurafelerin tutmadığı koşullarda ortaya çıkan dinde reform eğilimini taşıyanlar tezlerini gündeme getirmişlerdir. Kapanan içtihat kapılarını açmak için devreye giren bu reformcu eğilimler, dünyada Afgani, Muhammed İkbal, Ali Şeriatı ve Türkiye’de anti- kapitalist Müslümanlar olarak ortaya çıkmışlardır. Özellikle bu eğilimler anti-kapitalist oldukları noktada sol-sosyalistlere yaklaşmışlardır. Ama klasik kuran meallerini yorumlayarak tezler üretmeleri anlamında da sol-sosyalistlerden kopmuşlardır. Dolayısıyla artık çok küçük bir azınlık dışında siyasal islamcı , şeriatçı eğilim, kafa kesen, insan yakan olarak şiddet yanlısı, yolsuzluk yapan, rüşvet alan, tecavüzcü olarak anılacaktır.

SONUÇ YERİNE

Kapitalizmin kirliliği ve güvenlikçi devlet, faşizmin saldırıları güncel gelişmeleri ile burjuva yasa ve kuralları da tanımaz noktada giderek boyutlanmaktadır. Bir kaç olay bu durumun teyidi olacaktır. Cübbeli Ahmet şarlatanının iç savaş çağrısı, çığırtkanlığı devam etmektedir. Son açıklamasında Cüppeli bir yıllık erzak depolayın diyerek iç savaşa vurgu yapmıştır. Bu açıklamanın derin yerlerden bilgi alması mümkün olduğu için doğru olması sürpriz olmayacaktır. Ama bu açıklama ile Cübbeli bilerek veya bilmeden geniş kitlelere de korku yaymıştır. Elbette Cübbelinin daha önce ve son benzeri açıklamaları devam edecektir. Bu durumda dikkatli olmak önemli olsa da, çok da Cübbeliyi dikkate almamak gerekir.

Elazığ’da Kılıçdaroğlu’na dönük provokasyon ilk bakışta küçük veya önemsiz görülebilir. Yani bilboardlar da özelikle Demirtaş ile ilgili olanı ve diğerleri önemli provokasyondur. Burada önemli olan Elazığ gibi faşistlerin ve siyasal İslamcıların egemen olduğu yerde, yeni Maraş’lar, Sivas’lar yaşanması sürpriz olmayacaktır. Bu anlamda bu provokasyonu yalnızca AKP’nin bir tasarrufu olarak görmek yeterli olmayacaktır. Dolayısıyla bu provokasyonun derin devlet operasyonu olması da sürpriz olmayacaktır.

Gelinen noktada kirlilik ve saldırganlığa karşı hiç uzatmadan söylüyoruz. Tek çözüm ve alternatif faşizme karşı en geniş birliğin sağlanmasıdır. Bunu amalarla, fakatlarla engelleyenlerin tarihsel sorumluluğu büyük olacaktır. Somutlarsak hemen kısa ve anlaşılır şekilde birlik bildirgesi hazırlanmalıdır. Devamla öncelikle Emek ve Özgürlük ittifakı ve Sosyalist Güç Birliği bir çatı altında birlik olarak toplanmalıdırlar. Bu birlik diğer sosyalistleri de , özellikle taban bileşenler olarak sosyal demokratları da kapsamalıdır. Bunun için yoğun faaliyet içinde olunmalıdır.

Yorumlar (0)
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 33 90
2. Fenerbahçe 33 86
3. Trabzonspor 33 55
4. Beşiktaş 33 51
5. Başakşehir 33 49
6. Rizespor 33 48
7. Kasımpasa 33 46
8. Antalyaspor 33 45
9. Alanyaspor 33 45
10. Sivasspor 33 45
11. A.Demirspor 33 41
12. Samsunspor 33 39
13. Ankaragücü 33 37
14. Kayserispor 33 37
15. Konyaspor 33 36
16. Gaziantep FK 33 34
17. Hatayspor 33 33
18. Karagümrük 33 33
19. Pendikspor 33 30
20. İstanbulspor 33 16
Takımlar O P
1. Eyüpspor 31 69
2. Göztepe 31 63
3. Ahlatçı Çorum FK 31 55
4. Sakaryaspor 31 54
5. Bodrumspor 31 52
6. Kocaelispor 31 52
7. Bandırmaspor 31 47
8. Boluspor 31 47
9. Gençlerbirliği 31 47
10. Erzurumspor 31 42
11. Ümraniye 31 37
12. Manisa FK 31 36
13. Keçiörengücü 31 36
14. Şanlıurfaspor 31 34
15. Tuzlaspor 31 33
16. Adanaspor 31 32
17. Altay 31 15
18. Giresunspor 31 7
Takımlar O P
1. Arsenal 34 77
2. M.City 33 76
3. Liverpool 34 74
4. Aston Villa 34 66
5. Tottenham 32 60
6. M. United 33 53
7. Newcastle 33 50
8. West Ham United 34 48
9. Chelsea 32 47
10. Bournemouth 34 45
11. Brighton 33 44
12. Wolves 34 43
13. Fulham 34 42
14. Crystal Palace 34 39
15. Brentford 34 35
16. Everton 34 33
17. Nottingham Forest 34 26
18. Luton Town 34 25
19. Burnley 34 23
20. Sheffield United 34 16
Takımlar O P
1. Real Madrid 32 81
2. Barcelona 32 70
3. Girona 32 68
4. Atletico Madrid 32 61
5. Athletic Bilbao 32 58
6. Real Sociedad 32 51
7. Real Betis 32 48
8. Valencia 32 47
9. Villarreal 32 42
10. Getafe 32 40
11. Osasuna 32 39
12. Sevilla 32 37
13. Las Palmas 32 38
14. Deportivo Alaves 32 35
15. Rayo Vallecano 32 34
16. Mallorca 32 31
17. Celta Vigo 32 31
18. Cadiz 32 25
19. Granada 32 18
20. Almeria 32 14